19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Perşembe 1 Şubat 2018 2 dizi EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN Karadeniz, hasret ve özlem... ‘Peacetothe people of syrıa!’ Üçüncü kuşak Karadeniz mübadili Antonios Filippidis ve Selanik mübadil torunu Nurdan Tümbek Tekeoğlu, büyükannelerinin, dedelerinin anlattıkları göç hikâyeleriyle büyümüşler. Evlerinde hep bir şeylere duyulan özlem varmış. Bahçesindeki zeytin ağa cına, evlerine, bahçelerine hep özlem duymuşlar. Küçükken tüm bu yarım kalmışlıkları kendileri de hissedermiş. Büyüdüklerinde bu özlem ve hüzünün sebebini daha iyi anlamışlar. İki mübadil torunuyla ailerinin hasret dolu hikâyelerini konuştuk. Antonios Filippidis, Karadeniz’in Trabzon bölgesinden üçüncü kuşak mübadil. Babası Pante bi yanına alan aile ile posta yolu ile iletişim kurmuşlar. Ancak bu iletişim daha sonra bozulmuş ve üç kardeşin en lis Filippidis, Paul Filippidis ve Zografia küçüğünün nerede olduğu bilinmiyor. Filippidis Gümüşhane Bayburt arasında Filippidis, “Dedem kardeşleri ile bir köyde doğmuş. Pontus’tan ayrılmak zorunda kalıp Filippidis, “Dedem ve babaannem Yunanistan’a geldiklerinde 12 yaşla Karadeniz’den gelen mübadillerdi. Ba rındaymış. Öteki akrabaları, dedele bam ve kız kardeşle ri ve babaanneleri Stalin dö ri Yunanistan’da do neminde gönderildikleri Ka ğan ilk nesil. An zakistan ve Özbekistan’dan nem Theodora Filip Kırım’a gitmişler. 90’lı yılla pidis, ikisi de Bul rın başında SSCB’nin yıkıl garistan Karadeni masının ardından bütün aile zi’inden mübadil Yunanistan’a geldi. 70 yıllık olan Antonios ve Stel ayrılıktan sonra akrabaları la Kawadpoulos’un mız ve aileleri ile tanışabil kızı. Babam tarafın dik. Babaannem Zografia Fi dan dedem Paul Fi lippids kendisi 9 yaşınday lippidis, Gümüşhane ken 11 yaşındaki ablası ve yakınlarında Haman Dedesi Paul Filippidis babası Efstathios ile birlikte Köyü’nde doğdu, ba Yunanistan’a gelmiş. Baba baannem Zografia Fi annemin annesi Sophia Yu lippidis Gümüşhane/ nanistan yolunda ölmüş. De Bayburt yakınlarında dem ve babaannemin ailesi Koskiri’de doğmuş. İstanbul’dan başlayıp Yuna Anne tarafından de nistan boyunca süren bir yol dem ve anneannem culuk yapmışPire kentinde Bulgaristan’ın Var karantinaya alınmışlar daha na kentine yakın sonra Atina ve Kılkış’a yakın Ravda’da doğdu. İki köylere gitmişler” diyor. aile de 1920’li yıllarda Karadeniz’den Nenesi Zografia Filippidis Filippidis’in dedesi Paul ve kardeşi Petros şimdi evleri de Yunanistan’a göç diği Terpillos köyünde, eski etmeye zorlandı. Çocukken dedem ve Türkçe adıyla Kürküt’te, baba babaannem köylerini birkaç saat içinde annesi ise Palatinato Türkçe adıyla Sa yanlarına taşıyabileceklerinin dışında raylı Köyü’ne yerleşmiş. hiçbir şey almadan nasıl terk etmek zo “Annemin babasının ailesi Varna’da runda kaldıklarını anlatırdı” diyor. oldukça zengin bir aileydi. Hayvanları Filippidis’in babasının babası Pa nı ve eşyalarını babaları, benim büyük ul Filippidis ve kardeşi Petros Filip büyükbabamın aldığı gemiye yükleyip pidis, en küçük kardeşleri ile birlikte Selanik’e gelmişler. Buradan da Terpil Yunanistan’a giden bir gemiye binmek los Köyü’ne (Kürküt) yerleşmeleri için için İstanbul’a yola çıkmış. Anne ve ba yollanmışlar. Kılkış’a yakın, Selanik’in baları daha önce bölgede çıkan olaylar 40 km. kuzeyindeki Terpillos, hâlâ üç da ölmüşler. İstanbul yolunda en küçük kısıma ayrılmış durumda olan bir mü kardeşlerini Ermeni bir ailenin yanın badil mahallesi” diyor Filippidis... da bırakmak zorunda kalmışlar. 1940’lı Filippidis, “Genelde üç etnik Yunan yıllarda kardeşlerini kendi çocukları gi grubu bir arada yaşayıp kendi içlerin de evlenir. Yani Pontus Rumları kendi içinde; Kuzey Trakya’dan gelen Yunanlılar kendi içinde, Türkçe konuşan Yunanlılar kendi içinde. Babam 1960’lı yılların başında Kuzey Trakya’dan gelen Yunanlılar arasından bir kızla evlenen ilk kişilerden biriydi. Ailelerinin endişelerine rağmen 1961 yılında annemi almak için geri gelir. Babam 1958 yılında Almanya’ya gidip ülkenin güneyindeki Stuttgart’a yerleşti. İkinci Dünya Savaşı, sonrası Yunanistan’daki iç savaş, Türkiye’den gelen mübadillerin yaşadığı zorlu koşullar babam ve pek çok diğer mübadili Avrupa’ya, Avustralya’ya, ABD’ye göç etmek zorunda bırakmış. Ancak köyümüzden ilk göç dalgasının önce Avrupa’ya daha sonra Avustralya’ya daha sonra da ABD’ye olduğunu bilmek önemli. Aslında bütün dünyaya dağılmış durumda olan aile üyelerim ve akrabalarım var” diyor. Filippidis, 10 Temmuz 1968’de Stuttgart’a yakın Kornwestheim Köyü’nde doğmuş. 1979’a kadar her yıl yaz tatilinde 6 haftanın dışında Yunanistan’da hiç vakit geçirmemiş. 1979 yılında ailesi Yunanistan’a taşınmaya karar vermiş. Kendisi ve iki erkek kardeşi bu yeni çevreye uyum sağlayamamış, bu nedenle aynı yıl Kornwestheim’e geri dönmüşler. Filippidis, “İlk iki yılı dışında hayatımı Almanya’da geçirdim. İlk yıllar Yunanistan’da dedem ve babanemin yanına gönderilmişim. 2 yaşında Almanya’ya geri gelmişim. Dedem ve babaannem okul yaşına gelene kadar bana ve ağabeyime bakmak için kalmışlar. Pontus Rumcasını bu kadar iyi konuşabilmemin nedeni bu. 7 yaşına kadar bu benim anadilimdi. Babamın ailesinden akrabalarım ile Pontus Rumcası ile anlaşıyorum. Özellikle Kadıköy’de anadilleri gibi Pontus Rumcası konuşan pek çok Türk ile tanıştım” diyor. Filippidis’in eşi, İstanbul’da eski ma hallelerinde Yunan komşuları ile birlikte büyümüş eğitimli bir anne babanın ilk çocukları. Eşinin anneannesi Filippidis’e çocukluğundan bildiği Yunan şarkıları ve Yunanca kelimeler söylermiş. Filippidis, “Bu gerçek atalarımın topraklarına geri döndüğüm inancını güçlendirdi” diyor. Babaannesinin köyündeki anıları anlattığını hatırladığını söyleyen Filippidis, “Bana, ‘Oh Kuşum, ormanlarımızı, dağlarımızı bir kez daha görebilmeyi ve öyle ölmeyi isterdim’ derdi” diyor. Ve gerçekten de bu olmuş. Babaannesi 86 yaşında Kürküt’te babasının kollarında ölmüş. Filippidis’in babaannesi kardeşiyle Koskiri’deki köyü ziyaretlerinden bir yıl sonra ölmüş. Kendisi ve kardeşi, ailenin organize ettiği rehberlerle köye gitmiş. Doğdukları evi bulmuşlar. Evde genç bir aile yaşıyormuş. Kendilerini tanıştırdıktan sonra aile onları eve davet etmiş. Sonra ilk kız kardeşi daha sonra da kendisi hayata gözlerini yummuş. “Babama göre son sözleri babama bana ve kardeşlerime iyi bakma sını söylemek olmuş. Daha önce bana hep kalbimi izlememi ve Türk kız arkadaşıma her zaman dürüst olmamı söylerdi çünkü ona göre Türk kızları sadakat ve aileye önem veriyordu” diyen Filippidis, “Babaannem hayatı böyle görüyordu. Vücut ve milliyet dışındaki insanı. Onu seviyorum ve özlüyorum” diyor. Antonios Filippidis Yazımın İngilizce başlığı “Suriye Halkına Barış” demek... Ben söylemiyorum: Dolaylı olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti söylüyor! HHH Bu slogan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmen katıldığı Soçi Zirvesi’nin toplantı salonunun duvarına Arapça, Rusça ve İngilizce olarak üç dilde yazılmış... Yani bu sloganı Türkiye Cumhuriyeti Devleti de benimsemiş... O kadar benimsemiş ki, bu başlık altında toplanan bir “zirve”ye aktif olarak katkıda bulunuyor. Nereden biliyoruz? Dışişleri Bakanlığı’nın yayımladığı resmi bildiriden. HHH Dışişleri Bakanlığı doğrudan “Suriye halkına barış” isteyen toplantıya katkıda bulunduğunu uzun uzun açıklayan bir de bildiri yayımlamış. Bu bildiriden öğrendiğimize göre: “Rusya Federasyonu’nun (RF) ev sahipliğinde 30 Ocak 2018 tarihinde Soçi’de düzenlenen Suriye Ulusal Diyalog Kongresi, davet üzerine, muhalefetin garantörü sıfatıyla Türkiye tarafından da izlenmiştir. Türkiye, RF’nin ‘Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ girişimi konusunda başından beri yapıcı bir tutum sergilemiştir. Ülkemiz, BM’nin katılımı sağlanabildiği ve muteber muhalefetin siyasi süreçteki rolü layıkıyla teslim edildiği takdirde Cenevre sürecine katma değer sağlayabileceği düşüncesiyle bu girişimi desteklemeye hazır olduğunu Sayın Cumhurbaşkanımızın katıldığı 22 Kasım 2017 tarihli Soçi Zirvesi’nde kayda geçirmiştir.” HHH Yani işin Türkçesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hem de bu savaşta taraf olan “muhalefetin garantörü” sıfatıyla, Suriye’de barışın sağlanması için toplanan “Zirve”ye aktif katkı yaptığını resmen ilan ediyor. Aynı Türkiye Cumhuriyeti Devleti dışarıda böyle yaparken, içeride barış isteyenlere ise hain diyor ve onları tutukluyor: “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” diyerek, meslek ahlakının gerektirdiği bir biçimde ve çok yumuşak bir üslupla barışı savunan Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi’nin saygın üyeleri, evleri ve işyerleri basılarak gözaltına alınıyor. Güzel Türkçemizde bu durumu anlatan çok hoş bir deyim vardır: “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” derler! Mutluluklar bile yarım... “Şimdi ben hatırlıyorum, yaşım küçüktü İzmir Karaburun’a yazın tatile giderdik. Artık aramızda olmayan anneannem, teyzem, dedem, annem hep bir arada sohbet ederlerdi. Özellikle dedem hep eskiden Selanik’teki günlerinden bahsederdi. 1924’te mübadeleyle 15 yaşında gelmiş. Anneannesi ve teyzesiyle, anne ve babasını maalesef savaşta kaybetmiş. Ve ben biliyorum ki 15 yaşındaki dedem tabii ki buradaki hayata adapte olmaya çalışmış, bir meslek edinmiş saatçilik mesleği icra ediyordu burada Saatçiler Derneği’ni kurmuş Kasımpaşa’da dükkânı varmış ama hiçbir zaman tam anlamıyla mutlu olamamış” diyor. Tekeoğlu’nun dedesi erken ölmüş ve anneannesi hep anlatırmış, “Kocaman bir çiftlik vardı, şırıl şırıl dereler akardı, her tür meyve ağacı vardı çiftliğimizde, çok mutluyduk, kuşlar cıvıl cıvıldı işte böyle bir hayat...” Böyle bir hayatı tamamen bırakıp, aslında her şeylerini evlerini, çiftliklerini, ar kadaşlarını, hayvanlarını, meyve ağaçlarını zım, hayatını kazanması gerek ve o za ve işte iki kadınla, bavula ne varsa tıkıştı manlar onu gizlice tekneye bindiriyorlar, rıp gelmişler İzmir Karaburun’a...Gülcemal artık nasıl yapıyorlarsa o kadar detayları gemisine binmişler, Tekeoğlu, “gemide nı biz de bilmiyoruz tekneye bindirip onu büyük kavgalar çıkmış kaptanla halk ara sak ladıklarını biliyoruz ve İzmir’e sında önce Urla’ya bırakacak gönderiyorlar. Orada birinin ya mış kaptan, ‘Biz burada ne ya nında hem okusun hem çalış pacağız?’ demiş halk, Urla’da sın diye bir ailenin yanında ya yaşanır mı hiçbir şey yok o za şıyor. Sonra dedem saatçilik manlar şimdiki Urla gibi de zanaatını öğreniyor, o zaman ğil. O zaman kaptan sinirleni saatleri kullan at yok saatle yor ve demiş ki ‘Ben sizi öyle ri tamir etmeyi öğreniyor son bir yere bırakacağım ki herke ra Omega saat bayiliğini alıyor sin unuttuğu bir yer olacak’ ve İzmir Karaburun’a bırakıyor. Dedesi Cemal Atal ve Kasımpaşa’nın karşısına bir dükkân açıyor” diyor. Manastır Köyü’nde dedele Ailesinde hep yarım kalmış rinin yaşayacağı evi göstermişler, orada lığı hissettiğini söylüyor Tekeoğlu, biraz toprak verilmiş Tekeoğlu’nun ailesine... kendisinde de olduğunu ekliyor, “Herhal Tekeoğlu, “o zamanlar şöyle bir ku de genetik geçiyor yarım kalmışlık”... ral varmış, sana nereye yerleşin derlerse Tekeoğlu, “Biz Lozan Mübadilleri o sınırlar içinde yaşayacaksın. Bir hasta Derneği’nin yaklaşık 10 sene önce bir Se lığ olağanüstü bir durum yoksa izin ver lanikKavala turuna katıldık, bir otobüs miyorlarmış başka şehre gitmene, izin otobüste 50 kişiyiz o kadar ilginç ki her le mümkünmüş. Fakat dedem de tabii o kesin elinde belgeler var yaşlı başlı in zamanlar 15 yaşında meslek edinmesi la sanlar ya da onların çocukları… Gittik leri köylerde yaşadıkları yerleri bulmaya çalışıyorlar, Tanaş bey de bizim rehberimiz tercümanlık yapıyor… Tabii otobüste de giderken Rumeli türküleri çalıyor, hüzünleniyorsun, o zaman da benim anneannem yeni ölmüş, annemle ben ağlıyoruz... Bir Samsun mübadili kadın çok yaşlı ikinci kuşak işte hep biliyor çocukluğunda yaşamış, ‘size bir anımı anlatacağım’ dedi. ‘Ben’ dedi ‘çok iyi hatırlıyorum çocukluk anılarımda var. Samsun’a geldik bizi orada yaşayan insanlar o kadar güçlü bir önyargıyla karşıladılar ki. Bize isim taktılar’ dedi. Ne isim taktıklarını unuttum şimdi” diyor. Tekeoğlu konuşurken gözleri doluyor. “Evet mutlu da olmuşlardır mutlaka ama hepsi yarım, yani mutluluklar bile yarım kalmış” diyor. Tekeoğlu, “Dedem anneme, teyzeme, dayıma Rumca saymayı öğretmiş yüze kadar, birçok Rumca kelimeler öğretmiş ve dedem çok iyi Rumca konuşurmuş… Biz bu hikâyeleri hep bayram sofrasında duyardık, konuşulurdu” diye ekliyor. Kendi hayatından esinlendi... Tekeoğlu, “İki Yaka Yarım Aşk” adlı bir kısa filmin yönetmenliğini üst lendi yakın zamanda. Film, zorunlu gü çü anlatıyor. Selanik’ten gelen bir ailenin İzmir’de bir köye yerleştirilmesi ve yaşa dıklarını konu alıyor. Kendi hayatından esinlenen Tekeoğ lu, ne kadar film çeksek ne kadar anlat sak azdır diyor ve ekliyor, “Ben ölmeden bunlar ailede konuşuldu, kısa da olsa bir film yapacağım dedim. Filmde anne kızı oynayan Aylin Kur baracıoğlu ve Yağmur Dam cıoğlu Namak mübadil, İbra him Raci Öksüz de aynı şe kilde, Selda Alkor’a bakıyor sun o mübadil değil ama o da Kafkas göçmeni, Se zai Aydın’la konuşu yorsun aynı şekilde Za fer Kayaokay’la konu şuyorsun aynı şekilde, Nurdan yani herkeste bir göç öyküsü var.” Tümbek Tekeoğlu Konya, Selanik ve Karaferya mübadil hikâyeleri... C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle