25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 30 Aralık 2018 12 EDİTÖR: GÜRER MUT TASARIM: İLKNUR FİLİZ BAĞNAZLIĞIN SON HEDEFİ ŞAİR AHMET TELLİ CUMHURİYET’E KONUŞTU ‘Tarlakuşlarının sesleri bozkırda’ Hacettepe Üniversitesi’nde öğrencilerle söyleşiye gitmişti, şair Ahmet Telli. Her gün biraz daha yükselen ken dini bilmez, gözü dönmüş, ka ba, bağnaz azgınlığın küçük bir örneği ile karşılaştı. Korkutul mak, gözdağı ve rilmek, kötülü ğe uğratılmak is tendi. Şair gönlü bol IŞIK KANSU olur, hoş olur; canını, acısını, duyuşunu dizele re döker. Ahmet Telli’nin dizelerinden sorular çıkardık, içinden geçti ğimiz zamana ilişkin sezgileri ni öğrendik: n İçinizin yanan bozkırları ne diyor, tam da bugünlerde? Tarlakuşunu bilirsiniz; boz kırda yürürken birdenbire fır layıverir az ötenizden. Kanat seslerinin çıkardığı pırrr se si bozkırın dilidir. Hangi otun altında, hangi tümsekte gizle mektedir kendisini bilemez siniz. Etraf sessizdir bozkırda ama, Sait Faik’in öyküsündeki “hişt hişt” sesi gibi ne yandan geldiğini kestiremediğiniz ses ler duyarsınız art arda. İçimin bozkırından her adı mımda fırlayıveren tarlakuşla rının pırr seslerini duyuyorum son günlerde. Yaşama sevinci veren bu sesler ne çokmuş me ğer. Müthiş bir şey bu. Ben de bir tarlakuşu olup katılıyorum aralarına. Tarlakuşlarını bağrında sak layan bozkır bekliyor adım atış ları. Hele bir deneyelim, gör o zaman pırrr diye uçuşlarını. Şair biraz hesapsızdır n Ayın gölgesi düştü kedere. Şair, bir tetik boşluğunda mı? Ay ne çok şiire ışığını düşürmüştür kim bilir; türkülere, filmlere, resimlere de öyle. Kimi kez bulutlar giriverir araya. Ayın orada olduğunu bilirsiniz ama, yürüyorsanız adımınızı attığınız yeri iyi hesap etmelisiniz. Bu adım atışlardaki dikkat, tetik boşluğu gibidir, aksi halde ayağınız burkulabilir, bir ağaca toslayabilirsiniz. Şair mi? Biraz hesapsızdır o, öyleyken sezgileriyle bulur yolunu. Bulurken de sözünü, imgesini duyurur okuruna. n Bir çığlığın sessizliği mi yaşadıklarımız? Munch’un “Çığlık” adlı tablosunda bir figür vardır, bilirsiniz. Figür oradadır ama, sesi yoktur. Öyleyken, biz çığlığı duyumsarız, dahası çığlığın etkisiyle deneyimleriz birçok şeyi. Öyledir sanat, duyumsatır ve sezdirir. Dünyanın her yerindeki çığlığı taşır bize o resim. Sonra kendimize döneriz; yaşadıklarımıza, ülkemize. Sevinç çığlıklarımız olmuştur belki bir zamanlar. O sevinçler solgunlaşmış ve Munch’un figürüne dönüşmüştür sanki. Her büyük yapıt biraz da tamamlanmamıştır denir ya, çığlık acıyı duyumsattığı kadar, başka türlüsünün de mümkünlüğünü düşündürür imgelemi açık olana. İtiraz oradadır çünkü; Munch’un çığlığı bir itirazdır bu dünyaya. Hüzün bir isyan özelliği kazanabilir n Hüzün bile isyanda galiba... Hüzün bir durma, duraklama ânıdır ki, insanın kendi kendiyle yüz yüze gelmesi NECATİ SAVAŞ dir bir bakıma. Bu durum, yüzleşmeye giden ilk adımdır. Bunu yaratansa tarihin akışı, coğrafyanın kaderi, insanlığın yahut bireyin o süreçteki dramıdır. Yaşantı birikmelerinin kişinin imgelemindeki toplamı, duyguların yoğunlaşmasına yol açabilir. Ancak hiçbir şeyin kendi kendiyle sürekli kalamayacağı diyalektiğinden çıkarak diyebiliriz ki, hüznün de zıddına dönerek bir isyan özelliği kazanabileceğini unutmamak gerekiyor. Bir kitabıma Hüznün İsyan Olur adını verişim de bundandır, bu bilinçledir. Gezi Direnişi sırasında bu söz birçok kez duvarlara yazıldı. Belli ki direnişçiler bunun ayırdındaydı. Hüzün isyanı, kaosu, umudu da içinde barındıran bir insanlık halidir diye düşünüyorum. ‘Vasatlığa, bayağılığa, cehalete yenilmek...’ 1 Londra’da hava açıktı, rahat gezme olanağı bulduk. Trafalgar Meydanı her zaman olduğu gibi hareketliydi, geceleri caddeler ışıl ışıldı. Dünyanın dört yanından gelenler iç içe, yeni yıl sevincini paylaşıyordu. Aklımda memleketim, henüz bir gün bile olmamış oysa ayrılalı! Sosyal medya zamanı hızlandırıyor. Olanları anbean görüyor, izliyor insan. Metin Akpınar ve Müjdat Gezen için fetva verilmiş, yargılanacaklar! 12 Eylül’ün ardından zulüm en ağır şekliyle hüküm sürerken Devekuşu Kabare sözünü söylemenin yolunu bulurdu. Çocuk yaşta izledim Zeki Alasya Metin Akpınar ikilisini. “Aşk Olsun”, “İnsanlığın Lüzumu Yok” ve daha niceleri. O zamanlar kasete kayıt ediliyordu oyunlar, evde teybin başına toplanır dinlerdik. Herkes az çok ezbere bilirdi replikleri. Metin Akpınar’ın bir başına yürürken fotoğrafı gözümün önünden gitmiyor. Hazin. Sosyal medyada hep yazılıyor #bilmemkimyalnızdeğildir diye! Oysa bu memlekette herkes yalnızdır, üstelik yapayalnız! 2 Londra’da son gün “Ulusal Müze”yi geziyoruz. Monet önünde duruyorum uzunca. Cezanne, Van Gogh yan yana. Böyle büyük müzelerin insanda yarattığı tuhaf duygu, yapıtların sıradanlaşma sı! İnsan nereye bakacağını, hangi resmi izleyeceğini şaşırıyor. Her biri insanlığa, sanata büyük katkı yapmış sanatçıları yan yana görünce, garip bir kanıksamaya kapılıyor kişi. Müzeler ücretsiz Londra’da. Temel ihtiyaç olarak görülüyor sanattan yararlanmak. Diyelim yarım saat boşluğun var, eline kahveni alıp eserler arasında dolaşmak mümkün. Herhangi birine bakmak, dostluk etmek, söyleşmek ve ardından güne devam edebilmek müthiş olanak doğrusu! Küçücük çocuklara rastlamak mümkün, müzeler yaşıyor. İmreniyor insan. Uçakta uyumuşum. Bazı düşler vardır, daha doğrusu kâbusa yakın görüntülerdir bunlar, aklına kazınır insanın. Tuhaf, tedirgin uykuydu uçaktaki. Görüntüleri anımsamıyorum, duygu çok net belleğimde. Sancıydı, hep kanayan yaranın, derin sızısı!  3 Aziz Nesin’in 12 Eylül mahkemelerinde yaptığı savunmadan: “Bir insanı vatan haini görmekten daha aşağılayı cı ne olabilir? Devlet başkanının bizleri vatan hainliği ile suçladı ğından beri ne yapmam gerekti ğini düşünüp duruyorum. Susmam, kabul etmem an lamına mı gelecek? Yoksa kor kak ve umarsız olduğum mu sa nılacak? İnsan onur için yaşıyorsa, ki mi konularda sorumlu bulunma ması, sorumsuz olduğu anlamı na gelmez. Cumhuriyet tarihimizin yedi devlet başkanından hiçbiri, ka mu önünde yurttaşlarını böy le aşağılamamıştır. Yani olayın başka örneği yoktur. Cumhurbaşkanı da yurttaştır ve onun da cezai ehliyeti ve so rumlulukları bulunmaktadır.” Nesin yaşasaydı şimdiki cum hurbaşkanı örneği karşısında ne derdi acaba? 4 1984’te “Aydınlar Dilekçesi” ardından Evren yine hönkürmüş, savunmada Aziz Nesin yanıt veriyor: “Bu dilekçeyi imzalayanlar devlet başkanına göre ‘kendilerini aydın zanneden’ bazı kişilerdir. Aydın olanlar, aydınım diye ortaya çıkmamalıdırlar. Bizler bu dilekçeyi yazar ve imzalarken, bunun karşılığında aydın olduğumuz için bir nimet beklemiyorduk ve aydın olmanın ayrıcalıklarından yararlanmaya kalkmış değildik. Bu dilekçeyi imzalayanlar arasında sadece ulusal düzeyde değil, uluslararası düzeyde sanatçılar, yazarlar, gazeteciler, bilimciler, hukukçular, eski bakanlar vardır. Bunlar aydın değillerse, Türkiye’de Aydın ilinden başka aydın kalmaz.” 5 RTE’nin Akpınar ve Gezen’e “sanatçı müsveddesi” dediği hafta; Şener Şen 77 yaşına bastı. Saraya gittiydi bir ara, şimdi suskun. Allah uzun ömür versin! Fazıl Say “Truva Sonatı” adlı eserinin Ankara prömiyerine reisi davet etti. Olumlu yanıt aldı. 6 Yıl sonu döküm yapma gereksinimi duyar insan. Zamanın ileriye doğru gittiği inancı, aslında iyiye yol alındığı varsayımından kaynaklıdır. Bilimsel dayanağı yok elbette. Zaman neden daha olumlu yöne doğru aksın ki? Bilişim olanaklarının zenginleşmesi bize daha iyi dünya getiriyor mu sahiden? Kısıtlı kaynakları tükeniyor dünyanın ve buna canlılar içinde sadece insan neden oluyor. Edindiği deneyimle, bilgiyle daha güzel koşullar yarattı mı insanlık? Kapitalizm ayakta kalmak için ırkçılığı körüklüyor, dinciliği besliyor ve giderek dayanılması, yaşanması olanaksız bir yere dönüyor yerküre. Düşünme yetisi olan biri mutlu olamaz bu koşullarda. Üstelik giderek daha yabancı sayıyorum kendimi. Zaman hızlı akıyor, buna diyeceğim yok. Ama bu akış iyiye doğru mu, diye düşündüğümde olumlu yanıt veremem! Geçen yıl yine baskı, zorbalık, şiddet, yasaklar içinde geçti. Görüyorum bölgemizde garip tezgâh kurulmuş, Suriye sorunu yeni yıla damga vuracak, yerel seçimler için daha çok kutuplaştırıcı dil kurulacak ve ardından karmaşa gelecek... Bencil insan kendi gettosuna çekiliyor, böyle yaşanır mı ki? 7 Robert Musil “Günlükler”den altını çizdiğim bir bölüm: “Diktatör; Sen ya nasyonel sosyalistlerin geleceğine inanacaksın, ya da Almanya’nın çökeceğine. Ne olursa olsun bu güne kadar huzur içinde yaşadığın gelenekler yok olacak. Bu durumda insan çalışmalarını nasıl sürdürsün? Çalışsın ve mutlu olsun. Ben bunu hiç başaramadım. Sayfalar dolusu yazıyorum, sadece dürüst ve inançlı olduğum için. Böyle yaptığım için de hiç kimse bana teşekkür etmeyecek.” Sadece kendiyle meşgul insanlar arasında büyüyor yalnızlık! hafta sonu Dr. Jekyll’den Bay Emre’ye Türk futbolunun en çok tartışılan isimlerinden Emre Belözoğlu, spor yaşamı boyunca saha içindeki öfkesi, hırçınlığı, kavgalarıyla gündeme geldi. Saha dışında ise kameralardan uzak bir yaşam sürmeyi tercih ediyor. Arif Kızılyalın İskoç yazar Robert Louis Stevenson’ın 1886’da yayımladığı Dr. Jekyll ve Mr. Hyde adlı kısa roman, kişilik bölünmesini konu eder. Victoria dönemi İngilteresi’nde saygın bir kişi olan Dr. Henry Jekyll’ın zaman zaman canavara; Mr. Edward Hyde’a dönüşmesini anlatır. Çift yönlülük üzerine yazılmış, ardından filmlere konu olup modern bir mit haline gelmiş bir kurguya sahiptir. Romandaki suç unsurlarını çıkarırsak Dr. Jekyll ve Mr. Hyde, günümüz insanının ruh halini birebir anlatır. Sokakta, işyerinde, evde, siyasette, sanatta hatta sporda bu karakterlere rastlamak mümkün! “Aslında melek gibi çocuktu” deriz, büyük taşkınlıklara imza atıp geri dönülmeyecek eylemlere imza atan birilerini anlatırken... Türk futbolunun ‘gider’ yapan figürü Evet, Türk futbolunun da Dr. Jekyll ve Mr. Hyde karakteri Emre Belözoğlu... Ve o Emre, şu sıralar yeryüzündeki 39, futbol sahalarındaki 27. yılını yaşarken hâlâ çift yönlülüğün esaretinden kurtulmuş değil. Bir tarafta stattan uzaklaştığında şöhretiyle ters orantılı mütevazı bir hayat süren Başakşehir’in ‘maestro’su Emre var; diğer yanda öfke kontrolüne sahip çıkamayıp müthiş çamlar deviren, rakiplerinin gırtağına sarılan, ama ne hikmetse (!) ‘görünmez’ bir elin korumasıyla da cezadan kurtulan gergin bir karakter! Emre Belözoğlu’nun futbolculuğu ‘saygın’ bir noktada dedik ya; 39 yaşına karşın hâlâ Türkiye’nin en iyi orta alan oyuncusu o. Attığı frikikler gol oluyor, 4550 metreye milimetrik pas konduruyor. Teknik direktörü Abdullah Avcı her yerde, “İlerleyen yaşına rağmen müthiş sporcu. Fiziği el verse uzun yıllar oynar. Çünkü sahaya çıktığında sadece kazanmaya odaklı bir profesyonel” diyor. Keza Emre’yi 12 yaşında Zeytinburnuspor altyapısından Galatasaray’a getiren dönemin TFF Asbaşkanı Selami Özdemir de aynı şeyleri söylüyor ‘iyi Emre’ için: “Nerede bir büyüğünü görse ayağa kalkar, ceket giyiyorsa önünü ilikler. Ayrıca şöhretli mevkidaşları gibi onu gece kulüplerinde göremezsiniz. Aşırı lüks arabaya binmez, baba evine girdiğinde el öper. Saha içinde kazanma odaklı bir oyuncu. Fizik olarak geride kaldığında o gerginlikleri yaşamış genelde. Gördüğü uzun tedaviler ve ilaçların yan etkileri onu olumsuz etkilemiş olmalı..” Karşınızda Mr. Hyde! n 2000 yılındaki UEFA finali öncesi hayati önem taşıyan Leeds maçında rakibine kasti girince hakem Lubos Michel’den kart, kenara gelirken o dönem ‘babam’ dediği Fatih Terim’den şiddetli bir şamar yedi. n 2012’deki FenerbahçeTrabzonspor maçında Fildişili Zokora’yla kavga etti. Konuyu yargıya taşıyan Zokora, “Emre bana ‘pis zenci’ dedi” diye konuştu. Emre olayı reddetti. n 2008’de Newcastle’da oynarken Everton’a 30 yenildikleri maçta rakip oyuncular Joseph Yobo, Tim Howard ve Joleon Lescott’a ırkçı hakarette bulunmakla suçlandı. Bu iddialar kanıtlanamadı. Boltonlu El Hadji Diouf’a hakaret ettiği öne sürüldü. Ancak Diouf, Emre’yle ilgili yazılı bir ifade vermeyi reddedince bu suçlama havada kaldı. Watfordlu Al Bangura, Emre’yle ilgili suçlamalar içeren bir dosyayı federasyona iletti. n 2005’teki olaylı Türkiyeİsviçre (42) maçının sonrasında sahada İsviçreli futbolculara saldıranlar arasında yer aldı, 2 maç ceza yedi. n 2007’deki TürkiyeMacaristan (30) maçında gol pası verdi ve kendisini eleştiren basın tribününe dönerek küfür anlamında ‘kol’ işareti yaptı. n 2008’deki KonyaF.Bahçe maçı öncesi bir gazeteciye, “Seni sabaha kadar döverim” dedi. Milli Takım kaptanlığından oldu. n 2009’daki KayseriF.Bahçe (02) maçında Arjantinli Cangele’ye ‘gırtlağını keserim’ işareti yaptı. n 2009’daki G.SarayF.Bahçe (00) derbisinde G.Saraylı Sabri, Emre’nin “Seni öldürürüm” dediğini öne sürdü. n 2010’daki Belçika kampı sırasında G.Saraylı bir taraftarın tel örgülerin arkasından kendisine yönelik sözlerine sinirlenen Emre, kramponlarını yere fırlatıp antrenmanı terk etti. Uyarılara rağmen otele döndü. n 2011’deki bir maçta takım arkadaşı Gökhan’ın üstüne yürüdü. Bilica ve Baroni, ünlü yıldızı sakinleştirdi. Gökhan; Emre’ye, “Ben ne yaptım ağabey?” dedi. Bu diyaloğun ardından Aykut Kocaman da Emre Belözoğlu’na bağırdı ve saha içinde gergin anlar yaşandı. n 2011’deki milli maçta golde hatası olduğunu düşündüğü Gökhan’a bağırdı. G.Saray derbisinde arkadaşı Bienvenu’yü kötü oynadığı için Kocaman’a şikâyet etti, oyundan alındı. Devre arasında hocasına, “Bu takımdan çıkacak ilk kişi ben miyim?” diye sitem etti. n 2013’teki F.BahçeG.Saray derbisinde Melo’yla gerginlik yaşadı. Webo’dan özür dileyen Melo’yu itti. n 2017 yılındaki Rizespor maçı sonrası gazeteciler ve taraftarlarla kavga etti, cezadan kurtuldu. FETÖ'nün genç prensi n Ve Emre’nin Mr. Hyde karakterinin en önemli ayrıntısı FETÖ bağlantısı... 1617 yaşındayken cemaatin genç prensi olarak gösterildi, hatta dini sohbetlere giderken ölümlü bir trafik kazasına karıştı, nikâhını FETÖ’nün futbol imamı kıydı. Sonra o gruptan koptu. Gerekçesi “Dini ticaret haline getirdiler...” Ve Dr. Jekyll Emre Emre’nin Tanrı vergisi futbol özelliklerini bir yana bırakırsak saha dışındaki yaşamı bir hayli tutarlı. Öncelikle özel hayatıyla asla magazin basınına konu olmadı. İngiltere ve İtalya’da da ‘evidman sahasıstat’ üçgeninde yaşadı. Türkiye’de eğitim bursu verdiği öğrenciler var; şartı, yaptığı yardımın bilinmemesi. Yetiştiği Zeytiburnu’ndaki mahalle ahalisini fırsat buldukça ziyaret ediyor. Bu ziyaretlere eli boş gitmiyor. Futbol içi veya dışı olsun tanıdığı bir büyüğünü görünce ayağa kalkar. Baba evine gittiğinde el öpmeden eve girmez. Demokrat bir ailede yetişmiş. Laf siyasetten açıldığında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yakınlığı ve isterse tek telefonda Saray’a ulaştığı bilindiği halde, bazı mevkidaşları gibi kimseye ‘sandık baskısı’ yapmaz. Evet, görüldüğü gibi Emre çift karakterli... Bir tarafında müthiş yetenekli bir futbolcu; öte yanda ‘vur, kır parçala’ tezahüratına kendini kaptırıp Başakehir’in güç zehirlenmesi yaşayan asi yıldızı! C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle