19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR VE GÖRÜŞ[email protected] eposta: [email protected] Çarşamba 14 Kasım 2018 2 Bu kampanya; CUMOK’un (Cumhuriyet Okurları), Atatürk devrimlerine inanmış Atatürkçü Düşünce Derneği, kadın kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinin çağrısıdır. Bu tüm halkımıza, “son kale”nin korunma için imece çağrısı sı için önemli, içten ve açık yürekli bir çağrıdır. Bu çağrıya Atatürkçü sivil toplum örgütleri, kuruluşlar destek vereceklerini Cumhuriyet Vakfı’na bildirmişlerdir. Vakıf senedimize göre, CUMOK’ların çağrısıyla başla yan kampanyayla bağış almaya vakfımız yetkilidir. Bağışlarınızı “26 Ekim26 Kasım 2018” tarihleri arasında bir ay süresince gazetemizden ve internet sitemizden duyurulan hesap numaralarına yatırabilirsiniz. l TL Iban numarası: TR67 0006 4000 0011 3980 0074 52 l USD Iban numarası: TR69 0006 4000 0021 3980 0112 91 l Euro Iban numarası: TR28 0006 4000 0021 3980 0118 35  l Bağışlarınızı IBAN he sapları dışında ayrıca Türkiye İş Bankası Şişli Ticari Şube, Şube Kodu: 1398 Hesap No: 7452 No’lu hesaba da yatırabilirsiniz. lCumhuriyet Vakfı’nın web sitesi www.cumhuriyetvakfi.org.tr adresi üzerinden de bağış yapabilirsiniz. ‘Cumhuriyet hepimizin umudu’ Cumhuriyet Vakfı seçimlerinin yenilenmesinin ardından gazetemizin Şişli’deki merkez binasına ziyaretler sürüyor. Eski Başbakan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın ve beraberindeki heyetle önceki akşam gerçekleştirdiği ziyarette İmtiyaz Sahibi ve Cumhuriyet Vakfı Başkanı Alev Coşkun ve gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Aykut Küçükkaya’ya yeni dönemde başarı dileklerinde bulundu. Ziyaretteki sohbete Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Yıldız, yazarlarımız Miyase İlknur ve Yazgülü Aldoğan da katıldı. Karayalçın, “Cumhuriyet bizim, hepimizin umudu. Cumhuriyet’in dile getirdiği sorunlar, izlediği konular bizimde gündemimizde bulunan konular, sorunlar. Cumhuriyet gazetesinin yeni kadrosuyla, yönetimiyle başarı ulaşacağına inanıyoruz. Cumhuriyet’e bütün gücümüz ve olanaklarımızla başarıya ulaşması için hep birlikte” destek olacağız” diye konuştu. l İSTANBUL/Cumhuriyet TASARIM: BAHADIR AKTAŞ ‘Makyavelizm ve Türkiye’ Tufan Erbarıştıran Toplumların kendilerini ezen, çağdışı (teokratik, totaliter...) iktidarları değiştirmek için başlattığı haklı isyanlar tarihte yerini almıştır. Ancak bir de kişisel tatmin için iktidarı ele geçirmeyi hedefleyenler vardır. Böyleleri toplumu kendine benzetmek, aynı dinsel inanç ve geleneğin sürdürülmesini ister. Tek tip düşünen ve yaşayan bir toplum yaratmaya yönelik tüm devlet gücünü sonuna kadar kullanır. Bunun için de yalan, baskı ve korku atmosferini toplumun üzerine örter. Demokrasi ve eleştiriyi asla kabul etmeyenlerin fikir babasının Machiavelli olduğu söylenir. Aslında onun da bir fikir babası vardır: Sicilya Kralı Agathoktles. Bu kral (MÖ 361 MÖ 289), siyasi iktidar olmak için sürekli yalan söyleyen, halkını ezen, türlü dolaplar çeviren biridir. İşte Machiavelli de onun ardılıdır. Machiavelli (14691527), iktidar sahiplerinin bir tiyatrocu gibi rol yapmalarını önerir. Sahneyi meclise, halkını da koyun sürüsüne benzetir. Hatipliği ise demagojiye dönüştürür. Güçlü insanlara ve devletlere karşı yumuşak huylu olmayı öğütler. İnsanlara bilmek istediklerini değil, duymak istediklerini söyleyin, der. Kısacası bir toplumu yozlaştırarak, gericiliğe ve suskunluğa iteler. Tıpkı Oblomov gibi, tembellik içinde yaşamalarını ister. En önemli güç ‘Adaletin olmadığı yer vatan değildir’... Erol Ertuğrul Yüzbaşı Albert Dreyfus 1894 yılında Fransa’da casusluk suçlaması ile yargılanır. Ceza alır. Ordudan atılır. Yargılama sırasında basın abartarak olayın üzerine gider. Dreyfus tam bir vatan haini gibi gösterilir. Ünlü yazar Emile Zola yargılamanın haksızlığını ortaya koyar. Bir yazısında “Adaletin olmadığı yer vatan değildir” der. Yargılama yenilenir. Haksızlık anlaşılır. Dreyfus’a rütbeleri geri verilir. 1800’lü yıllarda Fransa’da bir haksızlığın anlaşılması ve kararın düzeltilmesi, yanlışlığın onarılması Fransız adaleti açısından gurur vericidir. 1800’lü yıllarda Fransa’da yaşanmış bu olay güzel yurdumuzda 2000’li yılların başında yaşanan olayları nasıl anımsatıyor. Ne ki arada iki yüz yıl fark var. AKP nin destek verdiği bir cemaatin yargıç ve savcıları aracılığı ile vatanseverler, Cumhuriyetin kahraman subayları cezaevlerine atıldılar. Aileleri ile birlikte yıllarca acılar çektiler. Bir bölümü cezaevlerinde yaşamlarını yitirdiler. O günlerde birçok kişi “Bekleyelim yargı gereğini yapsın” dedi. Yüksek yargı kurumları Bazıları da hiç utanıp sıkılmadan “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” dedi. Hukuk ve adalet yok edildi. Öyle ki Atatürk’ün “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz” sözü “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz, Tük hâkimlerine ise asla” biçiminde değiştirildi. AKP ile cemaat birbirine düşünce, bu kez bu kumpas davalarının haksızlığı anlaşıldı. Yargı, cemaatçi yargıç ve savcılardan temizlendi. Bu hukuksuzlukları, haksızlıkları yapanlardan bunların hesabı sorulmaya başlandı. Ne çare ki bu cemaatten kurtarılan yargı bu kez AKP nin eline verildi. Değiştirilen yasalarla yüksek yargı kurumlarının üyelerinin seçimleri, siyasal yönetimin eline kaldı. Siyasal yöne Yurdumuz savunmasını yaptığı için tutuklanan avukatların, hakkını aradığı için tutuklanan işçilerin, yönetime karşı olduğu için cezaevine konulan gazetecilerin ülkesi olamaz. timin hukuk çıkışlı yandaşları, üyeleri yargıç ve savcı olarak atanıyorlar. Tutuksuz yargılama Yargıtay, Danıştay başkanlarının yakın geçmişte Bay Erdoğan ile çay toplamaya gittiklerini tüm Türkiye izledi. Danıştay Başkanı’nın yargıç olan kızının Elazığ’a atandığını ancak, orada bir gün bile görev yapmadan Ankara’ya alındığını ve hemen Erdoğan’ın sarayında Daire Başkanı olarak görevlendirildiğini hepimiz şaşırarak izledik. Yasalarımıza ve evrensel hukuk kurallarına göre tutuksuz yargılama asıl olduğu halde, si yasal yönetimin canını sıkan kişilerin hemen tutuklandıklarını, cumhurbaşkanına hakaret suçundan yüzlerce kişinin cezaevlerine atıldığını görüyor, izliyoruz. Görüşlerini açıkladıkları için, savunmasını yaparken yargıçla tartıştığı için tutuklanan avukatlar, hakkını aradığı için tutuklanan işçiler yargıya güveni yok ediyor. AKP’nin istemediği kararları veren yargıçların başka görevlere atandıklarına tanık oluyoruz. Yargıtay Başkanı bile yargıya güvenin yüzde 30’lara düştüğünü söylemektedir. Bir cemaatten kurtarılan yargı bu kez AKP’nin eline düşmüştür. Onlarca akademisyen işinden atılmıştır. Yüzün üzerinde gazeteci cezaevindedir. Ülkemizde seksenin üzerinde hukuk fakültesi var. Ancak, korkudan hiçbirisinin sesi çıkmıyor. Yargıya tek adam egemen Ülkemizde yaşanan bu hukuksuzlukları yabancı ülkeler de görüyorlar. Yargının siyasal iktidara bağlı olduğunu da görüyorlar. Bundan ötürü de başta ABD, Almanya olmak üzere Batı ülkeleri ülkemizdeki tutuklu vatandaşları için yargıdan karar beklemiyorlar. Doğrudan siyasal yönetime başvuruyorlar, baskı yapıyorlar. Çünkü görüyorlar ki ülkemizde yargı siyasal yönetime bağlıdır. Yargıya da tek adam egemendir. Geçmişte Avrupa’da yaşanan bir öykü tam bir ders niteliğindedir. Prusya kralı Frederik, ormanda yemyeşil bir alanda bir saray yaptırmaya karar verir. Ancak, saray yaptırılmak istenilen yerde Sans Souci adlı bir köylünün değirmeni vardır. Köylü değirmenini bir türlü satmak istemez, önerilen büyük paraları reddeder. Kral değirmenciye “Sen benim kim olduğumu biliyor musun” diye sorar. Köylü “Biliyorum siz kralsınız” der. Ama değirmenini yine de satmaz. Kral “O zaman ben de zorla alırım” diye köylüyü azarlar. ‘Ankara’da yargıçlar var’ Köylünün yanıtı ise hukuk tarihine geçecek niteliktedir. “Siz kral olabilirsiniz, ama Berlin de yargıçlar var.” Bu yanıt kralı sevindirir. Ülkesinin adaletine duyulan güven onu mutlandırmıştır. Saray yapılır, değirmen ise olduğu yerde kalır. Saraya ise köylünün adı verilir. Bu yaşanmış öykü adalete duyulan güveni ve yöneticilerin yargıya duydukları saygıyı göstermektedir. Biz de “Ankara’da yargıçlar var “ diyebilmeliyiz. Güzel yurdumuz savunmasını yaptığı için tutuklanan avukatların, hakkını aradığı için tutuklanan işçilerin, yönetime karşı olduğu için cezaevine konulan gazetecilerin ülkesi olamaz. Türkçe ezan istemek suçu? Nusret ERTÜRK Büyükelçi Öztürk Yılmaz, CHP Ardahan milletvekilidir. “Ezan Türkçe okunursa daha yararlı olur’’ görüşünü dile getirince, yer yerinden oynadı. Partisi, anında “kesin ihraç’’ isteğiyle disipline sevk etti! Konuya nereden başlamalı? Almanlar, Fransızlar İncil’i 450 yıl önce kendi dillerine çevirdiler. Dinden mi çıktılar? Bizde ezanın Türkçe okunmasını istemek, şimdi bile en büyük suç sayılıyor! 1930’lar da öyle zorlama olmadan kendiliğinden imamların ve halkın isteği ve desteğiyle ezan Türkçe okunmaya başlanmıştı. Demokrat Parti 1950’de başa gelir gelmez ilk iş, ezanı Arapçaya çevirmek oldu. Nadir Nadi, Cumhuriyet gazetesinin sahibi ve başyazarı sıfatıyla 16 Aralık 1965 günü “Ben Atatürkçü Değilim’’ adıyla bir yazı yazdı. Sonradan bu adla kitap olacak o yazıda şunlar yazılıydı: “Atatürkçülüğe açıkça karşı çıkmayan, karşı çıkmadığı için de Atatürkçülük maskesi altında sinsi sinsi Atatürkçülüğü soysuzlaştırmaya gayret eden günümüz yobazlarına ne dersiniz?’’ Yazar, ben sizden değilim, sizin gibi değilim, demek istiyor. Nadir Nadi’nin o sözü, yukarıdaki olay yaşandığı sürece bugün de kullanılıyor: “Ben Atatürkçü Değilim!’’ Atatürk’ün düşün babası Ziya Gökalp, 1910’larda Vatan adlı şiirini yazar. Yani günümüzden yüz yıldan daha önce. Şiir şöyle başlar: “Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur/ Köylü anlar manasını namazdaki duanın/ Ey Türk oğlu işte senin orasıdır vatanın’’ Öztürk Yılmaz’a yapılan bu çiğ davranışa göre, Ziya Gökalp’in CHP’de yeri olamaz! Gelmesin! Böylesi geri düşünce kimden gelirse gelsin yakışmaz. Bunu söyleyen partilerden farkınız kalır mı? Türkçe ezan isteme suçu, Türk Ceza Yasası’nın kaçıncı maddesinde yazıyor? Ne diyelim? Bu çağda bu kafa! Günümüzde ise bir toplumun etkisizleştirilmesinde yararlanılan en önemli güç, medyadır. Sözgelimi, Hitler’in propaganda bakanı Joseph Goebbels’in (18971945) şu sözleri size hangi siyasi iktidarı anımsatıyor? “Hatalı olduğunuzu asla kabul etmeyin./ Her şeyin suçlusu olarak daima bir rakibinizi suçlayın. / Bana vicdansız bir medya verin, size bilinçsiz bir halk yaratayım./ Sürekli yalan söyleyin ve başkalarını karalayın. / Halkın sizi eleştirmesini engellemek için onu boş şeylerle meşgul edin.” Bunların içinde 16 yıllık AKP iktidarını çağrıştıran ne çok örnek var değil mi? Hepsini sıralamaya kalksak, inanın kitaplara sığmaz. Yine de bazılarını anımsayalım: Emevi Camisi’nde namaz kılacaktık sözde. Bir dolar, bir lira olacaktı. Sonucu biliyorsunuz. Döviz kurları karşısında Türk Lirası’nın değer kaybetmesinden sonra gelen zamlar, sürekli artan fiyatlar... Seçimlerde elektrik trafolarına giren hain kediler... Çuvallar içinde kaçırılan oy pusulaları... Sürekli aldatıldık diye günah çıkarmalar... Ne istedin de vermedikten sonra hain ilan edilenler... Sözde mahkemelerle, Türk ordusunun onurlu askerlerinin hapislerde çürütülmeleri... İğneden ipliğe kadar her şeyin ithal edilmesi... Hepsi bir yana, ülkemizde, güvenebileceğimiz bir adalet var mıdır? Buraya kadar olanları hep yaşıyoruz, biliyoruz. Peki, halkımızın, yaşadığı sorunlara olan duyarsızlığını nasıl açıklayacağız? Ne diyordu J. Goebbels: “Bana vicdansız bir medya verin, size bilinçsiz bir halk yaratayım.” Ülkemizde, kitap okuma oranı, ulusal dergi ve gazete tirajları, Batılı ülkelere göre çok düşüktür. Yani okumayan, öğrenmeyen, merak etmeyen bir toplumuz. Bunun üzerine bir de eğitimli insandan korkan sözde üniversite hocalarını düşünün. Son yıllarda toplum olarak resmen uyuşturulduk, diyebiliriz. Kadın ölümleri Medyanın çok büyük bir bölümü AKP tarafından dönüştürülmüş bir durumda yayın yapıyor. Medya, halkımıza iktidarın yanlışlarını göstermek yerine, her yaptıklarını alkışlayarak kabul ettirmeye çalışmaktadır. Televizyonların karşısında uyduruk dizileri izleyen, yanlı haberlerle, hükümete olan bağlılığını koruyan sanal bir kitle yaratıldı. Sanki yapay bir zekâ, herkesi kontrol ediyor. Ülkenin neresinden baksanız sorunlar çığ gibi karşımızda duruyor. Çocuk istismarları... Kadın ölümleri... Eğitimi imam hatiplere dönüştürme planları... Atatürk’ü unutturma çabaları... Tüm bunlar belleklerde kalmasın diye, medyanın dikkatleri başka yöne çekme çabaları halen sürüyor. AKP, eline geçirdiği medya gücüyle, toplumu dönüştürüyor, uykuda yaşatıyor. Kendisine soru sorulmasını ve eleştirilmeyi asla istemiyor, AKP. Soru sormayalım ama bu gerçekleri ne yapacağız? Ensar Vakfı’nda yaşanan sapıklığı unutabilir miyiz? Peki, Soma faciası? Bavullarla kara paraların İsviçre’ye ve bazı Ortadoğu ülkelerine götürülmelerine ne demeliyiz? Bir siyasi iktidarı halkın gözünde, hatalarını göstermek istiyorsanız, onların para trafiğini takip edeceksiniz. Paranın gelişigidişi, nerelerde ve kimlerle irtibat sağlandığını belgeleyeceksiniz. Bu yapılmazsa ülkeyi daha da zor günler bekliyor. Yalan üzerine kurulu bir iktidar, adaleti de tekeline aldığında bunun adı totaliter bir rejim olur. Muhalefet ve özgür basının bu konuda göstereceği çabalar çok önemlidir. Yeterince güçlü ve etkin bir muhalefeti/aydınları/sanatçıları/gençleri olmayan bir toplumun ezilmesi kaçınılmazdır. Yazımızı bilge Konfüçyüs’ün şu sözleriyle bitirelim: Adaleti anlamayan adaletsiz olur. / Yalan söyleyenler, doğru söyleyenlere inanmazlar. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle