15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR VE GÖRÜŞLER eposta: [email protected] Pazar 7 Ekim 2018 S2 okrates ve Türkiye TASARIM: EMİNE BİLGET Tufan Erbarıştıran İlkçağın önemli filozoflarından biridir, Sokrates. İnsanın varoluşu, tinselliği, yaşamevrendoğa üçlüsü üzerine bilgece düşünceler üreten, biraz başına buyruk, aklına geleni hiç çekinmeden söyleyebilen bir kişiliği vardır. Felsefe tarihinde ilk eleştirel düşünceyi, Sokrates’in hem Sofistlere karşı, hem de Atina’nın sosyal ve siyasal yapısına yönelik sözlerinde buluruz. Özellikle dinin, siyasal erk’in yozlaşmış, topluma hitap etmeyen, gençleri düşünsel anlamda uyuşukluğa özendiren, farklı bir söz söyleyenleri korkutan iktidarına karşı âdeta bir savaş açarak dillendirmiştir düşüncelerini. Daha o zamanda (yaklaşık 2400 yıl önce), insanın kendini tanımak, geliştirmek ve özgür olmasını sağlamak için, Atina’daki mahkemede şu sözleri söylemiştir: “Evet, benim vazifem, size para ile erdemin elde edilemeyeceğini, genel olsun, özel olsun, her türlü iyiliğin, ancak erdemden geldiğini söylemektir.” Böylelikle Sokrates, bilgiyi araştırmada özgür aklı öne çıkartırken, bir yandan da insanın kendisinden başlayarak her şeye karşı duyarlı olmasını savunmuştur. Felsefede eleştirel bir bakışla, dinsel/sosyal/siyasal yapıyı irdeleyen, cesaretle düşündüklerini söyleyebilen Sokrates’in üzerinden çok uzun bir zaman geçti. Batı dünyası, Sokrates’in açtığı yolda insanbilimsanat üçlüsünün değerini anladı, tüm olaylara felsefi bir anlayışla yorum yaptı. Bu nedenle, başta siyaset olmak üzere, sanatın tüm dallarında eleştirel bakış açısı önem kazanmıştır. Peki, Türkiye’de eleştirel bakış açısı ne durumdadır? Hâlâ anlaşılmadı Cumhuriyetin getirdiği kazanımları sonucunda, özellikle Köy Enstitüleri öncülüğünde yapılan bilim ve sanat alanlarında önemli gelişmeler olmuştur. Sonrasında bu gelişmeler, muhafazakâr iktidarlarla, önce dondurulmuş, sonra da rafa kaldırılmıştır. Özellikle AKP iktidarında, farklı düşünenin/yazanın zindanlarda çürütüldüğü, insan haklarının silindiği karanlık bir döneme girilmiştir. Türkiye’de felsefe bölümlerinin kapatılmasını isteyen, bilim insanları Sokrates ülkemize gelseydi neler söylerdi bilemeyiz. Ancak şu bir gerçek ki eleştirinin ve muhalefetin olmadığı hiçbir toplum başarıyı yakalayamamıştır. AKP benmerkezci anlayıştan kurtulmadığı sürece, muhalefet partilerine ve aydınlara büyük bir görev düşüyor. Sokrates’in ironi katarak yaptığı eleştirel düşünceyi toplumun geneline yaymak gerekiyor. AKP iktidarı, Saray’dan gelen talimatlarla, ülkeyi geleceğe taşıyamaz. nın suskun kalması için devlet gücünü kullanan, çağdaş sanata hiç tahammülü olmayan bir proje partisinden daha fazla ne beklenirdi ki? Sokrates’in başlattığı, insanın niçin sorusunu sorması ve yanıt araması geleneğini bugün ülkemizde göremiyoruz. Bir siyasi iktidar düşünün ki, kendi inançları dışında olan her şeye şiddetle karşı çıkan, eleştiriyi asla kabul etmeyen, sadece kendisine itaat etmesini istediği bir toplum yaratma hevesinde olsun. Sokrates’in tüm dogmalara, baskılara karşı yüzyıllar önce başlattığı savaşın önemi, bizim ülkemizde halen anlaşılmamıştır. Tüm renkleri siliyorlar İnsanı diğer canlılardan ayıran temel özellik şudur: İnsan karar verir, yorum yapar, sanattan ve bilimden yana tavır alır, çevresini değiştirir, sürekli soru sorar, her zaman özgür kalmak ister. Bunlara eleştirel düşünceyi de ekleyebilirsiniz. AKP iktidarı her şeyi sadece kendinin bildiği inancından hareketle, neredeyse oldubittiye getirerek, toplumdaki tüm renkleri silmektedir. Saray’a bağımlı bir partidevlet ideolojisi muhalefeti dinlemeden, aydınları yok sayarak, dış dünyayla sürekli bir kavga içinde, ülkeyi yönetmeye çalışmaktadır. AKP döneminde, dinsel içerikli baskıyla ne yazık ki zirveye çıkan kadın düşmanlığı, yüksek enflasyon, çarpık kentleşme, çağdışı bir eğitim anlayışı sonucu, Cumhuriyet kazanımları yok olma seviyesine gelmiştir. Eleştirel düşüncenin yok sayıldığı bir ülkede demokrasiden nasıl söz edebiliriz ki? Sokrates ülkemize gelseydi neler söylerdi bilemeyiz. Ancak şu bir gerçek ki eleştirinin ve muhalefetin olmadığı hiçbir toplum başarıyı yakalayamamıştır. Söz gelimi, teokratik ve totaliter toplumlar, Afrika’da yaşayan ilkel kavimler, tek adam anlayışlı devletler… Bugün ileri teknoloji sayesinde dünyada neler olup bittiğini anında öğreniyoruz. Böylesine bir teknoloji varken, halen ısrarla sultanların/şeyhlerin/şıhların/tarikatların/cemaatlerin siyasi yönetimlerde söz sahibi olduğu bir toplum yaratmaya çalışmak, en hafifinden, akıl dışılıktır diyebiliriz. Benmerkezci anlayış AKP’nin benmerkezci anlayıştan kurtulmadığı sürece, muhalefet partilerine ve aydınlara büyük bir görev düşüyor. Sokrates’in ironi katarak yaptığı eleştirel düşünceyi toplumun geneline yaymak gerekiyor. AKP iktidarı, Saray’dan gelen talimatlarla, ülkeyi geleceğe taşıyamaz. Bu, iyi bilinmelidir! Sokrates’in saraylarda yaşayan, sadece kendini haklı gören, eleştiriyi kabul etmeyenlere karşı alçak gönüllülük kadar felsefi bir derinlik de içeren şu sözüyle yazımızı bitirelim: “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir.” Meritokrasiden nepotizme Tuğrul Tanyol Meritokrasi kavramı oldukça eski olmasına rağmen ilk kez 1950’lerde sosyolog Michael Young tarafından dillendirilmiştir. Yunanca “kratos” yani güç sözcüğünün başına Latince kazanma sözcüğünden “mereo”nun eklenmesiyle meritokrasi, yani hak edenlerin, başarılı olanların yönetimi kavramı ortaya çıkmıştır. Aslında kavram ortada olmasa bile kimi uygulamalar Han dönemi Çin’ine dek uzanır ve düşüncenin temelinde Konfiçyüs felsefesi yatar. Kuşkusuz Platon’un düşsel filozoflar devleti de bir tür adı konmamış meritokrasi özlemidir. Uygarlığın sınıflı toplumlar tarafından kurulduğu düşünülürse, daha Sümer’den başlayarak, asker ve rahip sınıflardan oluşan bürokratların bir süre sonra kendilerini toplumun geri kalanından ayırarak bir tür soyluluk yarattıklarını söyleyebiliriz. Eski Yunan’da ve Roma’da vatandaşlar ve köleler olarak düşünülebilecek bu yapı yine Yunan ve Roma’daki kimi reformlarla orta sınıfların yönetime alınmasıyla sürse de, sonuçta köleler sınıfı varlığını hep sürdürdü. Avrupa Orta Çağı yeni bir ekonomik sistemi ve yeni toplumsal ilişkiler ağını getirdi. Bu kez toprak köleleri üzerine oturmuş bir soyluluk ve kilise babalarının yönetimi söz konusuydu. Belli bir alanda uzmanlaşmış, iyi eğitim almış, sınavlardan başarıyla çıkmış, kariyerinde ilerlemiş ve zekâ düzeyi oldukça yüksek insanların yönetimi de anlamına gelebilecek olan meritokrasi belki de ancak İngilizlerin, Çin’den Hindistan’a yansıyan uygulamaları fark etmesiyle Avrupa’ya ulaşmıştır. Aydınlanma Çağı düşünürlerinin yazıları ve İngiltere uygulamaları meritokrasinin yükselişini de yanı ba Meritokrasi kavramını dilimizde en iyi açıklayabilecek sözcük kuşkusuz liyakatir ve Osmanlı’da da esas olan liyakattir. Toprak mülkiyetinin geç gelmesi, aristokratik bir sınıfın gelişmesini engelledi ve liyakate dayalı bürokrasi olduğu gibi Cumhuriyet Türkiye’sine yansıdı. Ne var ki bu durum AKP ve Erdoğan dönemi ile son bulmuştur. bu insanların yöresel kayırmalardan faydalanmadıkları söylenemez ama yine de başarı ve hak etme ön plandadır. Doğallıkla toprak mülkiyetinin olmadığı bir coğrafyada Batı benzeri bir sınıf yapısının bulunması mümkün değildi. Bu da aristokratik bir sınıfı dışlıyordu. Yani Batı örneğinde olduğu gibi büyük oğulun malları miras alması ve küçüğün ise askerliğe ya da en azından Katolik ülkelerde zaman zaman kilise üyeliğine yönelmesi gibi bir durumun ortaya çıkması mümkün olmamıştır. şında getirmiştir. Kısacası başarı ve hakketme değil kan bağı ve kalıtımsal nedenlerle yükselme anlamına da gelen ‘Eski Rejim’ uygulamalarını Fransa’da sonlandıran ise Napoleon olmuştur. “İlerleme ancak yeteneklere açıktır” biçiminde çevrilebilecek sözleri, söz olarak kalmamış, ordu mensupları, meclis üyeleri ve aristokratlar görevlerinden alınmışlardır. J. S. Mill’in de eğitimlilere daha fazla oy ve temsili önermesi benzer bir düşünceyi çağrıştırmaktadır. Sokollu örneği Batı literatürü nedense bu konuyla ilgili olarak Çin ve Hindistan’ı zikretseler de İslam dünyası ve Osmanlı uygulamalarını bu açıdan dikkate almazlar. Oysa Osmanlı İmparatorluğu’nun devşirme sistemi büyük ölçüde bir meritokrasi sistemidir. Osmanlı kuşkusuz bu tür bir meritokrasi ile Oğuz aşiretleri ve öteki Türklerden oluşabile cek bir tür aristokrasiyi de engellemeyi bilmiştir. Sokollu yalnızca bir örnektir. Oldukça geç yaşta devşirilen bu papaz okulu öğrencisi İstanbul’a getirildiğinde 16 yaşındadır ve artık en önde gelen İslam alimlerinden ders alma olanağını elde etmiştir. Kuşkusuz Sokollu kendisinden beklenenleri yerine getirme başarısını yakalayamasaydı sadrazamlığa giden yolda ilerlemesi mümkün olamazdı. Bir tek gün denize ayak basmadan Kaptanı Derya’lık görevinde bile bulunan ve karadan, Osmanlı donanmasını Avrupa’nın en önde gelen donanmalarından biri haline getiren Sokollu, İmparatorluk tarihindeki yüzlerce başarı öyküsünden yalnızca bir tanesidir. Daha az başarılı olanlar İmparatorluk bürokrasisinin alt basamaklarında yer almış ve bir kısmı belki de yeniçerilikten öteye gidememişlerdir. Kuşkusuz Kapı Sistemi içinde yükselen Esas olan liyakat Meritokrasi kavramını dilimizde en iyi açıklayabilecek sözcük kuşkusuz liyakattir ve Osmanlı’da da esas olan liyakattir. Toprak mülkiyetinin geç gelmesi, aristokratik bir sınıfın gelişmesini engelledi ve liyakate dayalı bürokrasi olduğu gibi Cumhuriyet Türkiye’sine yansıdı. Cumhuriyet meritokrasinin omuzlarında yükseldi. Uzunca bir süre “memur devleti” olma özelliğini sürdürdü. Süleyman Demirel’den Turgut Özal’a ve Necmettin Erbakan’a uzanan siyasetçiler kuşağı hep meritokrasinin parçası olmuşlardır. Ne var ki bu durum AKP ve Erdoğan dönemi ile son bulmuştur. Partinin ve bireylerin saltanatı, yakınların kayırılması, yükseltilmesi, liyakat sözcüğü ağızlardan düşürülmemesine rağmen sürmüş ve sonunda sistem, damatların bakan yapıldığı bir yapıya dönüşmüştür. 600 yıllık meritokrasi geleneğinin nepotizm ile son buluşu ülkenin asla hak etmediği üzücü bir durumdur. İçerdekiler, dışardakiler Hukuk Devleti ve Adalet, Demokrasinin temelidir... Hukuk Devleti’nin çöktüğü, Adaletin olmadığı toplumlarda Demokrasi’den söz edilemez. Demokrasi’nin önkoşulu olan, (toplumun çoğunluğuna özellikle de iktidaraaykırı gelen ve onları rahatsız eden tüm muhalif inanç ve düşüncelerin) ifade ve medya özgürlükleri ancak Hukuk Devleti içinde korunabilir ve Demokrasi ancak bu yolla işlevsellik kazanır... Anayasa bu görevi, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Hâkimler Savcılar Kurulu, Yüksek Seçim Kurulu gibi Yüksek Yargı Organlarına vermiştir. Ben bu nedenle, bütün yaşamım boyunca yargıçların ve savcıların arkasında durdum, onların Hukuk Devleti’ne, Demokrasi’ye, Temel İnsan Hak ve Özgürlüklerine bağlılıklarını ve bu bağlılıklarına temel teşkil eden bağımsızlıklarını desteklemeye, güçlendirmeye çalıştım. HHH 2013 yılına kadar süren FETÖErdoğan/AKP ittifakının Türkiye’de yol açtığı en büyük tahribat, Ergenekon, Balyoz ve Odatv kumpasları ile doruk noktasına ulaşan, Hukuk Devleti’nin ve Adalet Mekanizması’nın yozlaştırılmasıdır. Ne yazık ki, Erdoğan/AKP iktidarı, FETÖ ile olan ittifakı bozduktan ve Devlet’i, bu ittifakın yol açtığı zararlardan arındırmaya başladıktan sonra da, Hukuk Devleti’ndeki ve Adalet Mekanizması’ndaki yozlaşma sürmektedir. Haber yapan gazetecilerin, yorum yapan yazarların, pankart açan öğrencilerin soruşturmaya uğradıkları, tutuklandıkları zaten biliniyor. Bunlara ek olarak, savunma yapan avukatlar, koşullarının düzeltilmesini isteyen işçiler, onların haklarını savunan sendikacılar da tutuklanmaya başlamış, iktidarı eleştiren milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için fezlekeler hazırlanmıştır. Hukukun ve Adaletin yozlaştığı yerde, eğitimciler de bundan geri kalmamış, bazı din adamları “9 yaşındaki kızlarla evlenilebilir” diye pedofili suçunu aklayan fetvalar verirken, okul yöneticileri, gençlik aşkı ile öpüşen çocukları şikâyet ederek, 16 yaşındaki bir öğrencinin 4.5 yıl hapis cezası almasına sebep olmuşlardır. HHH Sonradan kamuoyunun tepkileri üzerine tahliye edilen bir avukatın tutuklanma gerekçesini aşağıya alıyorum: “Şüpheli Ömer Kavili’nin eyleminin amacının kutsal savunma hakkı olmadığı, aksine ters psikoloji ile müvekkilini ve kendisini mağdur göstererek dosyada haklı çıkmaya çalıştığı, şüphelinin eyleminin müdafisi olduğu davayı sulandırmaya çalıştığı, şüphelinin tüm bu eylemleri birlikte değerlendirildiğinde amacının halkın gözünde yargının ve mahkemelerin itibarsızlaştırılmak olduğu, adalete olan güveni sarsmayı amaçladığı, şüphelinin eylemlerinin haber niteliği taşıyarak toplumda infiale sebep olduğu, delillerin henüz toplanmamış olması, şüphelinin kaçma veya delilleri karartma ihtimalinin bulunması göz önüne alınarak atılı suçtan tutuklanmasına...” HHH ADALETİN DİRENEMEDİĞİ YERDE HUKUK DEVLETİ YAŞAYAMAZ... HUKUK DEVLETİNİN YAŞAYAMADIĞI YERDE İSE DEMOKRASİ HİÇ OLMAZ: DİREN ADALET! C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle