16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR VE GÖRÜŞLER eposta: [email protected] Cumartesi 6 Ekim 2018 2 TASARIM: ilknur filiz İstanbul’un kurtuluşu ve fetih Prof. Dr. Hakkı Uyar Dokuz Eylül Üniversitesi Türkiye’de son on yıllarda Cumhuriyetin kurucu değerlerini ve Cumhuriyetin ulusal kimlik inşasıyla yaratmaya çalıştığı üst kimlik bilincini yıpratma çalışmaları bilinçli ya da bilinçsiz olarak sürdürülüyor. Oysa tarihin süreklilik ve kırılmalardan ibaret olduğunu görmeyenler, Osmanlı hayalleri ile yaşayanlar Cumhuriyet düşmanlığı yapıyor. Anadolu’da geçen bin yıllık tarihin tepe noktasının Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet olduğu görmezden geliniyor. Cumhuriyeti yıpratmanın yolu, Milli Mücadele de dahil tüm başarıları ya görmezden gelmeye ya da küçümsemeye yöneltiyor birilerini... Buna Sevr’in olmadığı, bir “antlaşma” değil, bir “belge” olduğu çarpıtmalarını ilave etmek gerekir. Bu durumda Sevr başarısızlığı olmayınca, Lozan başarısı da olmayacak. Lozan’da toprak kaybettik edebiyatı tam gaz yapılacak. Tarihle bu kadar oynamak, alternatif tarih anlayışı yaratmak için çabalamak bu ülkenin dibine dinamit yerleştirmekten farksız. Osmanlı’nın imzaladığı Sevr Osmanlı’nın imzaladığı Sevr’e yokmuş muamelesi çek, Lozan’ı küçümse. İstanbul’un kurtuluşunu atla, İstanbul’un fethine odaklan. Milli Mücadele’nin nihai hedefi, “kızıl elması” olan 9 Eylül’ü önemsizleştirmek için, 25 Mart fetih tarihini (1081) uydur. 26 Ağustos 1922’nin yerine 26 Ağustos 1071’i öne çıkar... Şunu unutmamak gerekir ki, 26 Ağustos 1922 olmasaydı, 26 Ağustos 1071’i kut layamazdık. 6 Ekim 1923’te, 13 Kasım 1918’de başlayan5 yıllık/1825 günlük işgalden kurtuluş olmasaydı 29 Mayıs 1453 İstanbul’un fethini kutlayacak yer bulamazdık. Çaka Bey’in İzmir’i fethettiği ayı günü belli olmayan 1081 tarihine Aydınoğullarının İzmir’i kuşattığı 25 Mart tarihi monte ederek, çakma bir fetih günü uydurmanın ve bunu 9 Eylül’e rakip haline getirmenin kimseye faydası yoktur. Ulusal bayramlar 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos ve 29 Ekim gibi ulusal bayramlar, 9 Eylül İzmir’in kurtuluşu ve 6 Ekim İstanbul’un kurtuluşu gibi kurtuluş günleri ulusal kimlik inşamızın parçalarıdır, bizi millet yapan değerlerdir. Bunları geri plana iterek, Cumhuriyet öncesine ait fetihleri ya da zaferleri ön plana çıkarmak, tarih yarıştırmak her şeyden önce doğru olmasa gerektir. Bunlardan biri diğerinin rakibi değildir. Hepsi tarihimizin parçasıdır. Ulusal bayramların ve ulusal kurtuluş günlerinin tahribi, Cumhuriyet değerlerinin de tahribi demektir. 6 Ekim 1936 tarihli Cumhuriyet gazetesi İstanbul’un kurtuluş yıldönümünü “Kurtuluş günü kutlu olsun!” diye duyurmuştu. Haber şöyle devam ediyordu: Bugün kurtuluşun yıldönümü “Bugün kurtuluşunun yıldönümünü kutlayan İstanbul için 14 yıl evvelin hatırası dünkü kadar tazedir. O gün bir damla şuur ve idraki olanlar bugün hatırlarlar ki İstanbul’un kurtuluşu, işgalin bütün acısını ve utancını silen en büyük bayram olmuştu. Bütün tarihinde müstakil Bugün Anadolu’nun, İstanbul’un fethini kutlayabiliyorsak bunu sağlayan Milli Mücadele’yi başarıyla yürüten, hem emperyalizmi ve hem de yerli işbirlikçilerini yenen Cumhuriyetin kurucu kadrosu, onların imzaladığı Lozan sayesindedir. yaşamış bir milletin o zamanki idare merkezini yabancı istilası altında görmekten doğan büyük elem, gözleri önünde cereyan eden işgal facialarıyla İstanbul halkını kapkara günler içinde yaşattı. Bu şehir, kendisini hürriyet ve istiklaline kavuşturan o günü, o günün Büyük Yaratıcısını ve emrinde muzaffer adımlar atan ordumuzu her yıl bugün değil, her yıl her gün şükranla anıyor ve anacaktır”. Sultanahmet’ten Taksim’e Kurtuluş günü kutlama programı ise şöyle idi: “İstanbul’un kurtuluş günü bugün büyük merasimle kutlanacaktır. Merasime, sa at 10’da atılacak toplarla Sultanahmet Meydanı’nda başlanacaktır. Resmigeçide iştirak eden alay saat 1.30’da Sultanahmet’ten tramvay yolunu takiben Taksim’e gidecektir. Alay Taksim’de toplandıktan sonra evvela İstiklal marşı çalınacak ve bilahare de İstanbul Belediyesi namına da abideye çelenk konacaktır. Belediye ve Talebe Birliği’nden birer kişi burada nutuk söyleyecektir. Saat dörtte ordu tebrik edilecek ve gece Vali Muhiddin Üstündağ ordu şerefine bir ziyafet verecektir. Bugün bütün mektepler kapalıdır”. Belediye törenlere katılım için şöyle bir duyuru da yapmıştı: “İstanbul’un kurtuluş yıldönümünü kutlulama merasimine iştirak edecek olan alay birinci teşrin 6’ncı günü saat 10’da Sultanahmet Meydanı’nda toplanacaktır. Saat 10.30’da hareket ederek Taksim Meydanı’na gidecektir. Kurtuluş bayramı Bu törende bulunmak üzere İstanbul’da bulunan saylavlar, şehir meclisi üyeleri, süel generaller ve subaylar, adliye ve mülkiye rüesası, Belediye erkânı, Üniversite ve maarif erkânı, matbuat mümessilleri, siyasal parti başkanları, hayır ve meslek cemiyetleri başkanları, bankalar direktörleri ve imtiyazlı şirketler ve esnaf cemiyetleri reislerinin Taksimde hazırlanmış tribünü teşrifleri rica olunur. Elbise: Jaketay, silindir şapka”. Bir başka gazete ise yine aynı yıllarda İstanbul’un kurtuluş gününü şöyle haberleştirmiş: “Bugün İstanbul büyük bayramı kutluyor: Kurtuluş bayramı... Mütarekeyi müteakip İstanbul’a giren yabancı kuvvetler 14 sene evvel bugün, Türk bayrağını selamlayarak İstanbul’dan ayrılmışlar ve Türk ordusu merasimle şehre girmişti”. Lozan sayesindedir 5 yıl süren acı işgal yıllarının ardından kurtuluşu yaşayan nesillerin kurtuluşun kıymetini daha iyi bildiklerini ve bunu ulusal bilinci arttırmak için kullandıkları gayet açık. Sonuç olarak Malazgirt’i bugün kutlayabiliyorsak, bu bir başka 26 Ağustos (1922) sayesindedir. O olmasaydı, öncekini kutlayacak bir vatanınız olmazdı. 29 Mayıs’ı kutlayabiliyorsak, 6 Ekim (1923) sayesindedir. İstanbul, kurtarılmasıydı 29 Mayıs kutlanmazdı ama işgal kuvvetlerinin İstanbul’a girişi, örneğin 8 Şubat 1919’da Fransız General Franchet d’Espérey’in Rumlar tarafından hediye edilen beyaz atla tıpkı yüzyıllar önce Fatih Sultan Mehmed’in yaptığı gibi şehre girişi kutlanırdı. Bugün Anadolu’nun, İstanbul’un fethini kutlayabiliyorsak bunu sağlayan Milli Mücadele’yi başarıyla yürüten, hem emperyalizmi ve hem de yerli işbirlikçilerini yenen Cumhuriyetin kurucu kadrosu, onların imzaladığı Lozan sayesindedir. Sağlıkta şiddet ve nedenleri dr. Ceyhun balcı İzmir Tabib Odası Eski Genel Sekreteri Şiddetin toplamda yükseliş gösterdiği, dolayısı ile bileşik kaplar yasası gereğince sağlık ortamını da etkisi altına aldığı açıklaması ilk bakışta doyurucu görünebilir! Başta hekimler olmak üzere her kesimden sağlık çalışanına yönelen şiddetin basına yansıyanları göldeki damlaya eşdeğerdir. Bir hekimi daha sonsuzluğa uğurladığımız şu sıralarda bu konuya farklı yaklaşma gereği ortadadır. Nedene değil de sonuca yönelmekte olduğumuz görülüyor. Örneğin, sağlıkta şiddet olgularına yönelik yasal düzenleme ve şiddet uygulayana yönelik özel ceza istekleri gündemde kendisine yer buluyor. Diğer yandan, sağlık kuruluşlarında güvenlik önlemlerinin artırılması doğrultusundaki istekler de son günlerin ilgi gören çözüm önerileri arasında yer alıyor. Bu seçeneklerin gerçekleşmesi doğrultusunda da çaba gösterilmelidir. Buraya takılıp gerçek nedenleri göz ardı etmemek gerekir. n Ülkemiz sağlık kurumları AKP iktidarının kendisine oy deposu yaptığı sağlık uygulamaları sonucu kalabalıklaşmıştır. Bu kalabalıklaşma da ortamdaki işyükünün çığ gibi büyümesi anlamına gelmiştir. n Hekimlerin emeklerinin karşılığının performansa bağlanması işyükünü çeken hekimlerin bu durumu kabullenmesi sonucunu doğurmuştur. Kuyruğunu kovalayıp bir türlü yakalayamayan kedi örneğince hekimler ve sağlık çalışanları karşılarında dağlarca biriken işyükünü tüketememe gibi bir kısırdöngüye girmişlerdir. n Ayrıca, iktidarın hekimleri ve sağlık çalışanlarını hedef gösteren uygulama ve söylemlerinin de etkisiyle şiddetin patlaması kaçınılmaz olmuştur. İktidar cahil, yoksul ve yoksun kitleleri geliştirme, gönence kavuşturma yerine dipte birleştirmeyi yeğlemiş ve onların gururunu okşama yolunu seçmiştir. Konuyla ilgisiz görünen bir başka ayrıntıdan daha söz etmekte yarar var! Türkiye’de akademik yükseltme Vedat ARIK 4 gün önce görev yaptığı özel hastanede uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybeden Dr. Fikret Hacıosman için doktorlar sessiz siyah çığlık eylemi düzenledi. lerle ilgili kuralların değiştirilmesiyle doçentlik sınavı kaldırılarak akademik konuma gelmek dosya hazırlamaya indirgenmiştir. Artık geçmişte kalan sınavlı uygulamanın da hiç kuşkusuz hem kapsam hem de yöntem bakımından eleştirilecek yönleri vardı. Ancak, yerine getirilen yöntemin (daha doğrusu yöntemsizliğin) daha da kötü olduğu kesindir. Bu alanda yarattığı en önemli olumsuzluk değersizleştirme olmuştur. Geçmişte akademinin yakınından geçmeyi aklından geçiremeyecekler siyasi iktidarın dümen suyunda olma ölçütünü tamamlayarak bu alanda yer kaplamaya başlayacaklardır. Hemen şimdi değilse de uzak olmayan gelecekte bu durumun yaratacağı olumsuzluk sıradanlaşma olacaktır. Çok kolay erişim, değersizleştirme ve sıradanlaşma güncel sağlık ortamının önde gelen sorunlarıdır. Değersizleştirme ve sıradanlaşma AKP iktidarının aklı ve bilimi; bu alanla ilgili kimseleri ve kurumları aşağılama eylemi bilinçlidir. Toplumu geliştirme, düzeyini yükseltme gibi zor ve zahmetli işler zaman aldığı gibi sonuçta ortaya çıkan insan kaynağının biat etmeyi aklından geçirmeyen özgür insanlar olması kaçınılmazdır. Halkçılık değil ama halk avcılığı amaç olunca Türkiye’de yaşananlara şaşırmamak gerekiyor. Türkiye genelinde ama özellikle de sağlık ortamında şiddetin sanılandan daha köklü nedenleri olduğu ortadadır. Hekimliğin değişmez ilkesidir! Tanı yanlışsa, tedavinin sonuç vermesi rastlantıya kalır! Bu önemli soruna hekimce yaklaşmak önemlidir! Tersi durumda havanda su dövüleceği gibi çözüme yaklaşmak söz konusu olamayacaktır! Sağlık ortamındaki çarpıklıkların ürettiği şiddet kurbanı meslektaşlarımız Ersin Arslan, Kâmil Furtun ve son olarak İstanbul’da uğradığı saldırı sonucu aramızdan ayrılan Fikret Hacıosman’a ve şiddetin her türüyle karşılaşmış adlarını anamadığımız sayısız meslektaşımıza borcumuzu bu soruna doğru yaklaşarak ve çözüm üreterek biraz olsun ödeyebiliriz düşüncesindeyim! Tıbbiyeliler Osmanlı’nın son döneminden başlayarak Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele sırasında toprağa düşmek de içinde olmak üzere üzerlerine düşen her görevi gözlerini kırpmadan yerine getirdiler. Bir yüzyıl sonra görev başında toprağa düşmeyi hiç ama hiç ummamışlardı. Korkunç ve dehşet yaratıcı bu durumun bir an önce sonlanması ve hekimlerin hiç hak etmedikleri bu sonu bir daha yaşamamaları dileğiyle... Geçmişten günümüze görevleri başında yaralanan ve toprağa düşen tüm hekimlerin yüce anılarına saygıyla... C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle