16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR VE GÖRÜŞLER eposta: [email protected] Perşembe 18 Ekim 2018 2 TASARIM: İLKNUR FİLİZ ‘Huzurlu Türkiye, mutlu İstanbullu’ mümkün! Prof. Dr. Hurşit Güneş Ülkemizde 2010 referandumundan bu yana (otoriter muhafazakârlık doğrultusunda) siyasal sistem değişikliği tüm hızıyla ve sanki hiçbir engel görmeden sürüyor. 2010 referandumunda parlamenter demokrasi cephesi strateji yoksunuydu ama kendi içinden de (liberal/sol kesim) ihanete uğradı. 2014 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçiminde daha sonra izlenen strateji izlenseydi, belki o tarihte ikinci tura kalma fırsatı yakalanabilirdi. Olmadı. 2015 Haziran seçimleri sonrası AKP’nin TBMM çoğunluğunu kaybetmesiyle yakalanan fırsat da birçok nedenle kaçırıldı. Sonunda 2018 yılındaki referandumda türlü yolsuzluklarla anayasaya tek adam rejimi yerleştirildi. Ve en nihayet son seçim sonuçlarıyla artık parlamenter demokrasi savunucuları tam bir yılgınlığa sürüklenmiş görünüyor. Ekonomideki enkaz Oysa önümüzde bir fırsat daha var. Nitekim on yıl önce de küresel kaynaklı bir ekonomik kriz çıkınca böylesi bir fırsat oluşmuş, 2009 yerel seçimlerinde AKP büyük bir oy kaybına uğramıştı (yüzde 38). O dönemde 2008 yılı büyümesi (revize verilerle) yüzde 2.7’de kalmış, 2009 yılında da yüzde 2.1’lik daralma oluşmuştu. Tüketici Güven Endeksi (TGE) 2007 yılının son 5 ayında 104 düzeyindeyken, 2009 yılında (son 5 ayda) 67 düzeyine gerilemişti. Ancak daha sonra hızlı toparlanma yaşanınca, 2011 seçimlerinde kaybedilen oylar da telafi edildi: Yüzde 50! 2014 yılında TGE 86’ya AKP oyları da yüzde 43’e düştü. 2015 yılında ilk seçimde TGE 75’e inince AKP oyları da yüzde 41’in altına iniverdi. Son Haziran seçimlerinde de yüzde 42 civarında oy alındı. Ancak bugüne ait iki önemli veriyi paylaşmakta yarar var: Bu yıl Orta Vadeli Programıda beklenen ekonomik büyüme yüzde 3.8. Gelecek yıl da yüzde 2.3. Gerçekçi olursak yıllık yüzde 2 kadar büyüme daha olası. Üstelik 2009 yılında enflasyon denen bir bela hortlamamış; yüzde 6.5’ta kalmıştı. Bugün ise vatandaş inanılmaz bir hayat pahalılığı ile karşı karşıya. Tüketici fiyatları resmi verilerle yüzde 25 artmış durumda. İkinci veri İstanbul yerel seçimlerde doğru zamanlama, rasyonel planlama, inançlı örgütlenme, etkin iletişim ve toplumsal dayanışmayla bu yeni anlayış kazanabilir. Şartlar son derece uygun. Tabii en büyük görev CHP’ye düşüyor. Yeter ki, CHP kendi öz gücü olan örgütüne güvensin. Son 2 yıllık ortalama büyümenin iktidara sağladığı oy oranı… Siyah düz çizgi şu anda elde edilen ortalama büyümenin beklendiği oy oranıdır. ise yine Tüketici Güven Endeksi. Son 5 ayın ortalaması 71’e düşmüş! Bu 2009 yılından da düşük. Zamlar daha yeni gelmeye başladı ve kışın da başındayız. Yani AKP her gün yeni bir gündem ninnisiyle halkı uyutmaya çalışsa da, yüklü faturalar halkı geceleri bile uyutmuyor. İşte bu anlamda AKP’nin doğum yeri olan ancak 2018 referandumunda demokratlık rüştünü ispatlamış olan İstanbul yerel yönetim seçimlerinde büyük önem taşıyor. Üstelik AKP yönetimi hem belediye başkanını istifa ettirerek, hem de ‘İstanbul’un görünümünü bozduk’ diyerek başarısızlığı itiraf etmiş durumda. Ülkenin ekonomisini batırmışlar, İstanbul’da da kentin görünümünü! Ayrıca kriz İstanbul’da daha yoğun hissediliyor. Bu nedenle diyoruz ki, İstanbul’u ilericidemokratlar kazanırsa, demokrasi dengelenir, ülke ferahlar. Ülkedeki her 5 seçmenden birinin yaşadığı, ülke dış ticaretinin yüzde 56’sının, milli gelirin yüzde 27’sinin, 49 üniversite ve 400 bine yakın üniversite öğrencisini barındıran memleket gibi kent İstanbul. 3.6 milyon özel araç hemen her gün yol larda. Toplu taşımacılık hâlâ yetersiz ve raylı sistemle ulaşımın 1/5’i sağlanıyor. Oysa özel araç sahiplerinin de raylı sisteme geçerek kent ulaşımındaki payın yüzde 6070’lere çıkması gerekiyor. Çarpıcı bir rakam daha verelim; İstanbul 600 bin Suriyeliye mekân olmuş durumda ve artık net olarak vatandaşlarımız bu kentten göçüyor! Evrensel bir kent İstanbul bugün hâlâ ayaktaysa, bu hızlı kentleşmenin başladığı 1970’li yıllardaki sosyal demokrat yönetimlerin koyduğu vizyon sayesindedir. Ancak şimdi İstanbul’un yeni bir vizyona ihtiyacı var. Huzurlu ve evrensel bir kent yaratmalıyız. Sokaklarında giderek daha çaresiz, daha muhtaç, fiziksel ve manevi bakımdan aç insanların dolaştığı, örselenen bu insanların hızla suç makinesine dönüştüğü, yapılan baskıların getirdiği sessizliğin huzur sanıldığı; bir yandan ahlakın çöktüğü, diğer yandan sosyal olarak içe dönük, entelektüel olarak kısırlaşan, dünyanın gelişim, yaratıcılık, çokkültürlülük ekseninden hızla uzaklaşan bir kent oldu İstanbul.  Tamam günahıyla sevabıyla yılda 200 milyon yolcuya hizmet vermek isteyen bir megahavaalanı kuruluyor ama ne bunun onda biri bile bu kente turist olarak uğrayacak, ne de o havaalanına hızlı ulaşacak bir altyapı kurulmuş durumda. Londra’da, Paris’te, New York vb. çoğu metropolde, içine girdiğinizde 34 günde bitiremeyeceğiniz müzeler o kentte konaklamayı uzatır, dolayısıyla da elde edilen geliri. İstanbul ise hâlâ ülkesinde en çok turisti çeken kent konumunda değil. UEFA’ya ev sahibi olmayı İstanbul’un durumundan dolayı kaybetmedik mi? Kentin yeşil bağlantısı yok Coğrafi konumu ve tarihiyle dünyada benzersiz olan İstanbul’un eğitim, kültür ve turizm yoluyla Türkiye ekonomisinin olağanüstü güçlü bir lokomotifi olması gerekirken Kapalıçarşı, Ayasofya ve biraz da Topkapı ile sınırlı turizm/kültür kapasitesi var. Koca kent 10 milyon turisti zor doğrultuyor! Öylesine ki, bırakınız yabancıları, hatta bırakınız bu ülkenin farklı noktalarındaki yurttaşlarımızın gelip İstanbul’u görebilmelerini, İstanbul’da yaşayan 300 bin çocuk denizi hiç görmemiş durumda! Bir kültür kenti olan İstanbul’da yeni yönetimin geçmiş uygarlıkları tanıtmak, diğer yandan da mevcut demografisinin kültürlerini yaşatmak sorumluluğu var. Kadına, engelliye ve doğaya duyarlı (İstanbul halkının yeşille bağlantısı kalmadı), hepsinden öte farklı yaşam tarzlarına saygıdan öte bir arada yaşayabilme sevgisi aşılayan katılımcı bir yerel yönetim pekâlâ mümkün. Böylece bir yandan İstanbul’un zengin kültürü ekonomiye yansırken, diğer yandan Türkiye ekonomisindeki göreli konumunu güçlendirilebilir. Malum ekonominin güçlü olmadığı bir yerde huzur da olmaz. İstanbul modern bir kent olmalı, öte yandan tarihiyle, kültürüyle yine evrenselleşmelidir. İstanbul parlamenter demokrasiden yana tavır koymuştur. Üstelik hemşerilerimiz daha iyi bir hizmeti fazlasıyla hak ediyor. Bu seçimlerde doğru zamanlama, rasyonel planlama, inançlı örgütlenme, etkin iletişim ve toplumsal dayanışmayla bu yeni anlayış kazanabilir. Şartlar son derece uygun. Tabii en büyük görev CHP’ye düşüyor. Yeter ki, CHP kendi öz gücü olan örgütüne güvensin. Yakıcı gerçekler gündeme gelmiyor Prof. Dr. Coşkun Özdemir Türkiye halkının Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğanı yeterince tanımadığı kanısındayım. Onun öncekilerden farklı bir insan olduğunu anlıyor. Başlıca dayanağı İslam dini ve inançlar olan ve çoğunluğu biyolojik yaşam sürdüren milyonlarımız, yıllarca uzak bırakıldığını düşündüğü kutsal inançların onun tarafından ve onun müdahalesi ile yeniden topluma mal edildiğini düşünerek ona büyük bir güçle ile bağlanıyor. İyi anlamadığı, aslında öğrenmediği İslam, halkımızın, çaresizlikler, haksızlıklar, yoksunluklar karşısında başlıca umudu ve güvencesidir. AKP iktidarının İslam tutkunluğu büyük bir tarihi, ulusun varlığını, çağdaş ve laik Türkiye Cumhuriyeti’ni ikinci plana düşürmektedir. Bunu bilge kişi Doğan Kuban Bilim Teknoloji dergisindeki yazılarında çok detaylı anlatıyor. Türkler İslamın doğuşundan çok önce devlet kurmuşlar, İslam dünyasında Atatürk’ün öncülüğünde, çağdaşlığı laikliği benimseyen ilk ve Cumhurbaşkanı dindar ve kindar gençler yetiştirmek istiyor. Dindarı anlıyoruz ama neye karşı kindar? Açıkca bu kin Cumhuriyete ve laikliğe karşı olmak değil midir? tek ülkeyi yaratmışlardır. n Boğaziçi Üniversitesi’nde konu şan Erdoğan bu üniversiteyi yerli ve milli olmaya davet ediyor. Bunu yapmadıkları için onları eksik buluyor. Üniversitelerin evrensel niteliğini, fiziğin, kimyanın matematiğin yerli ve millisi olamıyacağını unutuyor. Ya da bunu hiç öğrenmemiştir. Boğaziçi fikir kulubü öğrencileri, ‘Türkiye siz değilsiniz’ başlığı ile çok çarpıcı bir cevap yazıyorlar. Göreve çağırdığınız Boğaziçililer yani bizler Cumhuriyet çocuklarıyız. Üniversite tarihinde olduğu gibi bugün ve gelecekte de cumhuriyet kazanımlarının, eşit yurttaşlık mücadelesinin ve laiklik ve bilimin öncüsü olmaya devam edeceğiz. n Türkiye halkının yüzde 50 civarında oyunu alan Erdoğan’ı yakından tanımalıyız. Cumhurbaşkanı dindar ve kindar gençler yetiştirmek istiyor. Dindarı anlıyoruz ama neye karşı kin dar? Açıkca bu kin Cumhuriyete ve laikliğe karşı olmaktır. Emine Erdoğan 90 yıllık enkazı kaldırmakta olduklarını söylemiştir. Erdoğan ve eşi kadar açık konuşamayan yandaşlar. kininizi içinizde saklayın demişlerdir. Bakınız Erdoğan gönlündekini nasıl ifade ediyor. Eğitim modeli n “İçimize sütü bozuklar, kanı bozuklar sızdı. 1923’te 650 yıllık çınara darbe yaptılar, cumhuriyet kuruldu. Koskoca imparatorluk yerine itibarsız bir devlet. Şunu bilinki 6 asır 3 kıta, yedi iklime nasıl hükmetti isek Allah’ın izniyle yeniden 3 kıta 7 hükmedeceğiz. Bunalımın temelinde İslamsız inşa edilmiş bir dünya düzeni var. Yeniden ve İslamcı olarak inşası için insanlık yeni fetihlere muhtaçtır. Bütün ders kitaplarının Kuran’a göre bir daha yazılması gerekir. Türkiye cumhuriyetinde eğitim, materyalist ve Batıcı niteliği ile bir bölmek ve yok etmek için dayatma özelliği taşır.” Kayıplarımız büyük Bu günlerde yolları ayrılan liderlerden Abdullah Gül de İslamcılıkta Tayyip Erdoğan’dan geri kalmaz. “Cumhuriyet miadını doldurmuştur. Artık İslami esaslar getirilecek, İslama aykırı yasalar değiştirilecektir” onun sözleridir. Demek ki Laik Cumhuriyet Atatürk çağdaşlığını, laikliği aydınlanmayı koruyamamış, arka arkaya iki cumhuriyet laiklik karşıtı inancını akla bilime üstün tutan iki politikacı lider, halkın oyları ile cumhurbaşkanı olmuşlardır. Türkiye’nin AKP iktidarı ile daha nerelere sürükleneceğini, cumhuriyetçi güçlerin ne kadar, nasıl karşı koyacağını görüp yaşayacağız. Kayıplarımız büyük. Onları telafi etme yeniden uygar çağdaş aydınlanmacı, akla bilime öncelik veren bir ülke olabilir miyiz? Yaşayanlar görecekler. Ben 90 yaşımı sürerken umutlu olmaktan hiç vazgeçmiyorum. İş Bankası olayı: Otoriterlikten totaliterliğe mi? Otoriter rejimler sadece kamu hayatını baskı altına alır, kamuyu denetler, kamu mallarını yağmalar. Totaliter rejimler ise özel yaşamlar dahil, hayatın bütün alanlarına el koyar; kamuyla birlikte özeli de denetler ve özel mülkiyet mallarını da yağmalar. HHH Türkiye, Erdoğan/AKP iktidarında, tedricen, yani yavaş yavaş, kademeli olarak, Parlamenter Demokratik Rejim’den, Otoriter Tek Adam Rejimi’ne götürüldü. 2002’den beri temelleri atılan Otoriter Tek Adam Rejimi, 16 Nisan 2017 tarihindeki şaibeli (Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk’un teşhisiyle “Yok hükmündeki”) Halkoylaması ve 24 Haziran 2018 tarihindeki tartışmalı Cumhurbaşkanlığı Seçimi ile onaylanınca... Tek Adam Yönetimi’ne uyum için atılan pek çok yeni adımla birlikte, İş Bankası’ndaki Atatürk hisselerine el koyma girişimi de kamuoyuna açıklandı. Bu yeni girişim, sıra artık Otoriter Rejimden Totaliter Rejime doğru bir geçişe mi geldi sorusunu akla getiriyor. HHH İş Bankası yönetimindeki CHP temsilcileri, Atatürk’ün vasiyeti üzerine bu vasiyetnamedeki emirleri yürütmekle (vasiyetnameyi infaz etmekle) sorumlu olan tenfiz görevlileridirler. Hisselerden gelen kâr payları da zaten CHP’ye değil, Atatürk Dil ve Tarih Kurumlarına verilmektedir. İktidarın, Atatürk’ün hisselerinin temsilini, bu vasiyeti uygulamakla görevlendirdiği CHP’lilerden alıp onun vasiyetine aykırı olarak Damat Albayrak yönetimindeki Hazine’ye devretme çabası, sadece özel mülkiyet hakkının ve özel hukuk kurallarının ihlali anlamına gelmiyor; aynı zamanda Atatürk’ün arzularına da aykırı olduğu için onun hatırasına yapılan büyük bir saygısızlığı da içeriyor. “Yağma ekonomisi kamu kaynaklarını bitirince, acaba sıra özel mülkiyet kaynaklarına mı geldi” sorusu sorulmaya başlandı. HHH Türkiye’nin en büyük özel bankası olan İş Bankası’nın özel kurallara göre işleyen yapısına iktidar tarafından el konulması: Sadece Atatürk’ün anısına saygısızlık etmekle, özel hukuk kurallarını ve özel mülkiyet hakkını zedelemekle kalmayacak, hem zaten krizde olan ekonomiyi altüst edecek, hem de Otoriter Rejimden Totaliter Rejime doğru geçişin yeni bir adımı olarak algılanacaktır. Erdoğan/AKP iktidarı, bu girişimden derhal vazgeçmelidir. Günay Güner Bir Dil Bayramı gününde, 26 Eylül 2003’te yitirdik Kerim Afşar’ı. Usta oyuncuydu. Yaşamı tiyatroyla tümüyle örtüşmüştü. Her an tiyatro soludu, yaşam boyu... Türkçe ona bayramdı, sevdalıydı anadiline, Türk Devrimine. Çocuklar Kerim Afşar’ın, radyolardan ulaşan o güzelim sesiyle büyüdüler. Tiyatroyu Kerim Afşar’la sevdiler. Yaptığı iş için doğmuş gibiydi. Olanaksızlıklar içinde başarıyla tamamladığı konservatuvar eğitiminin ardından yaklaşık yüz oyunda oynadı. Ankara Sanat Tiyatrosu’ndaki oyunlarıyla da Türk oyun sanatına unutulmaz emeğini sürdürdü. Kerim Afşar, Mustafa Unutulmaz oyuncu Kerim Afşar Kemal Atatürk’ün büyük “Söylev”ini okudu. Bu kayıt Cumhuriyet ekinimize eşsiz bir katkıdır. Eşi Sanatçı Leyla Afşar’la söyleşiyoruz. Kerim Bey’i anlatırken heyecanı gözlerinden okunuyor. Leyla Afşar şunları söylüyor: Başrollerin oyuncusu “Türk oyun sanatının her zaman başrollerde oyuncusu olmuştur. Tragedyalardaki yeteneğini komedyalarda da gördük. Shakespeare kahramanlarında, bağnazlığa karşı savaşırken; Artur Miller’in Cadı Kazanı yapıtın da John Proctor, Peter Shaffer’in Küheylanında Dr. Martin Dysart, Bertolt Brecht’in Galilesi, Ionescu’nun Gergedan oyununda insan kalmak için direnen adamın, Galileo’nun, Berenger’in öyküsüydü Kerim Afşar... Oynamadı, yaşadı! Nâzım Hikmet’in yüreğini, Sait Faik’in insan sıcaklığını yansıtırdı. Buna karşın Kerim Afşar hiçbir yasak karşısında eğilmedi, sadece seyircinin karşısında selam için eğilirdi. Tiyatronun bir var olma sanatı, kültürü olduğunu bizlere hatırlatan ve yaşatan ‘insan’ aktör olarak yaşadı. Hiçbir zaman sesini, onurunu ve oyunculuğunu satmadı. Hoş sedasını bu dünyaya bırakarak perdeyi kapattı...” Bir pulsuz dilekçe Işık Kansu’nun “Bir Pulsuz DilekçeBugün Ne Yazsam?” adlı Uğur Mumcu izlekli oyununda, sağlık sorunları içinde oynuyordu. Dostlarının dinlenmesi yönünde uyarılarını “Ben ölürsem sahnede ölürüm” diye yanıtlamıştı Kerim Afşar. O güzel insanı, yitirişimizin yıldönümünde saygıyla, sevgiyle, özlemle anıyorum. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle