20 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
EDİTÖR: TELEVİZYONDEMET YALÇIN Yayın Akışı 07.00 Güne Merhaba 08.45 Günün Ekonomisi 09.00 Parametre 10.00 Bugün 14.00 Günlük 17.00 Günlük 18.00 Ana Haber 21.00 Ne Oluyor? 22.00 Haber 01.00 Gece Haber Bülteni 06.00 Sabah Haberleri 10.00 Güne Bakış 13.00 Gün Ortası 14.00 Gün Ortası 15.00 Habertürk Gündem 17.00 Ajans 17 19.30 Ana Haber 20.00 Ajanda 21.00 Teke Tek 23.00 1 Gün 02.00 Haber Bülteni 09.20 NTV Para 10.00 Haber Bülteni 11.50 Seyahat Sırları 12.00 Haber Merkezi 13.00 Öğle Bülteni 17.00 Günün İçinden 19.00 Akşam Haberleri 20.00 Ana Haber 21.00 Doğrudan Siyaset 23.50 NTV Para 24.00 Gece Bülteni 06.45 Bugün 08.30 Beni Affet 09.45 Ezgi Sertel ile Lezzetin Haritası 11.00 Duymayan Kalmasın 13.00 Dizi: Dolunay 14.30 Beni Affet 16.15 Balçiçek İlter ile Olay Yeri 19.00 Star Haber 20.00 Dizi: Dolunay 23.30 Dizi: Söz 07.00 Kanal D ile Günaydın 10.00 Hayatın Penceresinden 12.45 Nursel’le Evin Tadı 14.15 Magazin D 16.00 Arka Sokaklar 16.30 Ahmet Hakan’la Kanal D Haber 20.00 Dizi: Tutsak 22.30 Dizi: Tutsak 00.30 TV’de Film 07.00 Gelin Evi 09.30 Zahide Yetiş’le 12.00 Pelin Karahan ile Nefis Tarifler 13.00 Gelin Evi 15.45 Artık Susma 18.45 Ana Haber Bülteni 20.00 Yerli Film: Eyvah Eyvah 2 22.00 Yerli Film: Vizontele Tuuba 00.30 Gece Hattı 08.00 Semra Topçu’yla Güne Başlarken 10.00 Haber Bülteni 11.00 Can Ataklı ile Yazıişleri 13.00 Haber Masası 16.00 Elif Değirmencioğlu ile Yaşama Dair 18.00 Ana Haber 21.00 Tuba Emlek ve Ümit Zileli ile Emlek 07.15 İsmail Küçükkaya ile Çalar Saat 10.00 Mehmet Özer ile Mutfakta 10.45 Kaybolan Çiçekler 13.30 Sen İste Yeter 16.15 Kalbimdeki Deniz 19.00 Ana Haber 20.00 Bizim Hikâye 22.15 Kayıtdışı 01.00 İlk Buluşma 07.30 Gelin Evi 10.00 Müge Anlı ile Tatlı Sert 13.00 atv Gün Ortası 13.55 Aşk ve Mavi 16.20 Esra Erol’da 19.00 Ana Haber 20.00 Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz 23.45 Kim Milyoner Olmak İster? 07.40 Cake Boss 08.30 Buying The Beach 14.10 Say Yes To The Dress 16.00 Save My Style 16.55 Tanked 17.50 Cake Boss 21.30 Love Lust or Run 23.20 Skin Tight 01.00 Alta Infedelta 02.00 Say Yes To The Dress 03.00 Cake Boss BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ İzmir’in Tire ve Ödemiş ilçelerine özgü bir tür pide... İlgi eki. 2/ Sakarya iline özgü bir 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 tür tatlı... Fas’ın başkenti. 3/ Espri... Nazilerin politikasında Germen 4 5 ırkından kimselere yakıştırılan ad. 4/ Sürüp gitme, uzama. 5/ Başlıca 6 7 üyesi Fransız yazar Jules Romains olan ve 8 toplumun ortak bilincini 9 dile getirmeyi amaçla yan edebiyat akımı. 6/ Bir tür deniz taşımacılığı... Reçine. 7/ İzmir’in bir ilçesi... Utanç duyma. 8/ Gizli yer, köşe bucak... İşlenmemiş, ekilmemiş toprak. 9/ Yabancı... Orta Amerika’da bir ülke. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Şamanların ayin sırasında ruhları çağırmak için çaldıkları da vul... Tellür elementinin simgesi. 2/ Tarlalarda sele karşı taştan ya pılmış set... Kokulu bir çörek cinsi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 ÇAĞAN A T E 2 A R F A K FON 3 Ğ ARUS RE 4 L İ KOR İ NOZ 5 ATA ULUS 6 K İ L E OM T 7 KARAFAK İ 8 NA ANOR A K 9 OT İ T NANE 3/ “Tüysüz şeftali” de denilen bir meyve. 4/ En tiz erkek sesi. 5/ Ürenin kanda birikmesi sonucu ortaya çıkan hastalık... Eski Türk güreşlerinden biri. 6/ Bir nota... İri yarı, güçlü kuvvetli ve erkeksi kadın. 7/ Kısa boylu ve tıknaz kimse... Eski Mısır’da güneş tanrısı. 8/ Olağanüstü çekiciliği olan liderlerin kendisine ve kişiliğine, yandaşlarınca yakıştırılan büyüleyici güç ve yetenek. 9/ İtici neden, güdü... Iskarta mal. 12:00 Salı 19 Eylül 2017 kültür Emmy’ler14 EDİTÖR:ÖZNUROĞRAŞÇOLAK Gecenin galibi Hulu dizisi “The Handmaid’s Tale”, en İyi Drama Dizisi dahil toplam 8 ödül alırken tarihte Emmy sahiplerini buldualanilkTVdışıyapımoldu. Televizyon dünyasının en önemli ödülleri olan Emmy’ler sahiplerini buldu. Gecenin galibi Hulu dizisi “The Handmaid’s Tale” oldu. Gecede En İyi Drama Dizisi dahil toplam 8 ödül alırken tarihte Emmy alan ilk TV dı şı yapım oldu. Bilindiği üzre dizinin yapım cısı olan Hulu bir stream sitesi ve başta Netflix ve Amazon olmak üzere bu tarz ya yıncılık yapan kuruluşlar en az TV kanal ları kadar ilgi çekiyor. Emmy’de tarihi bir başarıya imza atan “The Handmaid’s Tale” de böylece bu alanda bir ilke im za atmış oldu. Gecede ya şanan tek ilk bu değildi. “Veep” ile yıllardır Emmy se risi yapan Ju lia LouisDreyfus üst üste altıncı kez Kome di dalında En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alarak bir rekora imza attı. Üç ana kategoride dağıtılan Emmy’lerde Elizabeth Moss Drama kategorisinde “The Handmaid’s Moss (“The Handmaid’s Ta Tale”in zaferi vardı. En İyi Dizi, En İyi le”), En İyi Erkek Oyuncu: Ster Kadın Oyuncu (Elizabeth Moss), ling K. Brown (“This Is Us”), En İyi Yardımcı Kadın En İyi Yard. Kadın Oyuncu: Oyuncu (Ann Dowd), En Ann Dowd (“The İyi Yönetmen (Reed Mora Handmaid’s Ta no) ve En İyi Konuk Oyun le”), En İyi cu (Alexis Bledel) dahil 8 ödül Yard. Erkek alan dizi gecede en çok ödül Oyuncu: John alan iki yapımdan biriydi. Sı Lithgow (“The nırlı Dizi veya TV Filmi kate Crown”) gorisinde yarışan “Big Little Komedi: En İyi Di Lies” da En İyi Dizi, En İyi Ka zi: “Veep”, İyi Ka dın Oyuncu (Nicole Kid dın Oyuncu: Ju man), En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (laura Dern) Julia LouisDreyfus lia LouisDreyfus (“Veep”), En İyi Er dahil 8 ödül al kek Oyuncu: Donald Glover dı. HBO’nun di (“Atlanta”), En İyi Yard. Kadın Oyuncu: Ka zisi “Game of te McKinnon (“Saturday Night Live”), En İyi Thrones” ise bu Yard. Erkek Oyuncu: Alec Baldwin (“Satur yılki yayın dö day Night Live”), Sınırlı Dizi ya da TV Filmi nemi Emmy şart En İyi Dizi: “Big Little Lies”, En İyi Ka manesine uymadı dın Oyuncu: Nicole Kidman (“Big Litt ğı için değerlendirmeye bile alınmamıştı. le Lies”), En İyi Erkek Oyuncu: Riz Ah Ödüller... med (“The Night Of”), En İyi Yard. Kadın Oyuncu: Laura Dern (“Big Little Lies”), Drama: En İyi Dizi: “The Handmaid’s En İyi Yard. Erkek Oyuncu: Alexander Tale”, En İyi Kadın Oyuncu: Elizabeth Skarsgard (“Big Little Lies”). 42. Toronto Film Festivali Türk sinemasının ‘sanal’ varlığı Temelde ödülsüz bir etkinlik olan 42. Toronto Festivali, pazar günü düzenlenen ödül töreniyle(!) son buldu. Yarışmalı bölümü ve ana jürisi olmasa da ulusal sinema ödülleri yanına yıllar içinde eklenen bir dizi ödül, sonuçta uzunca bir liste oluşturmakta. Bu ödüllerin en eskisini, bu yıl 40. kez verilen seyirci ödülünü (People’s Choice Award), Venedik’te Altın Aslan adayı olan Martin McDonagh’ın Adana Festivali seçkilerinde de yer alan “Three Billboards Outside Ebbing, Missouri” adlı filmi kazanıyordu. Bu güz, 25 yıldan bu yana seçkilerinde Türk sinemasına en az yer veren bir Toronto Festivali yaşadık! Ne genç yönetmenlerimiz tanıtılıyordu, ne de bir toplu gösteri vardı. Bir kısa filmle yetinilmişti. Türk sinemasına küsmüş müydü Toronto? Kuşkusuz hayır. Belki de seçicilerin ilgisi azalmış, ya da yorgun düşmüşlerdi. Aslında, görülen o ki, sinemamız olağanüstü bir yıl yaşamıyordu... Yine de, Türk sinemasının sesi özel gösterimler düzenlenerek duyurulmaya çalışıldı. Türler yelpazesinin iki ucunu temsil eden iki film, festivalin ana binasında özel olarak kiralanan 50 kişilik salondaki üç seansta davetlilere sunuldu. Amaç tanıtım ve satıştı. Sanırım bu bağlamda yararlı da oldu. Bir uçta, Oscar yarışında Türkiye’yi temsil etmesi kararlaştırılan “Ayla”; öteki uçta “Buğday” vardı; farklı düzeylerde düşkırıklığı yaratan iki ‘güzel film’... Keşke Koreli küçük Ayla’nın öyküsünü Semih Kaplanoğlu anlatsaydı; “Buğday”ın ağdalı metafizik yoğunluğunu da Can Ulkay biraz öğütüp yüzeyselleştirmeye çalışsa ne iyi olurdu, dedirten, kendi içlerinde tutarlı iki film... Ayrıca, sinemamızın bu kadar farklı örnekler üretebi ‘Three Billboards Outside Ebbing, Missouri’ lecek kadar zengin bir yelpaze sunduğunu göstermek açısından da yararlıydı bu tanıtım gösterimleri... Festival seçkilerinde ön sıralarda yer alan Almanya’nın Oscar adayı Fatih Akın’ın “Solgun”u ile; Türkiye ve Fransız vatandaşı Deniz Gamze Ergüven’in, konusu, mekânı ve diliyle Amerikalı olan “Kings”i de, dolaylı olarak bizim filmlerimiz sayılmaz mıydı? Kısacası, Türk sinemasının Toronto’daki varlığı, bu yıl birçok yönüyle ‘sanal’ bir varlıktı sanki... Etkinliğin son günlerinde gösterilen “Kings”i Düşündürücü kopuş izleyemedenToronto’dan ayrılmak zorunda kalınca, filmin yabancı basında doğurduğu tepkilerden yola çıkan ‘sanal’ bir eleştiriyle noktalayalım. Deniz Gamze Ergüven, gerçek olaylardan yola çıkarken, bireylerin özel yaşamlarına farklı bir duyarlık ve biçem eşliğinde eğilen yaratıcı bir yönetmendir. Bu nedenle de, kendisinden gerçeğin sinemasını yapmasını bekleyenleri yeterince tatmin edemiyor. Özellikle, hikâyenin geçtiği ülkenin seyircileri tarafından daha zor anlaşılıyor. Tıpkı “Mustang”ın Türkiye’de doğurduğu tepkilerde olduğu gibi, gerçeklerin ötesine çıkarak yüceltilen o ‘tanıdık insan’ gerçeğinden rahatsız oluyorlar belki de... Amerikalılar filme bir noktada Fransız kalırken, daha olumlu düşüncelere yer veren Fransız basını, arka planda her tür baskıya, ayrımcılığa, ırkçılığa ve otoriterliğe karşı çıkan politik tavrın altını çizmeyi de unutmuyor. Üç dilli, üç kültürlü Deniz Gamze Ergüven, filmleriyle daha çok Fansız galiba... KONUK YAZAR Türkiye’yi Avrupa’ya yakınlaştıracak bir sahne olarak kurulan İstanbul Bienali’ni 30. yılında nasıl okumalıyız? AYŞEGÜL SÖNMEZ Türkiye’nin içinden geçtiği tüm siyasi ve trajik gündem, aslına bakarsanız, bugüne kadar yapılan bienaller tarafından ya ele alındı ya da ele alınacak beklentisini doğurdu. Bienal, başından itibaren, daha o çözülemeyen Latince kökeniyle modernleşme heveslerimizden biri olurken sanatta en son, en genç, en politik, en yeni, en muhalif olanı gösterecek veyahut göstermesi gereken yerdi. Buna biz profesyonel ve sıradan izleyici kadar seçilmiş küratörler de inandı. Bienal, Türkiye’yi, (Türkiye sanatını değil) Avrupa’ya yaklaştıracak, yine Türkiye’yi, merkez sanat dünyasına entegre edecek, bir sahne olarak kuruldu. Brechtyen gösterisiyle sahneye çıkan küratörler 4WHW’yı hatırlayalım hemen. En light bienal Bu pekâlâ 1930’ların reformist dönemini hatırlatır. O dönem bir yıllığına İstanbul’da çalışmak isteyen, Nazi’lerden kaçan Einstein’ı, İsmet İnönü reddetse de, pek çok “yabancı”, değerli entelektüel Almanya’dan Türkiye’ye gelerek Türkiye’yi Batı’ya entegre edecek hüma Kasia Fudakowski (Galata Rum Okulu) nizmanın kurulmasında öncülük etti. Rahatlıkla modern ulusal özne oluşturma geleneğinin devamının, İstanbul Bienali’nde yaşatıldığını en azından böyle bir arzunun olduğunu söyleyebiliriz. Peki bunun ışığında 15. İstanbul Bienali’ni yani 30 yılın sonuncusunu nasıl değerlendirebiliriz? The Guardian’ın yazarı gibi apolitik, Türkiye’de hiçbir şey olmuyormuş gibi yapan, siyasi ve toplumsal sorumluluktan kaçan bir bienal olarak mı? Türkiye’ye getirmesi gereken nice modern sanatçı varken tanınmamış, ünlü galerilerle çalışmayan, neredeyse kimsenin ismini duymadığı Gürcü, Çinli, Af rikalı sanatçıyı bir araya getiren bir bienal olarak mı? 15. İstanbul Bienali, bugüne kadar yapılmış sadece en light bienal değil, aynı zamanda kendini en az “modernleştirici özne” olarak kurgulayan da. Doğu ile Batı, merkez ile taşra, siyasi gündem ile toplumsal gündem arasında kendisini ilişki kurmak zorunda hissetmediği gibi güncel sanatın tarihini, ikonlarını umursamayan, güncel sanat tarihine saygıda bulunmak zorunda hissetmeyen bir bienal. Teorik anlamda Bakargiev’in bizi okumak öğrenmek çalışmak zorunda bıraktığı 19. yüzyıl mistisizmi veyahut pedagojisi gibi entelektüel katmanlara sahip değil. İyi bir komşuyu arıyor. Hepimiz gibi. Mekânlar içinde mekânlar yaratarak ya da son derece kişisel öykülere yer vererek bunu yapıyor. Bilmediğimiz yeni sanatçıların dışında felsefi metinler bağlantılar getirmiyor. Bu özgürlük, bu 30 yıl içinde önemli bir kopuş. Hem sanatın içinde yer aldığı ve zaman zaman üstüne kapandığı Tarih’inden bir kopuş hem de küratöryal türüklerden bir kopuş. Lakin bu kopuş, bu özgürlük hissi, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne Türkiye’nin AB ile ilişkisi hiç bu denli kesin bir bitişe sahip olmamışken düşündürücü. Tıpkı sergi mekânlarında çalışan, aşağı yukarı her mekânda mutlaka bir tane bulunan tesettürlü bienal görevlileri gibi yadırgatıcı. Avrupa değerlerinden, hümanizmadan neredeyse vazgeçildiği, Avrupa’dan hem mecazi hem de fiziksel olarak uzaklaşıldığı bir dönemde bu özgürlükle nasıl başedebiliriz? Bir seçenek ya da bir zorunluluk ya da bir illüzyon olarak? Benim asıl sorum bu. BİTTİ C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle