04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR BKM Açıkhava’da etkinlikleri başlıyor BKM organizasyonun düzenlediği “BKM mında 10 Ağustos Perşembe MFÖ; 11 Ağus Açıkhava’da” etkinlikleri 9 Ağustos’ta sa tos Cuma “Münakaşa” isimli tek kişilik gös at 21.00’de Candan Erçetin konseriyle baş terisiyle Yılmaz Erdoğan; 12 Ağustos Cu layacak. Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava martesi Şebnem Ferah; 14 Ağustos Pazarte Sahnesi’nde gerçekleşecek etkinlikler kapsa si Anadolu Ateşi; 15 Ağustos Salı Kenan Do ğulu; 16 Ağustos Çarşamba Funda Arar ve 18 Ağustos Cuma “Ata Demirer Gazinosu” isimli gösterisiyle Ata Demirer izleyiciyle buluşacak. Konserler, 19 Ağustos Cuma Candan Erçetin konseriyle sona erecek. Salı 8 Ağustos 2017 EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK [email protected] ‘Gece, yıldızların 15 peşine takıldım...’ “İstanbul’da Gece” serisinde doğduğum kentin, Dünya’nın ve Kozmos’un bir parçası olduğunu hatırlatan ve ‘Karanlığı tanımamı sağlayan yıldızların peşine takıldım’ diyen heykel sanatçısı Nilhan Sesalan’ın sergisi Art On İstanbul Galeri’de 8 Eylül’de açılacak ve 10 Ekim’e kadar görülebilecek. “Gece’nin kolay olmadığının farkındayım. Bu süreçte karanlığı anlamaya çalışıyorum. Tek başına karanlık, kendini bana tarif ‘Polen Çağı’ edemiyordu, sanı rım bu sebeple ışı ğa ihtiyaç duydum ve ‘İstanbul’da Gece’ serisinde doğduğum ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK kentin, Dünya’nın ve Kozmos’un bir parçası olduğunu hatırlatan ve karan lığı tanımamı sağlayan yıldızla rın peşine takıldım. Prehistorik dönemde, açık denizde, orman da ya da çölde insanlığın yönünü belirleyebilmek için yıldızları ta kip etmesi gibi...” Bu sözlerin sahibi yakında ser gisi açılacak olan heykel sanat 2005’te “Polen Çağı” heykellerine başlayan Sesalan, “Doğduğumdan beri oluşan dünya görgümün her şeyle birlikte çok güçlü bir değişim ve dönüşüme başladığını düşünüyordum. Sanki etrafımda neyle buluşması gerektiğini bilemeyen, milyonlarca polen uçuşuyordu” diyor. On yıl sonra Suriye Göçü, sanatçının “Polen Çağı” hissiyle örtüşmüş. “Polen Çağı” dönemi içinde “Köklerim İçin Bir ev”, “Dünya’nın Tüm Suları Birbirine Akar”, “Yolculuk” , “Yedi Deniz”, “Araf”, “Selvi Boyun Benden Uzun” ve “şşş...ülkem” isimli heykel çısı Nilhan Sesalan. “İstanbul’da lerini yapmış sanatçı... Gece” adlı sergi Art On İstanbul Galeri’de 8 Eylül’de açılacak ve 10 Ekim’e kadar görülebilecek. Güncel olayların uydusu olma girdabına kapılmadan, varlığını konumlandırdığı ortamın verilerine de yakın durmaya çalıştığını söyleyen Sesalan, “İstanbul’da Gece”nin ismini karanlık, tedirginlik ve lirizm imgesi üzerine yoğunlaşan düşüncelerinden hatta Sesalan, “Sözle Dolu, Gelince Gitmeyenler ve bir seriye dahil edemediklerim de olduğu gibi tüm fikirler, tahmin edemeyeceğim zamanlarda bende varlıklarını sürdürdüklerini fark ettirirler. Bu sebeple, zamanı Batılılar gibi doğrusal değil Doğulu filozoflar gibi noktasal algıladığımı düşünürüm; her an, her şey, her şeyle karşılaşabilir” diyor. “varoluşunun başladığı kentten” aldığını belirtiyor. Taş, bronz ve ahşap... Sesalan, heykellerinin ana maddesi olarak taş, bronz ve ahşabı kullanıyor. Sesalan’a heykeller oluşum sürecindeyken nasıl gelişiyor diye soruyorum, cevabı “Yaklaşık bir tanımlama ile önce fikir maddeye dönüşüyor sonra zaman içinde yapıtlarımı analiz ederek sözle tarif etmeye başlayabiliyorum ve bundan keyif de alıyorum” oluyor. Sesalan, “Varlığımın katmanlarıyla, sözle, biçimle, sesle, kokuyla ve sadece düşünerek...” diyor ve ekliyor: “Suya düşmüş bir taşın dalgaları gibi yayılıyorum...” Doğanın ve onun bir parçası olan insanın küresel ölçekteki köklü değişimi ve Sesalan’ın yaşadığı coğrafyanın sosyopsikolojik ve kozmolojik yapısı da üretim sürecine eşlik ediyor. Tüm bu söylenenlerden de anlaşılacağı gibi sanatçı bu aralar tüm konsantrasyonuyla “İstanbul’da Gece”nin içinde... Art On Galeri ile Contemporary İstanbul 2017’de de yer alacak olan Sesalan, “Öyle ki, tuhaf bir şaşkınlık duygusunun eşlik ettiği bu süreçte, bazen içimde kendime çarptığım bile oluyor. Yine de biliyorum ki yapıtlarımı ağustos sonu Art On Galeri’ye yerleştireceğim. Sergimiz 8 Eylül’de izleyicisi ile buluşacak... Ayrıca kitabım ‘Sarı’ sergi ile eşzamanlı yayımlanacak ve galeride ilk sunumu yapılacak. Bu arada 12 günüm var ve bu süre içinde Almanya – Black Forest’a ‘Ahşap olmak ya da ağaç olmamak’ isimli heykelimi yapmaya gideceğim” diyor. Tüm bu koşturmacanın sonunda sanatçının sonraki hayali; ekim ayında açık havada, güneşli, aydınlık bir İstanbul gününde saatlerce kitap okumak... ‘Avuçlarımın içinde bir dünya vardı...’ “İstanbul’da, Kosova göçmeni bir baba ve Tekirdağlı bir annenin çocuğu olarak Küçükçekmece Gölü’nün kıyısında iki katlı bahçeli bir evde doğdum. Günümüz İstanbul’unda neredeyse iyice tükenen bostanlardan sebze ve meyve yedim, bu kentin toprağında yetişenlerle doydum. Kıyıların da yüzdüm” diyen heykel sanatçısı Nilhan Sesalan, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Heykel Bölümü’nden mezun olmuş. Sesalan, “1993’te yakın arkadaşlarımızla Kuzguncuk’ta bir atölye tuttuk. Bu küçük atölyemizde, kardeşim Fetiye Boudevin, Cengiz Yüzsever, ben, Hale Pakcan ilk yıllarda hep beraber çalıştık. Malzemeler dışarı taşıyor bize ise atölyede yer kalmıyordu. O günlerden bugüne, sayamayacağım kadar çok hey kel yaptığım, en gündelik olaylardan tüm varoluşa sorular sorduğum atölyelerimin bende heykellerim kadar anısı vardır” diyor. Akademide sınavlara girdiği günü dün gibi hatırlayan Sesalan, “Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi’ni ilk kez 1987 yılında kaydımızı yaptırmaya gittiğimiz zaman gördük. Hangi bölümün sınavlarına gireceğimize karar vermemiz gerekiyordu, bu sebeple tüm bölümleri tek tek gezdik. 1819 yaşlarında iki kız kardeşin komik diyaloglarında, sanırım biraz da kazanamayacağımızı düşünerek, ‘Eee biz bunları zaten yapabiliyoruz, neden okuluna gidelim ki!’ diyorduk. Dar, karanlık koridorlar... “En son Heykel Bölümü’ne bakacaktık, hem de öylesine, gelmişken bir görmek için. Seramik bölümünden çıkıp birinin işaret ettiği dar, karanlık koridorda ilerlerken ‘Orada gerçekten de bir yer var mı’ dedirten tedirginlik, bugün bana adımlarımın sesini, duvarların bedenime olan yakınlığını, rutubet kokusunu ya da hiç ummadığım bir şeyle karşılaşacağımın sezgisini hatırlatıyor olabilir. Koridor bitmiş, kopkoyu mavi – yeşil büyükçe ama hafif kapıyı aralayıp içeri adımımızı atmıştık, sessizdik, tavan yüksek, ışık loş, koku tanıdık de ğildi. Kimse yoktu, poşetlerle sarılmış çalışmalar kurumaya başlamıştı, tıpkı havuzdaki çamurlar gibi. Aradık, biçim verebileceğimiz yumuşaklıkta bir parça bulduk. Sanki avuçlarımızın içinde bir dünya vardı” diyerek anlatıyor. PEN’den ‘dil ırkçılığı’ açıklaması PEN Türkiye sosyal medyada Ulsulararası PEN’e yapılan suçlamalarla ilgili bir açıklama yayımladı. “Sosyal Medya Azizliği” başlıklı açıklama şöyle: “Bugün bir de baktık Uluslararası PEN Merkezi, dil ırkçılığı yapıyor diye sosyal medyada topa tutuluyor. Vay öyle mi diye PEN Türkiye Yönetim Kurulu olarak tam öfkelenecektik ki, durun hele bir araştıralım dedik. Ve şunu öğrendik: Hayır, Uluslararası PEN, dil ırkçılığı yapmıyordu ve bu yargısız infazı hak etmiyordu. Yaptığı şuydu: İngiltere’nin “The Guardian “ gazetesi , “Stand Stil, Stay Silent” ( Rahat Dur, Konuşma) çizgi roman sitesinin yaratıcısı Minna Sundberg adlı sanatçının açıklamalarına yer vermişti. Kullandığı karakterlerin hangileri farklı diller konuşsa da anlaşabilir, hangileri anlaşamaz diye uzun uzun açıklamak yerine bir de illüstrasyon gerçekleştirmişti. Amaç İsveç, Norveç, Danimarka ile Fincenin farklılığını vurgulamaktı. İşte Uluslararası PEN bunu yayımlamıştı. Sanatçıyı Altay dillerini, Afrika dillerini kullanmadı diye suçlamak abes olur!” Ahmet Cemal bizimle Ahmet Cemal’i sonsuzluğa uğurladık. Uygarlığı gerçek anlamda özümsemiş bir aydın kişiydi. Yaşamı boyunca ürettikleriyle yaman bir kültürsanat insanı olduğunu pek çok kez kanıtladı. Olgunluk döneminin daha nice güzel ürünlerini verecekti. Erken gitti... Eğitimci, çevirmen, eleştirmen olarak tiyatrodaki emeği büyüktür. 2001’de İBBŞT’nin Türk Tiyatrosu dergisinde yayımlanmış, tiyatronun kent yaşamındaki önemine ilişkin tartışmalara önemli katkısı olan ‘Kentleşmenin Ölçütü Olarak Kent Tiyatroları’ başlıklı yazısından bölümleri, yerim yettiğince anımsatmak istiyorum. Yazdıklarıyla hep aramızda olduğunu bilmek iyi geliyor. “Batı’da burjuva sınıfının gelişmesindeki en önemli dönüm noktalarından birini, bu sınıfın sanata ve eğitime verdiği önem oluşturur. Ticaretin en ideal mekân olarakkentlerde odaklaşmasıyla birlikte hızla gelişen burjuva ya da ‘kentsoylu’ sınıfı, bu gelişme sürecinde eğitime verdiği önemin doğal bir sonucu olarak, sanatın insanı eğitmedeki gücünün bilincine de erken dönemlerinde varmıştır. Bu bilinç, devletin, yani siyasi iktidarın yanı sıra, burjuva sınıfının kendi girişimleriyle sanat kurumlarını oluşturmasıyla iyice açığa çıkmıştır. Günümüzde, dünyanın önemli ve geleneksel sanat merkezlerinde kökü kimi zaman epey eskilere dayanan, belli özel vakıfların ya da ailelerin koruması altında bulunan sanat kurumlarının (tiyatro, konser ve sergi salonlarının, orkestraların, eğitim kurumlarının, kitaplıkların vb.) işlerliğini hâlâ koruması, yukarıda sözünü ettiğimiz bilincin somutlaşmasıdır. Yine bu bilinç, Batı’da zaman içersinde neredeyse kentleşmenin bir ölçütüne de dönüşmüştür. Başka deyişle bugün bir kentin kendini gerçek anlamda kent olarak algılayabilmesi, dışarıya karşı da kendini yine gerçek anlamda kent kimliğiyle sergileyebilmesi, belli sanatsal odaklaşmalar gerçekleştirmiş olma koşuluna bağımlı bulunmaktadır. (...) Durum şöyle de dile getirilebilir: Bir kent uygarlığının en temel varlık koşullarından biri, o kentte sanatın şu ya da bu ölçüde kurumlaşmış olması, yani o kentin halkı için sanatın bir tür gereksinime dönüşmesidir. Bu bağlamda tiyatro, sözünü ettiğimiz kent uygarlığı çerçevesinde eskiden beri özel bir önem ve işlev taşımıştır. Tiyatro, tarihi boyunca ancak politik, başka deyişle eleştirel olabildiği ölçüde tiyatro olabilmiştir. ... Tiyatro sanatına gönüllü olarak yer veren, o sanatı destekleyen bir toplumsal yapı, tiyatro aracılığıyla eleştirilmeyi de daha baştan göze almış bir toplumsal yapı olmaktadır. Olayı kentsel boyutlar içerisinde ele aldığımızda, yukarıdaki açıklamalar ışığında karşımıza çıkan manzara şudur: Kentinde tiyatro oluşturmuş bir kent yönetimi ya da yerel yönetim, kendini ve toplumunu bu sanat aracılığıyla yöneltilecek eleştirilere de açacak kadar olgunlaşmış bir yönetimdir ya da öyle olması gerekir! Çünkü tiyatro, tarihsel gerçeklerin de açıkça ortaya koyduğu gibi, salt göstermelik sayılamayacak kadar ciddi bir iştir. Günümüzün kimi önemli tiyatro tarihçilerinin tiyatroyu, aynı zamanda toplumsal bir kurum niteliğini taşıyan bir sanat saymalarının nedeni de budur. İzleyicisi ile her zaman organik bir bağ içerisinde olan, olması gereken tiyatro doğal olarak ilk başta izleyicisini, onun yaşamını ve dünyasını mesele edinir ve bunu da, kendi yapısı gereği, eleştirel tutumla yapar. (...) (Tiyatroyu) ... bir kentin olmazsa olmaz parçası sayma (anlayışı), kent uygarlığının ve gerçek anlamda kentleşmenin de en güçlü simgesidir.” Ahmet Cemal’in saptamaları, ‘kentleşme’ süreçleri içinde duyarlılıkla göz önüne alınmalıdır. Yoksa, inanılmaz bir hızla birbiri ardından dikilmekte olan ‘süper lüks’ yapılar, kültür/sanat yoksulu insanların devinmekte olduğu bir beldeyi ‘uygar’ kılmaya yetmeyecektir. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle