02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Çarşamba 26 Temmuz 2017 haber EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: ZARİFE SELÇUK 13 ‘Ele geçirme’ değil ‘seçilme’ Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu üyesi Önder Çelik, Vakfı üyeliğine seçimle geldiğini belirterek “Ele geçirme suçlamasını reddediyorum. Cumhuriyet Vakfı kimsenin tapulu malı değildir” dedi Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu üyesi Ön der Çelik, Cumhuriyet vakıf seçiminden ötürü Cumhuriyet’e ceza davası açılmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek KEMAL GÖKTAŞ “Vakıfta ele geçirme yok, seçilme var” dedi. İddia namede, 6 yıl önce oto ta mir parası olarak 345 TL gönderdiği hesap sahibi nin, bundan 8 yıl önce çalıştığı şirket hakkında iş CANAN COŞKUN lem yapılmış olması ne deniyle kendisinin de şüpheli sayıldığı nı anlatan Çelik “Bu kadar komiklik ol maz” dedi. Çelik, İstanbul 27. Ağır Ceza Mahke mesi’ndeki duruşmanın 2. gününde sa vunma yaptı. Cumhuriyet gazetesinde 34 yıldır çalıştığını belirten Çelik, 1985 99 arasında İşletme Müdürü olarak gö rev yaptığını ve 2002 yılından itibaren de “Matbaalar Koordinatörü” olarak ça lıştığını anlattı. Gazetede matbaalar ve teknik altyapılarını kurup yönettiğini ifade eden Çelik “Tutuklanmamdan kısa bir süre önce baskı ve dağıtım konusun da Sabah gazetesi baskı ve dağıtım so rumluları ile görüşmelerime devam edi yordum” dedi. ‘Seçilmek suç sayıldı’ İddianamede 2013 yılından sonra Cumhuriyet Vakfı yönetimine seçilmiş olmasının suç sayıldığını ifade eden Çelik, “Vakıf yönetimine seçilmiş olmakla ele geçirmek arasında fark vardır” diyerek şunları anlattı: “Cumhuriyet Vakfı’nın kuruluşundan beri danışma ‘FETÖ tehlikesini Cumhuriyet anlattı’ İlhan Selçuk ile birlikte uzunca yıllar görev almış çalışma arkadaşlarım ve bana yöneltilen “yayın politikasında değişiklik” yaptığımız yönündeki iddiayı reddediyorum. Cumhuriyet gazetesi haberleri ve yazılar siyasal iktidarın hoşuna gitmeyen, kendisine aykırı olan haber ve yazılardır. İddia makamı kendince seçtiği Cumhuriyet gazetesi haberlerini istediği gibi yorumlamış“örgüte yardım ve destek” olunduğunu ileri sürerek ve niyet okumak suretiyle suçlamalar yaratmaya çalışmıştır. Cumhuriyet gazetesinde çalıştığım süre içerisinde FETÖ’nün Türkiye için nasıl bir tehlike olduğunu herkese ve bütün dünyaya anlatmaya çalıştığımız halde herkes kulaklarını tıkadı. Bu dönemde hiçbir yayın organı FETÖ ile mücadele konusunda yayın yapmıyordu. Cumhuriyet gazetesi sarsılmaz bir gazetecilik anlayışı ile laik demokratik hukuk devletini hiçe sayan bu örgütü anlatmaya devam ediyordu. kurulu üyesiyim, İlhan Selçuk tarafından 2002 yılında yapılan öneriyle vakıf yönetim kurulu üyeliği yaptım. Önceki yıllarda bizzat İlhan Selçuk tarafından önerilerek vakıf yönetim kurulu üyeliğinde bulunmam nedeniyle 2013’de adaylık için başvurdum. Benim dışımda, Arif Kızılyalın, Leyla Tavşanoğlu ve Mustafa Pamukoğlu’da aday oldu. Ben seçildim. Vakıflar Genel Müdürlüğü 2 Nisan 2013 ve 7 Ekim 2013 tarihindeki seçimlerin yenilenmesini istedi. Yeniden seçildim. Yeniden itiraz edildi ve 18.02.2014 tarihli seçim sonuçlarının hukuken geçersiz olduğu iddia edildi. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yeniden görevlendirdiği araştırmacı Sabri Kızıltan seçimin tekrarlanması yönünde rapor verdi. Buna itiraz sonucunda görevlendirilen Vakıflar Başmüfettişi Mustafa Batu ise yapılmış olan seçimlerin hukuka uygun olduğu yönünde rapor verdi. Alev Coşkun ve arkadaşları İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açtılar. Yapılan yargılama sonucunda Mahkeme 2 Mayıs’taki seçimlerin iptaline hükmetti. İstinaf incelemesi halen sürmektedir. Hukuki ihtilaftan yaratılmaya çalışılan ‘ele geçirme’ gibi anlamsız suçlamanın ceza davasında yeri yoktur. ‘Kimsenin tapulu malı değil’ Cumhuriyet Vakfı kimsenin tapulu malı değildir. Asıl sorumluluk, Cumhuriyet gazetesinin Vakıf senedi ve yayın ilkeleri ışığında, Cumhuriyet gazetesi için yola çıkarak görev almaktır. Görev ve sorumluluklarım hiç kimse tarafından suçmuş gibi ileri sürülemez, reddediyorum. Vakıf seçimleri ile başlayan ‘ele geçirme’ olarak iddiaya dönüştürülen suçlamaları reddediyorum. Bu suçlamaların hukuki dayanağı yoktur ve gerçeklere aykırıdır. Cumhuriyet Vakfı’nın yönetim kuruluna “seçilmiş” olmam; Vakfı ele geçirmek değildir. Hukuki bir seçimde ‘hukuka aykırılık’ bulunduğu iddialarının ‘ele geçirme’ gibi kriminal bir süslemeyle suçlamaya dönüştürülmesini, bu yolla yaratılmaya çalışılan ‘algı’ ve bu yöndeki suçlamaları şiddetle reddediyorum. Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan haber ve yazılardan sorumlu olduğum iddiası ise hukuki değildir. Bu yaklaşımın hukukumuzda yeri yoktur. Basın Kanunu’nda yer alan cezai sorumluluk yüklenen kişilerden değilim. ‘Alev Coşkun ceza istiyor’ Gazete tirajında düşüş meydana gel diği iddiası gerçeğe aykırıdır. Başkalarının kişisel dünya görüşleri ve politik düşüncelerini yansıtan görüş, yorum ve düşmanlıkları üzerinden kimse için suçlama yaratılamaz. İnan Kıraç’ın ifadesinde eleştirdiği dönemde beraber çalıştığı Genel Yayın Müdürü İbrahim Yıldız’dı. Alev Coşkun, vakıf meselesini hukuki mecrada yürütmek yerine, buradan çıkarıp, ceza soruşturmasına konu etmek amacıyla beyanlarda bulunuyor. ByLock kullanıcısı olduğu tespit edildiği ileri sürülen 3 şüpheli, hakkında soruşturma yapılan 1 şüpheli ve şu anda tutuklu bulunan bir kişi ile irtibatta olduğum iddia edilmektedir. Cumhuriyet gazetesi muhasebe finans sorumlusu olan Emre İper ile irtibatlı olmak kadar doğal bir şey olamaz. Kaldı ki Emre İper telefonunda ByLock bulunmadığı bilirkişi raporuyla ispatlandığı halde tutuklanmıştır. t‘Nuityuektlaomkuayyuappılamaz’ Muhalif bir gazetede çalışmak ve yönetici pozisyonunda bulunmanın, ülkemizde dün de bu günde risk taşıdığını bilmekteyim. Laik, demokratik, özgürlüklerden ve adaletten yana olmak, Ata türk ilkelerine bağlı olmak benim için vazgeçilmez bir dünya görüşüdür. Niyet okuyup gazete yöneticisi tutuklamak, hoşa gitmeyen yazı ve haberleri toplayıp ‘örgüte yardım ve destek’ gibi niyetler okuyarak suçlar çıkartılamaz.” Bu kadar komiklik olmaz Yasemin Mutlu’ya, 2011 yılında 345 TL göndermişim. Bu havale şüpheli bu lunmuş. Evet gönderdim. O hesap oto tamir bedeli karşılığında, arabamı tamir eden Nadir Mutlu’nun bildirdiği bir he saptı. Tamir karşılığı bildirdiği hesaptır. 2011 yılında. Bana verdiği bu hesap çok büyük olasılıkla soyadı benzerliğinden ötürü eşine ya da bir akrabasına aittir. Ama mesele burada bitmiyor. 2011 yı lında oto tamir bedeli olarak gönderdi ğim hesap sahibinin, 2009 yılında ça lıştığı şirket nedeniy le şüpheli bulun muştur. Yani be nim oto tamir bedeli için bun dan 6 yıl önce gönderdiğim he sabın sahibinin bundan 8 yıl ön ce çalıştığı şirke tin işlem görmüş olması ne deniy le ben şüpheli hale gel Önder Çelik mişim. Bu ka dar ko miklik olmaz. Mahkemenin durumu zor Ortada ne bir suç şüphesi ne de bir eylem var. Hal böyle olunca yargılama makamındakiler gerçeğin bu apaçıklığı karşısında en çok soru sorarken bocalıyor Özel ve güzel bir dava bu... Ceza hukukunun temel bir amacı vardır: Gerçeğe ulaşmak. Hak kında suç isnat edilenin o suçu işle yip işlemediğine ilişkindir bütün o ka lın kitaplar, adliye binaları, hâkim cüp peleri, mübaşir bağrışları... Cumhuri yet davasının görüldüğü havasız sa londa ise insanlı ğın büyük bedeller le kazandığı bu il kenin tamamen ter sine çevrildiği bir ruh dolaşıyor. Uzun ak saçlarıyla kür süye gelip “Zama KGeömktaal ş nın bu ruhunu reddediyorum” diyen Cumhuriyet’in avukatı Bülent Utku’nun sözleri karşısında muktedirin duyduğu huzursuzluk tam da tarih saa tinin ve bu birikimin geriye çevrileme yeceğini bilmesinden kaynaklanıyor. Savcı ve mahkeme heyetinin, “zama nın ruhu” nedeniyle sanık sandalye sinde oturan Cumhuriyetçiler karşısın daki durumu ise çok zor. Ortada ne bir suç şüphesi ne de bir eylem var çünkü. Hal böyle olunca yargılama makamın dakiler gerçeğin bu apaçıklığı karşısın da en çok soru sorarken bocalıyor. Ya yın danışmanı ile basın danışmanı, ya yın koordinatörü ile haber koordinatö arkadaşlarımız Aç bırakıldılar Cumhuriyet davasında tutuklu yargılanan arkadaşlarımız, duruşmalar boyunca bazı evraklarına izin verilmemesi ve kravatların toplanması gibi uygulamaların yanı sıra kötü beslenme koşulları ile karşı karşıya kaldılar. Yakınlarının getirdiği yemekler arkadaşlarımıza verilmedi. Bunun yerine verilen kumanya ise yenilemeyecek kadar kötüydü. Arkadaşlarımız akşam geç saatlerde cezaevine döndükleri halde kendilerine akşam yemeği de verilmedi. rü arasındaki fark bir soru oluyor örneğin ya da vakıf üyesi olmadığını söyleyen Kadri Gürsel’e “Niye vakıf üyeliği ile ilgili savunma yapmadınız” diyebiliyor savcı. Bir aşamada “Falanca örgütlerin terör örgütü olduğunu düşünüyor musunuz” sorusuna muhtaç kalıyor yargılama heyeti... Sorusuzluk o kadar zor ki, Murat Sabuncu’nun Cumartesi Anneleri’ne atıf yapıp “devletin kaybettiği insanlar” ifadesini kullanmasından huzursuzlanan mahkeme başkanı “Bildiğiniz bir şey mi var” diye soruyor. Sabuncu’nun Berfo Ana’yı hatırlatıp “Devlet yanıtlasın bu soruyu” demesi karşısında suskunlaşması da bu yüzden. Oysa yıllardır 23 yıl önce gözaltında kaybedilen eşi Fehmi Tosun’u arayan Hanım Tosun, duruşma kapısına kadar gelmiş ve içeri alınmamıştı. İçeri girebilse mahkeme başkanının “Bir bildiğiniz mi var” sorusuna yanıt verebilirdi belki... Gazete manşetlerini savunmanın tutuklandıktan sonra cezaevi girişinde soyularak aranmasından daha ağır olduğunu söylüyor Murat Sabuncu. Gazeteciliği sevmek sadece bir mesleği sevmek değildir. Gazeteciliği sevmek hakikati sevmektir, hakikatin gün yüzüne çıkmasını, insanla buluşmasını, hayatı değiştirmesini sevmektir. İşte Sabuncu’nun hissettiği bu derin tutkunun ve cesaretin adını Cumhuriyet avukatı Bülent Utku koyuyor: “Cesaret hakkı. Bu herkesten istenmez ama gazeteciler ve hukukçular için bir görevdir.” Gökyüzü yasak... “Görmek istersen denizi, yukarıya çevir yüzü; deniz gibidir gökyüzü...” Murat Sabuncu beyaz gömleği ve bembeyaz sakallarıyla bu dizileri okuduktan sonra ekliyor: “Bize gökyüzü de yasak. Çünkü dikenli teller çektiler görmememiz için.” Ahmet Şık’ın annesinin getirdiği yemekler verilmiyor. Öğlen verilen kumanya ise yenilenecek cinsten değil. Geç vakit cezaevine dönen Cumhuri yetçilere yemek de verilmiyor. Aç bırakılıyorlar. Kadri Gürsel’in çocuğuna sarılması yasak. Her biri bu ülkenin yüz akı gazetelerinden birinde çalışmak dışında suçu olmayan insanlar. Daracık, havasız bir mahkeme salonunda etraflarını çevreleyen jandarmalar arasında oturuyor. Tarihin, hukukun, aklın, vicdanın, insanlığın ince çizgileri arasında dolaşıyor. FETÖ sanığı bir savcının yürüttüğü soruşturma sonunda açtığı davada savunma yapan Cumhuriyetçilerin bu çelişkiye dikkat çekmesi rahatsız ediyor savcıyı. “İddianamenin altında onun imzası yok” diyor, bütün soruşturma aşamalarını onun yürüttüğünü bile bile. Akın Atalay ise “Soruşturmayı yapan savcı Murat İnam’dır. İddianamenin altında farklı 2 ismin olması bu davanın özelliklerinden, güzelliklerinden biridir” diye yanıtlıyor. Özel ve güzel bir dava. Hayatlarından, çocuklarından, eşlerinden, sevgililerinden, torunlarından, özgürlüklerinden ayrı düşürülen 12 insanın “cesaret hakkını” kullanarak güzelleştirdikleri bir dava Cumhuriyet davası... Sonu ne olursa olsun, karar ne çıkarsa çıksın Cumhuriyetçilerin o daracık duruşma salonunda savundukları değerler, bu karanlık günlerde ihtiyaç duyduğumuz taze bir nefesi, sıyrılıp gelen ışığı taşıyor ülkeye... ADLİYEDEN İZLENİM Masumiyet yargılanıyor Çağlayan’da önceki gün başlayan Cumhuriyetçilere yönelik dava, bir süredir iktidar sözcülerinin ağız bir liği ederek yaptıkları “Türkiye’de gazetecilik yaptığı için tutuklu olan kimse yok” açık lamasını mahkeme eliyle tekzip etti. Üç kuvveti bilmeyen yoktur. Yasama, yü rütme ve yargı. Bilme yenler olabilir ama tüm dünyada dördüncü EGrüdlem kuvvet de basındır. Cumhuriyet’ten arkadaşlarımızın acımasız suçlamalarla yargı landığı dava, dördüncü kuvvetin üçüncü kuvvet aracılığıyla etkisizleştirilmesi girişi midir. Aslında 16 Nisan referandumunda Türkiye’de kuvvetler ayrılığının sona erip üç kuvvetin de tek elde toplandığı değerlen dirmeleri çokça yapıldı. Tüm gelişmeler de bu değerlendirmedeki kaygıları haklı hale getirecek şekilde yaşanıyor. Bu kaygılar çerçevesinde bakılırsa Cumhuriyet’e ve ar kadaşlarımıza yönelik dava üç kuvvetin bir leşerek dördüncü kuvvete savaş açmasıdır. Buz gibi Biz gazeteciler ne kadar elimizden geleni yapsak da iktidarın “Türkiye’de gazetecilik yaptığı için tutuklu olan kimse yok” sözünü bu dava kadar etkili anlatamazdık. Bu dava mahkeme eliyle iktidarın içeriye ve dış dünyaya dönüp söylediği “Hapiste gazeteci yok” sözünü net bir biçimde ortadan kaldırdı. Çağlayan’daki duruşma salonu buz gibi bir gazetecilik davasıdır. Hatta bugüne kadar gazetelere ve gazetecilere yönelik davaların daha da ötesine geçip, doğrudan gazeteciliği yargılayıp kriminalize etme amacını gözler önüne net bir şekilde serdi. Zaten savcının iddianamesi de, arkadaşlarımıza sorulan soruların içeriği de artık gazeteciliği yargılayıp cezalandırmak amacının hiçbir şekilde gizlenmediğini gösterdi. Yani açık açık bu davada “yazdığınız, çizdiğiniz, manşet yaptığınız her şeyi yargılarım” deniliyor. İç huzurun nedeni Zaten tutuklu olarak peşin peşin cezalandırılan ve üstüne de OHAL nedeniyle her türlü hakları elinden alınan arkadaşlarımızı 9 ay sonra ilk kez mahkeme salonunda görebildik. Yüzlerinde, bakışlarında, tavırlarında alabildiğine iç huzuru taşıdıklarını gördük. Bunun nedeni çok basit. Evet, Türkiye’deki adalet sistemi açısından kendilerine yöneltilen akılalmaz suçlamalar konusunda üzgünler. Ama yüzlerine yansıyan iç huzurunun asıl nedeni masum oluşları. Savunmalar cumaya kadar devam edecek. Cuma günü mahkeme tutukluluklarının devamı ya da tahliye konusunda karar verecek. Mahkeme cuma günü ne karar verirse versin, iki günlük duruşmanın özetinin başlığını sorarsanız rahatça söyleyebilirim: “Masumiyet yargılanıyor” C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle