30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KAMRUTSA Cumartesi 22 Temmuz 2017 EDİTÖR: ALPER İZBUL TASARIM: ZARİFE SELÇUK Gazetemiz yazar, çizer, yönetici ve avukatları ifadelerinde Karikatür desuçlamaların akla ve hukuka aykırı parmaklıklar ardındaolduğunuanlatmayaçalıştı,ama... Türkiye’nin önde gelen karikatüristlerinden biri olan Musa Kart, Cumhuriyet soruşturmasında gözaltına alınan ve tutuklanan gazeteciler arasında yer aldı. Musa Kart, 1985 yılından bu yana Cumhuriyet gazetesinde çiziyor. Musa Kart, hakkında gözaltı kararı çıkarıldığını, Cumhuriyet operasyonunun başlamasından saatler sonra gazetede öğrendi. Kart, gazetenin önünde bir açıklama yaparak “Yıllardır bu ülkede yaşadıklarımızı karikatüre dönüştürmeye çalışıyorum. Ama inanın şu an kendim bir karikatürün içerisinde yaşıyorum, öyle hissediyorum. Bugüne kadar FETÖ ile PKK ile ilgili yüzlerce, binlerce karikatür çizdim. Ama bugün öne sürülen gerekçeye baktığımızda gerçekten bir komiği yaşıyoruz” dedikten sonra evine gitti ve gözaltına alındı. Ardından gözaltı kararını duyduktan sonra kaçmayarak evine gittiği halde “kaçma şüphesi var” gerekçesiyle tutuklandı. İddianamede Kart’ın 2 ByLock kullanıcısı ve haklarında FETÖ/PDY soruşturması bulunan 4 kişiyle iletişim kaydının bulunduğu belirtildi. HTS kayıtlarına göre suçlama konusu edilen görüşmelerden biri hâlâ ulusal kanallarda reklamları dönen çok ünlü bir tur şirketiydi. Kart savcılıkta verdiği ifadede Cumhuriyet Vakfı senedinde kabul edilmiş ve kuruluş amacı olan ilkeler gereği gazetenin terör örgütleri ile bağlantısının kurulama yacağını belirterek gazetede darbe girişimine yönelik çok sert yazılar yazıldığını ve manşetler atıldığını söyledi. HAKAN KARA hab2e0rymılüldıkürü 32yıldır Cumhuriyet’te çalışan Hakan Kara da “yayın politikası değişikliği” gerekçesiyle gözaltına alınan ve tutuklanan isimler arasında yer aldı. Kara’ya yöneltilen suçlamanın trajikliği, onun 20 yıl boyunca haber müdürlüğü görevini üstlenmesine rağmen Vakıf Yönetim Kurulu üyesi olduktan sonra “yayın politikası değişikliğinden” sorumlu tutulması oldu. İddianamede diğer vakıf yöneticilerine yöneltilen suçlamada olduğu gibi kopyalayapıştır yöntemiyle yazılan “2013 yılından sonra yönetime gelen ve radikal bir yayın değişikliği yapan diğer şüphelilerle ortak hareket ettiği, gazetenin yayın politikasından hukuken sorumlu olduğu” suçlaması yöneltildi. İddianamede ayrıca Kara’nın 2 ByLock kullanıcısı ile haklarında FETÖ/PDY soruşturması bulunan 2 kişiyle iletişim kaydı bulunduğu iddiası da yer aldı. Oysa HTS kayıtlarına göre ByLock kullanıcısı olduğu belirtilen kişilerle ol duğu iddia edilen iletişim yalnızca bu kişilerin Kara’ya mesaj atmasıydı. Kara, kendine yöneltilen suçlamalarla ilgili Emniyet’teki savcılık sorgusu ve hâkimlik sorgusu sırasında şunları söyledi: “Soruşturma dosyasında tek bir sayfada adım geçmiyor. Biz FETÖ ile ilgili yazı yazdığımız zaman ortada hiçbir gazete yoktu. Bilirkişi raporu ‘Zaman gazetesi ile Cumhuriyet gazetesi aynı manşeti atmış’ diyor. Aynı gün, aynı haberi, farklı 7 gazete aynı başlıkla manşetten vermiştir. Raporda bundan bahsedilmiyorsa, bilirkişi yanlıdır. Son yıllarda 54 bin 740 haber başlığı yapmışız. Sade ce bir tane haber başlığının çakışması normaldir.” Kara sorgusunun sonunda şu cümleleri de ekledi: “Gazetemiz Cumhuriyet, laiklik, demokrasi, insan hakları üzerine yayın yapar. Bunu da Türkiye’de ve dünyada herkes bilir. Bu ilkeler doğrultusunda yaptığımız yayın yüzünden bu yıl alternatif Nobel ödülünü aldık. Türkiye’de ilk defa bir gazete böyle bir ödül aldı.” ÖNDER ÇELİK ZMOaRtLbAaMaAsSoUrÇuLmAlMuAsu...na Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu üyelerinden Önder Çelik tutuklanmadan önce gazetenin basım, matbaa ve teknik işleriyle ilgilenmekteydi. Savcılığın iddianamesinde de 30 yıldır Cumhuriyet’te çalışan Çelik’e yöneltilen tek suçlama ‘vakıf üyesi’ olmasıydı. Yıllarını Cumhuriyet gazetesi için harcayan bir basın emekçisinin vakıf üyesi olması onun “terör örgütüne yardım etmek”le suçlanmasına yetiyordu. Savcılık, Çelik’e “3 ByLock kullanıcısı ile haklarında FETÖ’den dolayı soruşturma bulunan 2 kişiyle iletişim kaydı bulunduğu” suçlamasını da yöneltti. Çelik’in görüştüğü ve ByLock kullanıcısı olduğu iddia edilen Cumhuriyet’in muhasebe çalışanı Emre İper telefonunda ByLock olmadığına dair uzman bilirkişi raporuna rağmen tutuklanmıştı. Önder’in “iletişim irtibatı” olduğu iddia edilen diğer isimlerle tek irtibatı ise bu kişilerin bir kez mesaj göndermelerinden ibaretti. Önder, Cumhuriyet’e yönelik suçlamalara ilişkinse şunları söyledi: “Bize bahsettiğiniz itham ve iddiaların gerçekten akılla ve mantıkla izah edilebileceğini, hukuki anlamda da izah edilebileceğini sanmıyorum. Yapılan bu suçlamalarla sadece gazetemizin ve gazetecilik anlayışımızın yargılandığı kanaatindeyim. Nitekim bu soruşturmayı açan, iddia edilen sözde kanıtları toplayan ve gözaltına alınmamız kararını veren savcının FETÖ üyeliğinden sanık olduğu, iki kez müebbet hapis istemi ile hakkında dava açılmış bir kişi olduğu ortaya çıkmıştır. Bu niteliklere sahip kişinin hakkımda soruşturma yürütemeyeceği ve suçlamada bulanamayacağı ortadadır. Özgürlüğüm hukuksuz olarak gasp edilmektedir.” Kitap Eki Yönetmeni’ne ‘vakıf üyeliği’ tutuklaması Cumhuriyet’i susturma amaçlı operasyonda usul, hukuk bir yana insan ak lını zorlayan onlarca skandal yer aldı. Bun lardan en çarpıcısı Cumhuriyet Kitap Eki Yö netmeni Turhan Günay’a ısrarla “Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu üyesi” ve “Yenigün Ha ber Ajansı”nda birinci derecede imza yetki sine sahip’ olduğu iddiasının söylenmesi ol du. Günay’a ifadesinde 31 kez “Yönetim Ku rulu üyeliğini yaptığınız Cumhuriyet gazete si” diye başlayan sorular yöneltildi ve Günay her seferinde “Ben yönetim kurulu üyeliği ni 20112013 arasında yaptım, artık üye de ğilim” karşılığını verdi. Buna rağmen akla ay kırı “Günay’ın, Vakıf ve Yenigün Ha ber Ajansı üyesi olduğu” iddiası id dianamede, hatta Günay’ın tutuklu ğuna karşı Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuru için Ada let Bakanlığı’nın gönderdiği savun mada da devam etti. Adalet Bakan lığı da Anayasa Mahkemesi’ne yaptı ğı başvuruya ilişkin gönderdiği görüşte “vakıf ve haber ajansı yönetici si” olduğu ya lanını tekrar ladı. Bakan lık, savcılığın iddianamesin deki suçlamala TURHAN GÜNAY rın “kuvvetli suç şüphesi” oluşturduğunu ileri sürdü. Avukat Güngör’ün ‘suçu’ vakıf üyesi olmak Gazetemizin avukatlarından Mustafa Kemal Göngör hakkındaki suçlamalar da di ğer vakıf yöneticileri gibi yayın politikası de ğişikliğine giden yeni yönetim kurulunda üye olmak iddiasıydı. İddianamede “Güngör’ün 18 Şubat 2014’te İnan Kıraç’ın yerine vakıf yöne tim kurulu üyeliğine getirilmesi” suçlama ko nusu olarak yer alırken, “2013 yılından son ra yönetime gelen ve radikal bir yayın politi kası değişikliği yapan diğer şüphelilerle ortak hareket ettiği, gazetenin yayın politikasın dan hukuken sorumlu olduğu” ileri sürüldü. Hakkında herhangi bir delil gösterilemeyen Güngör’e karşı da iletişim kayıtları delil ola rak gösterilmeye çalışıldı. Güngör hakkındaki suçlamalara sorgu hâkimliğinde şöyle cevap verdi: “Bıçak sırtında günler yaşıyoruz. Türkiye de siz de bu zor günlerde tarihi bir anı yaşı yorsunuz. Bu tamamen siyasi bir operasyon. Onun için yaşam sal bir karar vereceksiniz. 31 yıllık avukatım. Bu suçlamaları görün ce içim acıdı. Ben, Cumhuriyet ve arkadaşlarım FETÖ/PDY, PKK/ KCK terör örgütlerinin faaliyetlerini destekle yen faaliyetlerde bu lunmuşuz. IŞİD ek lenmemiş neden se...  Masumiyet karineli savcımız, masumiyet kari MUSTAFA KEMAL nesi ile işine devam etsin. Ancak biz de ma GÜNGÖR sumiyet karine sinden faydala nalım.” ‘Gülen’i iktidardan önce yurda biz çağırdık’ Gazetemizin avukatlarından ve vakıf yöneticilerinden Bülent Utku, suçlama konusu yapılan haber ve yazılarla hiçbir ilgisi olmadığı ve iddianamede de hiç bir somut fiil isnat edilemediği halde “Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.’de ikinci derecede imza yetkisine sahip bulunduğu ayrıca vakıf yönetim kurulu üyesi olduğu” gerekçesiyle tutuklandı ve hakkında da va açıldı. Somut tek bir fiil dahi belirtilmeden Utku hak kında “2013 yılından sonra yönetime gelen ve radikal bir yayın politikası değişikliği yapan diğer şüphelilerle ortak hareket ettiği, gazetenin yayın politikasından hu kuken sorumlu olduğu” ileri sürüldü. 33 yıllık avukat olan ve mesleğe 12 Eylül yargılamala rı ile başlayan Utku, 1993 yılından bu yana gazetemizin yazar ve muhabirlerinin avukatlığını yapıyor. Utku, hak kındaki iddialara yanıt verirken Fethullah Gülen’in gaze temizin yazarı Mine Kırıkkanat’a açtığı davayla ilgili tuta nağı hâkimliğe vererek şunları söyledi: “Soruşturmamız ile ilgili olan duruş ma zaptını hâkimliğinize ibraz etmek istiyorum. İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2014 Nisan ayında ge çen bir duruşmadandır. Bu duruşma da ben Cumhuriyet gazetesi yazar larından Mine Kırıkkanat’ın müda fii olarak yer aldım. Dava Fethullah Gülen’in şikâyeti ile ilgili bir dava dır. Bu sırada Gülen yurtdışındadır. Ben kendisini sorgulamamız gerek tiği için kendisini duruşmaya, yurtiçine davet ettim. Benim bu davetim şimdi siyasal iktidarın davetinden çok çok öncedir. Yani şimdi BÜLENT UTKU bize yönelttiğiniz ithamların akıl, mantık ve hukukla hiçbir ilgisi yoktur.” haber 11 İktidarın rehin alma politikası İnsan hakları savunucularının, terör örgütü üyeliği, kalkışma hazırlığında bulunmak, yabancı ajanlarla temas gibi suçlamalarla tutuklanmalarının ardından, tetikçiliğin, dezenformasyonun en pespaye örneklerini yandaş basının bir kısmı birinci sayfadan sergiliyor. İnsan, ancak bir halüsinasyon tezahürü olabilecek bu hikâyeleri yazanların akıl sağlıkları yerinde mi, sorusunu ister istemez kendine soruyor. Karşımızda iki şık var. Ya birbiriyle yarış halinde bu tür faaliyetleri yürütenler, kulaklarına fısıldanan, ellerine tutuşturulanlara inanarak, bunu yapıyor ya da asparagas olduğunu bilerek, kasıtlı biçimde, bu iftira, tetikçilik gibi aşağılık işlerle göze girmeye çalışıyorlar. Birinci şık eğer doğruysa, karşımızda klinik anlamda budala olan (idyo) bir güruh var demektir. İktidar tarafından kullanılan, tetikçilik yaptırılan, planlanan yeni polisiye operasyonlara kamuoyunu hazırlama işlevi gören bu budala güruhu elbette tehlikelidir. Ama yaptıkları işlerden esas onları kullananlar sorumludur. Akli melekeleri yetersiz olan kişileri kendi menfaati için kullanmak, onlara suç işletmek ağır bir suçtur. İkinci şık, bu güruhun hiçbir etik ve ahlaki değeri olmayan, geçmişte en parlak örneğini Nazi propaganda şefi Joseph Goebbels’ten bildiğimiz, müfteri kelimesinin yetersiz kaldığı, daha fazlasını söylemenin ise haldeki durumda mümkün olmadığı insanlardan oluştuğunu gösterir. Goebbels, zeki ama insanlığın yüz karası korkunç bir yaratıktı. Elinde devlet gücü ve imkânları olunca, iktidarın hedef aldığı kesimleri kriminalize etme gerekçeleri yaratmada eşi benzeri yoktu. “Yalan ne kadar büyük olursa, o kadar kolay geçer; ne kadar tekrar edilirse, halk o kadar inanır” ilkesini dile getirmişti. Bunu Nazilerin iktidarı ele geçirme, tüm muhalefeti yok ederek iktidarda kalma stratejisinin temel unsurlarından biri olarak tasarlamış ve uygulamıştı. Bugün sanırım iktidar yandaşlığında birbiriyle yarış halinde olan medyada bu iki şıktan oluşan insan tipi de var. Daha önce aynı işi, biraz daha zekice ve bir parmak daha usturuplu biçimde yapan Gülen medyasından öğrendiklerini, aynı pespayelikle icra ediyorlar. Diğer yandan Gülen cemaati çevresi, 15 Temmuz darbe gişimiyle ilgili dezenformasyon çabasını yurtdışında var gücüyle yürütüyor. Bir gün bu iki düşman kardeş gene anlaşıp bütün suçu ortak nefret nesneleri olan solculara, demokratlara, Kemalistlere yüklerlerse, şaşırmayacağız. Bu tetikçilerin iplerini elinde tutanlar, aslında rehin alma politikası yürütüyorlar. Alman basını, Alman dışişleri kaynaklı olduğunu söylediği bir iddia ortaya attı. Türkiye hükümetinin tutuklu iki Alman vatandaşı gazeteciyi Almanya’ya iltica başvurusu yapan iki Türk generaliyle takas etmeyi önerdiğini yazdı. Bu haber doğru mu, bilmiyoruz. Ama bugün Türkiye’de iktidarın bunu da yapmayacağını kim iddia edebilir? 24 Temmuz’da Cumhuriyet gazetesinin çalışanı on bir arkadaşımız nihayet mahkemeye çıkacak. Haklarında elle tutulur bir suç delili olmadan, 265 günden beri özgürlüklerinden yoksunlar. Muhasebede çalışan bir arkadaşımız da 106 gündür tutuklu. Hepsi iktidarın ceza hukukunu rehin alma mantığı içinde uygulamasının mağdurları. Aynı şey, insan hakkı savunucuları için, iktidar medyasının şimdi yeniden hedef gösterdiği insan hakları örgütleri için geçerli. Aynı şey, aylardır tutuklu olan, kâh gözaltına alınıp kâh serbest bırakılan HDP’li milletvekilleri, belediye başkanları, il ve ilçe yöneticileri için geçerli. CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanması da sonuçta bir rehin alma operasyonu değil mi? İktidar toplumun yarısından elde edemediği rızayı giderek daha fazla baskıyla, devlet terörüyle ve rehin alma politikasıyla telafi etmeye çalışıyor. Bu yolla eleştirileri susturmak, insan hakları örgütlerini gözlemcilik ve tanıklıktan caydırmak, Erdoğan yandaşı olmayan Türkiye’nin dış dünyayla ilişkisini ve ülke içinde sesini kesmek istiyor. İktidarın giderek çığrından çıkan ve kendi iç mekanizmalarıyla artık durdurmaya muktedir olmadığı bir gidişat bu. Buna karşı, siniklik ve mızmızlık reflekslerini aşarak, şiddet yöntemlerini bütünüyle reddeden, en geniş dayanışma ağının kurulması, pekiştirilmesi olmazsa olmaz bir gereklilik. 24 Temmuz, II. Meşrutiyet’in ilanını takiben sansürün kaldırılmasının kutlandığı Gazeteciler ve Basın Bayramıdır. 109 yıl öncesinden de daha kötüye döndüğümüz bugünlerde, bu yıl 24 Temmuz, Cumhuriyet çalışanı arkadaşlarımızla dayanışma günüdür. l YARIN: AHMET ŞIK’A SUÇ UYDURMAKTA ÇOK ZORLANDILAR C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle