03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cuma 21 Temmuz 2017 TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ yorum 13 Başlık ne olsun ki? Bu yılın ilk “altı” ayında, Temmuzun başlarına dek, “191” günde “226 kadın” öldürülmüş. Bilindiği üzere, bu sayı yalnızca açığa çıkanlara ait; aile içi mahkemeyle ölüme mahkum edilip, baba, ağabey gibi en yakınlarınca öldürülenlerin çok daha fazla olmasından söz edilir hep. Olay, “insanlık dışı” olarak dile getirildiğinde, çağdaş bilim adamı “Jacques Monod”ın; “günümüzde hayvan türleri içinde, belirli ırk ve topluluklarda ‘tür içi’ savaş (öldürme) bilinmez” saptaması karşımıza çıkar. “Nobel Ödülü” sahibi bu bilim adamı, örneğin, “bir fil sürüsündeki bir filin, yine bir fil tarafından öldürülmesi” gibi bir duruma çok az rastlanılacağına değinir, dolaysiyle, öldürmelerin yüzlerce olduğundan söz etmez, bu konudaki ünlü, “Rastlantı ve Zorunluk” adlı kitabında. Ne ki öldürülenlerin, ya da çoğunluğunun hep “dişi”ler olduğuna hiç değinmez. Demek, hayvan topluluklarında çok az da olsa rastlanan “tür içi” öldürmelerde, “seçmeli bir durum” pek de söz konusu değil; öyle anlaşılıyor... Peki, ülkemizdeki bu durumu, kadınların bu oranda, bu sayıda öldürülmesini, J. Monod duysaydı ne derdi acaba? Öte yanda, tam bir “şeriat” yönetiminin geçerli olduğu ülkelerdeki toplumsal yaşamın her kesitinde, her soluğunda yaşanan, “kadınerkek eşitsizliği”nin, erkek kullara sağladığı üstünlüğün, “kadınları öldürme” hakkı olarak kimi Afrika kabileleri dışında artık pek kullanılmadığı bilinir. Nüfusunun, “yüzde 99”undan fazlası Müslüman olan ülkemizin Anayasasında, “laik, çağdaş bir hukuk devleti” olduğu yazılı olsa da, kadınların dinsel kaynaklı bu “ikincil durumu”, yüzyıllar boyunca, “şeriat şemsiyesi” altında gelenekselleşip iyice köktenleşerek, günümüzde de sürdürüldüğü pek de yadsınamaz. Dolaysiyle, gerek “AKP”nin, gerekse iktidarının ve de devletin başındakinin, kimi Batı ülkelerinin yönetimlerinde yer alan “kadın” bakanların, bu “ikincil” durumu hiç dikkate alınmayarak görevlendirilmesine pek “şaşırmış”, şaşkınlığını da gizleyememişti, Fransa’nın “kadın” Savunma Bakanı ile tanıştırıldığında... Bilmem anımsanır mı? Ne var ki bu kez de, bu “şaşkınlık” araya girip bir ayraç açtırdı; şöyle, günümüzde bir “Cumhurbaşkanı”nın ya da “Devlet Başkanı”nın, “konumunun gerektiği ‘entelektüel kapasite’nin öneminin de söz konusu edildiği unutulmamalı!” deniyor... Katılmamak olanaksız; hele “bakanlık görevi”nin “anlamı” düşünüldüğünde... Evet, hep olduğu gibi ayracı kapatıp konumuza dönersek, ülkemizde siyasette de, kadının bu “ikincil” durumunun sürdürüldüğünün değişik, yeni bir örneğine değinelim diyorum. “TBMM”nin Başkanı İsmail Kahraman’ın, Ramazan ayında, “İş Dünyası Vakfı’’nın verdiği iftar yemeğindeki sohbet sırasında, “İstanbul Milletvekili Meral Akşener”i, “Meral Kılıçdaroğlu” diyerek “rahatlıkla” anmasının temelinde, kadının bu “ikincil” durumunun ne denli benimsenip, yerleştiğini görmemek olanaksız. Kuşkusuz, Kahraman’ın bu tutumuna, Akşener haklı olarak sert bir yanıt verdi. Nasıl vermesin ki, üstelik Meclis Başkanı’nın bu sertliğe verdiği yanıtta: “Yemek sonrasında, ayaküstü birkaç kişiyle yapılan konuşma sırasında söylediğini”, bir bakıma “ne olacak canım?” havasında ortaya koyması da kadını “ikinci sınıf” olarak görmesinin dört dörtlük bir örneğiydi... Ayrıca “Kahraman”ın, “Meral Kılıçdaroğlu” söyleminin “siyasi görüşlerin müşterekliğini ifade eden bir ‘teşbih’ olarak” belirtmesini de, Akşener’in, “bu teşbihlerin neden kadınlar bahis mevzu olduğu zaman yapıldığını, kadına bakışın bir yansıması” olarak dile getirmesi de, bu “Kahraman”ın, kadını “ikinci sınıf” olarak algılamasını ortaya koyar. Değerli dostlar, Sn. Meclis Başkanı’nın tutumu, sözleri, “ortaçağ”da kadın konusundaki görüşü ve söylemleri anımsattı bana; ne dersiniz? Katılır mısınız? 21 TEMMUZ 2017 SAYI: 33525 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Bülent Özdoğan Faruk Eren Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Danışmanı Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 03.51 03.42 04.14 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi Akşam 05.43 13.18 17.13 20.39 05.30 13.02 16.55 20.21 05.57 13.25 17.15 20.39 Yatsı 22.22 22.00 22.15 Son günlerde medyanın gündemine düşen konulardan biri de “Türkiye’nin yurtdışındaki imajı”. Bilindiği gibi bu imaj olumsuz, giderek daha da olumsuzlaşıyor. Buna örnek olarak bu ay başında yapılan, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile süregelen tam üyelik müzakerelerinin “insan hakları ihlalleri” nedeniyle askıya alınmasının önerildiği Kati Piri Raporu’nun Avrupa Parlamentosu’nda yapılan oylamasının sonuçlarını gösterebiliriz. Bu oylamada 638 parlamenterden 97’si çekimser kalırken, 447’si öneri lehinde, 64’ü ise aleyhinde oy kullanmıştı. Hoş, bu kararın bağlayıcı bir yanı yok; kararı bu oylama sonucunu değerlendirecek olan Avrupa Birliği Konseyi verecek. Fakat bu sonuçlar Avrupa’da esen rüzgârların Türkiye aleyhine döndüğünü göstermesi açısından önemli. Öbür taraftan hemen her gün Avrupa’nın önde gelen gazete ve dergilerinde Türkiye’deki siyasi iktidarı eleştiren yazılar yayımlanıyor, görsel medya kanallarında Türkiye’den giderek artan dozda olumsuz olarak söz ediliyor. Yalnızca Avrupa’da mı? Amerika Birleşik Devletleri’nin New York Times, Washington Post gibi saygın gazetelerinde kanlı FETÖ liderinin yazılarına, röportajlarına yer veriliyor. HHH Burada önemle üzerinde durulması gereken bir nokta var. Gerek Avrupa’da gerekse ABD’de Yalnızlık (II) giderek artan muhalefet ülke olarak Türkiye’ye karşı değil, başta Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere iktidarın yönetici katlarına. 20022005 yılları arasında Türkiye’de demokratikleşmenin öncüsü olarak değerlendirilen Sayın Erdoğan son yıllarda Batı’da, iktidarı tek başına elinde toplamak çabasında olan “muhteris”, “ürkütücü” ve “baskıcı” bir siyasal kişilik olarak görülüyor. Kullandığı, belki sultanlıklar, diktatörlükler, emirliklerden oluşan Ortadoğu coğrafyasında etkili olabilecek dili Batı’da etkili olmuyor, tam tersine tepki topluyor. Ne var ki Sayın Başbakan da bakanlar da kendilerine bu dili örnek alıyorlar. Sonuçta hiçbir talebimiz Batı tarafından karşılanmıyor. ABD Adalet Bakanlığı Fethullah Gülen’in iadesi için gönderdiğimiz 80 klasör kanıta göz bile atmıyor. Türkiye’nin tüm itirazlarına karşın PKK bağlantılı PYD Suriye’de ABD’nin en yakın askeri müttefiki durumunda. ABD, gerçekleştirdiği operasyonlarda Türk askerini değil, PYD güçlerini tercih ediyor. HHH Kanlı 15 Temmuz darbe kalkışmasının başarısız kalmasıyla birlikte helikopterle Yunanistan’a kaçan FETÖ’cü sekiz askerin sığınma başvuruları kabul edildi. Oysa tek başına “çalıntı” askeri helikopter bile sığınma başvurusunun reddi için bir neden/gerekçe olabilirdi. Yunan yargısı tersine bir kararla darbeci askerlerin sığınma başvurularını onayladı. Almanya 15 Temmuz sonrası asker sivil yüzlerce FETÖ’cü kaçağın cirit attığı bir ülke durumuna geldi. Ne Yunanistan ne de Almanya Türkiye’nin iade taleplerine olumlu yaklaşıyor. Gerekçe hep aynı: Türkiye’deki insan hakkı ihlalleri ve sanıklar yargılanırken evrensel adil yargılama kurallarına uyulmayacağı kuşkusu. Devlet, iktidar bir yana biz toplum olarak ne yapacağız? (Devamı gelecek çarşambaya...) Kanunsuz engellemeOlaylar ve GOrUSler EDİTÖR:NAZANÖZCAN [email protected] AYNUR TUNCEL YAZGAN Avukat, İstanbul Barosu Adil Yargılama Takip Merkezi Başkanı İlgililer bilir, OHAL kapsamında açılan soruşturmalarda tutuklanan şüphelilerin avukatları ile görüşmeleri, 667 sayılı KHK ile sınırlandırılıyor. Bu KHK, 22 Temmuz 2016’da çıkarılıp 23 Temmuz 2017’de Resmi Gazete’de yayımlanmışsa da TBMM’nin tatilde olmasından dolayı 30 günlük sürenin donduğu iddiası ile onay işlemi ancak 18 Ekim 2017’de gerçekleştirilebildi. İşlemin “667 sayılı KHK’nin onaylanması” biçiminde değil, KHK’nin sayısı belirtilmeden ve metinde bazı değişiklikler yapılarak, “kanun çıkarılması yolu ile” gerçekleştirildiği, 6749 sayılı kanunun 19 Ekim 2017’de Resmi Gazete’de yayımlandığını bilmekte yarar var. Avukatla görüş kısıtlaması Bu KHK’nin 6/1d normu ile tutukluların, avukat görüşmelerinin; “toplumun ve infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, suç örgütlerinin yönlendirilmesi, talimat verilmesi gibi açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi olasılığının varlığı halinde, savcı kararıyla, teknik araçlarla kaydedilebileceği, hazır bulundurulan bir görevli ile izlenebileceği, gün ve saat ile sınırlandırılabileceği, aksi durumlarda sonlandırılıp sulh ceza yargıcı kararı ile yasaklanabileceği”, tutuklu ile avukat arasında el değiştiren belgelere ya da yazışmalara “el konulabileceği” öngörülüyor. Nitekim, 25 Temmuz 2016 sonrasında infaz kurumlarından sorumlu savcılıklarca bu KHK’nin de TBMM’ce onaylanmasının beklenmediğini, kendilerine verdiği sınırlama yetkisinin, belirtilen tehlike “olasılığına” dayanılarak eşit ve genel biçimde tüm OHAL tutukluları için kullanıldığını biliyoruz. Gerekçesi yok Uygulama böyle sürerken, bazı tutuklular hakkında davalar açılıp kovuşturma evresine geçilince, infaz kurumlarının davalara bakan mahkemelere doğrudan başvurarak, artık sanık olan ve mahkemelerin KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI TBMM’ce onaylanmadığı için geçerliliği ve bağlayıcılığı tartışmalı olan bir KHK’ye itibar ederek, tutuklular bakımından vazgeçilmez olan avukat görüşünü kısıtlamaya çalışmalarını, hukuken açıklamak olanaksız Avukatlar, OHAL’le birlikte müvekkilleriyle görüşemez oldular, görüştüklerinde de kayıt altına alınıyorlar. denetimine geçen tutukluların avukat görüşmelerinde ne tür önlemler alınacağını sordukları görüldü. Mahkemeler, bu yöndeki soruları, sanki kendilerinden sınırlama kararı verilmesini isteyen bir tali ceza davası açılmış gibi değerlendirerek ve 676 sayılı KHK’ye dayanarak, “tutuklular yönünden şifreli haberleşme ihtimaline binaen cezaevindeki avukat görüşlerinin ve mektup/faks gibi haberleşme araçlarının kullanımının 3 ay süre ile kısıtlanmasına” biçiminde kararlar verdiler. Aslında bu uygulama 676 sayılı KHK ile değiştirilmek istenen Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun (CGTİHK) md. 59’a dayandırılıyor ama bu durum gerekçede açıkça yazılmıyor. Koşulları umursamıyorlar Çünkü söz konusu maddenin KHK ile değiştirilmek istenen yeni hali, avukat görüşmelerinin sınırlanabilmesini bir dizi koşu [email protected] [email protected] la bağlıyor. Bu koşullar, tutuklular ile avukat hakkında, “toplumun ve infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğüne, suç örgütlerinin yönlendirildiğine, örgütlere talimat verildiğine, açık ya da şifreli mesajlar iletildiğine ilişkin bilgi, bulgu ya da belge elde edilmesi” olarak gösteriliyor. Demek ki, 676 sayılı KHK onaylansa ve CGTİHK’yi değiştirdiği ya da aykırı düzenleme içeren diğer maddelerini askıya aldığı kabul edilse dahi, belirtilen koşullar yok ise, mahkemeler savunma hakkını sınırlayamayacaktır. Çünkü avukatın sanık ile görüşmesinin yalnızca güvenlik amacı ile uzaktan gözle izlenebileceği, içeriğinin hiçbir kısıtlamaya tabi olmadığı CMK md 154 ile düzenleniyor ve aynı norm, tutuklu sanık için CGTİHK md 114/5 ile de güvence altına alınıyor. Her iki yasanın da anayasa kuralları ile belirlenen usullere göre düzenlenip yürürlüğe girdiği ve yargıcı mutlak surette bağladığı, 676 sayılı KHK henüz TBMM tarafından onaylanmadığından, bu tür KHK’ler ile herhangi bir yasanın askıya alındığı kabul edilerek gözardı edilemeyeceği, tartışmasız bir durum. Venedik Komisyonu raporu Venedik Komisyonu’da 12 Aralık 2016 günlü raporunda, avukatla görüşmenin suç örgütü ile irtibat kurulması tehlikesine yönelik olarak kabul edilen fiili karinenin her olayda kişiye özgü bir biçimde incelenmesi ve ikna edici gerekçeye bağlanması gerektiği anımsatılıp KHK’lerin getirdiği sınırlamaların rutin bir usul haline getirilemeyecek, sınırları dar çizilmiş bir istisna olarak kalması öneriliyor. Hükümetin OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonu’nu kurarken bu rapora verdiği önemin, yargıç ve savcılarca da gösterilmesi “hukuk devleti” ilkesinin bir gereğidir. BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi bağlamında 1984 yılında ilan edilen ve hak sınırlaması yaparken hep akılda tutulması gereken Siracusa İlkeleri md 54 ile şöyle deniyor: “Her bir önlem, ‘gerçek”, ‘açık’, ‘mevcut’ ya da ‘yakın’ tehlikeye ilişkin olmalıdır ve sadece potansiyel bir tehlikenin bulunduğu değerlendirmesine dayanarak alınmamalıdır.” Hal böyleyken mahkemelerin 03 Ekim 2016’da çıkarıldığı halde henüz TBMM’ce onaylanmadığı için geçerliliği ve bağlayıcılığı tartışmalı olan bir KHK’ye itibar ederek, üstelik belirsiz biçimde savunma hakkının kullanımında büyük değer taşıyan ve tutuklular bakımından vazgeçilmez olan avukat görüşünü kısıtlamaya çalışmalarını hukuken açıklamak olanaksız. Tabii OHAL, “keyfilik ve denetimsizlik yönetimi” değilse! C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle