03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 21 Mayıs 2017 EDİTÖR: SERKAN OZAN 15 Temmuz günü MİT’e giderek ihbarda bulunan Binbaşı O.K’nin sır gibi MIT darbeyi 7 saatsaklanan ifadesi ortaya çıktı ve aylardır yanıtı aranan soru cevabını buldu: önceden öğrenmiş 15Temmuz darbe girişimi öncesinde MİT’e giderek ihbarda bulunan Binbaşı O.K’nin 11 Ağustos 2016 tarihinde savcılığa ifade verdiği ortaya çıktı. Bugüne kadar hazırlanan 30’a yakın darbe girişimi iddianamesine konulmayan ve sır gibi saklanan ifadede Binbaşı O.K, 14.20’de MİT’e gittiğini belirterek “14.30’da gelen 2 kişiye ‘Bir helikopter Hakan Fidan’ı alacak, diğer helikopterin ne yapacağını bilmiyorum’ dedim. Bana ne olabileceğini sordular. Ben de büyük bir faaliyet olabileceğini hatta darbe faaliyeti olabileceğini söyledim” dedi. Bu ifadeyle MİT’in sanıldığının aksine sadece “Hakan Fidan’ın alınacağını” değil, doğrudan “darbe girişimi olabileceği” bilgisini 14.30’da bildiği ortaya çıktı. Ancak Kara Kuvvetleri Komutanı Sa lih Zeki Çolak ve dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in ifadelerinde, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Karargâh’a geldiğinde “darbe olabileceği” bilgisini aktardığına ilişkin herhangi bir söz yer almadı. Bu ifadenin ardından; MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, 14.30’da öğrendiği “darbe olabileceği” istihbaratını Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım’a neden bildirmediği sorusu yanıtını bekliyor. Buna karşılık Fidan’ın savcılığa ve TBMM Darbe Komisyonu’na tanık olarak ifade vermekten kaçınması dikkat çekiyor. Yenişafak gazetesi, dün Binbaşı O.K’nin ifadesini yayımladı. Ortaokulda, lisede ve askeri okulda okurken cemaatle bağlantılı olduğunu ifade eden binbaşı, 15 Temmuz gününü şöyle anlattı: DARBE İHBARINI MİT’E 14.30’DA YAPMIŞ 11Temmuz’dan itibaren ailemle tatil yapıyorduk. 13 Temmuz günü beni Tabur Komutanı Binbaşı Deniz Aldemir aradı ve cuma günü görevde olmam gerektiğini söyledi. Cuma sabahı mesaideydim. 10.30’da Binbaşı Deniz Aldemir’in arabasıyla alay komutanına gitmek üzere bindik. “Telefonunu kapat” dedi ve radyoyu açtı, radyonun sesini yükseltti. “Ben senin hizmetten olduğunu biliyorum ama uzatmayacağım, bu gece faaliyetimiz olacak. Mesela ben Cooger helikopteriyle Hakan Fidan’ı alacağım, sen de Murat Bolat’la uçacaksın. Çok kan akacak” dedi. Ben kilitlendim, bir şey söyleyemedim. “Senin hizmetten olduğunu biliyorum” deyince vatan aleyhine bir şey yapılacağını anladım. Taburdaki herkes normal günmüş gibi davranıyordu. Murat Bolat akşam 19.00 gibi buluşacağımızı söyledi. Kimlerin bu işin içinde olduğunu bilmediğim için sıralı amirlerime de bu durumu söy leyemedim. Saat 13.55 gibi izinsiz mesaiyi terk ettim. Deniz Binbaşı’ya “ben uçamam” şeklinde mesaj attım. Bindiğim taksi beni saat 14.20 gibi MİT’in kapısına bıraktı. Kapıdaki görevliye kimliğimi göstererek “TSK içindeki paralelcilerle ilgili bilgi vermek için geldim” dedim. 14.30’u biraz geçe beni içeri aldılar, güvenlik kapılarından geçtik ve toplantı odasına vardık. Gelen 2 kişiye “Bir helikopter Hakan Fidan’ı alacak, diğer helikopterin ne yapacağını bilmiyorum” dedim. Bana ne olabileceğini sordular. Büyük bir faaliyet olabileceğini hatta darbe faaliyeti olabileceğini söyledim. Bu kişi bana ‘Hakan Fidan’ı almaktan kasıt ne?’ diye sordu. Ben de “çok kan akacak” dediklerine göre bu faaliyetin iyi niyetli bir faaliyet olmadığını söyledim. Hatta kendilerine YAŞ kararlarında FETÖ’cülere karşı büyük bir temizlik olabileceği sürekli yazılıyor, bu nedenle YAŞ öncesinde bir darbe faaliyeti olabileceğini söyledim. DİNLEME CİHAZI TAKMAK İSTEDİLER Daha sonra tek bir şahıs geldi, ona da aynısını anlattım. En son hepsinden daha kıdemli olduğunu düşündüğüm uzun boylu 4 kişi geldi. Gelen son kişi önce beni sonra benim üzerimden Deniz Aldemir’i sorguladı. Yani bizim mental olarak aklımızın başımızda olup olmadığını, halüsinasyon görüp görmediğimi test etmeye çalıştı. 3. şahıs Deniz Aldemir ve Murat Bolat’ın telefon numaralarını aldı. 4. gelen şahıs Deniz Aldemir’i ‘bir arayalım olayı netleştirmeye çalışalım’ dedi. Ben de kendi telefonumdan onlar yanımdayken aradım. Aldemir, ‘Kuvvet Komutanı gele cek, ona arz edeceğim sen de komutan olarak burada bulun’ dedi. Uzun olan adam bana dinleme cihazı takılmasını kabul edip etmeyeceğimi sordu. Ben önce tereddüt ettim ama sonra kabul ettim. 19.00 gibi nizamiyeye döndüm. Aldemir yanımdayken Murat Bolat’ın çağırdığını söyledi. Yarım saat sonra tekrar geldi. “Uçuşumuz var hemen gidiyoruz” dedi. Kendisinden bilgi almak amacıyla “Şu telefonlarımızı kapatalım, tam olarak ne yapacağız bilgi verir misin” dedim. O da “Komutan ne görev verirse onu yapacağız” karşılığını verdi. ‘PASTACI’YI ARADIM, GELİP BENİ ALDI Karanlıktan fırsat bulup dışarı çıktım ve kendini “Pastacı” olarak tanıtan MİT’çiyi arayarak olanları aktardım, “Akıncı’ya geçecekler” dedim. “Tamam derhal kışlayı terk et ve kesinlikle uçuşa katılma. Seni bıraktığımız yere gel, seni oradan aldıracağız” dedi. Karanlıktan istifade sağdan soldan nizamiyeye ulaştım. MİT’in beni bıraktığı yere gittim. 1520 dakika sonra MİT’ten gelip beni aldılar. 2 saate yakın Ankara içerisinde dolaştık. Ankara içerisinde dolaşırken saat 23.30 sıralarında beni dolaştıran MİT görevlisi “O şahısları bir ara sor bakalım faaliyetlerini öğ renmeye çalış” dedi. Aldemir’i aradım, gözlük bulamadığım için uçuşa çıkamadığımı söyledim. “Tamam dostum boşver” dedi. En son Murat Bolat’ı aradım ona da aynısını söyledim. O da “Bana niye gelmedin, ben sana gözlük ayarlardım” dedi. Biraz duraksadı peşinden de “S. git şerefsiz” diyerek hakaret etti ve telefonu kapattı. Bu sırada saat 00.30 idi. Beni daha sonra evime bıraktılar. Beni kendilerinden olanları sakladıkları için göreve çağırmadıklarını düşünüyorum. Eğer planlandığı gibi gitseydi, saat 03.00 gibi başlasalardı başarılı olabilirlerdi diye düşünüyorum. Niye haber verilmedi? Cumhuriyet’in edindiği bilgiye göre O.K’nin ifadesi “tanık” değil, “bilgi sahibi” sıfatıyla alındı ve hiçbir soruşturma dosyasına konulmayarak özel olarak saklandı. İddiaya göre O.K. sonraki süreçte şüpheli yapılacak, ancak darbe girişiminden takipsizlik verilecek, sadece FETÖ üyeliğinden dava açılacaktı. Ancak O.K, MİT’e alınınca bu durum gerçekleşemedi. Bu ifadeden sonra, MİT, “Darbe olabileceği” istihbaratını Genelkurmay’a, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a bildirdi mi” sorusu ortaya çıktı. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, darbe girişiminden hemen sonra tanık olarak verdiği ifadede, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Karargâh’a gelmesi olayına hiç değinmedi. Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak ve dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Güler ise ifadelerinde Fidan ve yardımcısının, Karargâh’ta kendilerine “ihbarcının sadece Fidan’ın alınacağından” bahsettiğini anlattı. Yani ihbarcının MİT’e “darbe olabileceğini söyledim” ifadesi Karargâh’taki komutanların ifadelerinde yok. Bu durum da darbe olabileceğinin Genelkurmay’a bildirilmediğini ortaya koydu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Baş bakan Binali Yıldırım, MİT’in darbe girişimini kendilerine haber vermediğini açıklamış, o gece Fidan’a ulaşamadıklarını kaydetmişti. Peki, Hakan Fidan neden darbe girişiminden üstlerini haberdar etmedi? İfade vermiyorlar Fidan’ın tanık olarak ifadesinin alınması için Ankara Başsavcılığı yetkilileri harekete geçti. Ancak Fidan’ın tanık olarak çağrılmasına yönelik yazı, yukarıdan yapılan müdahale sonrasında geri çekildi ve Ankara Başsavcısı Harun Kodalak ve Başsavcı Vekili Necip Cem İşçimen görevlerinden alındı. Fidan, benzer şekilde Meclis Darbe Komisyonu’nun sorularını da yanıtlamadı. Savcılık, darbe girişimi öncesinde neler yaşandığıyla ilgili Hulusi Akar’ın da ikinci kez ifadesini alacaktı. Ancak bu da gerçekleşmedi. Savcılık, bunun yerine yazılı soru gönderdi. Ancak Akar, bunlara üstü kapalı yanıt verdi. Cumhuriyet’in aldığı bilgiye göre, Akar’ın yanıtları “yukarıdan” yapılan müdahale sonrası soruşturma dosyalarına hiç girmedi ve sumen altı edildi. Hulusi Akar da Meclis’in darbe girişimiyle ilgili sorularına bu zamana kadar yanıt vermedi. l ANKARA / Cumhuriyet 221 SANIKLI ÇATI DAVA BAŞLIYOR Darbe girişimi sırasında Genelkurmay Karargahı’nda yaşananları içeren ve arasında Yurt Sulh Konseyi üyelerinin de bulunduğu 221 sanığın yargılanmasına yarın başlanacak. Anka ra 17. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bakacağı davanın ilk duruşması, Sincan Cezaevi’nde yapılan yeni duruşma salonunda görülecek. Sanıkları arasında AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’nin kardeşi Mehmet Dişli ile Akın Öztürk ve Mehmet Partigöç’ün bulunduğu davanın duruşmasının görüleceği Sincan Cezaevi Kampüsü’nde geniş güvenlik önlemleri alındı. Çatı dava olarak nitelendirilen davanın müştekileri arasında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar da yer aldı. l ANKARA / Cumhuriyet Başbakan’a uranyum sorusu İKLİM ÖNGEL CHP Milletvekili Muharrem Erkek, FETÖ/PDY soruşturması kapsamında ifade veren ve Çanakkale’de bir denizcilik şirketinin ortağı olduğu belirtilen bir kişinin ifadesine ulaştı. Erkek, ifadede yer alan “Çanakkale Limanı’na zenginleştirilmiş uranyum indirildiği” yönündeki iddiaları Meclis gündemine taşıdı. Erkek, “İddialar doğruysa nükleer silah yapımında da kullanılan, üretimi ve taşıması uluslararası izne tabii olan zenginleştirilmiş uranyum, Çanakkale Limanı’na neden getirildi” diye sordu. CHP’li Erkek, Başbakan Binali Yıldırım’ın yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığı’na verdiği soru önergesinde skandal iddialara yer verdi. 2009 yılında dönemin Başbakanı ve Maliye Bakanı’nın gizlice görüştüğü ortaya çıkan, Galataport ve TÜPRAŞ hisslerini anlaşmalı fiyatlardan aldığı anlaşılan, İsrailli işadamına ait bir geminin, radyasyon yayılımı olmasına karşın Çanakkale Limanı’ndan geçmesine Denizcilik Müsteşarlığı tarafındani izin verilmesini anımsattı. Erkek, konuyla ilgili herhan CHP’li Erkek, FETÖ soruşturması kapsamında ifade veren bir kişinin “Çanakkale’ye nükleer silah yapımında kullanılan zenginleştirilmiş uranyum indirildiği” yönündeki iddialarını Meclis gündemine taşıdı gi bir işlem yapılıp yapılmadığının ve gemide nükleer malzeme olup olmadığının halen netleşmediğini kaydetti. ‘Silahlı kişiler eşlik etti’ Erkek’in önergesinde bu olaydan birkaç ay sonra bu kez de “zenginleştirilmiş uranyum” yüklü bir geminin Çanakkale Limanı’nda boşaltıldığı iddiaları yer aldı. Erkek, FETÖ/PDY soruşturması kapsamında ifadesi alınan gemi şirketi ortağı bir işadamının savcılık ifadelerine ulaştı. Önergeye yansıyan savcılık ifadesi şöyle: “2009 Kasım ayında bir şirket tarafından yapılan başvuru üzerine Çanakkale Limanı’na nükleer malzeme boşaltma ve yükleme izni Denizcilik Müsteşarlığı tarafından verilmiştir. Faks yoluyla Müsteşarlıktan limana iletilen izin evrakının nasıl alındığı büyük bir soru işaretidir. Çünkü; o tarihte Çanakkale Limanı’na nükleer malzeme boşalt ma ya da yükleme için hiçbir hazırlık ve güvenlik tedbiri bulunmamaktadır. Nükleer malzeme boşaltmayüklemede kullanılan kıyafetlerin ve eşyaların olmadığı, bu eşyaların saklanacağı ve korunacağı küçük bir deponun bile bulunmadığı halde bu iznin nasıl verildiği anlaşılamamıştır. Bahsi geçen iznin neden verildiği ise kısa bir süre sonra anlaşılmıştır. Kasım ayı sonunda, zenginleştirilmiş uranyum taşıyan bir geminin Çanakkale Limanı’na boşaltma yapacağına dair belgenin, limana iletilmesi büyük tedirginlik yaratmıştır. Kendisini asker olarak tanıtan silahlı kişilerin eşlik ettiği gemi, zenginleştirilmiş uranyum bulunan konteynerlari limana indirmiş, daha sonra bu malzemelere ne olduğuna dair bilgi alınamamıştır.” Nükleer silah şüphesi Önergesinde yer verdiği ifadelerin ar dından bu malzemenin nükleer silah yapımında da kullanıldığına dikkat çeken Erkek, Başbakan Yıldırım’a şu soruları yöneltti: “2009 Kasım’da, Çanakkale Limanı’nın hiçbir hazırlık ve güvenlik tedbiri bulunmamasına rağmen, Denizcilik Müsteşarlığı tarafından nükleer malzeme boşaltma ve yükleme izni verildiği iddiaları doğru mu, doğruysa bunun nedenleri nedir? Bu izin hangi ölçütlere dayanılarak verildi? İzni isteyen firma hangisidir? Konuyla ilgili herhangi bir soruşturma ya da araştırma yapıldı mı? İddialar doğruysa nükleer silah yapımında da kullanılan, üretimi ve taşınması uluslararası izne tabii olan zenginleştirilmiş uranyum, neden Çanakkale Limanı’na indirildi? İddiada konu olan zenginleştirilmiş uranyum, başka bir ülkeye mi sevk edildi, yoksa atık olarak ülkemizde bertaraf edilmesi amacıyla mı değerlendirildi?” l ANKARA haber 11 Yeni dönem Sık sık yazılarının sonunda ufak açılımlar, üç vakte kadar gelmesi planlanan mahcup reformlardan söz eden Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi’nin iyimserliğine bayılıyorum. Muhtemelen iktidar blokunun içinde, Selvi gibi mevcut düzenin aşırılıklarından içten içe rahatsız olan, bir şekilde demokrasiye dönüş imkânları arayan insanlar var. Ancak gel gör ki, bu makine öyle işlemiyor. İyi niyetler değil, gerçekler var karşımızda. O gerçekler de, bu karanlık dönemin hiç es vermeden devam edeceğini gösteriyor. Cumhuriyet gazetesi internet genel Yayın Yönetmeni Oğuz Güven’in 55 saniye içinde silinen bir tweet yüzünden tutuklanması, hemen ardından Sözcü gazetesine yönelik operasyon, bunun en net göstergesi. Zaten de iktidarı, niyetleri değil sözleriyle yorumlamak lazım. Şu zamana kadar iktidar cenahından “Referandum geride kaldı; şimdi gündemimiz demokratikleşme” gibi bir söz duymadık. Söylenen, “Referandum geride kaldı; şimdi sıra ekonomide.” Onun dışında iktidar kümesi içinde ciddi bir demokrasi ya da insan hakları rahatsızlığı beyan eden yok. Olmadı. Olamaz da. Bir de işin dış konjonktür boyutu var. Türkiye’de demokratikleşme süreci, 90’lı yılların sonundan itibaren başladı. O yıllarda Soğuk Savaş bitmiş, Sovyetler kaybetmiş ve Batı’nın temsil ettiği kısaca “liberal düzen” denilen özgürlüklerdemokratikleşmeserbest piyasa üçlüsü, tek ideoloji olarak tüm gezegende hükümranlığını ilan etmişti. Ünlü akademisyen Francis Fukuyama, meşhur makalesini (Tarihin Sonu) kaleme aldı. “Tek kutuplu dünya” denilen bir dünyadan söz eder olduk. Kabul edilen görüş, artık İran, Küba ve Suudi Arabistan gibi birkaç istisna dışında tüm dünyanın adım adım serbest piyasa ve liberal demokrasiye evrileceği yolundaydı. Ok, tek bir istikamette gider görünüyordu. Meğerse ok değil pinpon topuymuş dünya. Bir aşağı, bir yukarı zıplıyor. Şimdi de tüm dünyada ağır bir çakılma dönemindeyiz. Bu, herkes gibi bizi de etkiliyor. Az buçuk demokrasi yüzü gördüysek, bu sadece dış konjonktür yüzünden oldu demiyorum; ancak doğruya doğru, dünyanın bize biçtiği rol, demokrasiydi. Yaklaşık 20 yıl, bu rüzgâr sayesinde güzel yol aldık. Türkiye’de demokratik açılımlar, 90’larda başladı, birkaç yıl öncesine kadar da şu ya da bu şekilde “nihai hedef” olarak önümüzde kaldı. Bütün bu süreç içinde Türkiye’nin içinde olduğu “Batı ittifakı” yani Avrupa ve ABD, bizi demokrasiye teşvik etti. Şimdi ise bambaşka ve kapkaranlık bir yere gidiyoruz. Dünya da öyle. ABD’de, açıkça dünyada demokrasi ve insan haklarına önem vermediğini ilan eden bir başkan seçildi. NATO’yu değil Rusya’yı, Merkel’i değil Suudi Kralı’nı seviyor. Washington dağılmış durumda. Sistem Trump’la, Trump sistemle mücadele ediyor. Ticaret yapmak dışında dünyaya bir hayrı yok artık. Diğer tarafta Rusya, pazularını sıkıyor. Kimse artık “tek kutuplu dünya”dan söz edemez; her konuda Rusya faktörü var. Avrupa, hâlâ Avrupa Birliği’nin de belkemiğini oluşturan liberal değerlere bağlı; ancak Brexit sonrası gücü azaldı. Kendi birliğini ve ekonomik refahı korumaya konsantre olmuş durumda. Diyeceğim, kimsenin Türkiye’ye laf edecek mecali yok. Demokrasi, hızla uluslararası bir norm olmaktan çıkıyor. Dünyanın her yerinde pıtırak gibi biten diktatörlükler var. Birçok tarihçi, 1. Dünya Savaşı öncesi döneme çok benzeyen, tektonik bir değişimin kıyısında olduğumuzu söylüyor. Hal böyleyken, Türkiye’nin hali daha da üzücü geliyor hepimize. Özgürlüğü hiç yaşamamış, demokrasiyi hiç tatmamış olsak, belki bu döneme katlanmak daha kolay olurdu. Ama yaşadık, ideallerimizi, umutlarımızı daha dün gibi hatırlıyoruz. O yüzden her şey daha da zor. Enes Kanter’e Romanya’da gözaltı Basketbol kariyerini Amerikan Ulusal Basketbol Ligi (NBA) takımlarından Oklahoma City Thunder’da sürdüren Enes Kanter’in, Romanya havaalanında pasaportuna el konularak gözaltına alındığı bildirildi. Kanter’in sosyal medya mesajları Türkiye’de yasaklı olduğu için görülemezken, Azeri gazeteci Mahir Zeynalov, Kanter’in durumunu paylaştı. Yaşananları kişisel Twiter hesabından duyuran Kanter, “Burada Türkiye tarafından pasaportumun iptal edildiğini söylediler. 4 saattir beni burada iki polis tarafından tutuyorlar” ifadelerini kullandı. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından FETÖ’ye olan yakınlığını gizlemeyen ve ailesi tarafından reddedilen Enes Kanter, soyadını “Gülen” olarak değiştirdiğini açıklamıştı. l Spor Servisi C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle