20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 26 Mart 2017 EDİTÖR: MÜNEVVER OSKAY TASARIM: EMİNE BİLGET İzdivaç programları ve muhafazakâr ikiyüzlülük Ekranlardaki evlilik (izdivaç) programları topun ağzında; devlet de, hükümet de, RTÜK de bastırdıkça bastırıyor yayından kaldırılmaları için... İlk “müjde”yi Numan Kurtulmuş verdi önceki hafta ve gayet fiyakalı bir muhafazakârlık retoriğiyle hallaç pamuğu gibi attı bu programları: “Bu bizim örfümüze, geleneğimize, inançlarımıza, Türk aile yapısına, Anadolu topraklarının kültürüne uygun olmayan şeylerdir. Neymiş efendim reytingi çok yüksek ve dolayısıyla reklam gelirleri de çok yüksek. Olmaz olsun böyle reklam gelirleri! Aile müessesesini ortadan kaldıracak, ulviyetini, kutsiyetini ortadan kaldıracak son derece acayip programlar var.” Bu komik sözlerin değerlendirmesine birazdan geleceğiz, ama Kurtulmuş aynı konuşmasında KHK kartını masaya sürerek, “İnşallah önümüzdeki süreçte bunu bir Kanun Hükmünde Kararname düzenlemesi ile gündeme getirebiliriz” de dedi. Tabii böyle olunca ilgili yayıncı kuruluşlar telaşlandı. RTÜK Başkanı İlhan Yerlikaya ile görüşme talebinde bulundular ve hafta içinde bu talepleri karşılandı. Başkan Yerlikaya, bu programlarla ilgili binlerce şikâyet geldiğini söylemiş onlara. Aynı doğrultuda hem Cumhurbaşkanlığı, hem de Başbakanlık İletişim Merkezleri’ne 136 binin üzerinde bildirim geldiğini de ekleyerek RTÜK olarak kendilerine kanunların tanıdığı yaptırımları uygulayacaklarını kaydetmiş. Kanal yöneticilerine de kamuoyundaki bu şikâyetleri dikkate almalarını önermiş. Tabii o da Numan Bey gibi aynı minval üzere, evlilik kurumunun zedelenmesinin gelecek açısından toplumsal travmalar meydana getireceğini genel çerçevede dillendiriyor. Bir de yayın yönetmenleri cephesinden tarafımıza iletilen bazı notları paylaşalım! Onlara RTÜK tarafından, özü itibarıyla “Biz kaldırmayalım, KHK ile de kalkmasın, kendiniz kaldırın, en iyisi bu” telkini yapılmış. Yani bir bakıma “Bizi yasakçı konuma düşürmeyin” ricasında bulunuluyor!.. Kanal yöneticileri, evet, işin zıvanadan çıktığını, neredeyse “tiyatro”ya döndüğünü, bunu rekabetin koşulladığını kabul etmişler, ancak programları kaldırmak yerine bu durumu düzeltme, kaliteyi artırma önerisinde bulunmuşlar. Çünkü her şey ortada, “Anadolu”nun (hani şu Kurtulmuş’un örfünü, inancını, geleneğini, kültürünü, toprağını anlata anlata bitiremediği Anadolu’nun) yüzde 80’i bu yapımları izliyor!.. Tabii RTÜK programların düzelebileceği inancında pek olmadığı için yayıncıların izlenimi, “Kaldıracaklar, kaldırana kadar da yıldırıcı cezalar verecekler” noktasında netleşiyor. En tehlikeli ihtimal, hâlihazırda uygulanan ve söz konusu programın aylık brüt gelirinin yüzde 1’i olan ceza miktarının yüzde 2’ye çıkarılması. Bunun yapımcı açısından baş edilmesi imkânsız bir ceza olacağı söyleniyor. 2000’lerin başında yayına girmiş “Ben Evleniyorum”dan itibaren (ki onun da o zaman RTÜK’e başvurulup yayından kaldırılması istenmişti!) yaklaşık 15 yıldır televizyonlardaki evlilik realiteşovyarışma programları üzerine yazıyorum. Çok sert ve ağır eleştirilerde bulundum. Şimdi karşımızdaki programlara baktığımda da pek çok sorunlu yan elbette görüyorum. Ancak bir nokta var ki katılmam mümkün değil. O da işte hem Numan Kurtulmuş’un hem de RTÜK başkanının hareket noktası... Yani bu programların “aile müessesesi”nin ulviyetini, kutsiyetini ortadan kaldıracağı; evlilik kurumunun zedelenmesine, böylece gelecek açısından travmalara yol açacağı şeklindeki kanaatler. Kısacası bu programların toplumu bozduğu, bozacağı düşüncesi. Beyler, durum tam tersi! Beyler, bu programlar ayna, ayna!.. Beyler, evlilik kurumunun ipliği tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de, üstelik dindarmuhafazakâr kesimi de içerecek şekilde pazara çıktığı için... “Bir yastıkta kocamak” neredeyse tarih olup bir hayata birkaç evlilik sığdırmak âdetten hale geldiği için... Ve evliliklere artık “boşanma sözleşmeleri” eşliğinde bismillah dendiği için... İşte böyle bize özgü alaturka fantezilerle süslü şekilde ayağa, pardon ekrana düşmüş durumda evlilik!.. Evlilik “gerçek hayat”ta can çekiştiği içindir ki ancak bir “gerçeklik gösterisi” (realiteşov) olarak böyle muazzam “alıcı” (seyirci) buluyor. Siz bırakın bu programların Türk aile yapısına, evliliğin kutsiyetine halel getirmesini de büyük şehirlerin muhafazakâr muhitlerinde gizli imamnikâhlı ikinci, üçüncü, bilmem kaçıncı eşlerine evler (hâşâ, “garsoniyer” demiyoruz!) açan zengin mümin kardeşlerimizden söz edin! Gelin bunları konuşalım!.. Her şeyi bir yana bırakın, fark etmiyor musunuz kendi sözlerinizdeki iç çelişkiyi: Örfünden, geleneğinden, inancından, kültüründen, örnek (“Türk”) aile yapısından dem vurduğunuz “Anadolu toprağı”, her gün yüzde 80’iyle geçiyor ekran başına ve kaykıla kaykıla seyrediyor bu programları... Sizin siyaseten böyle “muhafazakâr” gözboyamalarınız, bu şirin toplumsalmuhafazakâr ikiyüzlülüğü bastırmaya yetmez. “Sosyoloji” imkân vermez buna!.. haber Engelleri bir bir aşıyor3 Ceren Pekoğlu, şimdilerde, sürekli gittiği Espark AVM’nin yanındaki ünlü kahve zincirinin engelli rampasını kapatması nedeniyle oldukça üzgün. Cam kemik hastası Pekoğlu, ‘Annem, düşersem kırılırsam diye çok korkuyordu. ‘İkimiz için bir sınav’ dedi hep bana. Başardığım için benimle gurur duydu’ diyor ZEHRA ÖZDİLEK Ceren Pekoğlu, 26 yaşında, cam kemik hastası. Anadolu Üniversitesi (AÜ) Sosyal Hizmet Bölümü mezunu. Tüm engelli annelerinin yaşadığı “ölürsem kızıma kim bakar” korkusunu annesine yaşatmamak için memur olarak atandığı Eskişehir’de tek başına yaşıyor. ‘Sandalyeli biri daima başkasına muhtaçtır’ algısını tek başına yıkıyor. Normal yaşam hedefi Hastalığın teşhisi Pekoğlu iki günlükken konulmuş. İlk başta, ameliyat olup düzeleceğine inandırılmış. Gerçeği 9 yaşında öğrenmiş. Hemşire annesinin çaba larıyla, ilkokula başlayabilmiş. 11 yaşında tekerlekli sandalye kullanmaya başlamış. Ortaokuldan sonra, açık öğretimde okumuş. Üç yıl özel bir eğitim merkezinde danışmanlık yapmış. 2016 yılında atanmış. AÜ Eczacılık Fakültesi’nde bilgi işlem memuru. 15 yaşından bu yana kullandığı akülü sandalyesiyle, hayatı, olabildiğince ‘engelsiz’ yaşamaya çalışıyor. Pekoğlu, çocukluğunu şöyle anlatıyor: “Önüme çıkan her basamak, annemi sendikacı, aktivist yaptı. Babam ben iki yaşındayken gitmiş. Annemle, kırıklar, alçılar, hastaneler, sürekli değişen bakıcılar ve önümüzdeki o koskocaman bürokrasiyle baş başaydık. Hep bir akülü sandalyeyle özgürleşmeyi bekledim. Akülü sandalyemle etrafımı fark etmeye, arkadaşlar edinmeye başladım. Normalleşmek tek hedefim oldu.” Zor ama güzel “Annemsiz hayata başlamak çok zordu elbette” diyen Pekoğlu, “Kentsel yapısıyla Türkiye şartlarının çok üstünde bir şehirde yaşıyorum. Evi kullanabileceğim şekilde dizayn ettik. Annem Ankara’da. Hafta sonları trenle yanına gidiyorum. Ankara’da engelli olduğumu iliklerime kadar hissediyorum. Engelli kelimesinin engellenmekten geldiğini ve engelleyenin başta devletin uygulamadığı yasalar olduğunu belirtmek isterim. Engelsiz günleri umutla bekliyorum” diyor. l İSTANBUL C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle