Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Çarşamba 1 Mart 2017 14 yorum TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ Köşemen Kültür Şurası ‘herkes için kültür’ diyecek mi? İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) “KültürSanatta Katılımcı Yaklaşımlar” raporu İpsos verileri ile konuşuldu daha çok. Kaç kişi hiç sinemaya gitmemiş; hiç kitap okumuyor; konser, tiyatro ya da opera gibi herhangi bir etkinliğe katılmamış. Bu veriler tartışıldı, her zamanki gibi yazıklanıldı. Dr. Ayça İnce, Ceren Yartan ve Rumeysa Kiger’in hazırladığı rapor, Türkiye’de kültürsanat hayatına katılma ve katılmama nedenlerini inceleyerek, bu alanın “kullanıcılarının” kimler olduğunu anlamaya çalışıyor. Kültürel hayata erişim ve katılım olanaklarının artırılması yolunda “herkes için kültür” önerisini getiriyor. İlki 1982, ikincisi 1989 yılında yapılan Milli Kültür Şurası’nın üçüncüsü 35 Mart 2017’de İstanbul’da toplanacak. Açılışını da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yapacak. En üst düzeyde önemsenip himaye edilmesine rağmen Kültür Şurası’na kimlerin katılacağı, hangi konuların konuşulacağı hakkında bir bilgiye ulaşmak mümkün görünmüyor. Şuranın bir internet sitesi yok. Ama 02.11.1989’da Resmi Gazete’de yayımlanmış bir “Milli Kültür Şurası Yönetmeliği” var. 6. maddede “Şura, kültür konusunda Bakanlığın en yüksek danışma kuruluşudur” deniyor. Bu kadar önemli. Şuranın görevleri şunlar; “a) Atatürk ilkeleri ışığında kültür politikası hakkındaki görüşleri belirlemek, b) Kültürel konularda yönlendirme, teşvik ve işbirliği esaslarını tespit etmek, c) Kültürümüzün korunmasını, geliştirilmesini, tanıtılmasını ve yayılmasını sağlayıcı tedbirleri belirlemek, d) Gerekli görülen kültür konularının görüşülmesi, tartışılması ve istişari kararların alınmasını sağlamak”. Aynı yönetmeliğe göre şuranın en az üç yılda bir toplanması gerekiyor. Ama 28 yıldır toplanmamış. İKSV’nin raporunun şura öncesi yayımlanmış olması iyi bir tesadüf. Bu raporun şuranın en önemli tartışma konularından biri olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü raporla ortaya konulan sonuçlar hiç de iç açıcı değil. GfK’nin anketine göre Türkiye’de en yüksek kültürsanata katılım oranı 1824 yaş arasında ve eğitim seviyesi ile geliri yüksek olarak tanımlanan AB grubunda görülüyor. “Bilet satın alarak yılda bir veya daha çok kez etkinliğe katıldım” diyenlerin oranı yaklaşık yüzde 20, bilet satın almaksızın ücretsiz bir etkinliğe katılanların oranı ise yüzde 10. Hiçbir etkinliğe katılmadım diyenler ise yüzde 70 gibi bir oranla ezici çoğunluğu oluşturuyor. Araştırmaya katılanlar en çok sinemaya gitmeyi (ayda 1 kez) tercih ediyorlar. Onları yıl boyunca katıldıkları 8 etkinlikle tiyatroya gidenler ile müze ve galeri ziyaret edenler ve yakınlarındaki bir kültür kurumunda etkinliğe katılanlar takip ediyor. TÜİK’in 1524 yaş grubundakilerle yaptığı boş zaman değerlendirme anketlerine (20142015) göre gençlerin en sık gerçekleştirdiği faaliyet televizyon izlemek (yüzde 93.9) ve sosyal medyada zaman geçirmek (yüzde 56.4). Yine TÜİK’e göre kültürsanat harcamalarında son üç yıl içinde düşüş söz konusu. Hane halkı kültürsanat tüketim harcamalarının oranı 2013’te yüzde 3.1’den 2014 yılında yüzde 3’e, 2015’te ise yüzde 2.9’a düşmüş. Kültürel hayata katılmamanın sanata ilgisizlikten, ulaşamamaya, bilgisizlikten, haberdar olmamaya, güvenlik endişesinden bilet fiyatlarının pahalılığına kadar çeşitli gerekçeler var. Sanat eğitimin önem verilmemesi en önemli etken olarak görünüyor. Bilet fiyatlarının pahalılığının nedeni, mevcut vergilere ek olarak yüzde 10 stopaj ve yüzde 20 gelir vergisi ödenmesi. Dünyada başka örneği olmayan bu vergiyi kaldırmak, hatta ücretsiz etkinlikler için sanat kurumlarına destek vermek, katılımı artırıcı bir çözüm olabilir. İtalya, 2016’da 18 yaşına giren gençlere kültürsanat harcamalarında kullanmaları için 500 Avro sağlıyor. İKSV’nin 1000 üniversite öğrencisine verdiği destek de ülkemizden iyi bir örnek. Devlet bütçesinden kültürel etkinliklere katılım ve kitap almak için böyle bir pay neden ayrılmasın? Galiba en doğrusu kültüre, sanata, kitaba erişim politikası oluşturmak. Buna en uygun yer de Kültür Şurası. Bakalım şuradan böyle bir karar çıkacak mı? 1 MART 2017 SAYI: 33383 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Haber Koordinatörü Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Danışmanı Ayşe Cemal Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06.06 05.51 06.14 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi Akşam 07.32 13.24 16.28 19.03 07.16 13.08 16.14 18.48 07.37 13.31 16.38 19.12 Yatsı 20.22 20.06 20.28 Türkiye’de 2016 yılı içinde 1948 kişi cinayete kurban gitmiş; bu, her gün beş kişinin bir cinayet sonucu yaşamını yitirdiği anlamına geliyor. Nüfusumuz 79 milyon 814 bin 871. Nüfusu 126 milyon 323 bin 715 olan Japonya’da ise aynı yıl içinde işlenen cinayet sayısı 200. Bizler, gazetelerde, televizyonlarda her gün cinayet haberleriyle karşılaştığımızdan olağan olmayan ölümleri ne yazık ki kanıksadık. Bu haberleri görüp geçiyor, üzerinde düşünmüyoruz. HHH İnsanlarımız umutsuzdur, öfkelidir. Sürekli yaşanan düş kırıklıkları, düşülen umutsuzluk sarmalı ve buna bağlı olarak kabaran öfke insanları saldırganlaştırmaktadır. Türkiye, işlenen cinayet sayısı kadar trafik kazası ölümlerinde de Avrupa’da ilk sıradadır. Bu sayılar ülkemizde insan hayatına verilen değerin düşük düzeyinin göstergeleridir. İnsanların birbirlerine karşı sevgisizlikleri, saygısızlıkları endişe verici boyuttadır. Ülkemiz genelinde uzlaşma kültürü uygar ülkeler düzeyinde gelişmemiştir. İnsanlarımız, aralarındaki sorunlarda kolayca kaba kuvvete başvurmaktadır. Bir sonraki adım ise cinayettir. Ölümlü trafik kazalarının başlıca nedenlerinden biri de arkadan gele Uzlaşma kültürü ve kentlilik ne yol vermemek, sollarken sağdakini sıkıştırmak gibi saygısızlıklardır. HHH Bilim insanları kentlileşmenin uzlaşma kültürünü geliştireceği düşüncesindedir. Ne var ki kentte yaşıyor olmak kentlileşmek için yeterli değildir. Kentlileşmenin önkoşulu kent kültürünü özümsemeye, içselleştirmeye hazır olmak, buna çaba göstermektir. Oysa kırsaldan gelen göçmenler kentlerin varoş larına, çeperlerine yerleşerek ya yeni yerleşim yerleri kurmakta ya da kendilerinden önce gelenlerin yaşam biçemlerine ayak uydurmaktadırlar. Bu bölgelerde yaşam “kapalı devre” sürdürülmekte, kent kültüründen farklı, geri bir kültür oluşmaktadır. Genel olarak “varoş kültürü” denen bu yaşam biçemi kendini yeniden üreten sosyal bir kısırdöngüdür. Bu kısırdöngü kırılmadan bu bölgelerde yaşayan insanların kentlileşmeleri olası değildir. Dikkatle incelenecek olursa göç alan kentlerde işlenen cinayetlerin de çoğunlukla bu bölgelerde işlendiği görülecektir. HHH Muhafazakâr iktidarlar 1950’lerden bu yana oy kaygısıyla bu geri kültürü ayakta tutmak, kapalı devre geliştirmek için ellerinden geleni artlarına koymamışlardır. Bunun en somut ve en güçlü örneği AKP iktidarıdır. Bu iktidar, varoş kültürüne ayrıca dinciliği şırıngalayarak söz konusu bölgelerde geniş bir oy potansiyeline sahip olmuştur. 16 Nisan referandumundan çıkacak bir “evet” sonucu, bu geri kültürün kentlerin merkezlerine yayılma sürecinin başlangıcı olacaktır. Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN posta@cumhuriyet.com.tr Hukuk devleti ilkesi SAMİ SELÇUK Prof. Dr., Hukukçu Kentsoylu (burjuva) sınıfının ürettiği “hukuk devleti” (Etat de droit) anlayışının boy verdiği Kara Avrupa’sı hukukunu benimseyen ülkelerde, “devlet merkezci” bir yönetim vardır. Nitekim hukuk devleti kavramını Almanya’da “hukuk tabanında duran devlet”, “kendini hukuk üzerine kuran devlet” biçiminde ilkin Kant ortaya atmış; 1798’de Placiding ve 1813’te Welcker bugünkü deyişle “hukuk devleti” (Rechtsstaat) terimini kullandı. Bu düzende devlet her yerde hâzır ve nâzır, Jakoben. Bu ülkelerde yazılı hukuku üreten biricik temel güç devlettir. O yüzden de hukuk hep devletten yana kotarılır, eşitlik ilkesi gözetilmez. Bu yüzden devlet kendi yarattığı hukuk nedeniyle yurttaşlarıyla sürtüşme içinde ve bu hukuku araç kılarak pek çok şeye el atmış durumdadır. Sıkışınca sözgelimi “kamu yararı” gibi peçeli, içeriği ve sınırları belirsiz ve tartışmaya açık kavramlara başvurur. Bir bakıma bu devletlerde hukuk gizemli kılınmış, mistikleştirilmiş siyasallaştırma oyununun bir parçası olmuştur. “Kamu yararı”, “yönetimin takdir hakkı” gibi sınırları ve kapsamı belirsiz kavramlarla beslenen yönetim, hukukta da etkisini göstermiş, “özel hukuk” ve “kamu hukuku” diye katı bir ayrım ortaya çıkmıştır. Bu sistemde toplum ve hukuk, devletin vesayetinde ve edilgindir. Vesayetçi devletin yukarıdan aşağıya doğru düzenlediği makro anlamda, adı anayasa olan bir toplumsal sözleşme vardır. Amaç, devleşen “Leviathan devleti” hukukun sınırlarında tutmaktır. Bu ne ölçüde başarılırsa, Kant’tan, özellikle de demokrat olan, ama özgürlükçü olmayan Rousseau’dan esinlenilen “hukuk devleti”ne, dolayısıyla demokrasiye de ancak o ölçüde ulaşılabilecektir. Kara Avrupa’sı hukuku Bizim hukukumuz ve Anayasamız, “hukuk devleti” ilkesine dayanan Kara Avrupa’sı hukukunun ürünüdür. Bunun en önemli sonuçlarından biri şudur: Bütün Kara Avrupa’sı hukukunu benimseyen ülkelerde olduğu gibi “hukukun ne de KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI “Hukuk devleti” küresindeki mücadele, devletin topluma ve bireye karışmasını azaltma savaşımıdır. Temel amaç, kanımca “az devlet, çok hukuk” formülüyle özetlenebilir. Dar bir ufuktur bu diğini söyleyen” (jurisdictio) ve “son sahici (otantik) yorumu yapan tek yüksek yargı organı”na sahip olma ilkesinden de sapılmış ve üç ayrı yargı organı ortaya çıkmış olmasıdır: Anayasa mahkemesi anayasa, yargıtay adliye, danıştay idare hukuku konularında son sözü söyler. Bu görev ayrılığının uygulamaya yansıyan ve yargılamayı geciktiren sonucu da belli: İlk mahkemelerde bir yasa düzgüsünün (norm) anayasaya, bir tüzük düzgüsünün bir yasaya aykırılığı söz konusu olduğunda ilk mahkeme yargıçları konuyu bekletici sorun yapmak, yargılamayı durdurup beklemek zorundadırlar. Kısacası bu ülkelerde hukukun bütünlüğü bir türlü sağlanamamış; sık sık uyuşmazlıklar ortaya çıkmıştır. Hikmeti hükümet Bu nedenlerle yakından incelendiği zaman Kara Avrupa’sında toplumun devletçi kurallara bağlı, içine kapalı, iktidarın parçalanmamış ve tek olduğu görülür. Bu ülkelerde erkler ayrılığından ne denli söz edilirse edilsin yargı birliği sağlanamamış, yargıyı bağımsız kılma kavgası bir türlü bitmemiştir. İşte bu yüzden Kara Avrupa’sı toplumunda bireylerce İngiliz yargısının ve yargıçlarının ne denli bağımsız, korkusuz oldukları sık sık özlemle dile getirilir. Bu sistemin bizde en tipik örneklerinden biri, Batı’da yaklaşık iki yüzyıl önce tarihin dehlizlerine gömülmüş olan Anayasa’nın 129/son. madde ve fıkrasındaki izin kurumudur: “Memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılması, kanunla belirlenen istisnalar dışında, kanunun gösterdiği idarî merciin iznine bağlıdır.” Özetle toplumcu (sosyal) devlet anlayışıyla bir ölçüde dizginlenen devleti hukukun içine çekme amacı, Kara Avrupa’sı ülkelerinde bugün de sürüyor. Çünkü Jakoben devlet, sıkışınca hukukun bir türlü erişemediği kör, karanlık, görünmez bir kavrama başvuruyor: “Devlet aklı” (hikmeti hü behicak@yahoo.com.tr kamilmasaraci@gmail.com.tr kümet, la raison d’Etat, the reason of State). Devlet aklından, Osmanlıca deyişle hikmeti kendinden menkul “hikmeti hükümet” kavramından 06.01.1989’da Fransız Yargıtayındaki konuşmasında Başkan Mitterand şöyle yakınıyordu: “Hukuk, adalet hiçbir biçimde hikmeti hükümet denilen nesneye kurban edilmemeli. Uzun yıllar taşıdığım siyasal sorumluluğum döneminde hikmeti hükümet diye bir nesneye rastlamadım. Ne zaman hikmeti hükümetten söz edilmişse, bilmelisiniz ki, bu bir başka şeyi gizlemek için uydurulmuş bir bahanedir”. Başbakan William Pitt’in dilinde hikmeti hükümetin karşılığı “devlet zorunluluğu”dur. Mitterand’dan 206 yıl önce 18.11.1783’te Komünler Meclisinde şöyle diyordu: “Zorunluluk, birey özgürlüklerini çiğnemenin özrüdür; zorbaların bahanesi, kölelerin inancıdır.” Bütün bunlar, Kara Avrupası ülkelerinde devleti, birey zararına dokunulmaz, hatta 1982 Anayasası’nın ilk metninin başlangıç bölümünde kutsal bir nesneye dönüştürmüştür. Toplumun kavgası, bu dokunulmazlığı ve kutsallığı sarsma kavgasıdır. Görülüyor ki, “hukuk devleti” küresindeki savaşım (mücadele), devletin topluma ve bireye karışmasını azaltma savaşımıdır. Temel amaç, kanımca “az devlet, çok hukuk” formülüyle özetlenebilir. Dar bir ufuktur bu. Hukukun egemenliği Buna karşılık, “hukukun egemenliği” (rule of law), daha yaygın anlatımla “hukukun üstünlüğü” (suprématie du droit) ilkesinin boy verdiği AngloSakson hukukunun egemen olduğu ülkelerde toplum, sözleşmeci ve uzlaşmacıdır; saydam ve dışa açıktır. Birey ise yarışmacıdır. Girişim gücü, devlette değil, bireyde ve sivil toplum örgütlerindedir. Dolayısıyla devlet, merkezci değildir. Toplum çoğulcu olduğundan erk / iktidar tek değil, parçalıdır. Çok kutuplu kurumlar, kuruluşlar devletin bir kısım temel görevlerini de üstlenmiştir. Çoğulculuk kurumsal parçalanmayı, işbölümünü yaratır, toplum kendi hukukunu kendi üretir. Özetle devletin karşısında özerk bir hukuk vardır. Her şey, üretilen bu hukukun hakemliğinde çözülür. İşte bireyle devlet, bu nedenlerle hukukun karşısında eşit konumdadır. Devlet de, birey de toplumun ürettiği ve dayattığı hukuka bağlıdır. Toplumun ürünü olduğundan başat, egemen güç hukuktur. Devlet gücü ise ikincil plandadır. Kısaca hukuk toplumun, devletin, bireyin üstündedir. Yaşanarak, Sokratik yöntemle öğretilmekte ve uygulanmakta; bu durumuyla somut, ancak esnek ve de devletten göreli olarak bağımsızdır. Toplum, devletin vesayetinde değil, tersine devlet toplumun içindedir. Bu yüzden genellikle yazılı bir anayasaya gerek duyulmaz. Trump’ı durduran yargı Bunun sonuçları ise ortada: Hukuk devletten bağımsız olduğundan yargı da bütün erklerden bağımsız ve çok güçlüdür. Yargı birliği ve hukuk bütünlüğü örselenmemiştir. Çünkü Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ayrımına gidilmemiş, tek bir Yüksek Mahkeme bütün görevleri üstlenmiş; hukukun bütünlüğü sağlanmıştır. Hukukta özel hukuk, kamu hukuku gibi katı kavramlaştırmalara ve ayrımlara başvurulmamış, her boydaki yargıç, her derecedeki mahkeme, bir yasa düzgüsünün anayasal kurallara, bir tüzüğün yasal düzgülere aykırı olup olmadığına karar verebilmektedir. Esasen konu, eninde sonunda tek olan yüksek mahkemenin önüne gidecektir. Bu yüzden Kara Avrupa’sı hukuk sisteminde görüldüğü üzere “bekletici sorun” sorunsalı söz konusu değildir. Nitekim bütün dünya bunun çarpıcı bir örneğini Trump kararında kimileyin şaşkınlıkla, ama hayranlıkla gördü: Başkanın kararını bir ilk mahkeme yargıcı durdurabildi, istinaf mahkemesi de o kararı onadı. Yarın: Hukukun üstünlüğü C MY B