27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 7 Şubat 2017 haber Hukuksuzluğun 100. günü10 11EDİTÖR:ÖZGÜRÖZKÜ TASARIM:İLKNURFİLİZ YARKADAŞ’DAN BOZDAĞ’A: Yasaklı gazeteler hâlâ verilmiyor CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, cezaevlerindeki tutuklulara Birgün ve Evrensel gazelerinin verilmemesini eleştirerek, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın “Tutuklulara istedikleri gazeteler veriliyor” açıklamasına karşı yasağının sürdürüldüğünü söyledi. CHP Medya Komisyonu Üyesi Barış Yarkadaş, cezaevlerinden çok sayıda mektup aldığını belirterek “Tutuklular, Birgün ve Evrensel ile süreli sol yayınlara ulaşamıyor. Cezaevlerinde keyfi yayın yasağı uygulaması devam ediyor. Son olarak Birgün Gazetesi çalışanı Mahir Kanaat bu konudaki şikâyetlerini avukatları aracılığıyla iletti. Kanaat, büyümesine ve yaşamasına emek verdiği gazetesini okuyamıyor”dedi. Yarkadaş,“ Bir hafta önce, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ yazılı soru önergeme verdiği cevapta cezaevlerinde yayın yasağı olmadığını söyledi. Bozdağ, tutukluların dilekçe verdikleri takdirde istedikleri gazeteyi edinebilebileceklerini ifade etti. Ancak Kanaat’ın avukatlarına anlattıkları, durumun böyle olmadığını gösteriyor. Ayrıca YARSAV eski Başkanı Murat Arslan da aynı konudan şikâyetçi. Arslan’ın da Birgün ve Evrensel’i okuyamadığını avukatlarından öğrendik. Gazete okutmamak, bilgiye erişimi engellemek; hücre içinde hücre cezası vermek anlamına gelir” diye konuştu. l İSTANBUL/Cumhuriyet Tanrıkulu’NDAN SORU ÖNERGESİ TV’lere RTÜK uyarısına tepki CHP İstanbul Milletvekili ve PM Üye si Sezgin Tanrıkulu, Başbakan Binali Yıldırım’a, RTÜK’e çağrılan televizyon yöneticilerine yönelik sansür uyarılarını sordu. Tanrıkulu,Başbakan Yıldırım’a özetle şu soruları yöneltti: “Ekran karartma” uygulamasına, “Sansür tebligatı” ile geri mi dönülmüştür? Yayın yasaklarına uyulmaması halinde tüm kanalların kapatılacağı iddiası doğru mudur? TV kanallarına “yasak tebliğinin” yapıldığı toplantıda itiraz seslerinin yükseldiği, bazı TV yöneticilerinin, “Bu yasaklar olsaydı, 15 Temmuz gecesi yayın yapamayacaktık. Meclis’in bombalanmasını haberleştiremeyecektik” dediği iddiaları doğru mudur? 2002 yılında “ekran karartma” uygulamasına AB normlarına uyum gerekçesi ile son verilirken, şimdi yapılan “sansür tebligatı’ ile AB normlarına uyum göz ardı mı edilmektedir?” l MAHMUT ORAL/DİYARBAKIR 10 yazar ve yöneticimiz 100 gündür haber ve köşe yazıları gerekçe gösterilerek özgürlüklerinden yoksun Fethullahçı Terör Örgütü’ne (FETÖ) üyelik ve ayrıca PKK/ KCK’ye yardım etme suçlarından sanık savcı Murat İnam’ın yürüttüğü soruşturmada, 10 yazar ve yöneticimizin tutuk luluğu 100. güne ulaş tı. Haber ve köşe yazıla rını delil olarak dosyaya CANAN COŞKUN koyan savcı İnam’ın iddianameyi hazırlamaması nedeniyle arkadaşları mız “ağırlaştırılmış tutukluluk” yaşıyor. Tahliye taleplerini reddeden İstanbul Adliyesi’ndeki Sulh Ceza Hâkimlikleri de kararlarında yasa maddelerini tek rarlayarak soyut gerekçeler sıralıyor. Uluslararası ve ulusal basın meslek örgütlerinin “ifade ve basın özgürlüğü ne vurulmuş bir darbe” olarak niteledi ği gazetemizi susturma amaçlı operas yon kapsamında Genel Yayın Yönetme nimiz Murat Sabuncu, Kitap Eki yönet menimiz Turhan Günay, yayın danış manı ve yazarımız Kadri Gürsel, okur temsilcimiz Güray Öz, çizerimiz Mu sa Kart, yazarımız Hakan Kara, avu katlarımız Bülent Utku ve Mustafa Ke mal Güngör, yöneticimiz Önder Çelik 5 Kasım 2016’da, İcra Kurulu Başkanı mız Akın Atalay ise 12 Kasım 2016’da tutuklandılar. İstanbul 9. Sulh Ceza Hâkimliği yargıcı Mustafa Çakar 9 ya zar ve yöneticimiz hakkındaki tutukla ma kararını, kimin hazırladığı belli ol mayan subjektif bir bilirkişi raporu na, Alev Coşkun’un ve Aydınlık Gazete si yazarlarının tanık ifadeleri veya kö şe yazılarına, CHP Milletvekili Mustafa Balbay’ın bir tweetine ve Oray Eğin’in bir yazısına dayandırdı. Gerekçesiz, kopya kararlar İddianamenin hâlâ hazırlanmamış olması, Sulh Ceza Hâkimliklerinin kararlarına ya tutuklama kararının kopyası olarak ya da “kaçma şüphesi, delillerin toplanmamış olması” gibi soyut yasa maddelerinin sıralanması şeklinde yansıyor. 10 yazar ve yöneticimizin tutuklanmasının ardından yapılan ilk itirazı reddeden İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği yargıcı Necmettin Kafalı, 18 Kasım 2016 tarihli kararında tutuklama kararını kopyaladı. İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimliği yargıcı Ersin Öztürk de tahliye taleplerini reddettiği 2 Aralık 2016 tarihli kararında, tutuklama kararını kopyalamakla yetindi. Bu karara yapılan itirazı reddeden İstanbul 8. Sulh Ceza Hâkimliği yargıcı Atila Öztürk, suç vasfını öne sürerek, yazar ve yöneticilerimizin sosyal paylaşım içeriklerine göre FETÖ/PDY lehine faaliyetleri olduğunu iddia etti. 12 Aralık’ta Akın Atalay için aylık tutukluluk incelemesi yapan İstanbul 6. Sulh Ceza Hâkimliği yargıcı Tuncay Çakır tutuklamayı devam ettiren kararında, yasa maddelerini sayarak somut deliller olduğunu öne sürdü, ancak bunların neler olduğunu belirtmedi. Çakır, hakkında yakalama kararı olduğunu bilerek kendi isteğiyle yurda dönen Akın Atalay ile ilgili olarak “şüphelinin kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut delillerin olduğunu” ileri sürdü. Bu karara yapılan itirazı reddeden İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimliği yargıcı Ersin Öztürk ise sadece “itirazın yerinde olmadığı kanaatine vardığını” belirtti. İstanbul 12. Sulh Ceza Hâkimliği yargıcı Ömer Harun Özbek 30 Aralık 2016 tarihli tutukluluğun devamı kararında yalnızca yasa maddelerini sıraladı. Bu karara itirazı inceleyen 13. Sulh Ceza Hâkimliği yargıcı Utku Ercan, “tutukluluk halinin devamı kararını değiştirecek herhangi bir somut delil sunulmamasına” dayandırdı. Böylece artık tutuklama için değil, salıverilme için somut delil arandığı ortaya çıktı. Yargıç Ömer Harun Özbek 30 Ocak’taki en son aylık tutukluluk incelemesini de gerçekleştirdi. Özbek bu defa da delillerin henüz toplanmadığını öne sürerek tutukluluk halinin devamına karar verdi. Bu karara itirazı inceleyen yargıç Utku Ercan ise bir önceki kararını bire bir tekrar ederek itirazı reddetti: “Tutuklama kararını değiştirecek herhangi bir somut delil ibraz edilmediği anlaşılmakla itirazın reddine...” Dava açılmasını bekliyorlar 10 yazar ve yöneticimiz, haftada sadece birer saat aileleri ve avukatları ile görüşebiliyor. Memur eşliğinde gerçekleşen bu görüşmeler aynı zamanda sesli ve görüntülü olarak kayda alınıyor. Üçer kişilik koğuşlarda kalıyorlar ve koğuşlar birbirini göremiyor. Mektup almaları ve yazmaları yasak olan yazar ve yöneticilerimiz bu ağır tutukluluk koşulları altında kendileri ile ilgili davanın açılmasını bekliyor. İ ki haneli günleri tükettik. Artık üç hanelilere adım attık. Bugün 100. günümüz. Tam 100 gündür içerideyiz. OHAL koşullarında içeride olmak olağan döneme göre daha fazla yoksunluk, sıkıntı ve mağduriyet yaşamanızı gerektiriyor. Bir hafta 168 saat. Bu 168 saatin bir saatini avukatlarımızla görüşüp konuşarak (yanınızda bir memurun denetim ve kontrolünde), bir saatini de birinci derece akrabalarınızla kalın bir camın ardından telefonla konuşarak geçirme hakkınız var. Kalan 166 saati hücrenizde, diğer iki hücre arkadaşınızla beraber geçiriyorsunuz. Dışarıdan mektup almanız da, dışarıya mektup göndermeniz de yasak. Biz Cumhuriyet gazetesi çalışanları, bu bakımdan biraz daha şanslı sayıyoruz kendimizi. Çünkü içeriye girdiğimiz ilk saatten beri bizi bir an bile yalnız bırakmayan, büyük bir direnç ve kararlılıkla arkamızda duran bir gazetemiz var. Ailelerimiz ve dostlarımız var. Her fırsat bulduklarında ziyaretimize gelen CHP’li milletvekili arkadaşlarımız, ziyaret için sıraya girmiş yüzlerce avukat dostumuz var. Gazetemiz, “İçeriye Mektuplar” adıyla dostları Güzel günler göreceğiz dostlar, güneşli günler... mızın yazdığı mektupları bize ulaştırıyor. Ne desek az, ne söylesek yetmez. Başta ailelerimize, gazetemize, dostlarımıza, bizi bu süreçte yalnız bırakmayan herkese teşekkür ediyoruz. Bu ana kadar bilerek, isteyerek, doğrudan ya da dolaylı olarak herhangi bir yanlışın, kötülüğün, ahlaksızlığın ve suçun içerisinde olmadık. Suç örgütleriyle de, suçlularla da ortak bir faaliyetimiz, birlikteliğimiz, milletten af dileyecek bir yanlışımız, kandırılmışız diyeceğimiz bir hatamız olmadı. Savcılıkla avcılığı birbirine karıştıran, kendisi FETÖ üyeliğinden ağır suçlamalarla yargılanan bir savcının adaletine değil ataletine karşı metanetimizi ve sabrımızı korumaya çalışıyoruz. Bizim ve bizim gibi gazetecilik faaliye ti nedeniyle, görüş ve eleştirilerini dile getirdiği için ‘içeri’de tutulan herkesin, yargı ve hukuk alet edilerek mağdur edilmesi elbette üzücüdür. Tanrı inancı ve sevgisi olmayan bir din görevlisinin dine vereceği zarar neyse hukuk inancı, insan ve adalet sevgisi olmayan bir savcı veya hâkimin hukuka ve topluma vereceği zarar da odur. Memleketimizde hukukun durumu da, seviyesi de budur. Ama biliyoruz ve inanıyoruz ki bu böyle devam etmeyecek. Biz içeridekilerin bu mağduriyeti de bu hukuksuz dönemin üstüne atılan ve bu dönemin gömülmesine katkıda bulunan bir kürek topraktır. Güzel günler göreceğiz dostlar, güneşli günler... Herkese dostça selamlar... AKIN ATALAY Silivri 9 No’lu Ceza İnfaz Kurumu Arkadaşlarımızın ‘tutsak’ alınmasının ardından okuyucularımız ve sivil toplum örgütleri gazetemize destek verdi. Gazetemiz kıskaçta 3 yıl içinde haber ve köşe yazılarımıza seri dava ve soruşturma açıldı Mayıs 2015’te gazetemiz eski Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcimiz Erdem Gül hakkında, “devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama” suçu dahil bir dizi suçtan dava açmıştı. Dündar ve Gül soruşturma kapsamında 92 gün tutuklu kalmıştı. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Dündar ve Gül aleyhine “devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgilerini açıklamak” suçundan verdiği mahkumiyet kararı halen Yargıtay’da. n Yazarlarımız Hikmet Çetinkaya ve Ceyda Karan’ın hedef alınmasına sebep olan, Charlie Hebdo soruşturması da bu savcılığın dosyalarından. Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçlamasıyla açılan davada Çetinkaya ve Karan’a 2’şer yıl hapis cezası verildi. Temyiz incelemesi de sürüyor. n 1725 Aralık soruşturmalarına ilişkin eski genel yayın Yönetmenimiz Can Dündar, “mağdurlar” arasında Binali Yıldırım, Yasin El Kadı gibi adların yer aldığı hakaret davasında 28 bin TL para cezasına mahkum oldu. n Hâkim ve savcıların Emlak Konut’tan ev sahibi olmalarına ilişkin haberleri yazan muhabirimiz Canan Coşkun için 23 yıla kadar hapis istemiyle iddianame düzenlendi. İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi Coşkun’u kamu görevlilerine hakaret suçundan 12.600 .TL para cezasına mahkum etti. n Muhabirimiz Ahmet Şık hakkında FETÖ/PDY ve PKK propagandası yapma iddiasıyla açılan soruşturma sonucunda ise Şık 39 gündür tutuklu bulunuyor. n Savcı Murat İnam gazetemiz yazarı Işıl Özgentürk’ün 13 Mart 2016 tarihli “Ülkemin porno halleri” köşe yazısıyla yandaş kalem Hilal Kaplan’a hakaret ettiğini öne sürdü. Özgentürk hakkında 2 yıl 4 aya kadar hapis cezasının istendiği dava İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde başladı. nSavcı İnam, muhabirimiz Canan Coşkun hakkında Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı’nın IŞİD’e soğan kamuflajıyla Dokuz arkadaşımız 12 Kasım 2016’da özgürlüklerinden mahrum bırakıldı. Gazetemiz İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay da Almanya’dan dönüşünde tutuklandı. Avukata da yasak Gazetemiz avukatlarının yıllardır hiçbir engelle karşılaşmaksızın girebildiği Basın Suçları Soruşturma Bürosu’nun koridoruna bariyer çekilirken avukatlar ancak koridordaki güvenlik görevlilerine haber vererek içeri alınıyor. Ağustos 2016’dan bu yana Basın Suçları Soruşturma Bürosu’nda görev yapan İnam, burada geçirdiği kısa süre içerisinde gazetemizdeki yayınlar ile ilgili soruşturmalarıyla dikkat çekiyor. patlayıcı taşınması ile ilgili iddianamesini haberleştirdiği gerekçesiyle 1 saatte dava açtı. “Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama” suçunun yöneltildiği davada Coşkun’un 2 yıla kadar hapsi isteniyor. n Savcı İnam’ın gazetemizde yayımlanan “KCK’den yeni eylem tehdidi” başlıklı haber nedeniyle yazı işleri müdürlerimiz Bülent Özdoğan ve Abbas Yalçın’a açtığı dava ise 28 Şubat’ta İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayacak. İnam, Özdoğan ve Yalçın’ın “terör örgütlerini yayınlarını yayımlamak” suçundan cezalandırılmalarını istiyor. n Savcı İnam, cumhuriyet.com.tr Genel Yayın Yönetmeni Oğuz Güven hakkında internet sitesinde 18 temmuz 2016’da “Uğur Kaymaz’ı öldüren polis darbe giri şiminde öldürüldü” başlığıyla yayınlanan haber nedeniyle soruşturma başlattı. n Savcı İnam, Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu’nun (ICIJ) Türkiye’den yalnızca muhabirimiz Pelin Ünker’le paylaştığı Panama belgeleri nedeniyle soruşturma başlatıp hakaret ve iftira suçlamaları yöneltti. n Büro savcılarından Yasemin Baba, İstanbul Esenyurt’taki Recep Tayyip Erdoğan Parkı’nda türkü söyledikleri gerekçesiyle tekme tokat gözaltına alınarak tutuklanan 12 çocukla ilgili 21 Ağustos 2016 tarihli “Türkü söylediler tutuklandılar” başlıklı haberi nedeniyle muhabirimiz Coşkun hakkında dava açtı. “Terörle mücadelede görev almış kişileri hedef göstermek” iddiasıyla açılan davada Coşkun’un 3 yıla kadar hapsi isteniyor. n Savcı Baba’nın, cumhuriyet.com. tr Haber Müdürü Serdar Eroğlu hakkında KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık’ın medyada yer alan açıklamasının alıntılandığı haber nedeniyle açtığı dava İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başladı. n Savcı Küçükerden, 13 Mart 2016’daki Ankara Güvenpark patlaması ile ilgili olarak muhabirlerimiz Sinan Tartanoğlu, Alican Uludağ, Ozan Çepni ve Necati Savaş için “gizliliğin ihlal edilmesi” suçlamasıyla iddianamede düzenleyip ayrı ayrı 3 yıla kadar hapislerini istedi. Dava İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde sürüyor. Yargısız infaz son bulsunAkınAtalay MuratSabuncu KadriGürsel GürayÖz Hakan Kara Turhan Günay Musa Kart Önder Çelik Bülent Utku M.Kemal Güngör Ahmet ŞIK (39 gündür tutuklu) Meslek örgütleri iddianamenin bir an önce hazırlanarak meslektaşlarının serbest bırakılmasını istedi ÖZEL YETKİLİ GEÇMİŞ İNAM, FETÖ’den yargılanıyor Gazetemize yönelik soruşturmayı FETÖ üyeliği davası sanığı savcı Murat İnam yürütüyor. Ağustos 2016’dan bu yana Basın Suçları Soruşturma Bürosu’nda görev yapan İnam 10 yazar ve yöneticimizi bizzat kendisinin üyesi olmakla suçlandığı FETÖ/PDY’ye ve ayrıca PKK/KCK’ye yardım etme suçu kapsamında soruşturuyor. Suçlamasına ise gazetemizde yayımlanan birkaç haber ve köşe yazısını dayanak gösteriyor. İnam’ın yargılandığı Yargıtay 16. Ceza Dairesi’ndeki FETÖ üyeliği davasında darbeye teşebbüs ve FETÖ üyeliği gibi suçlamalar nedeniyle 1 kez ağırlaştırılmış müebbet, 1 kez müebbet ve 64 yıla kadar hapsi isteniyor. Savcı İnam, Basın Suçları Soruşturma Bürosu’na getirilmeden önce İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu’nda görevliydi. Bu büro Mart 2014’te 1725 Aralık soruşturmalarının kapatılan Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) 10. maddesi ile yetkili savcılığının yerine açılmıştı. Kamuoyunda bilinen ismiyle Özel Yetkili Savcılığın yerine. İnam, Temmuz 2012’de Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) kararı ile bu büroda göreve başladı. 2012’de Fethullah Gülen cemaati bu savcılıkta öylesine güçlüydü ki bu büro savcılarından Sadrettin Sarıkaya MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı şüpheli olarak ifadeye çağırmıştı. Ancak İnam’ın ismi 2014 yılına kadar duyulmadı. Şubat 2014’te 25 Aralık soruşturmasını yürütürken görevden alınan şimdinin FETÖ üyesi olduğu iddia edilen firari savcısı Muammer Akkaş’ın bu dosyasının devredildiği savcı olarak duyduk ilk olarak ismini. Devredilen dosyalar arasında Dink cinayeti dosyası da vardı. Ancak soruşturmalar iddianame veya takipsizlik kararı hazırlayacak kadar kalmadı savcı İnam’da. İnam’ın ismi bundan 2 yıl sonra, Mart 2016’da Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 54 hâkim ve savcı hakkında hazırladığı iddianamede FETÖ üyeliği şüphelisi olarak karşımıza çıktı. İnam bu suçlamadan dolayı Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nde yargılanıyor. SİBEL BAHÇETEPE İKTİDAR AYNI YOLDA n Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Turgay Olcayto: İddianame ortada olmadığı gibi, arkadaşlarımızı resmen suçlayan bir belge de ortada yok. Bu tutuklama giderek uzuyor ve bir uzun tutuklama haline dönüşüyor. Bu da bir tür yargısız infaz anlamı taşıyor. Biz meslektaşlarımızın bir an önce yargı önüne çıkarılmalaranı istiyoruz. Adaletin ve hukukun gereği de budur. Gazeteciler tutuksuz yargılanmalıdır ve yargı sonucuna göre karar verilmelidir. Yargı önüne çıkarılmadan bu kadar uzun süre tutukluluk daha öncede Ergenekon duruşmalarında ortaya çıkmış ve ne kadar yanlış olduğu sonradan belirlenmiştir. Yine iktidarın aynı yolu tutması eski yanlışları eleştirme haklılığını da elinden alıyor. İktidardan bir an önce adil yargılama hakkını uygulamasını istiyoruz. Ayrıca içerideki arkadaşlarımız yalnız cumhuriyetin değil, Türkiye’nin birer değerli gazetecileri ve meslektaşlarımız. Her zaman onların yanındayız. Herşeye rağmen direncimizi kaybetmiyoruz. Ve biliyoruz ki onlar da içeride dirençlerini kaybetmiyorlar. Her zaman arkadaşlarımızın yanındayız ve kendilerine sevgilerimizi gönderiyoruz. CEZAEVİNDE ESİRLER nTürkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Gökhan Durmuş: Türkiye cezaevlerinde 145 gazeteci, meslekleri olan gazetecilik faaliyetlerini yerine getirdiklerinden dolayı özgürlüklerinden mahrum bırakılmış durumdalar. Asılsız iddialar ve yapılan haberler gerekçe gösterilerek Cumhuriyet Gazetesi yöneticileri ve çalışanları 100 gündür cezaevinde esir vaziyette tutuluyorlar. Maalesef ülkemizde gazeteciliği suç haline getirdiler. İddianameleri bilinçli olarak hazırlamayarak, mahkemeleri başlatmayarak gazetecilere zaten fi ADALET HERKESİN İHTİYACI M artin Luther King, bundan tam 53 yıl önce, Birmingham Hapishanesi’nden yazdığı mektupta, “Herhangi bir yerdeki adaletsizlik, her yerde adalete yönelik bir tehdittir” der ve şöyle devam eder: “Bir kişiyi doğrudan etkileyen şey, herkesi dolaylı olarak etkiler…” İşte ifade ve basın özgürlüğü gibi adalet de sadece bizim değil bu ülkede yaşayan herkesin ihtiyacı... MURAT SABUNCU ili olarak cezayı vermiş durumdalar. Cumhuriyet çalışanlarının hepsinin mahkemeye çıktığı zaman serbest kalacağını biliyoruz. Ama mahkeme gününe kadar özgürlüklerinden mahrum bırakılarak peşin cezalandırıldıklarına tanık oluyoruz. TGS olarak cezaevlerindee tutuklu bulunan bütün gazetecilerin serbest bırakılarak tutuksuz yargılanmalarını istiyoruz. TESLİM ALMAK İSTEDİLER nÇağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanı Ahmet Abakay: Arkadaşlarımız haksız bir şekilde cezaevindeler. Bunlar tutuklu falan değiller, fiilen hükümlü ve cezası iktidar tarafından kesilmiş durumda. Mahkeme olmadan, yargılanmadan, iddianamesi dahi daha ortaya çıkartılmadan Cumhuriyet çalışanları ne yazık ki cezası kesilmiş ve mahkum edilmişlerdir. İktidar gazeteyi teslim alamayınca yazarlarına, çalışanlarına yöneldiler. Türkiye basın tarihi özgürlüğü konusunda hiçbir dönemde bu kadar iktidarın baskısı altında olmadı. Yargı, iktidara bağlı olmadığını, iktidarın denetiminde olmadığını, bağımsız olduğunu ve hukuka bağlı olduğunu kanıtlama günü, sınav dönemidir. Bunu bekliyoruz, çok umutlu olmamakla birlikte... 150 kadar gazetecinin cezaevinde olması Türkiye’nin yüz karası bir dönemini işaret ediyor. BU BİR GÖZDAĞI n DİSK Basınİş Genel Başkanı Faruk Eren: 100 gün değil arkadaşlarımızın bir gün bile ceza evinde olmamaları gerek. Hepsinin derhal serbest bırakılmasını istiyoruz. Suçlamalar saçma, kendileri bile ne diyeceklerini bil miyorlar. Bunların tümü gazetecilere, muhalefete bir gözdağıdır. Bunların bizzat kendisi bir cezalandırma. İstedikleri gerçeklerin topluma yansımaması, gazetecilerin haber yapmaması üzerine. Onun için 100 gündür gazetecileri içeride iddianamesiz, gerekçesiz tutuyorlar. Haber yapılmasın ve gerçekler duyulmasın istiyorlar. MÜCADELE SÜRECEK n Sınır Tanımayan Gazeteciler temsilcisi Erol Önderoğlu: Arkadaşlarımız “yayın çizgisini değiştirdikleri” gibi saçma bir suçlamayla 100 gündür hapiste! Ahmet Şık 39 gündür hapiste! Eğer Kürt Sorunu’ndan sadece bir “terörizm” devşirilmesi hem adaleti hem adalet beklentilerini son birkaç yıldır nasıl tükenme eşiğine getirdiyse, Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyon ve yazar ve yöneticilerinin tutuklanması Türkiye’de gazetecilerin kimin izniyle çalışabildiğini ve onun iradesiyle tutuklanıp zindana atıldığını gösterdi. Uygar dünya, hukuk devleti idealinin iktidarın umurunda olmadığını en azından anladı. Mücadelemiz bugün yine, kim olursa olsun, hangi görüşten olursa olsun, sahte delil ve argümanlarla hiçbir meslektaşımız özgürlüğünden mahrum bırakılmaması için sürecek! AYIP SONA ERMELİ n Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç: Görevleri sadece gazetecilik olan Cumhuriyet’in yazar, çizer ve yöneticilerinin 100 gündür özgürlüklerinden yoksun bırakılmalarını kabul etmemiz mümkün değildir. Sadece yazan, konuşan ve düşündüğünü açıklayan, kısaca GAZETECİLİK yapanların aylardır Silivri zindanlarında bir “iddianame” için yol gözlemeleri, demokratik ülkelerde alışagelmiş bir uygulama da değildir. Hatta, gazetecilerin bu zindanlarda, bir avuç gökyüzüne bile mahrum bırakılmaları yaşanan haksızlıkta gelinen son noktadır. Umarız, tüm gazetecilerin iddianameleri bir an önce hazırlanır, gazeteciler özgür kalır ve Türkiye’de bu ayıpdan kurtulur. ÖZGÜR TOPLUM İÇİN n HaberSen Genel Örgütlenme Sekreteri Osman Köse: Halkın gerçekleri öğrenmesinden korkanlar, gazetecileri baskı altına alıyor, tutukluyor, yargılıyor. Başta Cumhuriyet gazetesi olmak üzere, medya operasyonlarının amacı artık daha netleşmeye başladı. AKP anayasa değişikliği ile ilgili referanduma niçin “HAYIR” denilmesi gerektiğini anlatan kimsenin konuşmasını istemiyor. Uzun tutukluluk ve yargılama süreçlerini dışardaki gazetecilere gözdağı olarak kullanıyor. Hapishanelerdeki tüm meslektaşlarımıza sözümüz var; son gazeteci özgürlüğüne kavuşana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. Özgür bir toplum ancak özgür basınla mümkün dür. l İSTANBUL ‘Ermeni soykırımı’nı inkâr, suç olabilir mi? Fransa’da 26 Ocak’ta Anayasa Konseyi’nin ilan ettiği bir iptal kararı, Türkiye’de pek yankı bulmadı. Halbuki karar, 2016 yazında Fransa Ulusal Meclisi’nde kabul edilen ve ekim ayında yürürlüğe giren bir yasanın önemli bir maddesini iptal ediyordu. “Sorumluları yargı karşısına çıkarılmayan insanlığa karşı işlenmiş suçların inkârını, küçümsenmesini ya da sıradanlaştırılmasını”, savaş suçlarının inkârını cezalandıran yasaya ilave edilen madde, tanımladığı suçun 45.000 Avro para ve bir yıla kadar hapis cezasına çarptırılmasını öngörüyordu. Hükümetin getirdiği bir önergeyle, 1881 tarihli Yurttaşlık ve Eşitlik Yasası’na ilave edilen bu cümlenin esas amacı, Ermeni soykırımını açıkça belirtmese de, insanlığa karşı işlenmiş bu suçun inkârını veya önemsizleştirilmesini cezalandırmaktı. Ama bu önergeyi hazırlayanlar, 2012’de Anayasa Konseyi’nin Ermeni soykırımını inkâr etmeyi cezalandıran yasayı iptal etmesini dikkate alarak, yasanın uygulanmasına bazı önemli kısıtlar getirmişlerdi. Yeni yasa maddesi, “insanlığa karşı tüm suçların, bir insanı köle yapma ve savaş suçlarının” inkârının cezalandırılması için, bu inkâr veya küçümseme eyleminin bir ırka, dine veya kökene yönelik “nefrete ya da şiddete sevk eden ve ağır hakaret içeren biçimde” yapılmış olması koşulunu getiriyordu. Bu koşulla, 2012’de Anayasa Konseyi’nin iptal kararında yer alan düşünce ve ifade özgürlüğü, bilimsel araştırma özgürlüğü ve iletişim özgürlüğünün sınırlandırıldığı gerekçelerini aşmak amaçlanmıştı. Diğer taraftan, Cumhurbaşkanı Hollande’ın görevlendirdiği hukukçular, Anayasa Konseyi’nin 2012’de hatırlattığı suç ve cezanın yasallığı ilkesini, “sorumluları yargı karşısına çıkarılmayan suçlar” tanımıyla aşmaya çalışmışlardı. Bütün bu önlemlere rağmen, Fransa Anayasa Konseyi, torba yasada yer alan birçok maddenin yanında, 1881 yasasına bazı kısıtlar eşliğinde getirilen bu ilaveleri yürürlükteki anayasaya aykırı buldu. İptal gerekçesinde, bazı soykırım suçlarını, insanlığa karşı işlenmiş suçları, köleliğe maruz bırakma ve savaş suçlarını aşırı biçimde inkâr etmek, küçümsemek veya sıradanlaştırmanın ırkçı ve dini nefret ve şiddeti teşvik edebileceği ama münhasıran böyle bir suçun işlenmiş olduğunun yeterli delili sayılamayacağı belirtiliyor. Ayrıca zaten 1881 yasasının bir kişi veya bir gruba karşı kökenleri, ırkı veya dini nedeniyle ayrımcılığı, nefreti ve şiddeti kışkırtmayı aynı biçimde cezalandırdığını ve bunun tekrarlanmasının gereksiz olduğunu söylüyor. Üçüncü olarak, 2012’de aldığı kararında olduğu gibi, varlığı iddia edilen suçun suç niteliğinin daha önce herhangi bir mahkemede karara bağlanmamış olmasını iptal gerekçesi yapıyor. Aksi takdirde, yasa koyucunun, hâkimden kararına dayanak olacak suçu kendisinin ihdas etmesini talep ettiğini, bunun ise suçun yasallığı ilkesine aykırı olduğunu ve ifade özgürlüğünü zedeleyeceğini belirtiyor. Anayasa Konseyi böylece, Fransa’da sadece Ermeni soykırımının değil, insanlığa karşı geçmişte işlenmiş ama herhangi bir ulusal veya uluslararası mahkemede yargılanıp tanımlanmamış bütün suçların inkârının veya bu suçların küçümsenip, sıradanlaştırılmasının cezalandırılması girişimlerine bir kez daha set çekti. Bu karar, 1915 ve sonrasında Ermenilerin maruz kaldığı insanlığa karşı suçun soykırım olarak nitelenemeyeceği anlamına gelmiyor. Ermenileri veya benzer insanlık dışı muamelelere maruz kalanlara yapılanları överek, belli bir gruba yönelik nefreti ve şiddeti kışkırtmak suçuyla ifade özgürlüğünü ayırıyor. Türkiye’de sorun tam bu ayrımda yatıyor. Çünkü AİHM’nin ve Fransa Anayasa Konseyi’nin, Ermeni soykırımını inkârın münhasıran suç olarak tanımlanamayacağı kararlarını, tarihte Ermeni soykırımı olmamıştır kararı olarak sunup bunu milli bir övünç vesilesi yapanların çoğunlukta olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Ve bu ülkede sadece geçmişte değil, bugün de Ermenilere ve başka azınlık gruplarına yönelik yaygın biçimde işlenen son derece açık ve ağır nefret suçlarının, şiddet kışkırtmalarının cezalandırılmaması o milli övüncün bir parçası olarak hayat buluyor. İlhan Arsel anılıyor İslam ve Kuran üzerine eleştirel araştırma lar yapan ve bu nedenle radikal İslamcıların hedefi olan Prof. Dr. İlhan Arsel, ölümünün 7. yılında anılıyor. Ankara Üniversitesi Anayasa Hukuku Profesörü olan İlhan Arsel, 1961 Anayasası’nı hazırlama komisyonunda görev almış, 1966 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel tarafından Cumhuriyet Senatosu’na kontenjan senatörü olarak seçilmesine karşın senatoya katılmadan istifa etmişti. 1975’te öğrencilerinin okuldan atılmasını protesto için ders verdiği Ankara Polis Enstitüsü’nden, 1977’de de öğretim üyelerinin ve aydınların ülkenin kötü gidişine sessiz kalmalarını protesto için Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki görevinden ayrılmıştı. O tarihten ölümüne kadar İslam ve Kuran’a yönelik eleştirel araştırmalara kendini adadı ve bu alanda 14 kitabı yayımlandı. Ölüm tehditleri aldı, radikal İslamcılar tarafından “Türkiye’nin Salman Rüşdi’si” olarak lanse edildi. Çalışmalarını daha rahat sürdürebilme amacıyla yerleştiği ABD’de 7 Şubat 2010’da yaşamını yitirdi. l İSTANBUL/ Cumhuriyet C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle