03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cuma 29 Aralık 2017 14 yorum / haber TASARIM: SERPİL ÜNAY ‘Ayıp!’ “Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Yönetim Kurulu”, pazartesi günkü “Cumhuriyet Davası” duruşmasından önce yayımladığı bir açıklamayla, tutuklu gazetecilerin derhal tahliye edilmesi çağrısında bulundu; özetle şöyle diyordu: Cumhuriyet’in, “Terör örgütlerini desteklemek ve demokrasiyi yıkmakla suçlanması mantık dışıdır!” Cumhuriyet’in, “Hükümetin, siyasetlerini eleştiren veya mercek altına alan haber ve yorumlarını, sert ve istikrarlı biçimde eleştirmesi, ABD merkezli Fethullah Gülen liderliğindeki harekete yardım amaçlı olduğu, suçlamaları abestir!” Cumhuriyet’in, “hem yasadışı Kürt ve solcu militan gruplara, hem de Gülencilere yardım etmeye çalıştığı iddiaları da abestir!” Cumhuriyet’in, “karşı olduğu ByLock kullanıcılarının, gazetecilere, ‘SMS’ göndermelerine, bu gazetecilerin yanıt vermemesine karşın, yetkililerin bu tek taraflı iletişim üzerinden müphem bir bağlantı kurmaya çalışarak, gazeteyi suçlamaları yüz kızartıcıdır!” Cumhuriyet’in “yöneticilerinin, sorumlularının ve tutuklu Cumhuriyetçilerin maruz kaldıkları muamele büyük bir ‘ayıp’ olarak tarihe geçmiştir!” Ayrıca, bu uluslararası basın kuruluşu (IPI) “Mesleklerini yaptıkları için, hapis tehdiyle karşı karşıya olan diğer gazetecileri de salıvermek üzere benzer adımlar atmaya, bilgi edinme ve paylaşma hakkına yönelik sistematik baskıya son verilmelidir!” diyerek uyarıyor, ülkenin yönetimini. Ne diyebiliriz, “IPI” haklı... Yine de bu tür uluslararası kurumların, küçük çocukları azarlar gibi “ayıp!” diyerek, uslanmamızı istemeleri insanın ağırına gidiyor; üzülmemek olanaksız. Evet; ama böyle durumlarda toplum olarak da üzülüp, az da olsa, yüzümüz kızarmalı artık... Ne var ki toplum, “Balık baştan kokar!” der. Devletin başında olan Erdoğan, iktidar partisinin de başı olarak, “AKP”nin illerdeki, ilçelerdeki başkan seçimi toplantılarına katılıyor; toplantının yapıldığı salonlara, Atatürk ve Erdoğan’ın büyük boy resimleri yan yana asılıyor; böylece Erdoğan, dün “ayyaş” dediğiyle, bugün yan yana birlikte toplumu selamlıyor; böyle değil mi? “AKP”nin, bu tür toplantılarının yapıldığı salonlarda yer alan bu iki fotoğrafı TV ekranındaher gördüğümde, acaba Erdoğan bu iki resmin önünde konuşma yapacağı zaman, bir kez olsun, “dün ayyaş dediğimle, bugün yan yanayız!” diye düşünüp az da olsa yüzü kızarmış mıdır, diye içimden geçiririm hep; üstelik bunun gerçekleşmeyeceğini bildiğim halde... Ayrıca bugünlerde, TV ekranlarında sık sık görüntüye giren, İsrail Başbakanı Netanyahu’yu, yargı dışında da “yolsuzlukla” suçlayan, hesap soran İsrail halkı, Tel Aviv’i çınlatıyor, hesap soran sloganlarla... İsrail’in dünya bağlamında yaşamakta olduğu sıkıntılar karşısında bile... Böylece bir ayraç açıp konunun dışına çıkmamın nedeninin anlaşılacağını umuyorum; R. Zarraf davasını bir ara anımsadım. Konumuza duruşmaya dönersek, Yargıç Dağ, izleyicilerin yoğunluğu, yer yer itirazları karşısında, mahkemeyi “Silivri”ye taşıyacağını söylemesini okuyunca, Silivri’deki “Kumpas Davaları”ndaki bir duruşmayı da anımsayıverdim... Duruşmayı izlemeye gelenlerin, mahkemenin bulunduğu caddenin aşağısındaki alanda kalmaları istenince, koskoca alandan taşan yoğun kalabalığın attığı sloganlar, duruşma salonuna değin ulaşınca, Başkan Yargıç, tüm kapıları pencereleri kapattırmıştı. Ne ki, topluluğa güvenlik güçlerince püskürtülen gaz, binanın kapatılamayan bacalarından girip duruşma salonunu kaplayıvermişti... 29 ARALIK 2017 SAYI: 33686 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Bülent Özdoğan Faruk Eren Aykut Küçükkaya Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06:48 06:31 06:52 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 08:21 13:13 15:30 08:03 12:58 15:18 08:21 13:20 15:45 Akşam 17:51 17:39 18:07 Yatsı 19:18 19:04 19:29 Noel kutlaması nedeniyle Hamburg’daydım. Büyük oğlumun eşi Alman olduğundan Noel her yıl bir aile buluşması olarak kutlanıyor. Bu kez daha önce dikkat etmediğim bir olay ilgimi çekti. Noel arifesinde sabah 5.30’dan itibaren evde bir telaş… Uyandım. Herkes giyinmiş kuşanmış, dışarıya bir şeyler taşıyorlar. Oğluma sordum. “Evsizlerle sabah kahvaltısı yapacağız…” dedi. On yıldır tekrarlıyorlarmış bunu. 30 kilometre uzaklıkta bir bakımevinde o evde kalan veya dışarıdan gelen 50 kadar evsizle birlikte 7.009.00 arası kahvaltı yapıyorlarmış. Üç gündür hazırlanıyorlarmış, kahvaltılıklar, meşrubat almışlar, çeşitli kekler pişirmişler. “Hiç yabancılık çekmiyor musunuz” diye sordum. Torunum Yağmur yanıtladı. “Çekmiyoruz” dedi, “ben ilk gittiğimde 9 yaşındaydım, on yıldır tanışıyorum onlarla. Çoğu aynı insanlar.” Saat 11.00’e doğru döndüler. Hem oğlumla eşinin hem de üç torunumun yüzünde mutluluk okunuyordu. Kahvaltıdan sonra şarkılar söylemişler, dans etmişler, oyun oynamışlar. Dert dinlemişler. Kahvaltıya kadın erkek 47 evsiz gelmiş. Her birine özenle hazırladıkları Noel hediyeleri vermişler. HHH Fikir, oğlumun eşi Isgard’dan çıkmış. Oğlum Hayatın içinden da çocuklar da benimsemişler bu fikri. Öğle yemeğinde hepimiz bir aradayken “Sizi kutlarım” dedim. Gerçekten de kutlamaya değer bir aile girişimiydi. Isgard anlattı. “Biz onları sokakta görüyoruz. Gece büyük yapıların girişlerinde yatıyorlar. Eğer hava uygunsa parklarda, bankların üzerinde. Çoğu insan onlara tiksinerek bakıyor. Oysa onlarda bizim gibi insan, farkları bizimkiyle örtüşmeyen hayatlar yaşamış olmaları. Neler yaşadıklarını, en alttakilerinden de altına nasıl düştüklerini merak etmiyoruz. Bu sabahki konuklarımız arasında iki öğretmen bir de profesör vardı.” Sözünü kestim, sordum. “Bir profesör nasıl olur da bu duruma düşer?” “Hayatın nasıl akacağı hiç belli olmuyor. Bay K. Hamburg Üniversitesi’nde tarih bölümünde öğretim üyesiymiş. Parkinson hastalığına yakalanmış. Hastalığı ilerleyince görev yapamaz duruma gelmiş, üniversiteden ayrılmak zorunda kalmış. Parasal zorluklar nedeniyle bir süre sonra karısı tarafından terk edilmiş. Yalnızlık onu alkole sürüklemiş. Böylece hayatı altüst olmuş, sonunda sokağa düşmüş. Her yıl kahvaltı öncesi bir konuşma yapar. Mükemmel bir dili vardır. Hayranlıkla dinlersiniz…” “Hamburg’da böyle başka girişimler de var mı? “Çok sayıda var. Bir süre öncesine kadar bizim semtin biraz yakınında mülteci gençler için 300 kişilik bir kamp vardı. Semt sakinleri olarak onlar için de bir grup kurduk. Almanca dersi verdik. Giysi yardımında bulunduk. Onların yaşlarındaki çocuklarımızla birlikte futbol, voleybol, basketbol oynadılar. Evlerimize davet ettik. İnsanların durumlarına bakarak önyargılar oluşturmamak gerekiyor. İnsanın özü önemli. Kamp sonra başka bir yere taşındı. Gençler hepimizle ayrı ayrı vedalaştılar.” Bu Hamburg ziyaretim benim için öğretici oldu. Ailemle de doğrusu gurur duydum. HHH Tüm okurlarıma mutlu, huzurlu, sağlıklı ve barış umutlarının yeşereceği bir 2018 dilerim. Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN [email protected] Zor zamanların eylemleri FİKRET SAZAK Eğitimci, Türk Metal Sendikası ABD’li yazar Michael Zweig “Amerika’nın En İyi Saklanan Sırrı: İşçi Sınıfı Çoğunluktur” kitabında Amerika’da, özellikle 2. Dünya Savaşı’nın ardından işçi sınıfının sınıfsalkitlesel varlığının, toplumsal olarak ezici çoğunluk olduğu gerçeğinin gözlerden uzak tutulduğunu, tutulmaya çalışıldığını anlatır. Hatta Amerika’da toplumsal sınıfların olmadığı, dolayısıyla işçi sınıfı diye bir sınıfın da bulunmadığı fikrinin, her toplumsal düzeye nasıl egemen kılınmaya çalışıldığını kitabın önsözünde “Toplumsal sınıflardan söz eden bir öğrenciyi ‘bu ülkede tek sınıf var o da okuldakiler’ diyerek” sınıftan kovan profesör örneğiyle somutlaştırır. Darbe sonrası işçiler Türkiye’de, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından 1980’li yıllar boyunca yaşanılan süreç, bana Zweig’in Amerika’da yukarıda sözünü ettiği süreci çağrıştırdı. Ama bir farkla: Amerika’da bu daha çok kültür endüstrisinin üretim araçlarıyla yapılırken, Türkiye’de fiili baskı ve yasaklarla yapıldı. Her ne kadar “Anarşiyi önlemek, sosyal ve siyasal istikrarı sağlamak” için yapıldığı ileri sürülse de, 12 Eylül askeri darbesinin 24 Ocak 1980’de IMF, uluslararası ve yerli sermayenin isteği ve baskısıyla yürürlüğe konulan yeni liberal eksenli politikaların uygulanmasını sağlayacak toplumsal, siyasal ve sınıfsal koşulları oluşturmak ve özellikle de bu ekonomik politikaların temel sacayaklarından birisi olan “emek maliyetinin düşürülmesini” (ucuz emek) sağlamak için yapıldığı darbenin hemen ardından getirilen yasal düzenlemelerle ortaya çıktı. Darbenin ardından, sendikalar kapatılırken veveya faaliyetleri durdurulurken TİS’ler için zorunlu tahkim devreye sokuldu, her türlü demokratik eylem sıkıyönetim komutanlıklarınca yasaklandı. Hatta bir bildiriyle izinsiz 5 kişinin açık alanlarda bir araya gelmesi, aynı dilekçenin altına birden fazla kişinin imza atması (toplu dilekçe yasağı) yasaklandı. 1984 yılından itibaren, zaman zaman Türkİş tarafından özellikle kamu kesimi toplu iş sözleşmeleri sürecinde iktidarı protesto ve eylem girişimleri gündeme getirilmişse de bunlar ücretleri mümkün olduğunda baskılamaya çalışan siyasal iktidarı ve işverenleri zorlayacak ve sonuç alacak düzeye ulaşamadı. Bu dönemde, işçilerin ücretleri reel olarak hızla eridi, dolayısıyla işçiler mutlak bir yoksulluğa itildi. Bahar Eylemleri Tam da bu süreçte, 1989 yılı bahar aylarında işçiler işyerlerinde, bölgelerinde kendiliklerinden birçok eylem türünü hayata geçirmeye başladı. Gerek eylemlerin biçimleri, türleri, gerekse yaygınlığı açısından daha önce benzeri pek olmayan Bahar Eylemleri, işçi sınıfının mutlak yoksulluk yaşadığı, örgütlü dayanışma, mücadele reflekslerini önemli ölçüde yitirdiği bir karanlıktepkisiz dönemden güçlü bir sınıf refleksiyle çıkışını sağlayan eylemlilik sürecini niteler. Bahar Eylemleri, işçi sınıfı ve sendikacılık hareketi açısından önemli sonuçlara yol açtı: İşçiler yaklaşık 9 yıldır unutturulmaya çalışılan sınıfın gücünün temel dayanakları olan kolektif ve dayanışma içinde hareket yeteneğini 89 Bahar Eylemleri, bugünlerde toplu iş sözleşmesi süreçlerinde hak arayan metal emekçileri başta olmak üzere, yüz binlerce emekçinin yolunu aydınlatan bir deneyim olarak duruyor ERDOĞAN KÖSEOĞLU Bahar Eylemleri sırasında Cevizli Tekel işçilerinin yürüyüşü, OHAL’deki işçi direnişleri için de ilham kaynağı olabilir. yeniden hatırlayarak, güçlü biçimde hayata geçirdiler. Bahar Eylemleri, 1980’li yıllar boyunca önemli ölçüde sessiz ve tepkisiz kalan veya yeterince tepki veremeyen sendikaların da harekete geçmesi ve 90’lı yıllar boyunca önemli eylemlilikleri hayata geçirmesinde önemli bir etken oldu. Ama Bahar Eylemleri’nin en önemli sonucu, işçi sınıfı ve sendikacılık hareketine bir dizi yeni eylem türü kazandırmasıdır. Özellikle, grev dışında üretimi doğrudan ve dolayla etkileyen yasal, meşru eylem türleri konusunda önemli deneyimleri miras bırakmasıdır. Bahar Eylemleri, üreten işçi sınıfının yaratıcılığını gösterir. Gerçekten de, eylemler başlangıçta önemli ölçüde kendiliğinden olmasına, önceden belirlenmiş bir örgütlü bir strateji dahilinde gerçekleştirilmemesine karşın, şekilci eylemlerden, üretimi dolaylı ve doğrudan etkileyen eylemlere doğru aşama aşama gerçekleşti. Çıplak ayaklı işçiler Uzun bir baskı, sessizlik ve tepkisizlik döneminin ardından gerçekleştirilen eylemler başlangıçta daha çok toplumun dikkatini çeken, basında haber olan, eyleme katılımda işçileri çekinik davranmaya itmeyen “şekilci” eylemler biçiminde yapılmıştı. Örneğin “servislere kadar çıplak ayakla yürüme eylemi, toplu sakal bırakma, kafa kazıtma, bıyığın yarısını kesme, toplu olarak dilenme, kefenli basın toplantısı yapma, iş çıkışı toplu yürüme, alkışlı protesto, ücret bordrolarını işverene gönderme, toplu telgraf çekme vb. eylemler hem toplumun dikkatini çekti, hem sempatisini topladı, hem de gazetelerde haber oldu. Ayrıca da, bu şekilci eylemler, çekinik duran işçilerin de eylemlere katılımını teşvik etti. Eylemlerin ikinci aşamasında, işçiler üretimi dolaylı etkileyen eylemleri yapmaya başladılar. Bu arada eyleme katılan işçi sayısı hızla arttı. Servislere kadar çıplak ayakla yürüyen işçiler servislere binmeme, işe geç başlama gibi üretimi de etkileyen eylemleri yaptılar. Eylemler kitleselleştikçe ve yaygınlaştıkça üretimi etkileyen eylem türleri daha fazla hayata geçirilmeye başlandı. Tabii ki bu süreçte sendikaların da devreye girmesi ve eylemleri koordine etmesi de, eylemlere katılımı artırıcı bir etken oldu. Üçüncü aşama eylemler, üretimi doğrudan etkileyen eylemlerdi. Örneğin, iş yavaşlatma eylemi, fazla mesaiye kalmama, işe topluca geç gitme erken çıkma, yemek arasını uzatma gibi eylemler hayata geçirildi. Bu eylemler, koordineli ve kolektif hareket etmeyi gerektirdi. İşçiler, bunu birçok işyerinde başardılar. Üretimi doğrudan etkileyen bir diğer eylem türü “toplu vizite” eylemiydi. “Toplu vizite”, üretimi doğrudan etkileyen eylemlerin doruğudur. Bahar Eylemleri’yle işçiler, kitlesel, kolektif hareket ederek, aynı zamanda, hak arama eylemlerine “meşruiyet” kazandırdılar. Tarihten ders çıkarmak Bahar Eylemleri’yle işçi sınıfı, sadece bir dönemin karanlığını yırtmadı aynı zamanda, gelecekteki işçiemekçi kuşaklarına hak aramada meşru, demokratik, kitlesel yaratıcı eylem türlerini deneyimleyip aktardı. Bahar Eylemleri’yle hayata geçirilen birçok eylem türü, 90’lı yıllar boyunca sendikalar tarafından hak koruma ve yeni hak kazanmada geliştirilerek, çeşitlendirilerek hayata geçirildi. Grev hakkının TİS prosedürüne sıkıştırıldığı, etkisizleştirildiği, hatta hayata geçirilmesinin yasaklandığı süreçlerde, özellikle üretimi dolaylı ve doğrudan etkileyen meşru, demokratik, yasal eylem türleriyle Bahar Eylemleri, bugünlerde TİS süreçlerinde hak arayan metal emekçileri başta olmak üzere, yüz binlerce emekçinin yolunu aydınlatan bir deneyim olarak duruyor. ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] Ceylanpınar davası AYM’ye taşınıyor Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinde 22 Temmuz 2015’te polis memurları Feyyaz Yumuşak ve Okan Acar’ın evlerinde başlarından vurularak şehit edilmesiyle ilgili davanın 11. duruşması dün görüldü. 9 sanıklı dosyada 4 tutuklu sanık dışında ihbar telefonunda adı geçen 4 kişiden biri olan Mustafa Simav’ın da tutuklandığı belirtildi. 5 savcının değiştiği dosyada bu duruşmada da savcı değişti. Duruşma 20 Şubat’a ertelendi. Artı Gerçek’e konuşan avukat Hüseyin Akay “Mahkemeden umudumuzu kestik” dedi. Akay, davayı Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) götüreceklerini söyledi. l Yurt Haberleri C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle