05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Çarşamba 13 Aralık 2017 10 Savaş bakanlığı yok savunma bakanlığı var... Rusya’nın “oligark”ı Wladimir Putin her ne kadar “Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın davetlisi olarak Ankara’ya geliyor” diye sunulduysa da tek bir günde az görülen bir siyasi tur atıp Suriye’de Beşşar Esad’la, Mısır’da Sisi ile “bir şeyleri” bağladıktan sonra akşama doğru Ankara’ya uğradı. Ankara’da “ne bağladı” tam olarak bilmiyoruz. Resmi ve yarı resmi açıklamalardan anlaşılan, Suriye konusunda “Tamam, tamam, Suriye’de toplanacak Ulusal Kongre’ye PYD katılmasın başka Kürtler olsun” deyip “başka” Kürtlerin kim olduğunu gargaraya getiren bir formül bulup göz boyadı. Nükleer santral sorununda da anlaşılan yol alınmış. Veee S400 füzeleri... Nihayet anlaşmaya varılmış, askeri bürokratlarla liderler arasındaki ufak tefek teknik pürüzler çözülmüş. Böylece Erdoğan, ABD’ye ve hele AB’ye dönüp “Bakın, beni böyle eleştirmeye, hatta itip kakmaya devam ederseniz kimle kol kola gireceğimi görüyorsunuz değil mi” postasını koyma şansı edindi. Putin ise Ortadoğu’da belirleyici güç olma yolunda okkalı bir adım daha attı. Bunlar benim aklımın ermediği konular. Oturup önemli gazete yazarları gibi analizler döktüremem. Sadece artık neredeyse haftalık rutine dönüşmüş “Erdoğan – Putin buluşmaları”nın sonuncusundan anladıklarımı sizlerle paylaştım... HHH “Anladıklarım” dedim ama S400 füzeleri için “anlamadığım” demem gerek... Biz niye 56 yüz kilometre menzilli füzeler almak istiyoruz? Anadolu’ya yıllar ve yıllar önce yerleştirilmiş ve yıllar ve yıllardan beri orada duran NATO füzelerini söküp atmak gibi barışçıl ve yedi sülalelerine yetecek kadar onur kazandıracak bir karar vermek varken “NATO füzeleri yetmez, bir de Rus füzeleri gelsin” hesabı nasıl açıklanabilir? “Hem milli hem yerli” gibi tuhaf tanımları diline dolamış, “Milli olmadan yerli nasıl olunabilir” gibi bir soruyu aklına bile getirmemiş bir iktidarın S400 füzeleriyle desteklenmiş bir silahlanma adımı atarak milli ve yerli olmaya nasıl bir katkıda bulunduğunu anlamak benim için mümkün değil. Biliyorum, özellikle son iki paragrafa “Ama bu bize bir saldırı olursa, Türkiye’ye yönelen füzeleri havada yok edecek bir sistem. Yani sadece savunma amaçlı” gibi laf ebeliğinden ibaret itirazlar gelecek. Gelsin. Güler geçerim. Bu “Saldırı için değil savunma için” mazereti ya da göz boyaması hiç de yeni değil. Kısa bir hatırlatma yeterli olsun: Birinci Dünya Savaşı’ndan kimi galip kimi mağlup çıkmış ülkeler, savaşın her ülkede yarattığı korkunç yıkım ve ölümden sonra, yaralanan, evi yıkılan, yuvası dağılan, aç kalan insanların (her iki yandaki insanların) gözünü bir kez daha boyamak için hemen hemen bir gecede Savaş bakanlıklarının adını Savunma bakanlığına dönüştürdüler. Bu ad değiştirmekte geç kalanlar da İkinci Dünya Savaşı’nın ardından “ayıplarını” düzelttiler. Sanırım bugün yeryüzünde “Savaş Bakanlığı” olan ülke kalmadı. Artık hepsinin Savunma Bakanlığı var. Osmanlı’nın Harbiye Nezareti Milli Müdafaa Vekâleti oldu, şimdi de Milli Savunma Bakanlığı. Avusturya Kriegsministerium’u Verteidigungsministerium’a, Alman Kriegsministerium’u Das Bundesministerium der Verteidigung’a, İngiltere’nin Ministry of War’ı Ministry of Defence’a dönüştü... Böylece yeryüzünde sorunları savaşla, militarist yöntemlerle, zorbalıkla, kanla, ölümle çözmeyi tercih eden ülke kalmadı. Artık bütün ülkeler sadece olası bir saldırıya karşı kendilerini savunmak için ordu kuruyorlar; silah satın alıyor, üretiyorlar... Türkiye de NATO füzeleri belki yetmez kaygısıyla bir de S400’ler alıyor ki olası bir saldırıya karşı ülkemizi savunabilsin... Yerseniz... ERDOĞAN’A HAKARET İDDİASI Zuhal Olcay’a 4 yıla kadar hapis istemi Ünlü sanatçı Zuhal Olcay’a, Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği iddiasıyla 1 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı. Sinema ve tiyatro oyuncusu ünlü sanatçı Olcay hakkında 5 Ağustos Cuma akşamı Kadıköy’de bir mekanda şarkı söylerken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği iddiasıyla başlatılan soruşturma tamamlandı. Basın Suçları Soruşturma Bürosu tarafından yürütülen soruşturma sonucunda hazırlanan iddianamede, ünlü sanatçının söylediği şarkının sözlerini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a uyarladığı ve şarkı söylerken Cumhurbaşkanı’na yönelik el işareti yaparak alenen hakaret ettiği iddia edildi. Zuhal Olcay, ifadesinde şarkının sözlerini Erdoğan’a uyarladığını kabul ederken el hareketi yaptığı iddiasını ise kabul etmedi. l İSTANBUL / Cumhuriyet haber EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: ZARİFE SELÇUK Taksim yasaklanamazAİHM, 1 Mayıs’taki Taksim yasağı için Türkiye’yi mahkum etti Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türkiye’yi, 2007 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı’nda DİSK ve TTB yöneticilerinin gözaltına alınması ve Taksim kutlamalarına izin verilmemesi nede niyle “ifade ve toplantı SİBEL BAHÇETEPE özgürlüğü ihlali”nden mahkum etti. Mahke me, Prof. Dr. Gençay Gürsoy, Dr. Arzu Çerkezoğlu, Süley man Çelebi, Musa Çam, Adnan Ser daroğlu, Kamer Aktaş, Celal Ovat ve Ali Rıza Küçükosman’a 7 bin 500 av ro ödenmesini hükmetti. ‘Gereği yapılmalı’ Kararı gazetemize değerlendiren Çerkezoğlu, AİHM’nin benzer kararlarının daha önceki yıllarda da olduğunu anımsatarak “AİHM’nin 2008 1 Mayıs’ı ile ilgili aldığı kararları vardı. Bunları her 1 Mayıs’ta özellikle Taksim’e çağrı yaparken ifade etmiştik. Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs Meydanı olduğuna dair AİHM’nin kararları da var ama hükümet yıllardır bu kararlara rağmen Tak sim Meydanı ve 1 Mayıs’a ilişkin yasakçı tutumunu devam ettiriyor. Her yıl bunları hatırlatıyoruz” dedi. AİHM’nin son verdiği kararın Türkiye’de 1 Mayıs’ın yasaklanamayacağının, özgürce kutlanmasının ve Taksim Meydanı’nda kutlanmasının yasaklanamayacağını belgeleyen bir karar olduğunu vurgulayan Çerkezoğlu, “Bu son derece önemli ve bağlayıcı bir karar, gereği yapılmalı” diye konuştu. ‘Önemli bir karar’ 2007 yılında kutlanan 1 Mayıs İşçi ve Emekçi bayramının önemine dikkat çeken Çerkezoğlu, şöyle devam etti: “DİSK başta olmak üzere bütün kurumlar ve siyasi partilerle birlikte özellikle 1 Mayıs 1977 katliamının 30. yılı olması nedeniyle de Taksim Meydanı üzerindeki ve 1 Mayıs’ın özgürce kutlanması üzerindeki yasakların kaldırılmasını talep ettik. 1 Mayıs 2007’de sabah saatlerinden itibaren İstanbul’un her yeri polis ablukasına alındı, sabah 07.00’de ilk olarak tertip komitesi olarak biz gözaltına alındık, ardından 1 Mayıs’ı Taksim Meydanı’nda buluşmak ve kutlamak üzere tüm Türkiye’den gelen işçilere orantısız polis şiddeti uygulandı, binlerce insan gözaltına alındı. AİHM bu kararıyla aslında Türkiye’de uygulanan yasakların ve özellikle 1 Mayıs’ın özgürce kutlanmasının, Taksim Meydanı’nda kutlanmasının yasaklanamayacağını, engellenemeyeceğini bir kez daha belgelemiş oldu. Bu önemli bir karar. Hükümete ve devlete düşen görev daha öncede hem ulusal, hem AİHM verdiği kararlar doğrultusunda, bu son kararla da birlikte Taksim Meydanı’nda 1 Mayıs’ın kutlanmasını engellemek, yasaklamak yönündeki tutumundan vazgeçmesi ve bu konudaki bu yanlıştan dönmesidir.” Dünya Türkiye’yi yakından izliyor Avusturya İnsan Hakları Derneği’nin 2017 ödülünü kazanan İHD Genel Merkez Sekreteri Osman İşçi, pasaportu iptal edildiği için ödülünü almaya gidemedi İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Merkez Sekreteri Os man İşçi, 12 yıldır dernekte mü cadele yürütüyor. Barış imzacıları arasında yer aldığı için Ağrı İbra him Çeçen Üniversitesi’ndeki gö revinden ihraç edildi. ‘Çok sevdi ği kampüsten’ ayrı, çevirmenlik yaparak yaşamını sürdürü yor. Avusturya İnsan Hakları Derneği’nin 2017 Ödülü’ne la SEYHAN AVŞAR yık görüldi. Yurtdışına çıkamadığı için 9 Aralık’ta yapı lan ödül törenine katılamadı. Böy le bir dönemde bu ödülün kendi sine verilmesinin iki anlamı oldu ğunu söyleyen İşçi, “Birinci neden Türkiye’de içinde bulunduğumuz insan hakları durumunun ulusla rarası insan hakları mekanizmala rı ve toplumu tarafından yakından takip edilmesi. İkincisi, bu ihlaller karşısında insan hakları savunu cularının yürüttüğü mücadelenin takdir edilmesi” diyor. İşçi ile ödü lünü, Türkiye’yi ve hak ihllalleri ni konuştuk. n Ödül size ne hissettirdi? Ülkemizde hemen her kuşaktan insan hakkı kategorilerinde ağır bir dönem yaşanırken böyle bir ödül almak beni onurlandırdı, yal nız olmadığımı hissettirdi ve beni daha güçlü kıldı. Bu ödül şahsıma verilmiş gibi gözükse de esasen Türkiye’deki insan hakları hareke tine verilmiş bir ödüldür. Bu hare ketin içerisinde parçası olmaktan onur duyduğum İHD, AvrupaAk deniz İnsan Hakları Derneği, Ba rış İçin Akademisyenler, Eğitim Sen, KESK var. Bu listeyi daha da uzatabilirim tabii. n Ödül törenine de katılamadınız. Pasaportum iptal edildi. Fiziksel olarak orada olamadım. Ancak tö rene bir konuşma metni gönder dim. Ödülü benim adıma 2014 yı lından beri, insan hakları hareke ti tarihi konusunda birlikte çalıştı ğımız Prof. Dr. Wolfgang Schmale ve BAK imzacısı ve sevgili dostum Dr. Gülşah Kurt aldı. n Tutuklu gazeteciler, ifade öz gürlüğüne yönelik baskılar tartış ma konusuyken, ödülün bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına verilmesi nasıl bir anlam içeriyor sizce? İfade özgürlüğüne baskılar gi derek artıyor, kaygı verici düzeyi geçmiş durumda. Cumhuriyet ga zetesinin yazarlarının da araların da olduğu 140 civarında gazete ci cezaevinde ve daha fazlası hak kında davalar var. BAK imzacıları Sevdiğim işi yapamıyorum n KHK ile mağdur edilen binlerce akademisyenden birisiniz. Bir taraftan size ödül verilirken diğer tarafta akademik camiadan uzak düşmüş durumdasınız. Şu an neler yapıyorsunuz? Bir taraftan ihraç edilip, sevdiğim işi yapmaktan uzak düşüp diğer taraftan ödül verilmesi ülkemizin içerisinden geçtiği zorlu dönemin bir sonucudur. İhraç edilmek tabii ki zor, sevdiğim işi yapamıyorum. Artık kampusa daha az gidebiliyorum çünkü yaşamımı kazanmak için başka işlerle uğraşmam gerekiyor. Ancak, bu süreçteki dayanışma beni güçlü kıldı ve kılıyor. n Barış akademisyenlerinin davalarından hukuki bir karar çıkacağını inanıyor musunuz? Bu koşullar altında böyle bir inancım yok. Umarım, tarih beni haksız çıkarır. Nuriye ve Semih için adım atılmalı n Açlık grevindeki akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça’nın talepleriyle ilgili bir adım atılmış değil... Bu konuda neler söylemek istersiniz? Uzun süredir açlık grevindeler ve bu çok ağır bir süreç. Yaşam hakları açısından kaygılıyız. EuroMed Rights ola rak Kkasım ayı başında Semih ve Esra Özakça’yı evlerinde ziyaret etmiştik. Geçen hafta da İHD heyetimiz Nuriye Gülmen’i ziyaret etti. Tek talepleri işlerine geri dönmek. Açlık grevi süreci daha ağır sonuçlara yol açmadan önce yetkililer adım atmalıdır çünkü yaşam hakkı en temel haktır. hakkında davalar açılmaya devam ediyor. Böylesi bir süreçte bu ödülün verilmesinin iki anlamı var. Birincisi, Türkiye’de içinde bulunduğumuz insan hakları durumu uluslararası insan hakları mekanizmaları ve toplumu tarafından yakından takip ediliyor. İkincisi, bu ihlaller karşısında insan hakları savunucularının yürüttüğü mücadele de takip ediliyor ve takdir ediliyor, aktivistlerin faaliyetlerinin uluslararası insan hareketi tarafından bilindiği anlamına geliyor. n Türkiye’nin insan hakları alanında her geçen gün geriye gidi şini nasıl değerlendiriyorsunuz? İnsan hakları durumu, genel de mokratikleşme, barış ve hukukun üstünlüğü prensiplerinin yaşama geçmesi ile ilgilidir. Örneğin, Kürt meselesinden kaynaklı silahlı çatışmaların arttığı dönemlerde yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, ifade özgürlüğü, gösteri ve toplantı özgürlüğü gibi alanlarda ihlaller artıyor. 20132015 dönemi, insan hakları açısından daha iyi bir dönemdi. Ülkemizdeki genel gidişat ne yazık ki iyiye gitmediği için insan hakları ihlalleri alanında değişen bir şey yok. İHBARLA SORUŞTURMA Terörist olmadığını ispatla ALİCAN ULUDAĞ Ankara Adliyesi’nde görevli 4 memur, Başbakanlık İletişim Merkezi’ne (BİMER) yapılan “isimsiz” ihbarın işleme konulması sonucu bir anda “vatan haini” ve “terörist” suçlamalarıyla karşı karşıya kaldı. Ankara Adalet Komisyonu Başkanlığı ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, KESK’e bağlı Büro Emekçileri Sendikası (BES) üyesi 4 kişi hakkında disiplin soruşturması başlattı. 4 memur, “terörist” ve “vatan haini” olmadıklarını ispatlamak için savunma hazırlamak zorunda kaldı. Komisyon başkanlığı, ihbar metnini adli soruşturma için Anayasal Suçlar Bürosu’na da gönderdi. Hükümet, son KHK ile, soyut ve dayanaksız ihbarlarla kişilerin mağdur olmaması için “lekelenmeme hakkı”nı Ceza Muhakemesi Yasası’na koymuştu. Kasım ayında BİMER’e başvuran bir kişi, Ankara Adliyesi’nde çalışan 4 memuru “ihbar” etti. İhbarda, “Fatma Ekin Narin, Esin Alkan, Turgay Akçay ve Kamuran Emir isimli memurların DHKPC ve MLKP gibi terör örgütlerine üye avukatlara, gözaltındaki şahıslara ve dışardan gelen destekçilerine yardım ettikleri ve bu kişilerle bilgi paylaştıkları” öne sürülü. BİMER, söz konusu ihbarı gereği için Ankara Adliyesi’ne iletti. Adalet Komisyonu Başkanlığı, mahkeme çalışanı Kamuran Emir, Ankara Başsavcılığı ise diğer üç memur hakkında idari soruşturma başlattı. Her iki birim de adliye çalışanlarından savunma istedi. Kamuran Emir, komisyon başkanlığına savunma gönderdi. ‘Çamur at izi kalsın’ Emir, hiçbir ad veya adres bilgisi içermeyen ihbarın Dilekçe Hakkının Kullanılması Hakkında Yasası’na aykırı olduğuna dikkat çekti. Ad ve adres bilgisi olmayan dilekçelerin işleme konulmayacağını anımsatan Emir, “Hakkımda soruşturma yapılmasına gerekçe olan başvuru metninde ihbar ve şikâyetin soyut olduğu, iddianın ciddi bulgu ve belgelere dayanmadığı, dilekçe sahibinin adı, soyadı ve imzasının bulunmadığı görülmektedir. Şikâyet iletisinde, isnat edilen fiillerin ne zaman, nerede, kime ya da kimlere yapıldığına ilişkin somutlaştırılmış bir bilgi de yer almamaktadır” diyerek hakkındaki soruşturmanın kaldırılmasını istedi. İhbarcının “çamur at izi kalsın mantığıyla” haraket ettiğini vurgulayan Emir, üyesi olduğu sendikanın kararı uyarınca bir çok basın açıklamasına ve eyleme katıldığını anlattı. Emir, “Katıldığım eylem ve etkinlikler şiddet içermeyip, yasal ve demokratik bir hakkın kullanılmasından ibarettir. Sendikacı kimliğimden dolayı hedef gösterildiğimi düşünmekteyim. Şikâyet dilekçesinde ismi geçen diğer meslektaşlarımın da aynı sendikaya üye olması şikâyetle amaçlananın ne olduğunu göstermeye yeter” dedi. Emir, ihbarcı hakkında iftira suçundan soruşturma açılmasını istedi. KEMAL KURKUT DAVASI ‘Kemalimin suçu neydi?’ SELAHATTİN GÖKATALAY Üniversite öğrencisi Kemal Kurkut’un Diyarbakır’da geçen 21 Mart’a düzenlenen Nevruz kutlamaları öncesinde polis tarafından vurularak öldürülmesine ilişkin dava yarın başlıyor. Diyarbakır Valiliği, Kurkut’un “canlı bomba şüphesiyle” vurulduğu yönünde açıklama yaparken, gazeteci Abdurrahman Gök’ün çektiği fotoğraflarla Kurkut’un üzerinin çıplak olduğu, elinde su şişesi ve bir bıçakla koşarken vurularak öldürüldüğü ortaya çıkmıştı. Bir polis amirinin “ateş açmayın” uyarısına rağmen Kurkut’a 2 el ateş açarak ölümüne neden olan polis memuru Y.Ş. hakkında “olası kastla öldürmek” suçundan müebbet hapis istemiyle dava açıldı. Sanık polisin tutuklanması talebi ise kabul edilmedi. Davanın ilk duruşması ise yarın Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. Acısının hiç dinmediğini ve adalet beklediklerini vurgulayan anne Sican Kurkut, “Kemalimin suçu neydi? Eğlenmeye geldi, oynamaya geldi, Nevruz’a geldi. Suçu nedir? Suçluların cezasını çekmesini istiyoruz. Mahkeme huzurunda da bu düşüncelerimizi dile getireceğiz. Yavrumu geri getiremeyiz. Ancak suçlular gerekli cezayı alırsa acımız bir nebze de olsa dinebilir. Adaletin yerini bulmasını ve suçluların cezalandırılmasını istiyoruz” diye konuştu. l MALATYA C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle