22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 11 Aralık 2017 10 Gere gere nereye?.. İçinde üç sorucuk barındıran bir soru son günlerde sık, hatta fazla sık sorulmaya başladı: Sen gazetecisin, bilirsin; seçim 2019’da mı olacak yoksa 2018 yazı, bilemedin sonbaharında seçim mi var? Yoksa seçim filan olmayacak mı? Sık sorulduğu için sık cevap veriyorum, mecburen ezberledim: Gazetecinin ilacı olsa kendi keline sürer. Seçim olacak mı, olmayacak mı, olacaksa ne zaman olacağını bilmiyorum. Olsa olsa tahminde bulunabilirim ama onu zaten siz de yapabilirsiniz... Cevaptan sonra kimilerinin suratlarına yansıyan “Ulan bir de gazeteci olacak; bir şey bilir diye sorduk, bir halt bildiği yok” yargısı ile uzaklaştıkları oldu; ısrar edip “Hiç olmazsa tahminlerini söyle” diyenler de... Önemli gazeteciler “analizlerimi” der ama ben haddimi bileyim, “tahminlerimi” sizlerle paylaşayım. Buyrun... HHH “Bir seçim olacak mı” sorusu gerçekten de önemli. Siyasal İslamın sandıktan çıkarak iktidara geldikten sonra seçmen desteğini yitirip sandıktan çıkamadığı bir seçimin ardından iktidarı sorun çıkarmadan, zora başvurmadan devredip devretmeyeceği ciddi bir soru. Siyasal İslam bence doğru bir hesapla 175 yıldır siyasal iktidara aç kaldıktan sonra, 2002 sonbaharında tek başına hükümet kurabilecek bir seçim zaferiyle işbaşına geldi. Aradaki seçimlerde oy desteğini yitirmedi; üst üste kazandı. Ancak siyasal İslamın Türkiye’deki siyasal önderi Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçildiği 2014 referandumunda, karşısına CHP hediyesi, daha sonra siyasal geleceğini ait olduğu MHP’de arayıp bulan Ekmeleddin Efendi çıkarılmasının çok “değerli” avantajına rağmen yüzde 50’yi kıl payı aşabildi: Yüzde 51.9. Bitirmekte olduğumuz şu yılın nisanında “başkanlık sistemi”ne geçişi sağlayacak anayasa referandumunda ise yüzde 50, kıl payı ile değil hile payı ile aşılabildi. Yani siyasal İslam açısından 2018 ya da 2019’daki çifte seçim (Parlamento ve Başkan) hiç de çantada keklik değil. Sandıktan çıkıp ülkenin başına çöken ideoloji ve zihniyet o seçimlerde sandığa gömülebilir. Peki, gider mi? Bu soruya kof bir iyimserlikle “Tabii canım. Gitmeyip de ne yapacak” gibisinden bir cevap vermem. Ancak şimdiden kesin bir dille “Gitmez, her şeyi göze alır ve gitmez” de diyemem. Ancak “oylamaya indirgenmiş bir demokrasi”ye bile uymayıp sandıktan çıkmayınca iktidarı bırakmaya yanaşmamanın kaçınılmaz sonucunun iç savaş olduğunu söylemek için de gazeteci ya da kâhin olmaya gerek yok. HHH Görünen o ki 2018’de bir baskın erken seçim de olsa, 2019’a da kalsa AKP’nin bu seçime ülkeyi iki keskin kampa bölerek girmek istediği belli. “Zaten bölmedi mi” sorusu yanlış olur. Hayır ülke derin bir kamplaşma yaşıyor ama siyahbeyaz ayrımına, siyasal İslamı temsil eden AKP ve düşmanları ayrımına henüz ulaşılmadı. AKP’nin özellikle Erdoğan’ın çabası bu yönde. Kürtlerle ipler zaten ve çoktan koptu. Belediye operasyonları yeterli ipuçları içeriyor, CHP ile de ipleri koparacak bir noktaya ilerliyoruz. Kılıçdaroğlu’na yönelik hapis tehditlerinin başka bir anlamı olamaz. Seçmenin önüne “Karar ver: Bizden yani Reisimiz Erdoğan’dan yani İslamın Partisi AKP’den mi yanasın yoksa ülkemizin düşmanlarından yana mı” sorusu konacak. İç ve dış politikada gözü kara, hatta kapkara bir gerginlik yaratma çizgisinin başka bir anlamı yok. Bizlere gelince. İster 2018, ister 2019, henüz geç değil... Ama yarın çok geç olacak. ‘Özgürlüğe mektup’ yazın Gazetemizi susturma amaçlı dava kapsamında tutuklu bulunan Cumhuriyet İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Genel Yayın Yönetmenimiz Murat Sabuncu, muhabirimiz Ahmet Şık ve muhasebe servisi çalışanı Emre İper’e uygulanan mektup yasağı geçen günlerde kaldırıldı. Sosyal medyadan başlatılan #ÖzgürlüğeMektup etiketli kampanyada, bu kez okurlar, gazetecilere yazmaya çağırıldı. Tutuklu Cumhuriyetçilerin mektup adresleri ise şöyle: Akın Atalay ve Murat Sabuncu: Silivri 9 No’lu Kapalı Cezaevi A647 Silivri/İstanbul. Ahmet Şık ve Emre İper: Silivri 9 No’lu Kapalı Cezaevi A642 Silivri/İstanbul. l İSTANBUL / Cumhuriyet haber EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: ZARİFE SELÇUK Sevgili Osman Kavala, arkadaşım, komşum, Daha birkaç hafta önce yaşgünün için bir araya geldiğimiz mahallemizden yazıyorum. Murat Çelikkan’ın (nihayet inanabileceğimiz) tahliye ihtimaline sevinirken nerden bilebilirdik bu defa doğru ve iyi olanı yapmanın faturasının sana çıkarılacağını... Bu “Doğru” ve “İyi”ler senin rehin alınmandan sonra basında epey yazıldı çizildi. Seni yakından tanıyan bizleri bile şaşırtan “güzellikleri” öğrendik ve daha da öfkelendik adalet duygumuzun sınırlarının bu kadar zorlanmasına. Senden söz ederken en çok kullandığım sözcüğün vicdan olduğunun farkına vardım. Gerçekten bu devasa sevgisizlik ve tahammülsüzlük deryasında tek kişilik dev kadronla Türkiye’nin “Vicdan Partisi” gibi çalıştın. (Anadolu Kültür’de tanıdığım harika iş arkadaşlarının da hakkını yemeyeyim ama ne demek istediğimi herkes anlıyordur.) İlk 2010 yılıydı. “Avrupa Kültür Başkenti” diye, en azından müzik konusunda büyük bir fırsat kaçırılırken (“el Gel yaramazlık yapalım de var sıfır” sendromu) çoksesli müziğin ne kadar büyük bir barış aracı olduğunu, müzisyenlerin çoğunluğunun aksine, sen kavradın. İlk Ermenistan/Türkiye Gençlik Orkestrası doğduğunda, acıların tek çaresinin birlikte dans etmenin, müzik yapmanın, şarkı söyleyemenin olduğunu biraz olsun gösterebildik sanırım. Büyükada konseri öncesinde (oranın nasıl bir fesat yuvası olduğunu bizim konserle göstermeye başlamışız meğerse!) meydanda sandalyeleri yerleştirmeye yardım edip, sonrasında sahneye çıkıp iki laf ederek kredinin birazını bile alma konusunda çekingenliğin birçok kişiye ders olabilirdi. Tüm hoşluğuna rağmen “futbol diplomasisi” sonuçta futboldu, kazananı kaybedeni vardı. Herkesin kazandığı müzik diplomasisinde resmi görüşü savunanlar sınıfta kalırken, 2012 Berlin Festivali öncesindeki “resepsiyon krizi”nin çözümü (bilmeyenler için: Ermeni sanatçıların T.C. Büyükelçiliği’ne gelmeleri konusunda her iki tarafın çekinceleri) senin kimseyi incitmeyen yaklaşımınla mümkün olmuştu. Hani iyi bir iş cezasız kalmaz deriz ya (neden kendi ülkemiz bunu sürekli bize dedirtmek zorunda ki), asıl şimdi gördük iyliğin cezasını. Bizim konserleri bile birileri senin dosyanın bir kenarına not ettiyse hiç şaşmam. Sur’da, Şırnak’ta insanlara yapılabilenler karşısında sessiz kalan büyük çoğunluğun bu tutuklamayı mümkün kı lanların başında geldiğini anlarsak, belki iyi ve doğru olanı yapmanın bu kadar tehlikeli olmadığı bir ülkeye dönüşme konusunda yol alabiliriz. On tane daha Osman Kavala olan bir ülkede bir Osman Kavala’nın hedef alınması imkânsız olurdu. Bizi az tanıyan ve bir yerde görenler, bazen kardeş olduğumuzu sanıp, “Konserler nasıl gidiyor” diye sana sorarlar ya... Saç modeli benzerliğimizin ötesinde, bir kardeşliğimiz olduğunu düşündüm hep. (Şimdi de “bak mason bunlar zaten” diyecekler!) Daha çok emlak projelerinin tanıtımında kullanılan bir sözcük, ama seni tanımak bir “ayrıcalık”. Bir an önce gel de barış konserleri gibi münasebetsizlikleri, yaramazlıkları yapmaya devam edelim. Uslu duranlardan hayır yok. Sevgilerimle... YAMAN ÇELİŞKİ Cumhurbaşkanı Erdoğan, demokratik hak ve özgürlüklerin kullanılmasında Türkiye’nin rahat bir ülke olduğunu öne sürdü, ancak OHAL uygulamalarını görmezden geldi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 10 Aralık İnsan Hakları Günü dolayısıyla yayımladığı mesajda, somut olarak sadece “vatandaşların inançlarını yaşamalarının önündeki engellerin kaldırıldığını” anlatırken Türkiye’nin demokratik hak ve özgürlüklerin kullanılması noktasında tarihinde hiç olmadığı kadar rahat bir ülke olduğunu öne sürdü. Erdoğan’ın bu açıklamalarına karşın 20 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL sürecinde Türkiye’de birçok temel hak ve özgürlük askıya alındı veya sınırlandırıldı. Başkentte gösterileri yasaklayan, Yüksel Caddesi’ni yasaklı bölge ilan eden ve buradaki eylemlere sert müdahale ettiren Ankara Valisi Ercan Topaca ise İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin her insanın yasa önünde eşit olduğunu, işkenceye, kötü muameleye tabi tutulamayacağını ilan ettiğini ifade etti. Dün 10 Aralık İnsan Hakları Günü’ydü. Ancak Türkiye’de insan hakları açısından “kutlanacak” bir gün söz konusu değil. İnsan hak ve özgürlükleri açısından Türkiye’de yaşanan karanlık tablo şöyle: OHAL muhalifleri vurdu: OHAL, muhalifleri sindirme aracı olarak kullanılmaya başlandı. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın da aralarında bulunduğu 9 milletvekili tutuklu. CHP’de ise İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu cezaevinde. İçişleri Bakanlığı, CHP’li Ataşehir Belediye Başkanı’nı görevden aldı. HDP’li büyükşehir ve il olmak üzere belediye başkanları görevden alınarak yerlerine kayyım atandı. BASINA HAPİS: Çok sayıda televizyon, gazete, dergi, radyo ve internet sitesi kapatıldı. Başta Cumhuriyet, Sözcü olmak üzere birçok yayın organına operasyon yapıldı. Gazetemizin İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, muhabirimiz Ahmet Şık, bir yılı aşkındır tutuklu. 150’nin üzerinde gazeteci cezaevinde. İHRAÇLAR KOMİSYON BEKLİYOR: 100 binin üzerinde kamu görevlisi ihraç edildi. Bunların arasında akademisyenler başı çekti. Semih Özakça 150, Nuriye Gülmen ise 193 gün sonra tahliye edildi. OHAL Komisyonu ise tek bir dosyayı bile henüz görüşmedi. İŞKENCE ŞİKÂYETLERİ ARTTI: Gözaltılar sırasında karakollarda yoğun işkence yapıldığı şikâyetleri arttı. Cezaevlerinin nüfusu 230 bini aştı. Tutuklu ve hükümlüler, kapasitesini aşan koğuşlarda kalmak zorunda. Erdoğan’dan inanç vurgusu Tüm vatandaşların İnsan Hakları Günü’nü kutladığını belirten bir mesaj yayımlayan Erdoğan, kanunlar önünde bireylerin eşitliği ve ayrımcılığa uğramamaları ilkelerine dayanan insan haklarına saygının, Türkiye Cumhuriyeti’nin değiştirilemez niteliği olduğunu söyledi. Erdoğan, “Ülkemiz son 15 yılda çok farklı alanlarda hayata geçirdiği reform ve düzenlemelerle bu temel niteliğini daha da pekiştirmiştir” dedi. Bugün Türkiye’nin, demokratik hak ve özgürlüklerin kullanılması noktasında tarihinde hiç olmadığı kadar rahat bir ülke olduğunu öne süren Erdoğan, demokrasinin beşiği olduğu iddiasındaki ülkelerde dahi ayrımcılığın, kültürel ırkçılığın ve hak ihlallerinin arttığından yakındı. Sıkıyönetim valisinden mesaj Ankara Valisi Ercan Topaca da açıklamasına İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin, her insanın yasa önünde eşit olduğunu, işkenceye, kötü muameleye tabi tutulamayacağını ilan ettiğini belirterek başladı. Tarihimizin insan hak ve hukukunun her zaman korunduğuna yönelik örneklerle dolu olduğunu iddia eden Topaca’nın, “Bugün maalesef insan haklarının sadece yeryüzünün belirli bir kesimi için geçerli olduğunu, bilinçli bir ikiyüzlülüğün artarak devam ettiğini acıyla görüyoruz” ifadelerini kullanması dikkat çekti. l ANKARA / Cumhuriyet GMÖÜZY6DAİAKNLHİETŞAIİNLDEA İnsan hakları gözaltında Ankara Yüksel Caddesi’nde devam ettirilen “İşimizi geri istiyoruz” eyleminin 396’ncı gününde yine polis müdahalesi yaşandı. KHK ile ihraç edilen eğitimciler Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın direnişlerini başlattıkları, daha sonra ise açlık grevine dönüştürdükleri İnsan Hakları Anıtı önünde ‘yine’ işlerini isteyen yurttaşların pankartları yırtıldı ve altı kişi gözaltına alındı. Gülmen ve Özakça’nın açlık grevi eylemi 276’ncı gününe ulaşırken, iki eğitimciye destek vermek için Konur Sokak’ta toplanan yurttaşlar Yüksel Caddesi’nde basın açıklaması yapmak istedi. Konur Sokak’ı gözaltı aracı ve çevik polis kalkanları ile kapatan Emniyet güçleri, eylemcilerin Yüksel Caddesi’ne geçişini engelledi. İnsan Hakları Anıtı önüne gelemeyen eylemciler, Yüksel ile Konur sokakların kesiştiği noktada pankart açarak slogan atmaya başladı. Yurttaşların “Açlık gre vinin 276’ncı gününde NuriyeSemih işe geri alınsın” yazılı pankartı polis tarafından yırtılırken, müdahale sonucu 6 eylemci gözaltına alındı. 22 Mayıs’ta polis tarafından ‘abluka’ altına alınan İnsan Hakları Anıtı’na karşı engel 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde de devam etti. Bir yılı aşkın süredir İnsan Hakları Anıtı gölgesinde yüzlerce kişiyi darp ederek gözaltına alan Emniyet güçleri, 6 aydır anıtı 24 saat gözetlemeye devam ediyor. ‘Korku imparatorluğu yaratılmak isteniyor’ İnsan Hakları İzleme Örgütü Raportörü Webb, Diyarbakır’da konuştu İnsan Hakları Haftası etkinlikleri kapsamında Diyarbakır’da İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Diyarbakır Temsilciliği, Diyarbakır Barosu, Diyarbakır Tabip Odası ve Hak İnisiyatifi birlikteliğinde “İnsan Hakları Konulu Sempozyumu” düzenlendi. Sempozyumun, İHD Diyarbakır Şube Başkanı Raci Bilici’nin moderatörlüğünü yaptığı ilk oturumunun başlığı “Son iki yıla genel bakış” oldu. Bilici, insan hakları ihlallerinin, çözüm sürecinin sonlandırılmasıyla başlayan çatışmalı süreçte ağırlaştığını, OHAL’de çok fazla artış gösterdiğini söyledi. “2017’de Türkiye’de İnsan Hakları’nın durumu” konusunda bir konuşma yapan İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) Türkiye Raportörü Emma Sinclair Webb ise “Bu dönemin özeti keyifliktir. Gözaltılar, tutuklamalar, ihraçlar, yasaklar var ama özet olarak keyfilik diyebiliriz. Tamamen korku imparatorluğu yaratılmak isteniyor” dedi. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yargılandığı davaya dikkat çeken Webb, “Demirtaş’ın dosyasına bakıldığı za man ülkedeki durumu özetleyebiliriz” diye konuştu. İHD Çocuk Komisyon üyesi Rahşan Bataray Saman, OHAL ilanıyla birlikte işkence uygulamalarının sistematik bir şekilde artış gösterdiğini dile getirdi. İHD Diyarbakır Şubesi Cezaevi Komisyonu üyesi avukat Muhterem Süren, çıplak aramaya karşı çıkan mahpusların, işkenceye uğradığını belirtti. TİHV Diyarbakır Temsilcisi avukat Barış Yavuz da işkencenin ciddi oranda artış gösterdiğini dile getirdi. HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen de, “Devlet örgütlü toplumdan korkuyor. Bu nedenle partimize ve muhalefet partilerine baskı oluşturuyor” ifadelerini kullandı. ‘AKP’li değilsek, teröristiz’ “İşimizi geri istiyoruz” eyleminin sembol isimlerinden Veli Saçılık ise “Benim varlığım Türkiye’de insan haklarının olmadığının kanıtıdır. Mahkeme süsü verilmiş tezgâhlarla bizi infaz etmeye çalışıyorlar. Bizim yaptığımız eylem değil, varlığımız suç. Kürt’üz, Aleviyiz, onun için bize düşmanlar, AKP’li değilsek teröristiz” dedi. l DİYARBAKIR / Cumhuriyet İhlallerin asli kaynağı OHAL İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) İstanbul Temsilciliği, 1017 Aralık İnsan Hakları Haftası etkinlikleri çerçevesinde Sultanahmet Meydanı’nda basın açıklaması yaptı. Eyleme konuşan TİHV Genel Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, “İşkencelerin hayatın bir parçası olduğu bir dönemde ‘bir daha asla’ demek için bir araya geldik. Bu hafta özel bir hafta. Türkiye’deki halkları bu hafta yapacağımız etkinliklere davet ediyoruz” dedi. Ortak açıklamayı okuyan İHD İstanbul Şubesi Başkanı Gülseren Yoleri, ise Türkiye’nin evrensel insan hakları değerlerinin oldukça uzağında olunduğunu belirterek “Yaklaşık bir buçuk yıldır sürdürülmekte olan OHAL uygulamaları 2017 yılında Türkiye’de yaşanan her bakımdan ağır ve ciddi insan hakları ihlallerinin asli kaynağıdır ve derhal son verilmelidir. Şu anda Türkiye’de asgari standartlarda dahi demokrasiden söz edilemez. Bu nedenle demokrasi mücadelemiz baki ve kaçınılmazdır” dedi. l İSTANBUL / Cumhuriyet C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle