04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cuma 3 Kasım 2017 2 [email protected] Kansere ‘plan’ şart sağlıkt EDİTÖR: SİBEL BAHÇETEPE TASARIM: EMİNE BİLGET Uzmanlar, dünyada 8 kişiden birinin kanserden yaşamını yitirdiğini belirterek “Ülkelerin kansere ilişkin özel planı olmalı” dediler Dünya genelinde 8 kişiden birinin kanserden yaşamını yitirdiğini vur gulayan bilim insanları, bu alan da yapılan araştırmaların öne mine dikkat çekerek, her ülke nin ulusal bir politikasının ol masının önemine vurgu yaptı ve ek lediler: “Yenilikçi tedavilere ve tıb bi cihazlara halen sınırlı erişim var. SİBEL BAHÇETEPE Ülkelerin ulusal kanser kontrol planları olmalı.” Pfizer Onkoloji’nin ev sa hipliğinde geçen günlerde Polonya’nın başkenti Varşova’da “Kanser Medya Eğitimi Toplan tısı” düzenlendi. Çeşitli ülkeler den gazetecilerin ve bilim in sanlarının katıldığı toplantıda, kanser tanı ve tedavisinde kar şılaşılan güçlükler, hastaların yaşadığı zorluklar gibi konu lar tartışıldı. İngiltere Queen’s Universit’ten Prof. Mark Law ler, dünya genelinde 8 kişiden, Avrupa’da ise 4 kişiden birinin kanserden yaşamını kaybettiği ni anımsatarak “Özellikle mor talite (ölüm) oranlarının yüksek olduğunu gözlemliyoruz. Bu du rumu değiştirmemiz lazım, bir likte çalışmalıyız” dedi. Beata Ambroziewicz Linda Gibbs Prof. Mark Lawler Canan Yücel Turgut Dr. Katalin Boér Prof. Tit Albreht “Kanser Medya Eğitim Toplantısı” Türkiye’den de bir grup gazetecinin katılımıyla Varşova’da yapıldı. ‘EĞitimİ ARTIRMALIYIZ’ Budapeşte St. Margaret’s Onkoloji Hastanesi Medikal Onkoloji Departmanı’ndan Dr. Katalin Boér de meme kanserine ilişkin açıklamalar yaptı. Meme kanserinin kadınlarda görülen en sık kanser türü olduğunu, 2012 yılında 1.7 milyon yeni olgunun teşhis edildiğini anımsatan Boér, özetle şunları kaydetti: “Meme kanseri erkenden saptandığı zaman şifa olasılığı, yalnızca ameliyatla bile iyileştirilme olasılığı çok çok yüksek. Meme kanseri şüphesi oluştuğunda ek araştırmalar mutlaka gerekli. Erken meme kanserinde hemen hemen yüzde 100 sağ kalım söz konusu. Koruma, tanı ve yatırım konularında çok fazla şey yapmamız gerekiyor. Eğitimi arttırmamız gerekiyor ve ulusal kanser kontrol planları uygulamamız gerekiyor. ” ‘Araştırmalar önemli’ Lawler, kanser konusunda yapılan araştırmaların önemine dikkat çekerek, “Yenilikleri sunabilmek ve kanseri tedavi etme şeklimizi değiştirmek açısından araştırmalar çok önemli bir rol oynuyor. Araştırma olmazsa yeni tedavileri hastalara sunmamız mümkün olamaz. Eğer hastalık hakkında daha fazla bilgi edinebilirsek, bu bilgileri alıp klinik avantaj haline getirebiliriz. Araştırmalar hayat kurtarır” diye konuştu. Slovenya Tıp Merkezi’nden ve Dünya Gıda Ulusal Kanser Kontrol Planları Uzmanı Profesör Tit Albreht ise ulusal kanser planlarının önemli olduğunu belirterek “Ulusal kanser kontrol programları kanser insidansını ve mortaliteyi azaltmak, aynı derecede önemli bir şekilde kanser hastalarının hayat kalitesini arttırmaya yönelik bir halk taahhüdüdür. Böyle bir programın kurulması önemli bir ölçüde kanser kontrolü sağlamanın en önemli yolunu oluşturuyor” dedi. Yenilikçi kanser tedavilerine erişimi konusuna da değinen Albreth “Kanserde sağlığın desteklenmesi, sürdürülebilir ve stabil tarama programları, hastane ve hastane dışı hastalarda onkolojik bakım, kanser sonrası bakım ve hastaların rehabilitasyon ihtiyaçları önemli. Bölge genelinde birlikte çalışmamız lazım” diye konuştu. İlaca erişim sorunu Polonya Kanser Hastaları Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Bea ta Ambroziewicz de kanser bakımındaki zorluklara değindi. Ambroziewicz, özetle şunları söyledi: “Kanser kronik bir hastalık haline geliyor. Kansere karşı mücadeleyi kazanmak durumundayız. Stratejiler eksik diyebiliriz. Yenilikçi tedavilere ve tıbbi cihazlara halen sınırlı erişim var. Ve aslında kanser planları eksik. Halen çok sayıda hastada kanser çok geç evrelerde teşhis edilebiliyor ve sağlık hizmetleri yeterince finanse edilmiyor. ” l VARŞOVA ‘Ölümüne çalışmaya hayır!’ Sağlık çalışanlarının çalışma koşulları nedeniyle intihar etmesi protesto edildi Hekimler, tıp öğrencileri ve sağlık çalışanları, Dr. Ceyda Güdemek, Dr. Engin Karakuş ve tıp öğrencisi Yağmur Çavuşoğlu’nun intiharının ardından tartışma konusu olan hastanelerdeki çalışma koşullarını Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi bahçesinde protesto etti. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel, “Sağlıkta Dönüşüm Programı” uygulamalarıyla hastanelerin işletme olarak görüldüğünü vurgulayarak, performans ve daha fazla iş yapma dayatmasının sağlık çalışanlarını tükettiğini söyledi. DİSK Genel Sekreteri ve Dev Sağlık İş Başkanı Dr. Arzu Çerkezoğlu da siyasi iktidarın sorumlu olduğunu belirterek “Uzun çalışma saatleri, bitmek bilmeyen istekler ve değer bilmez yöneticiler yüzünden bu olayları yaşıyoruz” dedi. Ortak açıklamayı okuyan İTO Yönetim Kurulu Üyesi Dr. İncilay Erdoğan, son 10 yılda sağlık çalışanlarının yükünün 5 kat arttığını, tükenmişlik oranının ise yüzde 24 olduğunu, çalışanların yüzde 69’unun mobbinge uğradığını ve yüzde 65’inin imkanı olsa başka meslek yapmayı düşündüğünü aktardı. l İSTANBUL/Cumhuriyet Nesnel sınıflar öznel ideolojiler 10 Gelişen, endüstrileşen ülkelerde siyaseti “sınıfsal yapı” ve “sınıfsal bilinç” belirliyor: Siyasete ağırlığını koyması için, sermaye sınıfının ve işçi sınıfının nesnel olarak ortaya çıkması yeterli değil... Bu sınıfların, özellikle de işçi sınıfının “sınıf bilinçlerinin” de oluşması gerekli! “Özellikle de işçi sınıfının” dedim, çünkü sermaye sınıfı, var oluşu doğrudan para kazanmaya, kâra dayalı olduğu için, daha en baştan “sınıf bilincine” sahip. Bir başka deyişle sermaye sınıfını zaten var eden itici güç, para kazanma arzusu yani “bilinci”. Feodaliteden, Din/Tarım Toplumu’ndan, Kent/Endüstri Toplumu’na geçişte, elbet, geleneksel feodal değerler, özellikle de dini inançlar yok olmuyor; Milliyetçilik, Tek Tanrılı Dinlerin üzerine geliyor. Bu değişime öncülük eden sermaye sınıfı, Kentsel/Endüstriyel Toplumun, Kapitalist (ve önce gelişen ülkelerin arkada kalan ülkeler ve sömürgeler üzerindeki emperyalist) yapısını belirliyor. Sermaye sınıfının büyümesine bağlı olarak gelişen işçi sınıfı ise, hem feodal kalıntılardan gelen din/mezhep inançlarının, hem de egemen sermaye sınıfının pompaladığı yeni kapitalist değerlerin bombardımanı altında kendi sınıfının “sınıf bilincine” zor erişiyor, bazen de hiç erişemiyor: Dincilik, mezhepçilik, ırkçılık, milliyetçilik gibi ideolojiler, egemen sınıflar tarafından sürekli olarak “işçi sınıfı bilincini” engellemek ve yozlaştırmak için başarıyla kullanılıyor. Ancak emekçilerin, yazarların, aydınların ve bazı politikacıların direnişiyle, pek çok kan ve gözyaşı dökülerek elde edilen Demokratik Hak ve Özgürlükler sonunda işçi sınıfı da gelişmiş Kentsel/Endüstriyel/ Kapitalist ülkelerde “bazı hak lara” kavuşabiliyor. “Bazı hakların” verilmesine yol açan bu süreçte bu ülkelerin, (özellikle İngiltere örneğinde görüldüğü gibi) emperyalist ilişkiler sonunda sömürgelerden veya azgelişmiş ülkelerden aktardıkları artı ürün ve artı değerleri kendi halklarına paylaştırabilmelerinin de payı büyüktür. HHH Yukarda anlattığım süreç, Batı ülkelerinin izlediği yoldur. Sömürülen, geri kalmış feodal Din/Tarım toplumları da kaçınılmaz olarak, önlerindeki bu modelden etkilenir. Emperyalizm, sömürdüğü ülkelere, elinde olmaksızın, kendi toplumunun geliştirdiği “Demokrasi” ve “İnsan hakları” gibi değerlerini de götürür. Bunun sonunda, sınıfsal gelişmesi duraklamış veya duraklatılmış olan Din/Tarım Toplumlarında yani Feodal toplumlarda, kendi toplumlarını geliştirmek, ileri ülkeleri yakalamak için “İdeolojik Modeller” ortaya çıkar. Anadolu’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Hindistan’da Mahatma Gandhi, Kongo’da Patrice Lumumba, ülkelerinin kurtuluşları için, böyle “İdeolojik Modelleri” uygulamaya girişmiş olan liderlerdir. Osmanlı, hem Emperyalistlerin baş hedefi ve kurbanı olarak, hem de büyük bir tarihsel ve siyasal birikimi olduğu için, bu tür “İdeolojik Kurtuluş Modellerini” de ilk üreten toplumlardan biri olmuştur: Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu imparatorluğun enkazı üzerinde emperyalizme başkaldıran ve mucizevi bir Kurtuluş Savaşı kazanarak, “DevletçiSeçkinci” bir yaklaşımla Demokrasiyi hedefleyen Türkiye Cumhuriyeti’ni kurup başarıya ulaşan ilk lider olarak tarihe geçmiştir! DİREN ANTİEMPERYALİZM... DİREN CUMHURİYET... DİREN DEMOKRASİ! ‘Ülkemizde 7.5 milyon kronik böbrek yetmezliği hastası var’ Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Nefroloji Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Gültekin Süleymanlar, Türkiye’de kronik böbrek hastası sayısının 7.5 milyona ulaştığını söyledi. Süleymanlar, “Türk Nefroloji Derneği tarafından ülke çapında yapılan CREDIT çalışması, ülkemizde erişkinlerin yüzde 15.7’sinde çeşitli evrelerde kronik böbrek hastalığı varlığını göstermiş tir. Hasta yaşam süresini uzatan, yaşam kalitesini en üst düzeyde tutan, işgücü kaybını azaltan ve uzun vadede maliyeti daha düşük olan bir replasman (yerine koyma) tedavisidir. Önemli çabalara rağmen kadavradan organ bağışında maalesef Avrupa ülkeleri arasında gerilerde bulunmaktayız. Sorunun sağlıklı çözümünde en önemli yaklaşım kadavradan organ bağışının artırılmasıdır” dedi. l ANTALYA/DHA C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle