04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 27 Kasım 2017 4 ‘Direnmek zorunluluk’ haber EDİTÖR: ALPER İZBUL TASARIM: ZARİFE SELÇUK İşe iade edilene kadar açlık grevini sürdüreceğini söyleyen Nuriye Gülmen hastanedeki mahkum koğuşunda zorla müdahale tehdidi altında tutuluyor “İşimi geri istiyorum” eylemini açlık grevine dönüştürüp 264 gündür greve devam eden tu tuklu akademisyen Nuriye Gülmen’in bugün 5. duruşması gö rülecek. Duruşma önce sinde Cumhuriyet’in so rularını “el yazısı” ile yanıtlayan Gülmen, yap tığı eylemle ilgili “diren ŞEYMA mek tercih değil zorun PAŞAYİĞİT luluk” derken, en çok “güneşi özlediğini” ifade etti. Gülmen, hakkındaki dava dosyası nı ise “çöp” olarak nitelendirirken, an cak işe iade edilmesi halinde açlık gre vine son verebileceğini ifade etti. Gülmen, sorularımıza verdiği yanıt lar şöyle: n Eyleminiz bir yılı doldurdu. Bu bir yıl hakkında neler düşünüyorsu nuz? Bu süreçte yaşadığınız zorluk lar neler? Direnişle geçen bir yıl. 260 günü aşan açlık grevimiz. 6 ayı aşan tutuk luluk. Hapishane ve hastaneler. Bu bir yıl hakkında sayfalar, kitaplar dolusu konuşabilirim. Ama ben küçük bir şey anlatacağım. Geçen yıl doğum günüm direnişimin 16. gününe denk gelmişti. Pek çoğunluğuyla yeni tanıştığım ar kadaşlarımla gözaltı sonrası yemek yi yorduk. Bu vesileyle doğum günüm ol duğu öğrenilmişti yemekte. Hemen kü çük bir organizasyon yapmışlar. Ye mekten sonra pasta geldi. Küçük bir kutlama yaptık. Çok anlamlıydı benim için. Mumları Semih’le birlikte üfle miştik, direnişçiler olarak. Aradan tam bir yıl geçti. Açlığımız 260 günü geri de bıraktı. Ben hâlâ tutsağım. Bir has tane hücresindeyim. Bu yılki hediyem Yüksel’de örgütlendi ve hayata geçiril di. Yüksel direnişçileri “doğum günüm şerefine” barikatları yıktılar. Anıtın önünde ilk kez Semih’le birlikte kazan dığımız o alanda, yüzümüzde kocaman gülümsemelerle oturma eylemi yaptığı mız anıtın önünde, oturma eylemi yap tılar. Yüksel’e karakol kurmuşlar, ne yime! Yüksel direnişçileri polisin gözü nün önünde barikatları yerle bir etmiş ler, işte doğum günü hediyem bu. Sa dece benim hediyem değil aslında ba karsanız. Direnişin kurduğu barikatın bu tarafında olan, küçük büyük bari katı güçlendiren adımlar atan herkese, direnişe inanan herkese verilmiş bir hediye. Yüksel’in ruhu bu: İrade, cüret, vefa, bağlılık, yoldaşlık, kolektivizim... Bana öyle hediye veriyorlar ki, binlerce insanla paylaşıyorum hediyemi, doğal lığında. Çok güzel bir şey bu. ‘Dava dosyamız çöp’ n Dava dosyanızda tutuklu yargılanmanıza yeterli iddia olduğu düşünüyor musunuz? Son olarak Ali İsmail Korkmaz için yaptığınız basın açıklamasından da hakkınızda dava açıldı. Yargılanma süreci hakkında ne düşünüyorsunuz? Dava dosyamız bir çöp. Ama bizimki gibi siyasi davalarda yeterli kanıt, iddia vs... Bunlar belirleyici olmaz. Siyasi kararlarla, talimatla yürür işler. Bence artık böyle sorular çok naif kalıyor. Bir tweet atıyorsunuz ve tutuklanıyorsunuz. Böyle bir ülkede yaşıyoruz. Daha yeni deneyimledik. Oğuz Güven ömrü 52 saniye olan bir tweet’ten dolayı örgüt propagandası yaptığı gerekçesiyle ceza aldı. Bizim dosyada henüz ben ve Acun savunma yapmamışken savcı mütalaa verdi. Üçümüz aynı eylemin parçasıyız. Yani aynı şeyleri yapmışız, dövizlerimiz, pankartlarımız vs... Her şey aynı. Ama üçümüze farklı cezalar verilmesini istiyor savcı. Acun’a beraat istiyor. Biz açlık grevi yaptığımız için örgüt talimatıyla hareket ediyormuşuz. Ben daha da çok örgüt talimatıyla hareket ettiğim için üyelikle cezalandırılmam isteniyor. Semih’in ise bir çeşit yardımyataklıkla cezalandırılması isteniyor. Hakkımızda delil yaratmak için öyle uğraştılar ki, 3. duruşmada hakkımda ifade veren bir tanık getirdiler. Ben duruşmada yoktum. Avukatlarımız tanığın beyanlarına güvenilmeyeceğini o duruşmada kanıtladılar. Tanığın ifadeleri çöktü. 4. duruşmada başka bir tanık getirdiler. Savcı bu tanığı, benim avukatlarımın tanık hakkındaki beyanlarını dinleme, duruşmada tanığın ifadelerinin çürütülme ihtimalini göz önünde bulundurma zahmetine hiç girmeden, cebinden çıkardığı mütalaayı okudu. Bizim söylediklerimizin, söyleyeceklerimizin bir önemi yok. Kararı duruşmaya gelmeden vermiş, mütalaasını yazmış gelmiş. Sen kendini anlat dur. Mütalaa cepte! Daha savunma yapmadım ben, bu neyin mütalaası. Usul kuralları filan savcının umurunda değil. Yargılamayı bir an önce bitirmek istiyor. Ceza ‘Dostları, Yüksel’i, güneşi, rüzgÂrı özledim’ Dışarı çıktığınızda ilk ne yapmayı düşünüyorsunuz? Neleri özlediniz? Dostlara sarılmak, onlarla kucaklaşmak, hasret gidermek. İnsanlarımızla, halkımızla beraber olmak tek dileğim. Bir de Yüksel’i görmek isterim. Anıtı. Yüksel’in karakol kurulmuş halini hayal edemiyorum. Anıtımızla hasret gidermek isterim. Bir de akşam işportasında Yüksel’de olmak, kitapçı tezgâhlarını dolaşmak... İnsanları, memleketim Kütahya’yı, dostlarla beraber olmayı, doğa yürüyüşü yapmayı, doğada olmayı özledim. Güneşi, havayı, açık havada olmayı, rüzgârı, rüzgârın insanın yüzünü yalayıp geçmesini, bir şehri tepeden görmeyi. Anneme, babama, Semih’e, Esra’ya açlığımızı paylaşan Mehmet Güvel’e ve Feridun Osmanağaoğlu’na kavuşmak ve onlarla kucaklaşmak, hasret gidermek. lar verilsin, bu iş bitsin! Ali İsmail için yaptığım bir basın açıklamasından dava açılmadı aslında. İçinde Ali İsmail için yapılan Adalet Nöbeti, Adalet Yürüyüşü, Ali İsmail davasını takip etmek gibi pek çok eylemin olduğu Gezi sürecinde katıldığım eylemlerden oluşmuş bir dosya. Berkin Elvan eylemi, ODTÜ’den yol geçirilmesinin protesto edilmesi gibi çok çeşitli eylemler var. İktidarın açlık grevini, direnişi bitirmek için yaptığı saldırıların bir parçası. Yoksa bundan 4 yıl önce yapılmış bir eylemle ilgili bugün dava açılmasının anlamı ne olabilir? ‘Savunmam engellendi’ n Savunmanızı yapmak üzere mahkemeye götürülmediniz. Hakim karşısına çıkma imkânınız olsaydı nasıl bir savunma yapacaktınız? Yargılayan, aktif bir savunma hazırlamıştım ilk duruşmadan önce. Neden tutuklandık, neden ihraç edildik, neden direniyoruz, neden açlık grevindeyiz. Bu iktidarın eğitim politikaları, emperyalizmin dünyada yarattığı yıkım gibi konuları ele aldığım kapsamlı bir savunmaydı. Kayboldu ben oradan oraya götürülünce. Şu an elimde değil. n Geçen süreçte hastane koşulları ve sağlık durumunuz nasıl? Sağlık Bakanı Ahmet Demircan, bilincinizi yitirmeniz durumunda zorla müdahale edilebileceğini söyledi. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Şu anda Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin mahkum koğuşu diye tabir edilen bölümünde tutuluyorum. Buradan önce 13 gün, 3. derece yoğun bakım hastalarının tutulduğu yoğun bakım ünitesinde refakatçisiz tutuldum. AİHM’nin müdahalesi olmasa burada da refakatçisiz tutulacaktım. Açlık grevinin 220. günlerinde hayati tehlikesi olduğu gerekçesiyle hastaneye getirdikleri birinin refakatçiye ihtiyaç duymayacağını iddia edecek kadar benim iyiliğimi düşünen bir iradeyle karşı karşıyayız. Mahkum koğuşundaki hücreler 3’er kişilik. Ben kardeşimle kalıyorum hücrede. Burası binanın bodrum katında. Hücrelerde taze ve temiz havaya ulaşmanız mümkün değil. Sandalyeye çıkılıp iki cm aralanan, 2 parmaklıkla donatılmış pencereden gelen hava, hücreyi havalandırmak için elbette yetersiz. Son derece gürültülü çalışan havayı açtırabilirsiniz. Eğer çalışıyorsa! Bizim hücrede o çalışmıyor. Yani hücreyi bırakın taze ve temiz havayla, havalandırma yoluyla bile havalandıramıyoruz. Tepemizde gece gündüz ışık ya ‘Soylu’ya acemice yalanları yetmedi’ n İçişleri Bakanlığı’nın çıkardığı kitapçık, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “terörist” nitelemeleri ve “terör örgütü üyeliği” iddialarına ne yanıt verirsiniz? Soylu’nun çıkardığı kitapçığı görme fırsatım olmadı. Ama özü itibarıyla yasadışı örgüt üyesi olduğumuzu kanıtlamaya dönük bir kitapçık olduğunu biliyorum. Bir acziyet göstergesi. Devletin “işimi istiyorum” talepli eylemimiz karşısındaki çaresizliği de denebilir. Genel olarak Soylu, insanların bizi sahiplenmesini engellemeye çalışıyor. “Bakın bu insanlar sandığınız gibi masum insanlar değiller. Onları sahiplenmeyin” diyor. Bunu çeşitli yol ve yöntemlerle defalarca söyledi. Bizi sahiplenen insanları, avukatlarımızı tutuklatmak, adımızı söylemeyi yasaklamak da yöntemlere dahil. Başlangıçta “acemice” yalanlar söylüyordu ecdad’ları gibi. “Sabah geliyorlar, akşam evlerinde gidip yiyorlar” dedi. İncelen bedenlerimiz yalanlarını teşhir edince “terörist” demagojilerine sarıldı iyiden iyiye. En sonunda baş edemeyince kitapçık çıkardı. Türkiye tarihinde bir ilke imza attı. Soylu’nun çırpınışları fayda etmedi, çünkü bizim halkla güçlü bir bağımız var. Aylardır insanlar orada ekmeğimiz ve onurumuz için mücadele ettiğimize şahitlik etti. 7 derecede biz imza topladık Yüksel Caddesi’nde. Her gün oradaydık. Kar, kış, fırtına var de medik. Ayaklarımız buz kesti ama yine de bildiri dağıttık, şarkılar söyledik. Binlerce insana ulaştık. Gözlerine baktık, elimizden tuttular. Gözümüzdeki ışığı gördüler. Bir de halkımız ekmeksiz bırakılmanın ne demek olduğunu bilir. Bildi de. Ekmeğine sahip çıkan bizleri bağrına bastı. Soylu istediği kadar konuşsun! Biz bu halkın evladıyız, onun gibi AKP’nin halka düşman politikalarının uygulayıcısı değiliz. Şunu da bilmek lazım. Tarihin hiçbir döneminde ezilenlerin talepleri meşru, masum görülmemiştir. Tarihin hangi döneminde hak talep etmek masum görüldü de AKP iktidarı tarafından görülsün. Bugün herkesin temel bir hak olarak gördüğü kadınların oy verme hakkı, Amerika’da ve İngiltere’de uzun mücadeleyle kazanılmıştı. İngiltere’de bir kadın yaşamını feda etmişti, elindeki pankartla at yarışları esnasında kendisini kralın atının önüne atmıştı. Pankartta kadınlara oy hakkı talebi vardı. Muktedirler bu talebi hiç de masum görmemiş, kadınlara her türlü bedeli ödetmişlerdi. Nuriye Gülmen nıyor. Işıkların kontrolü dışarıdan yapılıyor. Dolayısıyla gece de ışık altında uyumaya zorlanıyoruz. Bu yüzden gece uykum çok kötü. Dinlenemiyorum. Bu yüzden de hızla kilo kaybediyorum. Buradaki hücrelerin sadece ikisi gün ışığı görüyor. Ben bir ay boyunca gün ışığı görmeyen bir hücrede tutuldum. Sonra doğal ışık gören hücrelerden biri boşaldı ve oraya geçirildim. İki demir parmaklık arasından sadece gece ve gündüzü ayırt edebileceğiniz derecede gün ışığıyla muhatap olabildiğiniz bir hücreden bahsediyorum. Gün ışığı görüyor deyince aklınıza içeriyi güneşle dolduran pencereler gelmesin. Sedyede avukat görüşü Avukatlarımızla bir koridorda, yanımızdan sürekli gardiyan ve sağlıkçılar geçerken sınırlı sürede görüşebiliyorum. Ben sedyeyle çıkıyorum avukat görüşüne. Not alamıyorum. Gizlilik koşulları sağlanmıyor. Koridorun başındaki kameradan izlenebiliyoruz. Yani avukat hakkımı sınırlı ve uygunsuz koşullarda kullanabiliyorum. Aile görüşü ise daha kötü koşullarda yapılıyor. Koridora da alınmıyor. Demir parmaklıklı bir kapının ardından 1520 dakika görüşebiliyoruz. Ben yine sedyede oturuyorum. Sedye kapıya yanaşmıyor. Sadece bir kişiyle görüşebiliyorum. Annemle ya da babamla. Görüş yapmak isteyen bir kişi avukat ya da aile ferdi önce savcıya gidip izin alıyor. Sonra hastaneye gelip başhekimden onay alıyor. Bu prosedür her görüşte tekrar tekrar uygulanmak zorunda. Görüşe gelen kişi gününü bana ayırmak zorunda kalıyor. Kıyafetlerimi yıkatmak için hapishaneye göndermem, oradan ailemin teslim alması gerekiyor. Yıkayıp tekrar hapishaneye ve oradan da buraya gönderiyorlar. Gazetelerim günlük olarak gelmiyor. İki üç günde bir birikmiş gazeteleri okumak zorunda kalıyorum. Daha çok şey sayabilirim ama bu kadarı yeterli olsun. Sağlığım: 260 günü aşan açlığa bağlı sıkıntılarım oluyor elbette. Hızlı kilo kaybı, dinlenememe, gece uyuyamama. Çoğu koşullara bağlı sıkıntılar aslında. Tahliye olduğumda daha iyi olacağımı düşünüyorum. Ama her durumda esas direniş. Biz direnişe sarılınca sağlık sorunlarımız da tali kalıyor. Zorla müdahale cinayettir. Buradaki doktorlar açık açık söylüyor, ‘Bilinciniz kapandığında size müdahalede bulunacağız’ diyorlar. Her gün bir doktor heyeti, müdahale etmeleri gereken koşuların oluşup oluşmadığını anlamak için beni ziyaret ediyorlar. Müdahale, muayene ya da tetkik yaptırmak isteyip istemediğimizi soruyorlar. İlk günlerde yaptıklarının ne anlama geldiğini onlara anlattım. Sağlık Bakanlığı onların müdahale etme sözüne güvenerek böyle konuşabiliyor. Devlet bu söze güvenerek bizi “işe iade etme” dışında bir alternatifi düşünebiliyor. Oysa bu hekimler, “biz müdahalede bulunamayız, Nuriye Hanım ile aramızda bir hastahekim ilişkisi yok. Kendisi bizi hekim olarak kabul etmiyor. Bu koşullarda ona hekimliğimizi dayatmak tıp etiğine aykırı olur. Biz bu görevden feragat ediyoruz” diyerek gerekeni yapsalar, devlet zorla müdahale ihtimalini gündeminden çıkarmak zorunda ka lır. Ama bu hekimler ısrarla aramızda bir hastahekim ilişkisi kurulmuş gibi davranıyorlar. Devletin maşası oluyorlar. Benim beyanım bu konuda çok net. Bilincim kapandığında müdahale edilmesini istemiyorum. Müdahale eden doktorlar suç işlemiş olacak. n Açlık grevini hangi koşullarda bırakırsınız? Somut bir kazanım olmadan açlık grevini bırakmam mümkün değil. 260 günlük açlık grevinin bir sonucu, bunca saldırıya direnmenin bir sonucu olmalı. Talebimiz açık ve sade: İşimizi geri istiyoruz. l ANKARA ‘Eğitim Sarayı’ neden yok?.. Sahi, ‘Eğitim Sarayı’ yok. Hoş, ‘Adalet Sarayı’ var ama adalet yok. Eğitim Sarayı yok, çünkü sarayda eğitim yapılmaz. Sarayda sultan vardır, buyruklar vardır, kullar vardır. Akademi, eğitim tarihinde bir ağaç altında öğreten filozofun okuludur. 2500 yıl öncesinde. Eğitim her yerde, her koşulda, her zaman yapılır. Yeter ki, ‘eğitim özgürlüğü’ olsun. Bugün ülkemizde eğitimin öncelikli sorunu, ‘eğitim özgürlüğü’ olmayışıdır. ‘Eğitim özgürlüğü’ eğitimin temel eksenidir. Bilme özgürlüğü. Sorma özgürlüğü. Eleştiri özgürlüğü. Tartışma özgürlüğü. Araştırma özgürlüğü. Öğretmen özgürlüğü, öğrenme özgürlüğü, öğrenci özgürlüğü. Bunların olmadığı yerde ‘eğitim özgürlüğü’ de yoktur. Eğitimin özgür olmadığı yerde ‘Öğretmenler Günü’ nasıl kutlanır? Akademisyenler bir bildiriye imza attığı için tutuklanırsa? Akademisyenler bir bildiriye imza attığı için işten atılırsa? Nuriye ve Semih hocalar açlık grevi yaptıkları için suçlanırsa? Öğretmenler Günü nasıl kutlanır? Muammer Aksoy bu ülkede düşünceleri yüzünden öldürüldü. Bahriye Üçok bu ülkede sözleri yüzünden öldürüldü. A. Taner Kışlalı bu ülkede yazdıkları yüzünden öldürüldü. Üçü de profesördü, akademisyendi. Öldürüldüler. Günümüzde de işlerinden atılıyor, tutuklanıyorlar. Hangi akademisyen geleceğine güven duyabiliyor? Hangi öğretmen yarınından emin olabiliyor? Özgür düşünen hiçbir öğretmen. Özgür davranan hiçbir akademisyen. Eğitimin üzerinde sarayın gölgesi var. HHH Eğitimin üzerinde sarayın gölgesi var. Saray, kara bir gölge olarak eğitimin üzerine çöküyor. Miniklere Kâbe tavafı. Kızlara tesettür. Erkek çocuklara namaz takkesi. Büyüdükçe Kuran kursları. Toplu namazlar. Hepsine dinsel değerler. Namazın orucun erdemi. Cihat. İmam hatip eğitimi. Arapça. Siyeri Nebi. Evrim kuramı mı? Günah. Kâfirin fikri. Laiklik mi? Zındıklık. Dinsizlik. Bunları öğretirsen güvence altına girersin. Yoksa ip üstündesin, bilesin. Öğretmensin. Sınıftasın, öğretirsin. Ama gözetim altındasın. Yaptıkların denetlenir, sorgulanır. Öğretmenler Günü’nü kutlayayım da nasıl olacak bilmiyorum. HHH Atatürk eğitimin güneşidir. Onun ışığı her zaman geleceğin yolunu aydınlatır. ‘Öğretmenler, Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştiriniz’, sözü onundur. Bu söz bütün eğitimin özüdür. Eğer Türkiye uygar bir ülke olacaksa, ancak ve ancak özgür eğitimle olacaktır. Evrensel değerlerle yetişen, özgür aklı rehber yapan, özgür iradesine sahip olan, düşünen, soran, tartışan cesur yaşamayı seçen insanların ülkesi uygar olabilir. Özgür düşünceli insanlar yetiştiriniz. Özgür kültürlü insanlar yetiştiriniz. Adil, vicdanlı insanlar yetiştiriniz. Böyle insan olunuz, böyle insan yetiştiriniz. İnanın ki, yaşamaya da değer. Ölmeye de değer. Sizin ‘Öğretmenler Gününüz’ kutlu olsun... BAKAN VEYSEL EROĞLU Muhalefete su vermekle övündü! Yalova Valiliği’ni ziyaretinde konuşan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, barajlardaki doluluk oranları hakkında bilgi vererek, su sıkıntısı olmadığını söyledi. Marmara Bölgesi için Bulgaristan sınırına kadar entegre su yönetim sistemi hazırladıklarını belirten Eroğlu, “Asırlardır İstanbul ve İzmir su sıkıntısı çekmiş. Mesela İzmir için biz, ‘bakın muhalefet belediyesidir, susuz kalsın, boşver, belediye su veremedi diye anlaşılsın’ gibi deme şeyimiz yok. Oraya da su götürmek, boynumuzun borcudur. Ta Manisa Gördes Barajı’ndan 115 kilometre mesafeden, içinden otomobil geçecek borularla İzmir’e su getirdik. Mardin’e suyunu biz götürdük. Şırnak’a biz götürdük, Kars’a biz götürdük. Merak etmeyin, su meselesi yok” diye konuştu. l DHA C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle