05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Eleştirmen Mustafa Öneş yaşamını yitirdi Türk şiirine 60’lardan bugüne eleştirileriyle, incelemeleriyle katkılarda bulunan eleştirmen Mustafa Öneş hayata veda etti. Edebiyata şiirle başlayan Öneş’in şiirleri ve eleştiri yazıları Var lık, Yelken, Alan 67, Soyut, Papirüs gibi dergiler yayımlandı. “Yeni Dergi Eleştiri Yarışması”nda Mehmet H. Doğan’la paylaştığı ödülden sonra eleştiriye yönelen Öneş’in “Şair / Şiir Yazılar”, “Şiir siz”, “Şiir Kuşatması” adlı eleştiriinceleme kitaplarıyla “Tekne Kazıntısı” adlı, Tülay Ferah’la ortak bir şiir kitabı bulunuyor. Yazarın “Şiir Kuşatması” kitabı da ödüle değer görülmüştü. Pazartesi 23 Ocak 2017 TASARIM: ZARİFE SELÇUK [email protected] ‘Ağrı katilleri’yle tanışın* 15 Polonyalı sanatçı Joanna Rajkowska ağrı kesici maddeden ürettiği gerçek boyuttaki silahları, ayrıca son dönem heykel, neon ve video çalışmalarıyla ilk kez İstanbul’da Ağrı kesici ilaçları üreten birçok şirketin savaşlarda, savaş tekno Can erok lojisinin geliştirilmesinde ve ti caretinde rol oynadıklarını bi liyor muydunuz? Polonyalı sanat çı Joanna Raj kowska, epey za man bu mesele üzerine kafa yor EZGİ ATABİLEN muş. O yüzden Rampa’da açılan “Ağrı Kesi ciler” (“Painkil lers”) sergisinde 1993’ten bir video çalışması ile son yıllarda ürettiği işleri bir arada yer alı yor. Sergiye ilk adımı attığınız da sizi toz halindeki analjezik malzemeden, yani ağrı kesicile rin temel malzemesinden üreti len gerçek görünüm ve boyutta ki silahlar karşılıyor. Tertemiz, bembeyaz ve öylesine masum lar ki... Öylece sessiz sedasız dururken içinde yaşadığımız kapitalist dünyanın tezatlıkla rıyla alay ediyor gibiler. Silahların hemen yanı ba şında bir çift doktor eldi veni duruyor. Daha önce kullanılmış gibi, beyaz Joanna zemine bırakılıvermişler. Onlarda hiçbir mü Rajkowska Sergiye ilk adımı attığınızda sizi toz halindeki analjezik malzemeden, yani ağrı kesicilerin temel malzemesinden üretilen gerçek görünüm ve boyuttaki silahlar karşılıyor. dahale yok, ama daha biraz evvel o silahları tuttukla Burada önemli bir detay ise, su deo çalışmasında belgelediği kı nan bir eserde, kâğıdın yanma dilen hayvanları hatırlatıyor... rı hissi uyandırdıkları için masum durmuyorlar. Biraz ötede de yine analjezik malzemeden ya kırmızı boya katılmış olması. Vaftiz törenlerini anımsatan bu performans, sanatçının yıl zı bu kez farklı silah isimlerini sayarken görüntüleniyor. Reklam dünyasındaki pazarlama seviyesi olan 233° C, neonla yazılmış, bir duvarda kıpkızıl olmuş yanıyor. Karşısına geçip Kuyaupşittaulriuzmcubir üretilmiş bir battaniye duruyor. lara dağılan üretimindeki bü metotlarını hatırlatan videoyu durunca kitapların yasaklandı Sergisinin açılışı için Britanyalı yerleşimcilerin Ame tünlüğün de bir işareti. Sağlık izlerken, kendinizi yarım yama ğı Türkiye’yi, radikalleşme eği İstanbul’a gelen Joanna Raj rikan yerlilerine çiçek hastalığı sektörünü eleştirdiği kadar iz lak telaffuz edilen silah isimle limleri gösteren dünyanın bu kowska, komünist Polonya’nın virüslerini ‘armağan’ ettikleri leyiciyi de bir sorgulamaya iti rini duymaz hale gelmiş, o tat gününü düşünmemek olanak içine doğmuş. Bu yüzden kapi battaniyelere işaret ediyor... yor: Peki biz ne kadar temiziz? lı kız çocuğunun sevimliliğine sız. “Düz Çizgi” adlı bir diğer talizmin bir uyuşturucu oldu Karşı duvarda, bu işlerle diyalog halindeki video çalışması var. Sanatçının 1993’te New York’ta sergilediği performansı gösteriyor. Performansa katılan izleyiciler ellerini doktorların dezenfekte için kullandıkları suya daldırıyorlar, sanatçının onların ellerini, bileklerini bu suyla ovmasına izin veriyorlar. y‘Kaânğaırt’233° C’de Video çalışmalarında kendi bedenini kullanmayı seven Rajkowska’nın sergisinde bu kez kızını gördüğümüz bir çalışma da var. Sanatçının doğumu sanat çevrelerinde tartışma yaratan ‘Born in Berlin’ adlı vi gülerken yakalayabilirsiniz. Sergide daha önce Ankara’da ki SALT Ulus’ta gösterilen bir dizi çalışma da var. Ancak her işin alt metni bir şekilde toplumsal, kültürel ya da silahlı savaşla, ilaç sanayii ve sansür mekanizmalarıyla ilintili. Ray Bradbury’nin “Fahrenheit 451”ine göndermede bulu neon çalışma ise, Holokost sonrasında bazı kişilerin Yahudi komşularının evinden aldıkları kürkleri giymiş olduğu gerçeğini hatırlatıyor. Sanatçının yapay kürkle kapladığı açık hane modeli önüne neonla bir kırmızı hat çektiği çalışması, yaralı bir hayvan derisi görünümü de taşıdığı için kürkleri için katle ğunu söylerken, “Her şeyi nasıl yok ettiğini görmek bana çok acı veriyor” diyor. Sanatçının “Ağrı Kesiciler” sergisi 18 Şubat’a kadar Rampa’da devam edecek. Onunla tanışmanız lazım. *Painkillers: Birleşik yapılı kelime Türkçeye direkt olarak “Ağrı katilleri” şeklinde tercüme edilebiliyor. Ayberk Atilla son yolculuğuna uğurlandı ‘Bir insan abidesiydi’ Atilla’nın oyuncu arkadaşı Dilek Türker gözyaşlarını tutamadı. 21Ocak’ta kanser nedeniyle hayata veda eden tiyatro sanatçısı Ayberk Atilla dün son yolculuğuna uğurlandı. Atilla, Üsküdar Şakirin Camii’nde kılınan öğle namazının ardından Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi. Atilla için dün Şehir Tiyatroları Üsküdar Kerem Yılmazer Sahnesi’nde tören düzenlendi. Törende, Ayberk Atilla’nın oyuncu arkadaşı Naşit Özcan elinde mumla sahneye geldi. Ayberk Atilla’nın hastalığı nedeniyle çıkamadığı oyuna bir günde hazırlanıp onun yerine sahneye çıktığını anlatan Özcan, “Ayberk Ağabey oyunun çıkmasına iki gün kala hastaneye yattı. Ben de onun bir günde rolünü çıkardım. ‘Emanetin bende’ dedim. Her gece benim yerime al kışı o alacak” diye konuştu. Törende, Ayberk Atilla’nın eşi Gül Atilla ile kızı Beril Ünal ve oğlu Berke Atilla taziyeleri kabul etti. Atilla’nın oyuncu arkadaşı Dilek Türker de “Bizi karanlıklar içinde ışıklı bir dünyaya sokardı. Bir büyücü gibiydi. İyi kalpli bir büyücü. Onu çok özleyeceğiz. O hoyratlıklara karşı koyan bir insan abidesiydi” dedi. Yıl 1999’du. BEKSAV Tiyatro Atölyesi’ndeki öğrencilerimle birlikte uzun süre çalışarak adını Nâzım Hikmet’in “Çok Uzaklardan Geliyoruz” şiirinden alan bir kolajı sahnelemiştik. Sevgili İlhan Selçuk gelip oyunu izlemiş, o gencecik oyuncularla Meyerhold tekniğine dayanarak yaptığımız çalışmanın ürününü çok beğenmişti. Sonra bir daha geldi oyuna. Bu ikinci gelişinde Refik Erduran’ı da beraberinde getirmişti. İlhan Selçuk’un siyasi görüş farklılıklarının olumsuz etkisini yanına uğratmadığı dostlarından biriydi Erduran, tıpkı Çetin Altan gibi... En aykırı şeyleri düşünseler, en ters fikirleri savunsalar bile, aralarındaki yıllanmış dostlukla hem birbirlerinin sohbetinden keyif alır, hem de kıymet bilirlerdi. Benim de Refik Bey ile o gün başlayan dostluğum bir daha hiç kesintiye uğramadı. Siyasal bakış olarak, sanata bakış olarak çok farklı yerlerde durduk, özellikle son dönemlerde çok tartıştık, hatta kavga ettik, ama Refik Bey aramızdaki insan ilişkisini siya Son barikatta direnmek sete hiç ezdirmedi; ben de onun Nâzım Hikmet’i kurtaran delikanlı gözü karalığını da, çok zor zamanlarımda yaptığı dostlukları da hiç unutmadım, unutmam. Işıklar içinde yat Refik Erduran. ‘Mucize’nin Çanakkale turnesi İlhan Ağabey, “Çok Uzaklardan Geliyoruz”u izledikten sonra, görmeyi en çok istediği, ama sağlık durumu elvermediği için ne yazık ki göremediği “Kerbela” hariç, sahneye koyduğum hemen her oyunu takip etti. Cumhuriyet yazarları da, Kültür Sayfası da o za manlar aynı gazetede “sütun kardeşliği” yaptıkları arkadaşlarının sanatsal yaratımları konusunda daha duyarlıydılar, her oyunumda şu veya bu şekilde buluştuk gazetemle. Nereden nerelere geldik!.. Cumhuriyet gazetesi artık Cumhuriyet’in kuruluş dönemini günümüzün tek başkan arayışıyla eşdeğer gören köşe yazılarına ev sahipliği yapıyor, ama Mustafa Kemal Atatürk’ün bu topraklarda yarattığı Kurtuluş “Mucize”sini sahneye taşıyan bir oyun Kültür Sayfası’nda bile kendine yer bulmuyor. Ne diyelim, geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer... Ne yapalım, biz de kendi öykümüzü kendimiz anlatırız, dert değil, serde 68’lilik var, somut şartların somut tahlilinden yola çıkmayı bir kere bellemişiz zamanında, maksat sorun çözülsün, Cumhuriyet okurunun haber alma hakkı gizli sansür lerle engellenmesin. İlker Başbuğ’un yazıp Melike İlgün’ün oyunlaştırdığı, benim de Müjdat Gezen Tiyatrosu’nda sahneye koyduğum “Mucize” 18 Ocak’ta Biga, 19 Ocak’ta da Çanakkale’de oynandı. Salonlar tıklım tıklım dolu, seyirci heyecanlıydı. Ben de heyecanlıydım. Çünkü oyunu başladığı yerde, Çanakkale’de oynuyorduk; ilk sahnenin kahramanı olan Mehmet Çavuş ise Bigalıydı. Türkiye’nin çağdaşlaşma mücadelesi açısından tabii ki daha uzun bir geçmiş söz konusu, ama Kurtuluş Savaşı ruh olarak nerede başlamıştır diye sorarsanız, bence bunun cevabı Çanakkale’dir. Çanakkale önemlidir. Biga ve Çanakkale’nin aydınlık insanları hem oyunu, hem ekibi, hem de yazarı bağırlarına bastılar. Biga Belediye Başkanı Sayın İsmail Işık, Çanakkale Belediye Başkanı Sayın Ülgür Gökhan, binlerle sayılabilecek seyirci kitlesi aynı derdin peşinde olduğumuzu, son barikatta, Cumhuriyet’te direnmeye kararlı olduğumuzu hissettik. Düşmana inat, dosta da... ‘El pueblo, unido…’ 15Ocak. Malaga kentinin kalbindeki meydandayım. Günlerden pazar. Café Central’de oturmuş, memleketten anayasa haberlerini izlemeye çalışıyorum. Meclis’ten bir bir geçen maddelerin hızına bile yetişilmiyor diye düşünürken, gözüme karşıdaki yapının duvarındaki yazı ilişiyor. Meydanın adı yazılı orada: Plaza de la Constitución... Anayasa Meydanı... Gülümsüyorum... Gerçi bu meydana İspanya’nın 1812 Anayasası’ndan sonra bu ad verilmiş, ama meydanın zeminine yerleştirilmiş dev boyutlu çelik kalıplar hemen göze çarpıyor. Yaklaşıp bakıyorum. Ülkeyi kırk yıla yakın bir süre hukuku ayaklar altına alarak, zorbalıkla yöneten Franco’nun ölümünün ardından düzenlenen referandumda çok büyük bir çoğunlukla kabul edilen 1978 Anayasası’nın haberini veren gazetelerin başsayfalarının kalıpları bunlar. Referandumun ertesi günü çıkan El Pais’in, ABC’nin, Sur’un, El Correo de Andalucía’nın başsayfaları. Sur’un manşeti “Si a la constitución”, “Anayasaya evet”. ABC gazetesi, “Si abrumador”, “Ezici çoğunlukla evet” başlığını atmış. İspanya’yı İç Savaş’ın ardından karanlığa, suskunluğa boğan faşizme son veren, ülkeye düşünce ve ifade özgürlüğünü, hukuku, insan haklarını, tek sözcükle demokrasiyi egemen kılan 1978 Anayasası’nın haber başlıklarını, kırk yıla yakın bir süre sonra Malaga’nın Anayasa Meydanı’nda bu çelikten gazete kalıplarından okuyorum. Tam o sırada, büyük mağazaların bulunduğu Larios Caddesi’nden sesler geliyor. Bu sessiz sakin pazar sabahı ne ola ki, diyorum kendi kendime. Dönüp bakıyorum. Büyük bir kalabalık yaklaşıyor karşıdan. Binlerce kişilik bir gösteri yürüyüşü. Ellerinde pankartlar, flamalar. Yürüyüş kolunun kıyısına varıp, ne için yürüdüklerini öğrenmeye çalışıyorum. Birkaçıyla İngilizce anlaşamıyoruz. Sonra, “Angela!” diye sesleniyorlar. Orta yaşlı bir kadın ön saflardan çıkıp yanıma geliyor. Ekonomik bunalımdan sonra bozulan sağlık sistemini protesto ettiklerini anlatıyor. “Ama” diye ekliyor hemen, “bu yürüyüş hiçbir parti ya da örgütün önderliğinde değil...” Ben fotoğraf çekmeye çalışırken, yürüyüş kolunun ortalarından çok bildik bir şarkının sözleri yükseliyor: “El pueblo, unido, jamás será vencido...” Hani şu, Pinochet’nin askeri darbesinden sonra Şili direniş hareketinin simgesi olup çıkan şarkı, IntiIllimani grubunun bütün dünyaya yaydığı, “Halk birleşmeye görsün, hiçbir güç yenemez...” diyen. Aklım 1970’lere, 1980’lere gidiyor. Yalnızca o eski binlerce kişilik yürüyüşlere değil, insan hakları için, daha güzel bir dünya için bir ömür boyunca savaşım vermiş o içten, yürekten, vicdanlı insanlara... Malagalı protestocular, ülkelerine demokrasiyi getiren 1978 Anayasası’na “Evet!” dendiğini haber veren gazete başsayfalarının Anayasa Meydanı’na sapasağlam çakılı kalıpları üstünde sağlam adımlarla yürüyerek uzaklaşırken, bir serçe kanadını alnıma değdirerek geçip gidiyor... C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle