02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 15 Ocak 2017 TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ Kedilere kıymayın efendiler! Bu güzel ülke, pek çok Batılı ve Doğulu ülkede olmayan bir şeye sahiptir. Evet, sokaklarında kediler, köpekler kendi bildikleri gibi dolaşırlar. Özellikle kedilerin kendi balıkçıları, köftecileri vardır. Örneğin bizim mahalle bir kedi cennetidir. Mahalleli kendi aramızda konuşurken şu espriyi sık sık yaparız: “Bizim kediler de aşırı beslenmekten ölecek!” Şaka bir yana, şu kara kışta bazı apartmanların kapıları gece yarısı kendiliğinden açılıverir ve bir de bakarsınız sabah uykulu gözlerle kapınızın önünde kıvrılıp yatmış bir tekir kedi size bakıyor. Şimdi ülkede bunca mesele varken, ben neden kedilerden söz ediyorum diye şaşıranlarınız olabilir. Ediyorum çünkü bu kedi ve köpek cenneti ülkemde, hemen yanı başımda bir genç adam (psikolog Alper Engeler), evinin yanında kedilere yuva yaptığı için öldürüldü. Evet, o karın herkesi evine kapattığı bir soğuk günde kediler üşümesin diye kedi evi yapıyordu. Ve öldürüldü. Günlerdir geldiğimiz bu acımasız durumu düşünüyorum. Ve kendimi çok tırsmış bir halde buluyorum. Pek çok arkadaşım gibi, bir araya geldiğimizde şöyle sözler konuşuyoruz: “Ben kendimin bu kadar tırsık olduğunu bilmezdim.” Bize ne oldu bilmiyorum? Arka arkaya gelen şoklar, hepimizi serseme çevirdi ve en kolay biçimde söylersek tırstık! Örneğin ben bir kedi evi yaparken öldürülen arkadaşın cenazesine, kucağımda sarı bir sarmanla katılmak isterdim. Ayrıca tüm kedi sevenlerin kucaklarında kediler, bu cenazenin ardı sıra yürümesini isterdim. Öyle bir uyuşukluk gelmiş ki bana, öyle bir sersemlemişim ki, cenazeye kucağımda bir kediyle gitmedim. Kimseler de gitmedi. Genç bir kadın, Nuriye Gülmen, günlerdir Ankara’da özellikle de İnsan Hakları heykelinin olduğu yerde protesto eylemi yapıyor, daha iki gün önce gözaltına alındı ve burnunu kırdılar. Tırsık olmadan önceki ben, çoktan onun hakkında sadece yazı yazmakla kalmaz, Ankara’ya gider yanı başında yer alırdım. Gitmedim, kimseler de gitmedi. Hele de her gün onun yanında yer almaları gereken akademisyen dostları yanına uğramadılar. Özel olarak sevdiğim Ecevit’ten sonra tek siyasetçi Ahmet Türk içeride. Bu toprakların yetiştirdiği ender adaletli bir yürek şu anda durdu duracak! Peki tırsık ben ne yapıyorum, anca yazı yazıyorum, oysa pekâlâ bulunduğu cezaevinin önüne gidip nöbet tutabilirim, nöbeti benden bir başkaları alabilir. Ben de yapmıyorum, kimseler de yapmıyor. Ama biliyorum ki, Ahmet Türk içeride ölürse, bu ülkenin şah damarlarından biri daha kanamaya başlar! Diyarbakır kentinin seçilmiş başkanı içeride. Onun yerine atanan Belediye Başkanı, Uludere (Roboski) katliamını simgeleyen heykeli kaldırtmış, ardından bölgenin Hititlerin en eski kentlerinden biri olduğunu simgeleyen dev aslan heykelini de. Biz tırstıkça adamlar tüm geçmişimize saldırıyorlar. Nerede Diyarbakır’ın tek bir sözcükle toplanan binlerce insanı? Bugünlerde sürekli Amerikan yapımı dizileri izliyorum ve dünyanın teknolojik anlamda geldiği yer beni korkutuyor. Özellikle de biyolojik silah yapımı. Dizilerdeki ana meselelerden biri dünya nüfusunun beklenin üstünde artması. Bu nedenle bizim doğal olduğunu sandığımız pek çok hastalık birilerinin eliyle özellikle de Afrika’da yaygınlaştırılıyor ve kitle ölümleri oluyor. Biyolojik silahlar bir başka türü de sersemletici, kalıcı ahmaklık yapan toz bulutları. Sanki bu bulutların bir kısmı bizim ülkemizde atılmış gibi. Artık böyle düşünmeye başlıyorum, kendimin tırsık halini görünce! Gene de çıkmayan canda umut vardır. Bizi sersemleten unsurlardan biri de Meclis’te hepimizin gözünün içine baka baka oynanan ortaoyunu, hayır ortaoyununa kıyamam, bu salak durum, hepimizi ahmak yerine koyan bir tuhaf gösteri. Bu tırsık halimden kurtulmak için ne yapmalıyım. Bir tek sanat kalıyor elimizde, öyleyse her zamankinden çok tiyatro, her zamankinden çok sergi, her zamankinden daha çok müze gezmeliyim. Ve her zamankinden çok kedi sevmeliyim. 15 OCAK 2017 SAYI: 33338 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Haber Koordinatörü Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06.48 06.31 06.52 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 08.20 13.20 15.45 08.02 13.05 15.32 08.20 13.28 15.59 Akşam 18.08 17.56 18.23 Yatsı 19.33 19.19 19.44 Devlet yönetiminde süreklilik esastır. Söz konusu süreklilik, devlet adına yapılan ya da kabul edilen düzenlemelerin yasama ve yürütmeyi geçici olarak üstlenen insan ve ku rumların ömrüyle sınırlı olmadığına işaret eder. Türkiye, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’ni 6 Nisan 1949’da onayladı. Dolayısıyla bildirgenin maddelerine uyacağını taahhüt etti. Evrensel İnsan Hakları’na göre: Herkes, haklarının vecibelerinin veya kendisi Yükselen dolar,ne karşı cezai mahiyette herhangi bir isnadın tes pitinde, tam bir eşitlikle, davasının BAĞIMSIZ ve TARAFSIZ bir mahkeme tarafından adil bir şekil düşen demokrasi!de ve açık olarak görülmesi hakkına sahiptir. Hiç kimse keyfi olarak mal ve mülkünden suçlamanın niteliği ve nedeninden kısa zamanda, an mahrum edilemez. ladığı dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek hakkı Her ferdin fikir ve fikirlerini açıklamak hürriyetine hak na sahiptir. kı vardır. Bu hak ve fikirlerden ötürü rahatsız edilme Kendi kendini savunmak veya seçeceği bir avukatın mek, memleket sınırları mevzubahis olmaksızın malu yardımından yararlanmak; iddia tanıklarını sorguya çek mat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek veya mek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia ta yaymak hakkını içerir. nıklarıyla aynı koşullar altında çağrılmasının ve dinlen Her şahıs saldırısız toplanma ve dernek kurma ve mesinin sağlanmasını istemek hakkına sahiptir. derneğe katılma serbestisine maliktir. Türkiye, OHAL gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Herkesin menfaatlarının korunması için sendikalar Sözleşmesi’ne uyma taahhüdünü askıya aldı. kurmaya ve bunlara katılmaya hakkı vardır. Soruşturma açılan kişiler yargı kararı beklenmeden Oysa Türkiye’de yukarıda sıraladığım hakların hiçbiri işten atılıyor, maaş ve emekli maaşları kesiliyor; şirket artık var olmadığı gibi, bazıları bizzat devlet tarafından lerin banka hesaplarına tedbir kararı yerine düpedüz el ya yasaklandı, ya da yok sayıldı. konuluyor... Zaten yargı da artık bağımsız değil. HHH HHH Bir suç ile itham edilen kimileri, bazen günler, bazen Türkiye, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’ni esas alıp haftalarca nerede oldukları, neyle suçlandıkları bilinme ayrıntılandıran Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni 18 den sorgulanıyor. Cumhuriyet’in tutuklu gazetecileri iki Mayıs 1954’te onayladı. 28 Ocak 1987’de AİHM’ye bi ayı aşkındır isnat edilen suçlara dair iddianame bekliyor; reysel başvuru hakkını tanıdı. AİHM’nin zorunlu yargı herhangi bir sanığın seçtiği avukatı hapishane yönetimi yetkisini de 28 Ocak 1990’da kabul etti. nin gözü tutmazsa, başka avukat atanıyor, vb. vb... Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre: OHAL gerekçesiyle Fransa ve Ukrayna da AİHS’yi Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal açı askıya aldılar. Ukrayna’yı bilmem, ama Fransa’da so dan sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır. ruşturma sürecinde kimse işten atılmadı, gelirine ve he Bir suç ile itham edilen herkes, kendisine yöneltilen saplarına el konulmadı, özgür basın engellenmedi, ga yorum 13 zeteciler tutuklanmadı, toplumda insan haklarının ihlaline ilişkin bir algı oluşmadı, insanlar korkudan susmadı... Neden? Çünkü kriz, savaş ve ulusun varlığını tehdit eden tehlike zamanları askıya alınabilen AİHS’nin her koşulda uyulması zorunlu 4 maddesi var. Bu maddelerden bence en önemlisi, “Hiç kimse işlendiği zaman ulusal ve uluslarası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem ya da ihmalden dolayı suçlu bulunamaz” kuralı. Ama Türkiye’de en çok rastlanan insan hakkı ve hukuk ihlali de AİHS’nin askıya alınamayan bu kuralına uymayarak yapılıyor. HHH İnsanlar, en veciz örneği tüm suçu Cumhurbaşkanı’na “çay vermem” demek olup sekiz gün hapis yatan Cumhuriyet gazetesi kantin işletmecisi Şenol Buran vakasında görüldüğü gibi; salt Cumhurbaşkanı’nı ya da hükümeti eleştirdikleri, hatta geçerli anayasanın “değişmez” maddesi laikliği savundukları için tutuklanıyorlar... Ve sonra dolar niye yükseliyor, niçin Türk parası hızla değer yitiriyor, diye şaşılıyor. Gelsin dış mihraklar, uluslararası faiz lobisi, gaz lobisi, saz lobisi, işkembeden komplo teorileri ortaya atılıyor. Kapital, demokrasi sever. Demokrasiye yaklaştığınız ölçüde gelir, uzaklaştığınız ölçüde gider. Eğer demokrasi OLMAMAK lüksünüz varsa, Rusya gibi, İran gibi arkanızın sağlam, yeraltı zenginliklerinizin bol, enerji kaynaklarınızın mebzul ve ülkenin en azından Çin gibi, TARIMDA kendine yeter olması gerekir. Oysa bizim ülkemiz, artık hiçbir alanda kendine yeterli değil ve her yaşamsal ihtiyaç için ithalat yapmak zorunda! Ben demiyorum ki Türkiye ile uğraşmıyorlar... Kuşkusuz uğraşıyorlar. Ama başardıklarına göre, demek ki zayıf bir duvar, bir gedik var ki sızabiliyorlar. O gedik, “fiili” başkanlık rejiminde açıldı. Şimdi “edebi” zemine kavuşunca mı onarılacak? İtişme, kakışma, kalkışma Bir Başbakan’ın “ilk” görevi, ülkesinin “son başbakanı” olmamaktır! Binali Bey, bir yılı dolmadan ülkemizin son başbakanı oluyor. Ve tarihe geçiyor... Neden? Rahat etmek için. Herkesin bir hayat formülü var. O formül insanı abad da, ediyor berbat da. Binali Bey’in ki Biat et! Rahat et! Kendisini abad etti. Selefi Davutoğlu’nun hayat formulü “Sıfır sorun”du. Bu formülü ise, hem kendini berbat etti, hem de ülkeyi. HHH Durumu toparlamak ise cefakâr Cumhurbaşkanımıza düştü: Ekrandan ekrana, toplantıdan toplantıya seğirtmesi bundan. Sabah muhtarlarla, öğleden sonra kaymakamlarla toplanıyor. Arada büyükelçilerle canlı yayına giriyor. Apartman yöneticileri, kapıcılar sırada avuç ovuşturuyor... Otobüs şoförleri, dolmuşçular ise, “bizim başımız kel mi” diye sabırsızlanıyor. Külliye’nin 1.056 odasına dağılmış danışmanların derdi ise apayrı. Onlar da döviz yangınını söndürmek için Reis’e proje beğendirme telaşındalar. HHH Reis, geçen hafta önüne konulan bir projeden çok etkilendi: “2 milyon dolar getiren yabancıya T.C. vatandaşlığı!” Böylece bir taşla, birkaç kuş birden vurulacaktı: Halkımıza, T.C. vatandaşlığının çok çok kıymetli bir “şey” olduğu gösteriliyordu. Vatandaşlık bekleyen Suriyeli sığınmacılara ise, “Yok öyle üç kuruşa beş köfte!” mesajı veriliyordu. Ama asıl mesaj ülkemize gelmeye çekinen yabancı turistlere idi: “Vatandaşlığı bile 2 milyon dolar eden ülkede üçbeş yüz dolara tatil büyük nimettir!” Ama bu arada bir kaza oldu: “Akil eskisi bir danışman”ın camlara yazdığı sözleri de söylemiş bulundu: “Eli silahlı terörist ile elinde döviz tutan arasında fark yoYktaubr!aİnkcisıianwtajiwnanawnha.masmhleamt@aretcgtvamıend.aciyaol.omcoarmuynmıdcıur.l”ar anında sormaya başladılar: “Elinde döviz tutan ‘makul terör şüphelisi’ sayılacaksa... 2 milyon dolarla, vatandaşlığa başvuranların ne malum tutuklanmayacağı?” HHH T.C. yurttaşlığına 2 milyon dolar değer biçilmesi çok tartışma yaratacak bir karar. Vatandaşlarımız, trafiği, çürük bina veya tente kazalarını geçtik; bazen üçer bazen Allah korusun onaryirmişer şehit olup duruyor. El Bab kapılarında şehit olan Mehmetçikler de var. Devlet adamlarımız, “Şehadet çok değerli bir makam. Keşke biz de olsak!” deseler de yanlarında koruma mangaları olmadan sokağa çıkamıyor. Bir yanda bedavadan ölen, şehit olanlar, öte yanda, 2 milyon dolar olarak açıklanan yurttaşlık rayiç değeri!! Asgari ücretle rakamlar kıpırdamıyor. Acaba, “T.C. yurttaşlığı, 2 milyon dolardır” kararı gayri safi milli gelir hesaplarını canlandırmak için mi? HHH Reis haklı. Tüm bu sorunların kaynağı da nedeni de parlamenter sistem! Parlamento, zaten Latince “parlarekonuşma” kökünden gelen “konuşulan yer” anlamında bir söz. Yani parlamenter sistem, her kafadan ayrı ses demek. En doğrusu tek kafa tek ses. 650 yıl yaşayan Osmanlı Devleti’nin sırrı tek kafa tek ses idi. Ne zaman 1876’da parlamento belasına bulaştı. Çöküş başladı. 46 yıl saltanat sürmüş Kanuni’nin feryadı boşuna değildi elbet: “Halk içinde, muteber bir nesne yok devlet gibi... Olmaya devlet cihanda tek nefes, tek ses gibi!” Onca höt zöt, Reis, kendi partisini bile tam olarak tek ses tek nefes yapamadı. Sonunda çareyi külliyen, partisini ve parlamentoyu Külliye’ye bağlamakta gördü. Yoksa, milyarlar dökerek yaptırdığı, eklenti binalar hariç bin elli altı odanın ne anlamı kalacaktı? HHH Aslında yapılan anayasa ve sistem değişikliği değil, bir “Tek Ses, Tek Nefes Operasyonu”dur. Ancak tıpkı FETÖ darbesindeki gibi bazı aksaklıklar yaşanıyor. TV’den canlı yayın yasağı çok yanlış oldu. Amaç “gizli oy” vermeyenleri milletin gözünden kaçırmaktı. Olmadı. Canlı yayın olsa, vekillerin birbirlerini ısırmasını, tekmelemesini, “dokunulmaz” dedikleri kürsüyü nasıl devirdiklerini görecek ve parlamenter sistemden anında vazgeçeceklerdi. Ama ne yazık ki FETÖ kalkışmasındaki gibi aksilikler oldu. Şimdi umudumuz millette! Tankların üstüne çıktığı gibi, sandıkta tek ses, tek nefes sormasında: “Madem parlamenter sistem kötü. Peki, neden vekil sayısını 600’e, süresini de 5 yıla çıkarıyorsun? Biz koyun muyuz?” KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] Sana özel bir ayin Sevgili Hakan, Hapishane kadar olmasa da çok soğuk bir İstanbul gecesinden yazıyorum sana. Kar günlerdir beyaz gül yaprakları gibi düşerek, sessizce öpüşüyor bu kirli kentin toprağıyla. Edip Cansever’in dediği gibi; bir org tamircisinin tuşlardan birine dokunacakkenki dikkati ve tedirginliği içinde yazıyorum. Bütün hayatını; barışa, yeşil bir dünyaya, sanatın ve bilginin hüküm sürdüğü mavi denizlere yelken açmak hayali ile geçirmiş birine, hapishane mektubu yazmayı aklım almıyor. Sevgili kardeşim, sana özel bir ayin yapmak istedim bu gece… Brahms’ın 3. Senfonisi’ni dinliyorum; en sevdiğin bölümü… Poco Allegretto, 6 dakika 32 saniye sürüyor. Hani Brahms’ın hayatını Almancasından çevirip bize anlattığın o unutulmaz gecelerden birinden anılarla yüreğimi ısıtmaya çalışarak. Kusura bakma, 6 dakika 32 saniye ara veriyorum yazmaya; müziği anlamak ve mahpusluğunu hazmetmek için… Oysa, Beethoven olmasaydı, Brahms olur muydu diye güzel bir sohbete girişirdik sen burada olsaydın. Belki oradan Avrupa ile Afrikalı müzisyenlerin Albert Schweitzer anısına birlikte yaptıkları Lambarena’yı bir kez daha dinler ve Bach’ın matematiğinden bahseder, Ave Maria’yı en güzel söyleyen soprano için arşivlerin altını üstüne getirirdik. Bu arada Max Richter diye bir arkadaş var, Vivaldi’nin Dört Mevsimi’ni yeniden düzenlemiş, oğlum var ya, Vivaldi bile göklerden bakıp helal olsun diyordur. Sana bunu mutlaka dinletmem lazım. Sinem’e sana müzik göndermek istediğimi söyledim. Aptallığımı yüzüme vurmadan, kitap bile sokmuyorlar içeri dedi. Aklıma gelmişken yazayım; 50 yaşında evlenmeye karar verdiğinde sana attığım fırça için beni affet. Ne bileyim Sinem gibi dimdik bir kadın bulduğunu ve birlikte bu kadar güzel bir Ada yarattığınızı… Senin yıllar önce keşfedip söylediğin gibi evdeki bütün CD’leri digital bir arşive atıyorum. Aylardır canım çıktı bununla uğraşmaktan. Sen olsan bir haftada çözerdin oğlum bu işleri. Tam da buldun hapse girecek zamanı! Sevgili kardeşim, senden ricam sevgili arkadaşlarım; Musa Kart’a, Ahmet Şık’a, Murat Sabuncu’ya ve diğer dostlara çok selam etmen. Seni de gözlerinden özlemle öpüyorum. Ben şimdi pek çok geceyi bitirdiğimiz gibi Beethoven’in 9. Senfonisini senin için dinliyorum. Sen Schiller’in sözleriyle yazılan koro bölümüne Almanca eşlik ederdin, bense Türkçesini söylüyorum; Kim ermişse yüce mutluluğuna Bir dost ile dost olmanın, Kim kazanmışsa yüreğini bir soylu kadının, Evet, kim bu yeryüzünde, Bir cana canım diyebilmişse, Gelsin katılsın sevincimize! Ama kim tadamamışsa bunu ömründe, Çekilsin gitsin aramızdan ağlayarak. 05, 26, 29 34, 35, 36 6 BİLEN: 6 bilen çıkmadı. İkramiye 5 bilenler arasında paylaştırıldı. 5 BİLEN: 49 bin 816 TL 4 BİLEN: 80 TL 3 BİLEN: 11 TL ikramiye kazandı. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle