15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR BBCMüzikdergisi,dünyacatanınırlıTarihin ğa sahip 151 orkestra şefinden bir seen iyi çici kurul oluşturarak, tarihin gelmiş ‘klasik’i geçmiş en iyi 20 klasik müzik bestesini seçti. Listenin ilk 10’undan 8’inin ‘Eroica’ Alman veya Avusturyalı bestecilerden oluşması dikkati çekti. Orkestra şefle rinin oylamaları sonucunda belirlenen listenin ilk sırasında Alman klasik müzik bestecisi Beethoven’ın ‘3 No’lu Senfoni: Eroica’ adlı yapıtı yer alıyor. İşte BBC Müzik dergisinin seçtiği listede ilk 10’a giren eserler: 1. Beethoven, 3 No’lu Senfoni, 2. Beet hoven, 9 No’lu Senfoni, 3. Mozart, 41 No’lu Senfoni, 4. Mahler, 9 No’lu Senfoni, 5. Mahler, 2 No’lu Senfoni, Brahms, 4 No’lu Senfoni, 7. Berlioz, Symphonie Fantastique, 8. Brahms, 1 No’lu Senfoni, 9. Tchaikovsky, 6 No’lu Senfoni, 10. Mahler, 3 No’lu Senfoni. Ken Loach: İşçi sınıfı16 EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK [email protected] Cumartesi 13 Ağustos 2016 ayrışırsa, haysiyetini yitirir ‘I, Daniel Blake’ filmiyle bu yılki Altın Palmiye kazanan yönet Altın Palmiye ödüllü İngiliz sinemacı Ken Loach, Locarno’da konuştu: Bizlerin, sınıf olarak özgüvene men Ken Loach, bugün sona erecek 69’uncu Locarno Film Fes gereksinimimiz var. Bunu yalnızca bireyler olarak değil, sınıf olarak da talep edebilmeliyiz. Eğer işçi tivali kapsamında dün yapılan özel bir foruma konuk oldu. sınıfı, özgüven sahibi olursa, birlikte hareket ederek değişimi de yaratabilir. Ama ayrışır, bireyci, ya lıtılmış hale gelirseniz, özgüveninizi de yitirirsiniz. Çünkü özgüven dayanışmadan ileri gelir. Nabokov adına yeni edebiyat ödülü PEN Yazarlar Derneği ve Vladimir Nabokov Edebi Vakfı işbirliğiyle, Rus asıllı ABD’li usta yazar Nabokov adına yeni bir edebiyat ödülünün oluşturulduğu duyuruldu. 50 bin dolar maddi değerindeki ödül, özgünlüğü süreklilik arz eden, mükemmelen ustalaşmış, yaşayan uluslararası yazarların eserlerine verilecek. The PEN/Nabokov Ödülü, daha önce aynı isimle ama daha düşük tutardaki para armağanıyla verilen bir başka ödülün yerini tutacak. Yeniden yapılandırılan ödül daha önce Philip Roth, Mario Vargas Llosa ve Cynthia Ozick gibi yazarlara layık görülmüştü, ancak 2008 yılından bu yana düzenlenmiyordu. Ödül kurgu dışı, şiir, tiyatro oyunu veya kurgu dalındaki eserlere verilecek. Ödülün seçici kurulunda her yıl beş ulusla Vladimir Nabokov rarası yazar bulunacak ve ödülün sahibi halkoylamasına açık olmayan bir değerlendirme süreci sonunda belirlenecek. Ödülün ilk sahibi, önümüzdeki şubat ayında PEN Amerika’nın New York’ta düzenleyeceği törende açıklanacak. l Kültür Servisi İşsiz bir adamın ailesiyle yaşadıkları ekseninde gelişen olayları gerçekçi ve muhalif bakış açısıyla yansıtan “I, Daniel Blake” filmiyle bu yılki Altın Palmiye kazanan yönetmen Ken Loach, bugün sona erecek 69’uncu Locarno Film Festivali kapsamında dün yapılan özel bir foruma konuk oldu. Aynı filmiyle New York Film Festivali’nde de yarışacak olan yönetmen ve aktivist Loach, basının dünkü sorularını yanıtlarken yine dünya gündemi ve insanlığın gelişmelere ilişkin tutumuna dair önemli bilgiler paylaştı. İşte, Loach’un Locarno misafirliğinden kimi satırbaşları: 4 “İngiltere ve İşçi Partisi’nin, şu an içinden geçtiği durumun ne kadar tarihi ve sıra dışı olduğunu ayırt ettiğimizi sanmıyorum. Ülkedeki sözde sol ana medya, örneğin The Guardian gazetesi, BBC ve birçok seçmen, tüm ağırlığı ile İşçi Partisi’ni kendilerine öylesine düşman edinmiş durumda ki, şunu çok iyi biliyor durumdalar: Eğer Jeremy Corbiyn kazansaydı, sermaye/kapital için ciddi tehdit oluşturacaktı. Bu yüzden sıradışı bir an bu.” (alkışlar) 4 “Bu filme hazırlık aşamasında senarist Paul Laverty ile birlikte yoksul mahallelerde gözlem amaçlı araştırmalarda bulunduk. Bunun için benim yaşadığım orta sınıf semtlerine de uğradık. Gezimizin ilk gününde 19 yaşında genç bir erkeğin evine gittik. Kendisi bir hayır pansiyonunda kalıyordu. Yaşadığı yerde yalnızca bir şilte ve eski bir buzdolabı duruyordu. Buzdolabının içini açmasını rica ettik: İçi boştu. Ne ekmek, ne süt. Hiç bir şey yoktu. Aç olup olmadığını sorduk. Yanıtladı: Üç gündür bir şey yemedim. Ve bu da ‘I, Daniel Blake’ ha ilk gözlem günümüzdü. Bu kişi ve benzeri bir çoğu, bugün ‘kara ekonomi’ dediğimiz bir çarkın içinde: Ellerine yalnızca günlük idareyi sağlayıcı bir miktar para veriliyor ve neredeyse tüm gün çalışıyorlar. Bu kişinin yaşıtı bir dostu daha vardı. Film için yaptığımız araştırma gezilerinin üçüncü günüydü. Kendisi bir ‘İş Bulma Ajansı’na bağımlı çalışıyordu. Çalışmak üzere iş bulacağı yere sabah altıda kalkıp ulaşan biriydi. Bir gün yine, günlük iş için söz konusu ajansa gittiğini, onca mesafeyi kat ettiğini öğrendik. Gittiğinde kendisine verilen yanıt şu olmuş: Üzgünüz, bugün size uygun iş yok. İşte, gezilerimizde kasaba kasaba, bu hikâyeleri biriktirdik.” 4 “Filmdeki ‘yiyecek bankası’ sahnesinde, o bankada gerçekten çalışan hanımlar rol aldılar. Ve bu insanlar gerçek hayatta bu bankadan faydalanıyorlar. Size bir istatistik: Şu an için bir mil yonun üzerinde yiyecek yardımı alan kişi bulunuyor.” 4 “Öğrendiğimiz bir iki gerçek hikâye daha: İşsiz bir adam, erken doğum yapan karısını her nasılsa bulduğu hastaneye taksiyle yetiştirebilmek üzere, o günkü iş görüşmesini kaçırdı. Yine bir diğeri, babasını toprağa verdiği gün, iş görüşmesinden oldu. İşte bizler bu duruma, ‘bilinçli acımasızlık’ diyoruz. Hepsi koşulların bilincinde. Herkes açıklama üstüne açıklama yapıyor ama, bu ‘bilinçli acımasızlık’ Avrupa’da, İspanya’da, Yunanistan’da sürüyor. İşte bu, onları sorgulamamız değil, yenmemiz gerektiğinin bir göstergesi.” 4 “Ne yapabiliriz? Mücadeleyi seçebiliriz. Diz çökerek yaşamaktansa, ayakta ölmeyi seçer, büyük bir talep yaratabiliriz. Bunu son Avrupa Birliği referandumunda gördük.” 4 “Haysiyet nedir? Bana kalırsa güven veya özgüven yaratabildiğiniz sürece oluşan her neyse, o haysiyeti yansıtır. Eğer güvene veya özgüvene sahipsek, haysiyetimiz de, özsaygımız da olur. Kendine saygı, haysiyet ve güven birbirine son derece bağlı unsurlar. Bizlerin, sınıf olarak özgüvene gereksinimimiz var. Bunu yalnızca bireyler olarak değil, sınıf olarak da talep edebilmeliyiz. Eğer işçi sınıfı, özgüven sahibi olursa, birlikte hareket ederek değişimi de yaratabilir. Ama ayrışır, bireyci, yalıtılmış hale gelirseniz, özgüveninizi de yitirirsiniz. Çünkü özgüven dayanışmadan ileri gelir. Bu, birlikte çalıştığınız insanlarla birlikte olan bağınızla ilgili bir durumdur. Sınıf olarak özgüvene sahipseniz, değişimi gerçekleştirebilirsiniz. Bizler son 40 yılı dayatılmış bir ‘bireysellik kültürü’yle mücadele ederek geçirdik. Bu yüzden de toplum ‘ortadan silindi’. Hadi oradan! Toplum duruyor! Dahil olduğunuz sendikalarla, örgütlerle, emekle birbirinize bağlı olduğunuz müddetçe, şeyleri değiştirebilirsiniz. Bu yüzden özgüven son derece önemli ve gerekli.” l Kültür Servisi Savaşın ve terörün arka planı... Fransa’nın IŞİD sorunu Locarno’da izlendi MEHMET BASUTÇU Bu akşam, Piazza Grande’de yapılacak ödül töreni, Meksika sinemasının önemli adı Arturo Ripstein (1941) başkanlığındaki jürinin hangi filmi Altın Leopar’a layık bulduğunu açıklamasıyla noktalanacak. Yarışmalı bölümlerin geniş sinema yelpazesi içinde farklı estetik kaygılarla kotarılmış yenilikçi filmler zaman zaman heyecanla, bazen de sıkıntı içinde izlenirken, Piazza Grande’de sunulan geniş kitle sineması örnekleri yine yoğun ilgi gördü. Yakın tarihimizin hâlâ kanayan yaralarına eğilen ya da günümüzün korku saçan sıcak gerçeklerini gündeme getiren filmler uzun uzun alkışlandı. Fransız tiyatro oyuncusu, senaryo yazarı Emmanuel Courcol (1957), ilk yönetmenlik denemesi olan “Ateşkes” (Cessezlefeu) ile önemli bir gerçeği hatırlattı: Savaşın dehşeti ateşkes ile son bulmaz! Bireyler üzerindeki etkileri çok boyutlu, sonuçları alabildiğine karmaşık ve kalıcıdır. Ruhsal yaralar, bedensel yaralardan çok daha zor kapanır. Özellikle, cephenin ilk hattında çarpışan askerlerin yaşadıkları şiddetin doğurduğu travmalar bir ömür boyu yakalarını bırakmaz... 1. Dünya Savaşı’nın siperlerindeki kanlı dehşeti tüm çiğliğiyle kısaca canlandıran Emmanuel Courcol, cephede birlikte savaşmış olan iki kardeşin ateşkes sonrası yaşamlarına klasik bir sinema diliyle eğiliyor: Georges ile Marcel’in yaşlı anaları çaresizdir; savaş bitti diye doya doya sevinemez bile. Üçüncü oğlu cephede ölmüştür. Georges, karabasanlardan kurtulabilmek için Afrika’nın göbeğine kaçar. Birkaç yıl sonra aile ocağına döndüğünde, savaşta yaralanıp sağır kalan kardeşi Marcel’in iyice içine kapandığını, anasının günlük yaşamın ağır yükünden bitkin düştüğünü görür. Marcel için tek umut, işaret dilini öğrenmeyi sürdürerek kendisine il “Cennet Beklesin” adlı film sıcak gerçeklere eğiliyor. IŞİD’ın, İslam kültürüyle hiç alakaları olmayan gencecik Fransızları bile terör eylemlerine katılmaları ya da Suriye’ye gitmeleri için koşullandırmayı nasıl başardığını anlatıyor. gi gösteren iyi yürekli bir kızla evlenebilmesidir. ‘EAnteçoşkkeasl’kışlanan Piazza Grande’de en çok alkışlanan filmlerinden biri oluyor “Ateşkes”. Basında konunun farklı boyutları tartışılıyor. Yönetmen, gencecik insanları savaşa sürükleyen siyasal iktidarların, çatışmaların yol açtığı psikolojik hastalıkların sorumluluğunu üstlenmeye genelde pek yanaşmadığını; tıp çevrelerin bile savaş travması sonrasında yaşanan ruhsal bozuklukları başlı başına hastalık olarak tanımlamakta geciktiğini anımsatıyor... Ardından, genç Fransız kadın yönetmen MarieCastille MentionSchaar, “Cennet Beklesin” (Le Ciel attendra) adlı üçüncü filmiyle çok daha sıcak gerçeklere eğiliyor. IŞİD’in, İslam kültürüyle hiç alakaları olmayan gencecik Fransızları bile terör eylemlerine katılmaları ya da Suriye’ye gitmeleri için koşullandırmayı nasıl başardı ğını anlatıyor. 16 yaşlarında iki genç kızın yaşadıkları gerçeklerden yola çıkan yarı belgesel içerikli bu film, yine Piazza Grande’de geniş ilgi görüyor. Küresel liberal düzeni değiştirerek daha güzel bir yaşam kurmak isteyen duyarlı, başarılı, zeki genç kızların bile hangi yalanlarla kandırıldıklarını, beyinlerinin nasıl yıkandığını, paralel bir kurgu içinde işliyor; suçluluk duygusu içinde kıvranan yakınlarının çaresizliğini de duyarlı bir yaklaşımla sergiliyor. Evet, dinci terörle savaşma konusunda, özellikle gelişmiş demokrasilerde kısa vadede yaşanan zorlukları, karşılaşılan sorunları biliyoruz. Orta vadeli kalıcı temel çözümün, laikliğin yeniden güçlendirilmesinden geçtiği de apaçık ortada. l LOCARNO C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle