19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Çarşamba 6 Temmuz 2016 6 Damevaleytinme edme uatraucdaekğlairl!BARIŞ BİLDİRİSİNİ İMZALAYAN AKADEMİSYENİN SUÇU; YASAKLANMIŞ YAYIN DAĞITMAK Türkiye’nin ilk nöropsikoloji laboratuvarını kuran Prof. Tanör 55 yıllık akade misyen. Olmadığı ‘devlet memurluğu’ndan çıkarılma cezasıyla yüz yüze... YÖK’ten gelen tebligatı okudukça şaşkınlığı artıyordu. ni okuldan atan üniversite yönetimi hukukçuların bile işin içinden çıkamadığı bir suç yöneltmiş “Ülkemizin Güneydoğu Anado ti Öget Hoca’ya. YÖK de bunu cid lu Bölgesi’nde yürütülmekte olan diye almıştı. terörle mücadele eylemlerini kat Ne bir bildiri dağıtmıştı, ne bir liam ve kıyım olarak niteleyen afiş asmıştı. Üstelik kendisi devlet ‘Barış İçin Akademisyenler’ adlı memuru bile değildi. Suç olarak bildiriyi imza bir tanımı bile olmayan barış iste lamak suretiy yen bir dilekçe imzalamıştı sade le ‘Yasaklan ce. Eski bir hukukçu olarak huku mış her türlü ki garabetle karşı karşıya olduğu yayın veya si nu biliyor ama “Türkiye’de hukuk yasi veya ide nereye kadar izleniyor biliyoruz. olojik amaç Onun için her şey olabilir” diyor. AYIyldşeırım lı bildiri, afiş, pankart, bant ve benzerlerini basmak, çoğaltmak, dağıt Öget Öktem Tanör Savunmasını yapacak Şimdi kendisi gibi “devlet memurluğundan atılmak istenen” 33 Hoca ile birlikte 20 Temmuz’da mak veya bun YÖK Disiplin Kurulu’nda “savun ları kurumların herhangi bir ye masını” yapacak. “Ben, ne sora rine asmak veya teşhir etmek’ di caklarsa ona cevap veririm. Avu siplin fiilini işlediğiniz iddiasıy katımız ise kanunsuzlukları anla la Üniversitenizce hakkınızda ya tacak” diyor. pılan soruşturma sonucunda ‘Dev Tüm bu yaşanılanlarda onu en let memurluğundan Çıkarma Ce çok üzen şey ise “hayatımın anla zası’ ile cezalandırılmanız teklif mı” dediği ders vermekten alıko edilmiştir.” nulmak gibi bir durumla kar Meğer “Barış İçin Akademisyenler” bildirisine bir imza atmakla ne suçlar işlemiş Bülent Tanör’ün adını yaşatıyor şılaşma olasılığı: “Ne yapabilirler bilmiyorum. Hiçbir hukukçu bunu an ti bir anda! Yasaklanmış yayını, bildiri Öget Hoca’yı üzen bir başka konu ise verdiği bursların kesilme tehli mecburen vazgeçmek zorunda kalacak. Ama ‘Bülent Tanör Bursu’ onun için apay lamıyor. Ne olacak? Profesörlük, doktorluk unvanım elim yi, afişi, pankartı basmış, ço kesiyle karşı karşıya olması. Yıllardır lise rı. Onun ismini yaşatabilmek için elinde den alınacak, emeklilik hak ğaltmış, dağıtmış ya da asmıştı. Üstüne üstlük “devlet memurluğundan çıkarılma” cezası ile yüz yüzeydi. Ama o artık “devlet memuru” da değildi. Yani suçu öylesine bü den üniversiteye 14 çocuğa burs veriyor Öget Hoca. Bunlardan 5’i ‘Bülent Tanör Bursu’ adı altında destek olduğu İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencileri. Böylece hem Bülent Tanör’ün adını yaşatıyor hem öğrencilerin okumasına katkıda bulunuyor. Şimdi ‘kara kara bunu düşünüyor.’: kini, avucundakini bile satmayı göze almış. Tüm bunları anlatırken durup “Bazen Bülent olsaydı ne derdi, nasıl bir yol gösterirdi” sözcükleri çıkıyor ağzından. Türkiye’nin en büyük anayasa hukukçusu, insan hakları savunucusu ve öm kım elimden alınacak, emekli maaşım kesilecek filan mı? Böyle bir şey olamaz diyor hukukçular. Emeklisiniz, kazanılmış haklarınıza dokunamazlar ama sizi çıkarırlar hiç yüktü ki, olmayan “devlet “Emekli maaşım kesilmezse dişi rünü mücadeleyle geçirmiş bir ismi en bir üniversitede misafir öğre memurluğu”ndan bile çıkarılma cezası verilecekti. 81 yaşındaydı Prof. Dr. Öget Öktem Tanör. 55 yıldır akademi dünyasındaydı.. mi sıkar kışın devam ederim ama bir de emekli maaşım kesilirse onlara şimdiden haber vermem lazım, kendinize birini bulun diye. Ama belki kesilmeyecek, onun için haber veremiyorum. Son dakika kesilirse haber de veremeyeceğim. Tam bir azından üniversitede yaşatabilmek isteyen eşi, öncü bir bilim insanı akademiden uzaklaştırılma tehlikesiyle karşı karşıya. Ama o tüm bunlara rağmen Türkiye Nöropsikoloji Derneği Başkanı olarak 2019’daki dünya Nöropsikoloji kong tim üyesi olarak bile ders veremezsiniz diyorlar. Ki ben birçok üniversitede kendi konumda ders veriyorum. Oralarda bile ders veremeyecek Türkiye’nin ilk nöropsiko açmaz içindeyim.” resinin Türkiye’de yapılabilmesi için ulus hale gelebilecekmişim.” loji laboratuvarını kurmuştu. Üniversiteyle bağı kopar, emekli ma Bu alandaki isimleri yetiştiren aşı da kesilirse burslardan bir kısmından lararası çalışmalarını sürdürmekten vazgeçmiyor. Acıyı tarif edemiyor dünyaca yetkin bir bilim in Oysa o öğrencilerle olma sanıydı. Disiplin Kurulu bir türlü ne kadar gazetesine yazdığı bir yazı yı, onlara anlatmayı, onlar Gönüllü ders veriyordu aldığını bildirmedi. Aradan kısa bir süre geçmişti ki bu kez üniver dan dolayı Erdoğan’a hakaretten mahkum olmuştu. Ama cezası er la tartışmayı, konuşmayı “çok çok çok seviyor.” “Görevim bu Çapa Tıp Fakültesi’ndeki emek site rektörü çağırdı Hocaları. Öget telenmişti. Rektör bunu anlattık benim” diyor, özellikle eşi Prof. liliğinin ardından bilimsel çalış Hoca ile rektörün diyaloğu kısa ve tan sonra “Merak etmeyin, sizi Dr. Bülent Tanör’ü kaybettiğin malarını kesmemişti. Hastaları net yanıtlarla gerçekleşti. atıp sicilinizi bozmayacağız. Söz den beri hayatının tek anlamı tedavi ediyor, birçok üniversite Rektör önce “İmzanızı geri al leşmeniz martta bitiyor. Sözleş bu onun için: “Bu alan gelişmek de gönüllü ders veriyordu, İstan maz mısınız?” diye başladı konuş menizi uzatmayız olur biter” dedi. te olan bir alan. 1983’te ilk nö bul Bilim Üniversitesi’nde de söz maya. Öget Hoca, teşekkür etti ve “Çok ropsikoloji laboratuvarını kura leşmeli Hocalık yapıyordu. Ta ki “Almam” dedi Öget Hoca. iyi olur” dedikten sonra el sıkışıp rak ben başlattım. Nöropsikoloji ocak ayında barış bildirisine im “İstifa edin o zaman.” ayrıldılar. Öyle olmadı tabii. Şubat şimdi revaçta. Ve bunda benim za atana kadar. Aynı üniversite Etmem. ayı bitmeden dört gün önce alela derslerimin önemini biliyorum. den bildiriyi iki kişi imzalamışlar “Ama sizi atmak zorunda kala cele toplanan disiplin kurulu ani Ondan mahrum kalacağız.” dı. Şubat ayında üniversite bir di cağız” den iki imzacı Hocayı da atmaya Üniversitede ders vererek geçir siplin kurulu kurduğunu söyleyip Atın. karar verdi. Sözleşmenin bitmesi diği bir ömür ve hayat biçiminin iki Hoca’yı da sorguya çağırdı. Üç “Ama siciliniz bozulacak.” için bir hafta bile beklemediler. yok edilmesi demek bu onun için. kişilik disiplin kurulu önce Öget Hoca’ya “İmzanızı geri almaz mı Bozulsun. “Ama size en yükseğinden he YÖK ciddiye almış Duyduğu acıyı tarif bile edemiyor. Sınıfa girdiğinde tahtaya ilk ola sınız?” diye sordu. “Almam” de saplanmış bir tazminat ödememiz Öget Hoca, her şeyi bu kadar rak “öğrenciler belki ulaşmak is di Hoca. Ardından sorgu başladı: mümkün eğer istifa ederseniz.” sanıp hayatına devam ediyordu. terler” diye telefon numarasını ya “Niye imzaladınız”, “PKK için ne İşte bu söz bardağı taşırdı Öget Başka üniversitelerde misafir Ho zan bir Hoca o. Kalbindeki yangı düşünüyorsun?”, “Doğu’da olanlar Hoca için. Ve tanıyanların tahmin ca olarak ders verip, para bile al nı biraz olsun yatıştıran, ilaç gibi için ne düşünüyorsun?”... edebileceği gibi Öget Hoca ken madan hastaları tedavi ediyordu. gelen şey ise öğrencilerinin deste Böyle bir sorgulamaya hakla dince en sert cevabı verdi rektöre: Ta ki YÖK’ten gelen 17 Haziran ği olmuş. Posta kutusu destek me rı yoktu aslında ama Öget Hoca, Para da sicil de umurumda de tarihli tebligatı görünceye kadar. sajlarıyla dolmuş, change org’da tüm naifliğiyle “çok büyük işlere ğil. İstifa etmiyorum, imzamı geri Tebligatı almak için gittiği üni “Öget Öktem Tanör devlet memur yol açmaması için” ne düşünüyor de almıyorum. versiteye güvenlik görevlisi ne luğundan atılmasın” diye bir imza sa soruları tek tek yanıtladı. Ama Aslında rektörün oğlu da okul zaretinde girebilmişti. Kendisi kampanyası başlatılmış. Devlet, Avcı’yı öldürmekte ısrarlı! Kanser olduğu için tahliye edilen Kemal Avcı, yeniden cezaevine konuldu CANAN COŞKUN Cezaevinde olduğu sırada mide kanserine yakalandıktan sonra tahliye edilen Kemal Avcı, tedavisi sürerken hakkındaki davanın sonuçlanması nedeniyle tekrar tutuklandı. Avcı tutuklanmadan önce ilerleyen hastalığı nedeniyle kemoterapi tedavisi görüyordu. Avcı şu an tedavi göremediği gibi ceza erteleme için gitmesi gerektiği Adli Tıp Kurumu’na dahi gönderilmiyor. Avcı, 2011’de Kandıra F Tipi Cezaevi’nde kalırken kansere yakalandı. Buradan tahliye edildikten sonra tedavi için gittiği hastanenin önünden 2012’de yeniden gözaltına alınarak Tekirdağ F Tipi Cezaevi’ne konuldu. Hastalığı burada ilerleyen ve midesinin 4’te 3’ü alınan Avcı, Edirne’de 20 gün hastanede kaldıktan sonra cezaevine yeniden yollandı. Bu sırada defalarca kanama geçiren Avcı kamuoyunda tepkilerin de yükselmesiyle Ağustos 2013’te tahliye edildi. ‘Yaşam süresi kısıtlı’ Avcı, hastalığının ilerlemesi nedeniyle ocak ayında İstanbul Okmeydanı Eğitim Araştırma Hastanesi’ne yattı. Bu esnada iki büyük ameliyat geçirdi. Doktorları yaşam süresinin çok kısıtlı olduğunu söyledi. Bu sırada Avcı hakkındaki eski dosyalarının birinin onanmasıyla nisan ayında örgüt üyeliği ve propaganda yaptığı iddiasıyla yeniden tutuklandı. Avukatları bu sırada kemoterapi tedavisini hastalık ilerlediği için hastane de yatarak görmesi gerektiği ile ilgili talepte bulundu. Ancak hastane buna izin vermedi. Avcı’nın durumu ile ilgili görüştüğümüz kardeşi Hüseyin Avcı, ağabeyinin Silivri 2 No’lu L Tipi Cezaevi’nde kaldığını belirterek, kanserin kötü huylu olması nedeniyle bütün vücuda yayıldığını söyledi. Kardeş Avcı ağabeyinin Ocak 2016’da İstanbul Okmeydanı Eğitim Araştırma Hastanesi’nde yattıktan sonra iki büyük ameliyat geçirdiğini vurgulayarak “Doktorları yaşam süresinin çok kısıtlı olduğunu söylüyorlardı. Hatta bunu hastanenin başhekimi söyledi. Durum böyleyken ağabeyimin daha önceki dosyalarından birinin cezası onanmış. Bu şekildeyken ağabeyim kemoterapi görmesi lazımken tekrardan tutukladılar” dedi. Kemal Avcı’nın ağabeyi, durumla ilgili Cumhurbaşkanlığı’na mektup yazdıklarını söyledi. haber EDİTÖR: CAN DOKER Suudi Arabistan yok, orası ‘Suudi Amerika’! Suudi Arabistan’a terör saldırısını, kaderin cilvesi mi demeli, okuduğum bir kitapta yer alan, başlığa da yansıttığım şu satırlar eşliğinde öğrendim: “Çünkü Suudi Arabistan diye bir şey yok. Sadece Suudi Amerika var. (...) Sana hatırlatayım, orada gerçek şeriat yoktur. Eğer şeriat olsaydı, genelev de alkol de olmazdı orada.” Bu sözler, Suriye’de önce IŞİD ve ElNusra’ya bağlıyken şimdi Cundu’lAksâ saflarında çarpışan bir militana ait. Okuduğum kitabın yazarı, Alman gazeteci Jürgen Todenhöfer’e internet söyleşisinde telaffuz edilmiş. Gazeteci, “Neden Suudi Arabistan’da cihat yok” diye sormuş. Bir Türkgöçmen aileden köken aldığı anlaşılan ve Almanya’dan Suriye’ye gitmiş militan da yukarıdaki cevabı vermiş. Todenhöfer çok tartışmalı, daha doğrusu “arıza” bir isim. Temel çalışma stratejisini Roma hukukunun “audiatur et altera pars”, yani “diğer tarafı da dinle” ilkesine dayandıran gazeteci, Pinochet’den Esad’a ve Afgan Taliban liderlerine kadar, Batı’da “kötü”yü temsil eden herkesle görüşmüş. Bu nedenle hem diktatörlükleri desteklemekle, hem de terör sempatizanlığıyla suçlanmış. Ama hiçbir şey, onun içindeki “gerçeği keşfetme” arzusunu bastıramamış. Bu doğrultuda IŞİD kontrolündeki Musul’da kendisi gibi gazeteci olan oğlu Frederic’le birlikte örgütün izniyle 10 gün geçirerek görüşme, gözlem ve izlenimleri temelinde yazdığı kitap (“IŞİD’in İçinde”) 2015’te Almanca basıldığında çok ses getirdi. Kitap bu sene çıkmış İngilizce baskısıyla ve hoş bir tesadüfle Frankfurt Goethe Üniversitesi’ne davetli olduğum geçen hafta elimin altındaydı. Todenhöfer’in altını çizdiği hususlar bilinmedik değil: Olup biten her şeyi Amerika’nın Irak Savaşı’na (2003) borçluyuz. IŞİD’in “dölyatağı” Ebu Garib Cezaevi, ona rüştünü ispat ettirense Suriye Savaşı’dır. Tabii “reşitlik töreni”ne âlâyıvala ile iştirak edenler de ABD, Fransa, Britanya gibi Batılı güçlerle onların işbirlikçisi Katar, Suudi Arabistan ve elbette (alkış lütfen!) Türkiye, daha doğrusu “AKP Türkiye’si”dir. Esad’ı devirmek için para ve silah yardımlarının, o para ve silahlarla şimdi Suriye’de savaşan cihatçının “Orası aslında Suudi Amerika” dediği Suudi Arabistan’ın büyük desteğiyle, yani bir bakıma kendi kuyusunu kazarcasına yapıldığını vurgulamış Todenhöfer. Tabii aynı şekilde ABD’nin izni, CIA’nın onayıyla kargolarca silahın Türkiye üzerinden Suriye’deki muhalif güçlere nasıl iletildiğini de kaydetmiş. Üstelik, bir kez sınırın öbürün tarafına geçtikten sonra o silahların öngörülen direniş gruplarına değil, fakat en tehlikeli terörist oluşumlara ulaşacağının herkesin bal gibi farkında olduğunu da ekleyerek... Kitabı okurken Atatürk Havalimanı saldırısından, kendi dar çıkarları, başkanlık sevdası uğruna Suriyeli mültecilere vatandaşlık kapısı açma yolundaki Erdoğan’a kadar çağrışımlar uçuştu zihnimde. Suudi Arabistan yardımlarıyla savaşıp Suudi rejimini lânetleyen cihatçı misali, vatandaş yapılmış Suriyelilerin içinden de zamanla Erdoğan rejimine nasıl “tağut” yakıştırmasında bulunanlar çıkabileceğini düşündüm mesela!.. AKP, ABD’nin “koçbaşı” olarak Suriye Savaşı’na başrol sevdasıyla müdahil oldu. Bu yolda Türkiye’nin laik birikimi ile yürüyemeyeceği kanısına vardıkça da kendi ülkesinin kültürel dokusunu ve toplumsal barışını tahrip etme pahasına selefileştikçe selefileşti. Sonra öyle bir noktaya gelindi ki ortada AKP diye “Erdoğan” adından başka bir şey kalmadı. Şimdi bu adı koruma yolunda yapılıyor her şey. Ama yapılan “dinbazlıklar”, bir yandan Türkiye ve dünyada demokrasi ve laiklik doğrultusunda karşı çıkışlara sebep olurken, diğer taraftan da cihatçı selefileri “din adına” hiç mi hiç ikna edemiyor. Erdoğan rejminin dinbazlıklarına onların da karnı tok!.. Nasıl ki hepimizin şeriat ülkesi bildiği Suudi Arabistan’ı bile öyle saymayıp “Peygamber Mescidi”nin (“Mescidi Nebevî”) yakınına kadar “Dârü’lharb”i genişletebiliyorlarsa... Dinbazlıklarıyla kendi ülkesinde seküler toplumu boğan bir rejimin bu yaptıkları da “kesmiyor” cihatçıları. Cihatçılar için bile burası AKP’nin “Yeni Türkiye”si değil demek ki. Büyük ihtimal, aynen Suudi Arabistan’ın onlar için “Suudi Amerika” olması gibi, burası da AKP’nin değil “ABD’nin YeniTürkiye’si” sayılmakta. Malum, bu cihatçıları kendileri Suriye’de de, Türkiye’de de beslediler, büyüttüler. Ama bakın, ektiklerini dahi biçemiyorlar. Ektikleri, onları biçiyor!.. Külter’in ailesi isyanda: Bize bayram sevinci yok SELİN GÖRGÜNER yaşatmadılar” dedi. DBP Şırnak İl Yöneticisi Hurşit Külter’den 27 İçişleri Bakanlığı’nın Külter’in akıbetiyle ilgili “görev alanımızın” dışında açık Mayıs’tan bu yana haber alına lamasını eleştiren Külter, “be mıyor. 41 gündür oğullarından nim anlamadığım, utanma gelecek haberi bekle duygusu olur biraz. yen Külter ailesi bay Koskoca ülke ve bu ramı acı içinde kar ülkeyi yöneten, ül şıladı. Anne Kerime kenin içişlerinden ve baba Hamdi Kül sorumlu bakanlığı ter Türkçe bilmediği açıklaması bu mu? için aile adına gazete Şırnak’ta kendi kont mize konuşan ağabey rolleri dışında güç Kamil Külter, “İlk kez ler var ve kendi kafa böyle bir bayram ya larına göre mi hare şıyoruz. 40 gün geçti kardeşimden haber Hurşit Külter ket ediyor? Bunu mu anlamalıyız? İçişle alamıyoruz. Çok acılı bir du ri Bakanlığı, insanların yaşa rum. ‘Hurşit öldü mü sağ mı iş mından sorumlu. Cumhurbaş kencede mi?’ hiçbir haber bil kanı Erdoğan başbakanlığı dö miyoruz. Sabah bayramlaşmak neminde ‘Dicle’nin kenarında için annemin yanına gittiğim kurdun kaptığı bir koyun bile de, onu gördüğümde eridim. benim mesuliyetim altındadır’ Annem ‘onun geldiği gün bay diyordu. İçişleri Bakanlığı’nın ramımız olacak’ diyor. Onunla açıklaması bizi daha da kay kucaklaştığımızda kutlayaca gılandırdı. Kimse bize somut ğız bayramı. Bize mübarek ra birşeyler söylemeyecek mi?” mazanı, bize bayram sevincini diye konuştu. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle