15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Çarşamba 8 Haziran 2016 14 Köşemen Eskinin değerini bilmeyen ecdattan söz edemez! Birkaç yıl önceydi. Sezer Duru ve Rabia Çapa ile Berlin’de, Kurfürstendamm Caddesi’nde yürüyoruz. Dünyanın en pahalı caddelerinden biri. Yeni bir bina dikkatimizi çekiyor. Almanya’da bitmeyen inşaat tutkusu ve kentsel dönüşüm diye bina yıkıp daha yükseğini yapmak anlayışı yoktur. O nedenle kent merkezinde yeni bir bina görmek pek mümkün değildir. Bina yenilenmiş ama altındaki dükkânlar aynı kalmıştı. Küçük çay dükkânı da vitrinindeki onlarca çeşit çayla yenilenmiş yüzüyle eski yerinde duruyordu. Sezer Duru, binalar yıkılsa da kural olarak yeni yapılan binada esnafa eski dükkânını vermenin zorunlu olduğunu anlattı. Eğer esnaf dükkânı yeniden açmak istemezse aynı meslekte başka bir esnafa dükkân verilmek durumundaymış. Ku’damm’daki çaycının yerine yeni bir çaycı açılmış, fırsattan istifade yüksek kira ile zincir mağazalara verilememiş dükkân. Reşad Ekrem Koçu’nun “Tarihte İstanbul Esnafı” (Doğan Kitap) adlı kitabının yeni baskısını okurken Berlin’deki çay dükkânını anımsadım. “Eski toplum hayatımızda, geçim yolunu devlet kapısı dışında arayarak ticaret ve zanaatla meşgul olmak, bir dükkân açmak, imalathane kurmak serbest değildi. ‘Gedik’ denilen bir sınırlamaya tabiydi” diyor Koçu. “Mesela, İstanbul’da 200 terlikçi dükkânının bulunduğu 18. yüzyılın ortalarında ne bir yeni terlikçi dükkânı açılabilir, ne de mevcut dükkânlardan biri kapanabilirdi. Terlikçiler 200 dükkândır, 201 olamaz, 199’a inemez.” Çemberlitaş’ta bulunan bir terlikçi dükkânı Çarşıkapı’ya da taşınamazmış. Bu nakil için devlet izni, ferman gerekirmiş. “Gedik”in ortaçağdan kalmış bir usul olduğunu belirtiyor Reşat Ekrem Koçu. Berlin’deki çay dükkânının yeni bina yapılmasına rağmen yerinden edilememesinin nedeni de bu gedik usulünün Almanya’da halen uygulanması mıdır bilemiyorum. Ama bizim her fırsatta geçmişi yaşamak ve korumaktan söz eden hükümetimizin esnafı korumadığını, aksine yerinden etmeyi kolaylaştırıcı yasalar çıkarttığını biliyorum. Borçlar Kanunu’nun 10 yılını dolduran kiracının tahliye edilebileceği maddesi ile afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hakkında kanunlar gerekçe gösterilerek esnaf tahliye ediliyor. Yüz yıllık dükkânlar yok oluyor. Esnaf işinden oluyor. Meslekler yok oluyor. Esnafı çıkartıp dükkânı yüksek kira ile zincir ya da yabancı markalara kiralama uygulaması en yaygın şekilde Beyoğlu’nda yaşanıyor. İstiklâl Caddesi gözle görünür şekilde değişiyor. 1936 yılından bu yana İstiklal Caddesi üzerinde faaliyet gösteren Kelebek Korse’nin başına gelenler basına yansıdı. Kelebek Korse tek örnek değil. Tahliyeler tüm İstanbul’a ve Türkiye’ye yayılıyor. Beşiktaş’taki 120 yıllık Kaymakçı Pando da kapandı. En son Kadıköy’deki Brezilya Kahvecisi’nin yerinden edildiğini duyuyoruz. Yerinden edilip beşinci kata replikası yapılan Emek Sineması’nın da bulunduğu Cercle d’orient (Serkildoryan) binasının “restorasyon”u bitmiş. “Grand Pera” adı verilen bina cadde tarafından bakıldığında “aslına sadık” yapılmış gibi görünüyor. Kapılar açılıp içine girdiğimizde ne kadar restore edilmiş, ne kadar yeniden yapılmış göreceğiz. Beyoğlu yemek kültürünün simgelerinden olan ve 1944’ten beri hizmet veren profiterolü ile ünlü İnci Pastanesi yerine dönememiş. 1930 tarihli, aynı binadaki Rüya Sineması’nı ise kimse anımsamıyor. İnci’nin vitrininin yerinde herhalde tepkileri azaltmak için şimdi bir “sanat eseri” yer alıyor. Yani zarf benzer ama içerik değişik. Şimdi o binada bir AVM, 8 sinema salonu, restoranlar ve Balmumu Müzesi yer alacak. Yani yaşam kültürü değiştirilmiş olacak. Kaymakçı Pando Sestakof, “Bizim gibi eski şeylere artık değer verilmiyor” demiş. Eskinin değerini bilmeyen, esnafını korumayan ecdattan söz edemez! 8 Haziran 2016 SAYI: 33117 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Tahir Özyurtseven Yayın Koordinatörü Murat Sabuncu Yazıişleri Müdürleri Bülent Özdoğan Baydu Can Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Haber Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Dış Haberler: Pınar Ersoy l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. lMuhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 03.25 03.18 03.50 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 05.25 13.10 17.08 05.13 12.55 16.50 05.40 13.17 17.09 Akşam 20.43 20.24 20.42 Yatsı 22.32 22.09 22.22 yorum 1980’li yılların ilk yarısı... Hamburg’da yaşıyorum. Evimiz, T.C. Hamburg Başkonsolosluğu ile aynı sırada. Aramızda 67 bina var. Evimizin bir bölümü sanat galerisi olduğundan konsolosluk çalışanları da sergilere geliyorlar. Kötü bir zaman... Dünyanın çeşitli ülkelerinde Türk diplomatları Ermeni terör örgütü ASALA tarafından kanlı saldırılara uğruyorlar. Her saldırıdan sonra Alman medyasında soykırım konusu gündeme geliyor. Hamburg önemli bir medya merkezi; Der Spiegel, Stern, Die Welt, Bild gibi önemli dergi ve gazeteler bu kentte basılıyor. Kuzey Alman Radyo ve Televizyonu da (NDR) buradan yayın yapıyor. NDR diline soykırımı dolamış, hemen her gün Türkiye aleyhine programlar yapıyor. Bir gün başkonsolosluktan bir telefon... Konsolosluk görevlisi, Başkonsolos Mehmet Nuri Ezen’in benimle görüşmek istediğini söylüyor. Şaşırıyorum. Çünkü 12 Mart 1971 darbesinden sonra bakanları arasında CHP’li Türkan Akyol, Atilla Sav, Talat Halman gibi darbe yandaşlarının da bulunduğu Nihat Erim Hükümeti tarafından T.C. yurttaşlığından çıkartılmışım. Görüşme isteğinin nedenini merak ediyorum. Olur deyip başkonsolosluğa gidiyorum. Başkonsolos beni güler yüzle karşılıyor ve sözü dolandırmadan konuya geçiyor. Konu, NDR’nin yayınları... Birkaç kez “resmen” başvurmuşlar fakat sonuç alamamışlar. Bir “sivil” müdahale gerekiyormuş, beni bulmuşlar. Bugün olduğu gibi o gün de 1915 olaylarının kanlı bir kıyım, tehcir edilen yaklaşık 1 milyon 250 bin kişiden ancak yaklaşık 300 bininin sağ kaldığı bu kırımın Anadolu Ermenileri için büyük bir felaket olduğunu düşünmeme karşın bu olayların “Yahudi soykırımı” ile Bir soykırım anısı eş tutulabilecek bir “soykırım” olduğunu düşünmüyordum. Öte yandan benim sorunum faşist/faşizan iktidarlarlaydı. Ülkeme yüreğimle bağlıydım. “Böyle bir rapor hazırlarım” dedim. “Yalnız elimde birkaç Almanca kitaptan başka kaynak yok!” “Bizde var” deyip masanın üzerine Odalar Birliği, üniversiteler gibi çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından yayımlanmış bir raf dolusu kitabı dizdiler. Yüklenip çıktım. Raporu hazırlamam üç hafta sürdü; NDR’ye ve çeşitli medya kuruluşlarına gönderildi. Raporun altına imzamı atmış, gerektiğinde karşımda kim olursa olsun her ortamda tartışmaya hazır olduğuma ilişkin bir not düşmüştüm. Olumsuz yayınlar kesildi. Aradan bir hafta geçti; Tehdit Altındaki Halklar örgütünün başkanı Bayan Hoffmann’dan bir açık oturum çağrısı aldım, kabul ettim. Bayan Hoffmann’ın yönettiği açık oturumda biri Londra, biri Berlin’den olmak üzere iki Ermeni gazeteci ve ben konuşmacıydık. Entelektüel düzeyi yüksek, olumlu bir oturumdu. Ben konuşmamı temel olarak hazırladığım raporun içeriğine dayandırmıştım. Ermeni gazeteciler benden ısrarla raporun birer kopyasını istediler. Verdim, dostça ayrıldık. Dört gün sonra başkonsolosluktan bir telefon... Arayan yolda karşılaştığımızda selamlaştığımız bir bayan görevli. Heyecanlı bir sesle, “Sizin hakkınızda bize bir ihbar geldi, Başkonsolosumuz ihbarı İçişleri Bakanlığı’na gönderdi. Haberiniz olsun istedim!” Sonra yine başkonsolosluk görevlilerinden öğrendim. Açık oturumda izleyiciler arasında İş Bankası müdürü de varmış. Kendimi tanıtırken, T.C. yurttaşlığından çıkarıldığımı, sosyalist olduğumu, tartışma konusunu Marksist diyalektik yöntemle irdeleyeceğimi söylememi “komünizm propagandası” olarak algılayıp ihbarda bulunmuş. Başkonsolos da yemeyip içmeyip bu saçmalığı İçişleri Bakanlığı’na iletmiş. Bir süre önce yeniden T.C. yurttaşlığına alınmam için T.C. Vatandaşlık Genel Müdürlüğü’ne başvuruda bulunmuştum. Bu saçma sapan ihbar İçişleri bürokratları tarafından da ciddiye alınmış olmalı ki başvurum reddedildi. Tüm bunları niçin yazıyorum? Alman parlamentosu Ermeni soykırımını kabul edince birçok köşe yazarımız, televizyon yorumcumuz, politikacımız üç milyondan fazla Türkiye kökenli insanın bulunduğu Almanya’da “Niçin bir lobimiz yok?”, “Niçin insanlarımız sokaklara dökülmedi?”, “170 bin insanımızın yaşadığı Berlin’de protesto gösterisine katılanlarımızın sayısı niçin üç bini bulmadı” gibi sorular sordular. Aktardığım bu anıyla bu tür sorulara belki bir yanıt verebilirim diye düşündüm. Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA [email protected] Gitmemek üzerine siyaset Av. HÜSEYİN KARATAŞ Ülke Politikaları Vakfı Başkanı 1725 Aralık yolsuzluk iddiaları araştırılmadan, soruşturulmadan kapandı. İktidar, iktidardan gitmedi. Yoksulluk aldı başını gidiyor. Yasaklar insanları evlerinde bile tutsak etmiş vaziyette. İktidar, iktidardan gitmedi. Bir nevi meşru sayılmaya başlandı yapılanlar. “Herkes konuşur, AKP yapar” sloganı ile yola çıkan iktidar, açılım dedi, inkâr etti. Dolmabahçe mutabakatı dedi, inkâr etti. Sahte delillerle açılan davalarla ordu tasfiye edildi, “Paralel’in işi” savunması yapıldı. Paralel de “Paralel devlet” diye anıldı. “Paralel devlet” olmaz! “Paralel iktidar” olur. Eyy iktidar, “kiminle paraleldiniz” diye sorulamadı bile. Paralel çizgiler, paralelliğini bozsanız da kesişir bir noktada. Kesişen iradeniz, gitmemek için yasal zemin hazırlamadaki işbirliği miydi? Bir söylenen bir dakika sonra inkar edildi ama insanların bilgiye ulaşmaları kısıtlandığı için son söylenenler akıllarda kaldı. Basın susturuldu. Gazeteciler hapse atıldı. Suçlamalar ve hapis... Cumhurbaşkanı, Mit TIR’larının durdurulması ile ilgili olarak, bunun paralelin işi olduğunu söyledi. “Türkiye bir hukuk devleti olmasaydı bu ihanetin cezası başka olurdu” dedi. Ne olacaktı? Yani ortadan mı kaldıracaktınız haber yapan gazetecileri? İşte biri de çıktı, bu söylemi emir telakki etti. Silahla saldırdı Can Dündar’a, “seni yaşatmayacağım” dedi. Hani herkes suçluluğu sabit olana kadar masum sayılırdı? Binlerce yıl önce kabul edilen bu temel Eskiden muhalefetteki siyasi parti iktidara gelmek, iktidardaki siyasi parti ise tekrar iktidara gelmek için çalışırdı. Yolsuzluklar ve ispat edilen yalanlar iktidarı kaybettirirdi. Şimdilerde ne yolsuzluk ne yoksulluk ne yasaklar ne de aleni yalanlar ülke iktidarını kaybettirmiyor. Türkiye’de iktidar veya muhalefet olsun her siyasi partide genel başkanlık, “partinin başında ölmek” yani “gitmemek” üzerine kurulu bir sistem olarak dikkat çekiyor. insan hakkına ne oldu? Hangi demokrasiden, hangi hukuk devletinden söz ediyoruz? Bir hukuk devletinde bir Cumhurbaşkanı bu sözleri sarf edebilir mi? Suçlama hakkı benim, öldürülme, olmazsa hapiste yatma hakkı senin diyebilir mi? ‘Hukuk sadece bana’ mı? Anayasanın değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerini yok sayan bir Meclis başkanı var ülkemde. Cumhurbaşkanı bile anayasayı ihlali halinde anayasamıza gö re “görmüş değiliz ama” yargılanabilirken, anayasayı ihlal ettiği açık olan Meclis başkanına dokunamayan bir hukuk devleti olur mu, yargı olur mu? Bu koruma nereden geliyor? Hani bağımsız ve tarafsız yargı? İktidardan gitmemek için, yargılanmamak için hukuk düzeni yok sayılıyor. ‘Paralel’ partide olur Geldik siyasi partilere. Muhalefet partileri bulundukları yerden o kadar memnun ki iktidara gel mek gibi bir niyet taşımıyor gibiler. Niyetleri olsa bu konuda bir çabaları da olurdu. Ama ister iktidarda olsun, ister muhalefette olsun her siyasi partide genel başkanlık, “partinin başında ölmek” yani “gitmemek” üzerine kurulu bir sistem. Hepsi, bütün genel başkanlar genel başkanı olduğu partinin sahibi. Hal böyle iken değişik bir şey oldu. İktidardaki siyasi partinin genel başkanı, Cumhurbaşkanı’nın isteğiyle talimatı da denebilir sadece Başbakanlığı değil, genel başkanlığı da bıraktı. Mantığa da ters Olamaz! Tüm kabullerin ve alıştırıldığımız mantığın tersine bir durum bu. Partiye üye olmayan, anayasanın 101. maddesi uyarınca partisi ile ilişiği kesilmiş olan Cumhurbaşkanı’nın partinin asıl sahibi gibi davranması nasıl kabul edilecek? Bir paralel arıyorsak asıl paralel bu. Üstelik bu paralel yapı inkâr da edilmiyor. Cumhurbaşkanı “Ne var bunda” diyor. Daha ilginç olanı ne, biliyor musunuz? Eleman arama ilanlarında aranan elemanda olmasını istedikleri nitelikler yazar ya. “Şu kadar deneyimli, şu kadar eğitim almış biri aranıyor” gibi... Bizdeki durum şu oldu: “Başbakanlık makamına profili düşük birisi aranıyor.” “Gitmeme”nin başarı ve erdem sayılmaya başlandığı ülkemde “gitmemek” için aranan tek şartın bu olması, partide başbakan seçilmeyenlere “şükür” dedirtebilir de, nasıl hazmedecek müstakbel Başbakan ve nasıl hazmedeceğiz biz yurttaşlar? “AKP genel başkanlığı ve Başbakanlık makamı kaldırılmıştır” diyecekler de, ah hâlâ şu demokrasi ve hukuk diyenler olmasa... KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] [email protected] 3 gazeteciye terör davası Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenliği: 14.5 yıl CANAN COŞKUN Özgün Gündem gazetesi ile dayanışma için başlatılan Nöbetçi Yayın Yönetmenliği kampanyasına katılan gazeteci Celal Başlangıç, yazar Ömer Ağın ve gazetenin Sorumlu Yazıişleri Müdürü İnan Kızılkaya’ya terör davası açıldı. Savcılık hazırladığı iddianamede, gazetecilerin “suç işlemeye alanen tahrik etme”, “suçu ve suçluyu övmek” ve “terör örgütü propagandası yapmak” suçlarından 14.5 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaları istendi. İddianamede, gazetenin 12 Mayıs 2016 tarihli sayısında yer alan 9 köşe yazısı ve haberle ilgili PKK/ KCK propagandası yapıldığı ileri sürülerek, bu bağlamda işlenen suçların övüldüğü, halkın bir kesiminin suç işlemek üzere tahrik edildiği iddialarıyla soruşturma başlatıldığı aktarıldı. l İSTANBUL Dr. Yuri Stoyanov Tabip Odası’na konuk British Academy Ödüllü Dr. Yuri Stoyanov, İstanbul Tabip Odası ve Pir Sultan Abdal Dernekleri İstanbul Şubesi’nin ortaklaşa düzenlediği konferansa katılmak için İstanbul’a geliyor. 9 Haziran 2016 Perşembe günü saat 19.00’da Cağaloğlu’ndaki İstanbul Tabip Odası’nda gerçekleşecek olan konferansta Dr. Yuri Stoyanov, “Yeni bulgular ve Avrupa ile Yakın Doğu’da dinsel çağdaşlaşma ve çoğulculuk açısından önemi” konusunu anlatacak. l İSTANBUL C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle