14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 26 Haziran 2016 EDİTÖR: CAN DOKER TASARIM: İLKNUR FİLİZ 12 Eylül darbesiyleYARGITAY’IN KARARI DARBENİN DİĞER SORUMLULARINI, İŞKENCECİLERİ KURTARDI hesaplaşamadılar! Gerekçeli kararda sanıkların ölmesi ve sorumlu tutulacak kişi bulunmaması belirtildiği için Evren ve Şahinkaya’nın rütbeleri de sökülmeyecek Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 12 Eylül davasıyla ilgili gerekçe li kararı, darbecileri ve işkence cileri rahatlattı. Cezaların şah siliği ilkesinin gereği, kusur lu hareketiyle belli bir sonuca yol açan kişinin ölümü halinde onun dışında bir kişinin, yakınla rının bu sonuçtan sorumlu tutulma sının söz konusu ALİCAN ULUDAĞ olamayacağı belirtilen kararda, fiili işleyen sanık veya mahkumun ölümü ile söz konu su prensip doğrultusunda baş kası sorumlu tutulamadığından cezanın düştüğü bildirildi. Ölü mün, bir vaka olan suçu ortadan kaldırmadığı kaydedilen karar da, ortada bu suçtan sorumlu tu tulacak kişi olmadığından, dev letin suçla birlikte ortaya çıkan cezalandırma yetki ve yükümlü lüğünün düştüğü belirtildi. Rütbeler düşmeyecek Yargıtay’ın kararıyla Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın generallik rütbelerinin alınarak er statüsüne geçmesi de engellenmiş oldu. İHD Başkanı: Mahkumiyetler ortadan kalktı Başta Berfo Kırbayır olmak üzere çok sayıda 12 Eylül mağdurunun avukatlığını yapan İnsan Hakları Derneği (İHD) Başkanı Öztürk Türkdoğan, Yargıtay’ın bu gerekçesine karşı karar düzeltme talebinde bulunacaklarını söyledi. Daha önce kendilerinin rütbelerin sökülmesinin bir karara bağlanması için Yargıtay’a dilekçe verdiğini kaydeden Türkdoğan, ancak bu yönde bir karar verilmediğini belirtti. Türkdoğan, “Şimdi direkt düşme kararı verdiği için sanıkların aldığı mahkumiyet kararları ortadan kalktı. Bu karar bizi hayal kırıklığına uğrattı. Burada cezasızlık olgusu karşımıza çıkıyor. Halbuki Türkiye yargısı bakımından tarihi bir fırsat yakalanmıştı. Türkiye ilk kez darbecilerini yargılamış, mahkum etmiş olacaktı. Ama cezasızlık bir kültür haline gelmiştir” dedi. Türkdoğan, bu tür büyük yargılamaların siyasi konjektüre göre değiştiğini belirterek “Bu karar özellikle AKP iktidarının darbecilerin yargılanması konusunda samimi olmadığını gösterdi. İktidar bu davayı kullandı, şimdi ihtiyaç kalmadığı için bu sonla karşı karşıyayız” ifadelerini kullandı. Bu gerekçe, özellikle Evren ve Şahinkaya’nın generallik rütbesinin alınarak er statüsüne düşürülmesini engelledi. İki sanık, Genelkurmay Başkanlığı ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı görevlerinden doğan haklarını kaybetmemiş oldu. İki sanığın ölümünden sonra emekli maaşı gibi özlük haklarından yararlanmaya hak kazanan yakınları varsa, bunlar de vam edecek. Diğer yandan Evren ve Şahinkaya’nın birinci derece yakınları TSK’ye ait Orduevleri’nden yararlanmayı sürdürecek. Rahat nefes aldılar Öte yandan, Yargıtay’ın 12 Eyül darbesine ilişkin zamanaşımının 30 yıl olduğunu, kaldırılan geçici 15. maddenin bunu durdurmayacağını belirte rek davada zamanaşımı süresinin dolduğunu açıklaması darbenin tüm sorumlularını kurtardı. Çünkü Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nda şu an darbenin diğer sorumluları olan ordu ve sıkıyönetim komutanları, valiler, emniyet müdürleri hakkında ikinci bir soruşturma yürütülüyordu. Savcılık, bu soruşturmada harekete geçmek için özellikle Yargıtay’ın 12 Ey lül kararını bekliyordu. Şimdi Yargıtay’ın bu kararı sonrasında savcılıkların eli kolu bağlanacak ve zamanaşımı nedeniyle takipsizlik kararı vermek zorunda kalacaklar. İşkenceler cezasız Karardan olumsuz etkilenecek diğer dosya ise işkence soruşturmaları olacak. Özellikle Ankara’da Raci Tetik’in komu tanlığını yaptığı Mamak Askeri Cezaevi ile Ankara Emniyeti DAL (Derin Araştırma Laboratuvarı) Grubu’nda yapılan işkencelerle ilgili de soruşturma yürütülüyordu. Yine Ankara’da toplanan 400’e yakın işkence dosyası, olayın yaşandığı diğer illere gönderilmişti. Ancak Yargıtay’ın zamanaşımı kararıyla dosyalar bir bir kapatılacak, işkenceciler kurtulacak. l ANKARA 12 Eylül katlanarak sürüyor! 4Nisan 2012 tarihinde Ankara’da açılan 12 Eylül davasının belki en zayıf noktası darbe şeflerinin sadece ve sadece “darbe yapma” ile suçlanmaları oldu. Böyle olduğu içindir ki avukatları, “Kurucu İrade” fikrine sarıldılar: “12 Eylül generallerinin devleti yeniden kurduğu,12 Eylül devletinin, devletler hukuku çerçevesinde uluslararası hukukun güvencesi altına girdiği... Devletin yeniden kuruluşuna etken olan bir müdahale yaptıklarından dolayı ‘kurucu irade’nin yargılanamayacağı...” savunusuydu bu. Tarihin ironisi! MHP liderlerinin 12 Eylül mahkemesinde ifade ettiği, “Fikrimiz iktidarda, biz cezaevindeyiz” gibi bir tür duruma tanıklık ediyorduk. Sıkıntılı bir durumdu. 32 yıldır bütün “sivil” hükümetler ülkeyi darbe yasalarıyla yönetmişti: “12 Eylülcüler darbe yapmakla suç işlemişlerse, AKP’de dahil, bütün hükümetler darbe ürünü anayasa ve yasalarla ülkeyi idare etmekle darbe rejimiyle suç ortaklığı yapmış olmuyor muydu” sorusu cevap bekleyecekti. Darbecilerini yargılama erginliği göstermiş halkların deneyimi, elverişli bir toplumsal iklimdi. Bu da yargılamayla hak ve özgürlükler arasında ilişki kurma, demokratikleşme ve adalet arayışını ve nispi uzman/özel bir mahkemenin kurulmasını zorunlu kılıyordu. Bunlarla beraber bizde davanın genişlemesi, darbecilerle 12 Eylül öncesi olaylar arasında ilişki kurulması gerekiyordu. Çünkü 1973’lerin başlarında nispi istikrar içinde olan bir toplumun istikrarsızlaştırması ile darbe arasında kurulacak somut ilişki, “Kurucu İrade” düşüncesine meşruiyet alanı bırakmazdı. En önemlisi darbeden sonraki durumdu. Darbecilerin devlet olması, onlara işkence yapma, insanlık suçu işleme hakkını vermezdi. Erdal Eren’in yaş meselesine rağmen asılması, Diyarbakır Cezaevi vahşeti, Mamak, Metris, Erzurum, Elazığ Askeri cezaevleri, polis ve askeri birimlerdeki işkenceler, yargısız infazlar, kayıplar gibi insanlık dışı uygulamalarla 12 Eylül dava için sadece 29 ki şiyi dinledi. Darbenin en büyük mağduru 78 KONUK YAZAR Kuşağı’nı ve temsilcilerini ise hiç dinlemedi. Komis Celalettin Can * yonun dinlediği 29 kişinin çoğu değişik dönemlerde ve değişik biçimler de darbe işbirlikçisi kla sik politikacılar oldu. darbecileri arasında kurulan ilişki yargılamanın sağlıklı sürmesini sağlardı. HHH 12 Eylül davası, Yargıtay 16. Ceza Dairesi’ndeydi. “Darbe suçunun zamanaşımının 30 yıl ol Kararlar kollayıcıydı Hiçbiri olmadı! Adı 12 Eylül mahkemesiydi ama 12 Eylül’e dair hiçbir bilgi birikimi, hazırlığı ve duyarlılığı olmayan öyle sıradan bir mahkemeydi. Evren – Şahinkaya’da cisimleşen 12 Eylül yargılaması gerektiği şekilde gerçekleşmedi. Dava başladı ama davayı genişletme yönünde kayda değer bir ilerleme sağlanamadı. Darbeciler mah duğunu” belirten Yargıtay, “Geçici 15. maddenin zamanaşımını durduramayacağını, 765 sayılı TCK’ye göre 12 Eylül’de zamanaşımı olduğunu” karara bağladı. Buna göre, Evren ve Şahinkaya dahil, 12 Eylül döneminin bütün sorumluları zamanaşımından yararlanacaklardı. Öte yandan yeni TCK ile kabul edilen bir diğer suç ise; insanlığa karşı işlenen suçlardır, bu suçlardan dolayı zamanaşımı iş lemez ve bunların aralarında iş kence suçu da sayılmıştır: “İnsanlığa karşı diğer suçlar: Madde 77 (1) Bir plan doğ rultusunda; siyasal, felsefi, ır ki veya dini saiklerle nüfusun si vil bir grubuna karşı sürgün et me, tutsaklaştırma, kitlesel bi çimde ve sistemli olarak kişile rin öldürülmesi, insanların kaçı rıldıktan sonra yok edilmeleri, in Erdal Eren sanları işkence veya insanlık dışı işlemlere veya bireysel biyolojik kemeye getirilemedi. Videokamera yöntemiyle sorucevap işleminin sürdüğü mekânda müdahil bir avukatın bulunması dahi reddedildi. Sorulara karşı tutumlarını kamera da görünmeyen birilerinin yönlendirdiği çok açıkken mahkeme heyetinden kimse yoktu yanlarında. Bize söz vermiyorlar, müdahil sayısını en alt düzeyde tutuyorlardı. Darbecilerle ilgili aldıkları ara kararlar çok kollayıcıydı. Hükümete gelince: Balyoz, Sarıkız, Ay Işığı gibi darbe planlamalarına gösterdiği ilginin binde birini bu davaya göstermedi. 4+1 ay süresiyle sınırlı “naylon” nitelemesini ziyadesiyle hak eden “Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu” 28 Şubat soruşturması için 103 kişiyi dinlerken 12 Eylül gibi devasa bir deneylere tabi kılma, cinsel saldırıda bulunma, çocukların cinsel istismarı, zorla hamile bırakma, zorla fuhuşa sevk etme fiillerini işleyenlere ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir. (2) Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur. (3) Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez.” Ne denebilir ki, “sivil” siyaseti gözetmeyen, yüzleşmenin önünü açmayan, demokrasilerde “insanlığa karşı suçtan dolayı zamanaşımının işlemeyeceğini” insanlığın müktesep hakkı kabul edildiğini de, TCK 77. maddesini de yok sayan, bir zamanlar kendini yok sayan darbecileri ve işkencecileri var eden Yargıtay kararı “darbeci severlere” ve “hükümete” hayırlı olsun demekten başka... *78’liler Girişimi Sözcüsü AVUKATIN BELİNİ KIRAN İÇİN EMNİYET’E YAZI YAZILACAK ÇHD üyesi avukatların yargılandığı davanın ardından açıklama yapan avukatlara polis mü dahale etmiş, avukat Şimşek’in beli kırılmıştı. Bel kıran polis belli HİLAL KÖSE İstanbul Barosu ve Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyesi avukat Zeycan Balcı Şimşek’in belini kıran polis memuru, olay görüntülerin den tespit edildi. Fotoğrafta görünen ancak kim olduğu bilinmeyen memurun kimlik bilgileri için Emniyet’e yazı yazılacak. ÇHD üyesi avukatların yargılandığı dava 30 Mart’ta görüldü. Polis duruşmanın ardından Çağlayan Adliyesi’nin önünde açıklama yapmak isteyen avukatlara müdahale etti. Müdahalesinde avukat Şimşek’in beli kırıldı. Şimşek’e tekme atarak belini kıran polis, olay görüntüleri fotoğraflanarak tespit edildi. Soruşturma dosyasına gelen bilirkişi raporunda, “Bir polis memurunun, avukata arkasından birçok kez tekme attığı” ifade edildi. Raporda, “Fotoğraflaması yapılan ve daire içine alınan polisin, bayan avukata tekme attığı değerlendirilmiştir” denildi. Şimşek’le ilgili Adli Tıp raporu da savcılığa ulaştı. Raporda, Şimşek’in kırığının basit tıbbi müdahaleyle giderilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı, kırıkların yaşam fonksiyonlarına etkisinin orta derece olduğu bildirildi. Şimşek ve tartaklanan diğer avukatlar hakkında “izinsiz gösteri” iddiasıyla başlatılan soruşturma devam ediyor. İfadeye çağrılan 10 avukat önceki gün Çağlayan’da savcılığın karşısındaydı. Ancak hiçbiri ifade vermedi. Şimşek, “İfade vermedik. Adalet Bakanlığı’ndan soruşturma izni alınması gerekiyordu. İzin alınmamış” dedi. ‘Felç olabilirdim’ Şimşek, savcılığa müşteki olarak verdiği ifadede şunları söyledi: “810 kez tekme darbesine maruz kaldım. Ambulansa götürülürken bir polis ‘o parmaklarını da kıracağız’ diye tehdit etti. Doktor, doğrudan belin orta kısmına darbe gelseydi felç kalabileceğimi, şanslı olduğumu söyledi.” haber 11 Şirketler Avrupası’nda deprem... Avrupa Birliği, yoluna İngiltere’siz (Peki peki Birleşik Krallık’sız ya da Büyük Britanya’sız) devam edecek. Devam edecek mi? Edebilecek mi? Şimdiden milliyetçilerin (ulusalcı da diyebilirsiniz, fark etmez) zafer çığlıklarını duyar gibiyim: “İşte ulus gerçeğini inkâr eden, ulusdevletler çağı bitti bitiyor diye ahkâm kesen milli bilinçten yoksun enternasyonalistlerin suratında İngiliz şamarı patladı ve bu daha bir başlangıç!” Öyle mi gerçekten? Avrupa’nın milliyetçi partilerinden faşizan ve faşist partilerine kadar bütün kanatların AB’den çıkma, yeniden milli sınırlarına kavuşup o sınırları gümrük duvarları, vize, bıktırıcı pasaport kontrolleri ile koruyup; sınırların dışında kalanları rakip, hatta düşman, Asya ve Afrika’dakileri ise “en düşman” ilan edip refahın tadını çıkaracakları bir dönem mi başlıyor? İnsanlık ırmağının ağır ağır ama hep aktığını düşünenlerdenim. Ancak dümdüz akan bir ırmaktan değil, büyük menderesler çizerek akan bir ırmaktan söz ediyorum. Avrupa Birliği, Avrupa’daki ulusdevletlerin milliyetçi yargı ve önyargıları aşıp bir üst kimlikte buluşmalarını hedefleyen bir proje idi ve projedir. Şimdilerde ırmağın geriye doğru aktığı aldatmacası yaratan bir büyük menderes çizilmekte. HHH Yine de geniş kitlelerin AB’den ayrılma yönünde eğilimler taşımaları, İngiltere’de olduğu gibi bunun oy kullananların yarısından fazlasına ulaşması açıklanmaya muhtaç. Kitlelerdeki bu yönelimi sadece Avrupa’nın milliyetçi, faşizan, faşist partilerin demagoji sanatındaki hünerleri ile açıklayamayız. Keza “mülteci korkusu” ve İslamafobi de bu yönelimin tek etkeni, açıklayıcısı değil. Bir önemli, hatta bence belirleyici etken 1992’de imzalanan Maastricht Anlaşması. Türkiye kamuoyunda daha çok Maastricht Kriterleri diye anılan anlaşmada öne çıkan, belleklerde kalan: Ortak para birimi (Avro), ortak merkez bankası ve Avrupa Topluluğu’ndan (AT) Avrupa Birliği’ne geçiş oldu. Oysa Kopenhag kriterleri Avrupa’nın demokrasi, insan hakları, özgürlük standart ve ilkelerini tanımlarken Maastricht Anlaşması da Avrupa Birliği ülkelerinin tümünün benimsemesi gereken ekonomik modeli tanımlıyor ve zorunlu koşul olarak benimsiyordu. Bu modelin kısa ve kestirme adı: Serbest piyasa ekonomisi’dir. “Ne yani, tutup ekonomik model sosyalist sistem olacaktır mı diyeceklerdi” diye laf ebeliği yapıp laf kalabalığına sapılmasın. AB ülkelerinin ve yeni üye olacakların zorunlu olarak benimseyeceği model serbest piyasa ekonomisi olunca çok zorlu mücadelelerle kazanılan sosyal devlet ilkesi de kendiliğinden çöp sepetini boyluyordu ve boyladı. Modelin tanımı gereği devletin olabildiğine ve alabildiğine küçülmesi süreçleri işlerken bütün yurttaşlar için ücretsiz genel sağlık sigortası, ücretsiz eğitim gibi kazanımlar da yavaş yavaş yerini “serbest piyasanın” vahşi koşullarına terk etmeye başladı. Böyle bir modelden geniş emekçi kitlelerin mutlu ve hoşnut olması için ne gibi bir sebep olabilir. 1951’in Avrupa Kömür ve Çelik Birliği’nden bugünkü Avrupa Birliği’ne gelindi. Yani bugün Şirketler Avrupası aşamasına ulaşıldı... “Emeğin Avrupası” için daha atılacak çok adım, yürünecek çok yol, alınacak çok yıl var... Şahin: AB bize muhtaç olacak AKP Milletvekili Mehmet Ali Şahin, Britanya’da referandumun AB’den çıkış ile sonuçlanmasını “Bir gün gelecek, AB ülkelerinin vatandaşları Türkiye’ye muhtaç olacak” diye yorumladı. Karabük’te iftar yemeğine katılan Şahin, Britanya halkının AB’den çıkma tercihine saygı duyduklarını söyledi. Şahin kampan ya sürecini “Türkiye AB’ye girer, biz bir an önce çıkalım, kaçalım propagandasını yaptılar. Ne olurmuş Türkiye AB’ye girerse? Türkler İngiltere’yi işgal edermiş” diye değerlendirdi. “Biz AB içinde yer almaya mecMehmet Ali Şahin bur değiliz. Bizi haksız yere oyalamaya devam ettikleri sürece Cumhurbaşkanımızın dediği gibi, biz de referanduma gideriz” restini dile getiren Şahin, “Türkiye, 2016’nın ilk çeyreğinde yüzde 4.5 büyüdü. Artık AB ülkeleri hantallaştı. Büyüme, yeni birtakım projeler ortaya koyma ve yeni yatırımlar yapma gibi önlerinde projeleri yok ama Türkiye’nin var” dedi. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle