22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 23 Mayıs 2016 TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr yorum 13 Nereye? Milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla ilgili anayasa değişikliği sırasında Meclis’te yaşananlar, nereye sorusunun sorulmasını haklı kılıyor. Geçen yılın haziran seçimlerinden bu yana ülke siyaseti niteliksel bir değişim geçirdi. 1 Kasım seçimleri siyasal İslamcı AKP’yi çok daha güçlü bir biçimde iktidara taşıdı; o seçimlerde ana muhalefet partisi CHP yerinde sayarken HDP ve MHP zayıfladı. Bir yıl önce Türkiye partisi olabileceği; ülke bütünlüğü içinde özgürlükçü ve sol bir açılım sağlayabileceği umudu uyandıran HDP, bu umutları tüketti. Yıl içinde yapılan iki genel seçim, ülke siyasetinde, başta barış ve demokrasi olmak üzere ülkenin büyük sorunlarını çözüme kavuşturacak bir gelişmeye yol açamadı. Tam da bu aşamada gelen ve tamamıyla Cumhurbaşkanı’ndan kaynaklanan milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili anayasa değişikliği, siyasetin geçirdiği o niteliksel dönüşümü, ne getireceği belirsiz olan yeni bir düzleme taşıyor. Meclis ‘harakiri’ yaptı! Anayasa değişikliğinin, yürürlükteki anayasaya, ceza hukukunun ve evrensel hukukun temel ilkelerine uygun olmadığı, konunun uzmanlarınca vurgulanıyor. Bu gerçek biline biline tasarının Meclis tarafından onaylanması, ülke siyasetini yeniden biçimlendirecek olumsuzluk tohumları taşıyor. Olumsuzlukların ilki Meclis’teki üç muhalefet partisinin içine yuvarlandığı durumdur. CHP Genel Başkanı’nın değişiklik önerisi anayasaya aykırı ama evet oyu vereceğiz sözleri, içerdiği ideolojik tükenmişlikle birlikte, oylamalar sırasında ana muhalefet partisini önce, başkanın izinden gidenler, karşı çıkanlar ve ortada kalanlar olarak üçe ayırdı; paramparça etti. Sonra da CHP, AKP’ye yaslandı; neredeyse tek hedef olarak eleştirdiği Cumhurbaşkanı’ndan kaynaklandığı çok açık olan hukuk dışı bir girişimi onaylama durumuna düştü. Şaşkınlık içinde bocalayan HDP, ilk aşamada kendisini hedef aldığı bilinen dokunulmazlıkların kaldırılması sırasında hiç etkin olmadı. MHP ise intihar edercesine AKP ile bütünleşti. Meclis’te üç muhalefet partisi darmadağınık olurken AKP, üstelik kendi yöntemleriyle genel başkan ve başbakan değişikliği yaparak saflarını sıklaştırmayı, kuruluşundan bu yana büyük bir özenle izlediği siyasal İslamcılığını kutsal yürüyüş diyerek daha da güçlendirmeyi başardı. Ya bundan sonrası? Gelinen nokta yeni doğumlara gebedir. Oylama sonucu Cumhurbaşkanı’nın istediği sonucu aldığı bir Meclis yapısının oluştuğunu kanıtlıyor. Bu durumun başkanlık sistemiyle ilgili anayasa değişikliği önerilerine yansıması kaçınılmaz gibi görünüyor. Dahası, çok yakın bir zamanda Ergenekon ve Balyoz davaları örneklerinde yaşandığı gibi, hukukun kötüye kullanılabildiği ve yargının neredeyse tamamen AKP iktidarına bağımlı kılındığı bir ortamda Meclis’in şimdilik yüzde 30’u sanık sayılıyor. Bu milletvekillerinin yargılanabilecek olması; bunun kitlesel bir uygulamaya dönüşmesi ve özellikle de Kürt siyasetini dışlayan bir oluşuma kapı aralaması yalnız toplumda derin yaralar açmakla kalmayacak, son dönemlerde etkinliğini iyice yitirmiş olan Meclis’i de, en yerinde deyimiyle, felç edecektir. Bilirsiniz, karnını bıçakla deşme yoluyla kendini öldürme anlamına gelen harakiri sözcüğü dilimize Japoncadan geçmiştir. Geçen hafta bu ülkede egemenliğin iyikötü yaşam bulduğu tek ve son kurum olan Meclis harakiri yaptı. Toplum haklı olarak sormaz mı? Bu Meclis mi ülkede barışı sağlayacak adımları atacak ya da özgürlükçü, eşitlikçi ve demokratik bir anayasa yapacak? 23 MAYIS 2016 SAYI: 33101 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Tahir Özyurtseven Yayın Koordinatörü Murat Sabuncu Yazıişleri Müdürleri Bülent Özdoğan Baydu Can Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Haber Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Dış Haberler: Pınar Ersoy l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. lMuhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 03.40 03.31 04.03 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 05.32 13.08 17.03 05.20 12.52 16.46 05.47 13.15 17.06 Akşam 20.31 20.12 20.31 Yatsı 22.13 21.52 21.06 ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI Medyada Siyasi Tekelleşme Basın özgürlüğünün önündeki temel engellerden birisinin medyada tekelleşme, gazete ve TV kanallarının sermaye gruplarının elinde toplanması olduğu biliniyor. Medyanın sermayenin elinde olmasının, patronların gazetecilik dışı faaliyetlerinin, sahip oldukları gazete ve kanallarda özgür yayıncılık yapılmasını önemli ölçüde engellediği bir gerçek. Basın yayın sektörünün giderek maliyeti yüksek, kâr oranı düşük, hızla gelişen teknoloji nedeniyle sürekli ve pahalı bir yenilenmeyi zorunlu kılan bir sektör haline gelmesi de işi yalnız gazetecilik yapmak olanları sektörün dışına itti. Zor koşullarda varlığını sürdüren bir iki farklı örnek dışında tüm medya bugün büyük sermaye gruplarının elindedir. Omurgası olmayan gazetecilik Bu tekelleşmeye şimdi farklı bir “tekelleşme” daha eklendi. Bu da siyaset eliyle tekelleşmedir. Egemen siyaset odakları baskı ve güçle yayın organlarını kendi görüşleri çevresinde topladı. Farklı isimler verilebilir; “yandaş medya” diyebilirsiniz, maddi desteğin oluşma biçiminden yola çıkarak “havuz medyası” diyebilirsiniz. Sonuç, gazete ve TV kanallarının bir siyasi görüşün her koşulda destekçisi, gazetecilik ilkelerine dayanmayan, aldırmayan bir tekele dönüşmesi oldu. Basit bir “ilkeyle” hareket ediyorlar; “iktidar her zaman ve her koşulda haklıdır.” İktidar strateji ve taktiklerini değiştirdiğinde de ona hızla uyum sağlamak, bir gün önce söylenenleri, yazılanları hızla unutmak bu tarzın en önemli ilkesi haline geldi. Bu da ülkemizde gazeteciliğin içine düşürüldüğü durumu anlatıyor. “Ama onlar artık gazete, yönetenler de gazeteci sayılmazlar” demek de sorunu çözmüyor. Kuşkusuz bu gazeteler, TV kanalları tirajları, izlenme oranları ne olursa olsun geniş kitleleri etkileme gücüne sahipler. Bu durum da halkın doğru gerçek haber alma hakkına ağır bir saldırı anlamı taşıyor. Geride kalan, gazetecilik ilkeleri ne uymayı varlık nedeni olarak gören, halkın haber alma hakkına saygıyla mesleklerini yürütmeye çalışanların çabalarının yetersiz kalacağı açıktır. Özgürlük alanı daralıyor Gazetecilik yapmayı zorlaştıran bir diğer olumsuzluk özgürlüklerin giderek kısıtlanması, bürokrasi ve yargı eliyle gazetecilerin, gazeteciliğin önüne aşılması güç engeller çıkarılmasıdır. Açılan soruşturma, dava sayısı yukarılara tırmandı. Üstelik bu soruşturma ve davalar, mahkumiyet kararları siyasetin en üst kademelerinden yönetiliyor. Açılan hakaret davaları bunun en somut örneği. En üst kamu kurumları da artık gazetecileri hedef göstermeye, onlarla ilgili suç duyuruları yapmaya başladılar. Son örneği Cumhuriyet muhabiri arkadaşımız Sinan Tartan için Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yaptığı suç duyurusu. Bir haber nedeniyle başlatılan bu soruşturmanın nasıl sonuçlanacağını merakla ve kaygıyla bekliyoruz. ErdemCan davasından sonra bu da Türkiye’de medyanın durumunu ve karşı karşıya kaldığı durumun bir fotoğrafı olacaktır. Dayanışma zorunluluğu Peki, bu koşullarla nasıl mücadele edeceğiz? Hangi medya kuruluşunda çalışıyor olursa olsun mesleğine saygılı gazetecilerin, yazarların, muhabirlerin dayanışması bu mücadele için öncelikli koşuldur. Gazetecilik ilkelerini savunan meslek örgütlerinin çabalarını artırmaları gerektiği de ortada. Ve buna kuşkusuz okur desteği eklenmelidir. Okurlar gazeteleri, izledikleri kanalları, gerçeği yansıtıp yansıtmadıkları, ülke gerçeklerine uygun yayın yapıp yapmadıkları konusunda denetlemeye, eleştirmeye, onlara önerilerde bulunmaya daha fazla önem vermelidirler. Okurdan başlayacak, meslek örgütleriyle güçlenecek, muhabirde sonuçlanacak bir dayanışma ağıyla mücadeleyi güçlendirmek zorundayız. kamilmasaraci@gmail.com.tr Türbanı meşrulaştırmayın Üç nesildir evimizde “Cumhuriyet “ okunur. Öncelikle bunu belirtmek isterim. Vaktinizi almak istemem. Ancak 21 Mayıs tarihli gazetede (Neydi, ne oldu, ne olacak? başlıklı) yazı dizisinde Fatma Bostan Ünsal’la yapılan röportaj da bulunuyor. Görüşü ne olursa olsun “türbanlı” birine “Cumhuriyet” gazetesinde yer verilmesinden rahatsız oldum. Bu düşüncemi doğru bulmayabilirsiniz, “kutuplaşmanın bir örneği” diyebilirsiniz, ancak TV ve gazetelerde türbanlı, sarıklı, cüppeli kişilere yer verildikçe bu durumun meşrulaştırıldığını düşünüyorum. Bu mesajım sadece gazeteme verdiğim değerden kaynaklanmaktadır. İyi çalışmalar dilerim. Meral Gürer Okur Temsilcisi’nin görüşü: Gazetelerin temel görevi gerçek lerin okura eksiksiz, nesnel bir şekilde ulaşmasını sağlamaktır. Haberler ideolojik bir süzgeçten geçirilerek halka sunulmamalıdır. Örneğin okurun beğenmediği, yanlış bulduğu bir siyasi çizgi bugün iktidardaysa, onu görmemek, uygulamalarını aktarmamak mümkün değildir. Aynı şekilde iktidar çevrelerindeki farklı yaklaşımları, iktidarın siyasi çizgisini eleştirenleri görmemek gazetecilik ilkelerine uymaz. AKP içindeki farklı görüşler bugün önemli, haber değeri taşıyan konular arasındadır. Bu kapsamda iktidarı içerden eleştiren Arınç’ı görmek ama türbanlı diye bir kadın politikacıyı, farklı görüşler geliştiren bir öğretim üyesini görmemek, onun görüşlerine yer vermemek olmaz. Kaldı ki gazeteci gerçek hoşuna gitmese de gerçeğin fotoğrafını çeken kişidir. Peki, ya sahne nasıl dünyalar yaratır? “Dünya bir sahnedir…” Ölümünün 400. yılı nedeniyle bütün dünyada anılan William Shakespeare’e (15641616) atfedilen bu söylem, yalnızca bir özdeyiş olmanın ötesindedir ve seyirci dahil! tiyatroya bulaşan herkes için olmazsa olmaz bir buyruğu da dile getirir: Dünyayı bir sahne olarak da görebilmek! Başka deyişle, dünyayı aynı zamanda renklerden, gölgelerden ve çizgilerden oluşma bir bütün olarak göremeyen bir ressam ya da karelerden oluşma bir kurgu olarak kafasında canlandıramayan bir sinemacı ne kadar sanatçı(!) sayılabilirse, aynı dünyayı sahne ile özdeşleştiremeyen bir tiyatrocu da ancak o kadar “sanatçı” sayılabilir – yani: Sanatçı sayılamaz! O zaman bizim de bir “oyun” olduğu savıyla sergilenen her gösterimin ardından şu sorgulamayı yapmamız, sanırım eleştirel düşünebilme yetisinin sanata değgin bir uygulaması olacaktır: Dünyadan bir tutamı sahnede kurgulayan bir düzenleme, bize nasıl bir dünya sunmaktadır? Sahnedeki dünyanın ‘gerçekliği’ sorunu… Geçen günlerde Kadıköy’de, Müjdat Gezen Sanat Merkezi sahnesinde izlediğim “Kuvayi Milliye Destanı”, görkemli ve ancak usta işi diye nitelendirilebilecek finalinin hemen ardından biraz yukarıdaki sorunun tüm berraklığı ile kafamda biçimlenmesine yol açtı. Sorunun bu kadar erken gelişini doğal olarak sunulan gösterimin başarısının ilk kanıtı saydım. Çünkü çıkış noktası tarih yüklü olan bir gösterim, her zaman bu yükün ağırlığı altında birtakım kalıplaşmış çözümlemelerle ya da klişelerle karşılaşma riskiyle karşı karşıyadır. Bu tür risklerin en büyük sakıncası da seyirciye “zaten bildiklerini şimdi bir de sahnede izlediği” duygusunu aşılayabilmesi ve bununla sınırlı kalmasıdır. Oysa bir eserin, onu sanat eseri kılan birincil niteliği, konusu ne kadar bilindik olursa olsun, kendisiyle ilişki kuran izleyiciye “Şimdiye kadar bu konuyu hiç böyle düşünmemiştim” dedirtebilmesidir. 20. yüzyılın Batı sanat terminolojisi, sanat eserinin onun alımlayıcısında yarattığı bu etkiyi estetik yaşantı diye adlandırmıştır. Ayşe Emel Mesci’nin asıl başarısı… “Kuvayi Milliye Destanı” oyununun yönetmeni ve koreografı Ayşe Emel Mesci’nin büyük başarısının özü de işte tam bu noktada yatıyor. Yakın tarihin Milli Mücadele ve Mustafa Kemal gibi en ağırlıklı ve en bilinen olgularıyla dolu bir oyunun sonunda seyirciye: “Bu açıdan hiç bakmamıştım!” dedirtebilmek, üstelik bu sonuca Nâzım Hikmet’in görkemli destanının altında hiç kalmaksızın ve tamamı genç oyunculardan oluşma, on sekiz kişilik, birlikte saat gibi işleyen bir kadro ile ulaşabilmek, sahnede bir tür kumar oynamakla eşanlamlı. Bu kumarda Mesci’nin elini güçlendiren en güçlü yardımcılardan biri hiç kuşkusuz Nâzım’ın destanını oyunlaştıran Ali Berktay’ın hiçbir abartıya sapmayan sahne metni ve finalde büyüsü tavana vuran ışık koreografisi. Nâzım’ın da, “Kuvayi Milliye Destanı”nın da onyıllardır aşinasıyım – Mustafa Kemal’in ise tiryakisiyim. Ama tiyatro sahnesinde böylesini bugüne kadar ne görmüştüm ne de olabileceğini düşünmüştüm! 50 kaçak kurtarıldı Kısa Kısa TV sayfalarını yine kaybettik Bir süre iyi gidiyordu. Kanallarla ilgili bilgiler, akış dışında diziler, filmler hakkında haberler de okuyabiliyorduk. Yine kaybettik. Umarız geçicidir. Hilmiye Tunç Umudu keselim mi? Dış dünyanın farklı kentlerinden denemeleri, yazıları beğenerek okuyorduk. Pazar Yazıları kesiliverdi. Umudu keselim mi? Yer darlığının kurbanı mı oldu Pazar Yazıları? Gereksiz bir sürü magazin haberine yer buluyorsunuz desem kızar mısınız? Erdal Uzunoğlu Sizi kutluyorum 3000 üniversite öğrencisine 1 yıllık egazete aboneliği fırsatı sunduğunuz için sizi kutluyorum. Keşke daha fazla üniversiteli yararlanabilse. Nihan Demreli Bodrum’dan yasadışı yollardan Yunanistan’ın İstanköy Adası’na geçmek isterken, bindikleri lastik bot su alan 50 kaçak, Bitez açıklarında sahil güvenlik tarafından kurtarıldı. Devriye görev yapan Bodrum Sahil Güvenlik Bot Komutanlığı ekipleri, dün saat 06.00 sıralarında, Bitez Mahallesi açıklarındaki Çelebi Adası yakınlarında 8 metrelik lastik botta kaçaklar olduğunu belirledi. Bunun üzerine bölgeye giden sahil güvenlik botu, bindikleri 8 metrelik lastik bot su almasına rağmen yolculuklarına devam etmeye çalışan Pakistan ve Afganistan uyruklu toplam 50 kaçağı kurtardı. Sahil Güvenlik botuna alınan kaçaklar, Bodrum Sahil Güvenlik Bot Komutanlığı İskelesi’ne getirildi. İstanbul’dan gruplar halinde otobüslerle geldikleri ve bindikleri botu insan kaçakçılığı organizatörlerinden aldıkları belirlenen kaçakların, Bodrum İlçe Emniyet Müdürlüğü’ndeki işlemlerinin ardından Muğla İl Göç İdaresi Müdürlüğü’ne teslim edilecekleri bildirildi. l BODRUM/DHA C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle