19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR [email protected] Perşembe 21 Nisan 2016 EDİTÖR: CEREN ÇIPLAK TASARIM: ZARİFE SELÇUK AtTila Özdemiroğlu hayata Notalarvedaetti 17 ‘Huzurlar içinde uyu Ati’ “Notalarla dans eden müzik devi aramızdan ayrıldı. Erken gittin Ati. Geçen hafta konuştuğumuzda, ‘yırtarım bundan’ demiştin. Olmadı. İnsanların hayatlarına müziğinle kattığın zenginlikleri fark etmeyen kalmadı merak etme. Deli dolu yaşamından hepimiz bir şeyler çıkardık kendi payımıza. En kızılacak gibi olduğumuz anlarda bile sana kızılamazdı. Çünkü sende bütün dâhilerde olduğu gibi, şeytan tüyü vardı. Uzun yıllar paylaştık. Çok değerli yıllar ‘sen, ben, Aysel, Sezen’ Onno Aysel ve Onno dan sonra sen de gidince, müzik tarihinde koca bir sayfa kapandı. Huzurlar içinde uyu Ati.” Müjde AR şimdi sessiz Besteci ve aranjör Attila Özdemiroğlu (73), ünlü besteleri ve unutulmaz film müzikleriyle akıllardan silinmeyecek Besteci ve aranjör Attila Özdemiroğlu dün sabah saat 09.30’da çoklu organ yetmezliği nedeniyle yaşamını yitirdi. Özdemiroğlu, geçen pazar günü uzun süredir akciğer kanseri tedavisi gördüğü hastaneye yatırılmıştı. 73 yaşında vefat eden Özdemiroğlu’nun cenazesi, bugün Levent Afet Yolal Camisi’nde ikindi namazını takiben kılınacak namazın ardından toprağa verilecek. Attila Özdemiroğlu, gerek bestelediği ve aranjörlüğünü yaptığı şarkılar, gerekse yarattığı film müzikleriyle Türk müziğine çok önemli katkılarda bulunmuş bir büyük usta. Pek çok kült şarkı ve unutulmaz film müziği onun imzasını taşıyor. “Firuze”, “Rakkas”, “Kalbim Ege’de Kaldı”, “Hasret” gibi şarkıların bestecisi Özdemiroğlu; Ajda Pekkan’dan Nilüfer’e, Sezen Aksu’dan Kayahan’a, Nükhet Duru’dan Sertab Erener’e kadar pek çok isim için şarkılar besteledi, aranjörlük yaptı. “Muhsin Bey”, “Ağır Roman”, “Eğreti Gelin”, “Vavien” gibi filmlere yaptığı müzikler ise hâlâ akıllardan çıkmıyor. Özdemiroğlu, Devekuşu Kabare imzalı “Beyoğlu Beyoğlu” (1984) ve Ankara Devlet Tiyatrosu yapımı “Fosforlu Cevriye” gibi oyunların müziklerini de yapmıştı. 7 Altın Portakal Toplam yedi kez Altın Portakal ödülüne değer görülen Özdemiroğlu, 5 Ocak 1943’te Ankara’da doğdu. Üvey anne ile birlikte büyüyen Özdemiroğlu, öz annesiyle 13 yaşında tanıştı. 12 yaşından itibaren okulların pek çok etkinliğinde müzisyenliğiyle boy göstermeye başladı. 23 yaşında ‘Durul Gence 5’ orkestrası ile profesyonelliğe adım atmasının ardından pek çok farklı orkestrayla müzik hayatında yollar aldı. 1970’li yıllar, yaptığı bestelerin dönemin unutulmaz şarkıları olarak anılacağı yıllar oldu. Attila Özdemiroğlu ve Şanar Yurdatapan’ın adlarının ilk harflerini birleştirerek kurdukları ŞAT Yapım, 70’li yılların pop müziğine damgasını vurmuş bir müzik fabrikası gibi işledi. Füsun Önal’ın Attila Özdemiroğlu Sezen Aksu Özdemiroğlu, Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Nilüfer, Nükhet Duru ve Sertab Erener için besteler yaptı. Müziğini yaptığı filmler “Arkadaş” (1974), “Endişe” (1974), “Zavallılar” (1974), “Delisin” (1975), “Haşhaş” (1975), “İzin” (1975), “Seninle Son Defa” (1978), “Göl” (1982), “Şalvar Davası” (1983), “Fahriye Abla” (1984), “Adı Vasfiye” (1985), “Dul Bir Kadın” (1985), “Kurbağalar” (1985), “Züğürt Ağa” (1985), “Anayurt Oteli” (1986), “Asılacak Kadın” (1986), “Kupa Kızı” (1986), “Milyarder” (1986), “Teyzem” (1986), “Afife Jale” (1987), “Muhsin Bey” (1987), “Gece Yolculuğu” (1988), “Kaçamak” (1988), “Arabesk” (1989), “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni” (1990), “Bir Başka Gece” (TV eğlence programı, 19901995), “Robert’s Movie” (1991), “Gölge Oyunu” (1992), “Manisa Tarzanı” (1994), “Akrebin Yolculuğu” (1997), “Ağır Roman” (1997), “Steplerin Üzerinde, Gök Mavinin Altında (Belgesel, 1988), “Sır Topraklar” (1999), “Beşik Kertmesi” (TV dizisi, 2002), “Gönderilmemiş Mektuplar” (2003), “Eğreti Gelin (2004), “Kalbin Zamanı” (2004), “İlk Durak” (Belgesel, 2005), “O Şimdi Mahkum” (2005), “Kilit” (2007), “Aşk Yakar” (TV dizisi, 2008), “Vavien” (2009), “Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi” (2011). Eurovision besteleri n Delisin / Cici Kızlar 1975 n Minik Kuş / Füsun Önal 1975 n Çiçekler / Zerrin Yaşar 1975 n İnsanız Biz / Grup Sekstet 1978 n Aman Petrol / Ajda Pekkan 1980 n Atlantis/Beş Yıl Önce, On Yıl Sonra 1983 n Bir Gün Bize Yetmez / Arzu Ece, Cihan Okan 1987 sesinden dinlediğimiz ‘Senden Başka’, Yeşim’in ‘Olmaz Böyle Şey’i, Nilüfer’i bize tanıtan ‘Dünya Dönüyor’, Esmeray’ın ‘Unutama Beni’ adlı şarkısı, Cici Kızlar’ın ‘Delisin’i, Melike Demirağ’ın söylediği ‘Arkadaş’, Sezen Aksu’dan dinlediğimiz ‘Olmaz Olsun’ adlı unutulmaz şarkıların hepsinde bu ikilinin imzaları vardı. Bir dönem profesyonel pilotluk da yapan Özdemiroğlu, 6 yaşında sünnet düğününde hediye edilen bir mandolinle kendisini notaların rengârenk dünyasının içinde bulmuştu. İlerleyen yıllarda keman, flüt, vibrafon, trombon, çello, viyola ve piyanoya hâkim bir müzisyen haline geldi. Bir dönem MESAM’ın başkanlığını da yapa rak, telif mücadelesinde unutulmaz emekler verdi. Yakın dönem ödülleri n En İyi Müzik (Vavien) 2010 42. SİYAD Ödülleri n En İyi Müzik (Vavien) 2010 3. Yeşilçam Ödülleri n En İyi Özgün Müzik (Eğreti Gelin) n 2005 12. Adana Altın Koza Film Festivali ‘İnce, keskin ve müstehzi’ Ölen her arkadaşımızla birlikte biz de biraz ölüyoruz galiba. En azından anılarımız soluyor. Attila’nın ölümünü duyduğum zaman aklıma ilk gelenler birtakım soluk fotoğraflar oldu: Yıl 1978. Beyoğlu’nda ŞAT Yapım stüdyosundayız, Nâzım Türküsü albümünü çalışıyoruz Attila ile. Kayıtları İhsan Apça yapıyor. Köhne apartmanın asansörü çalışır çalışmaz kayıt kesilmek zorunda. Karlı ka.. deyip kalıyorsunuz, Hoşgeldin beb.. deyip tıkanıyorsunuz. İki tane basit TEAC teyp makinesi var. Attila bu basit aletlere senfonik bir orkestra sığdırıyor. Yıl 1979. Atlı’nın Türküsü albümü aynı koşullarda kaydediliyor. Yine 79. Avrupa turnesi yapıyoruz. İki Amerikalı müzisyen, Ferhat ve Attila. Kemanı bırakıp trombonu alıyor, trombonu bırakıp xlefona geçiyor. Yetenekli mi yetenekli. Resmi konservatuar eğitiminin yetiştiremediği bir güçle armoni biliyor, birçok enstrüman çalıyor, bununla da yetinmiyor; konsol başına geçip kayıt yapıyor. Bozulan aletleri, inanılmaz bir yetenekle tamir ediyor. Ve arkasından çökük avurtları ve fıldır fıldır gözleriyle kahkahalar patlatıyor. Clint Eastwood tarzı bir yakışıklılığı var. Hep ince, hep keskin ve hafif müstehzi. Her davranışı, sıradan biri olmadığını kanıtlıyor sanki. Aşklarını anlatıyor, heyecanlarını paylaşıyor. Nâzım Türküsü ve Atlının Türküsü albümlerin ZÜLFÜ LİVANELİ de kendimizi maden işçilerine benzetiyoruz. Anadolu’nun toprak altında gömülü müzikal madenlerini kazıyoruz kan ter içinde. Sonra 1984. Paris’te Ada albümünü kaydedip kalıplarını getirmişim. Attila da Erol Simavi ile birlikte ART diye bir şirket kurmuş. Yayınladıkları ilk albüm ADA oluyor. 4. Levent’teki ofislerinde büyük bir davet veriyorlar. Sezen, Nükhet, Müjde, Yaşar Kemal; dostlar, dostlar, dostlar. Sonra Şan Tiyatrosu’nda üstüste 24 konser yapıyoruz. Beyazlara gömülmüş bir sahnede rengarenk ışıklar altında on üç yetenekli müzisyen. Kimler yok ki içinde; Yaz Baltacıgil, Selim Selçuk, Yusuf Güler, Gülden Turalı, Mustafa Budan... Hepsinin başında Attila var. Bellek, geçmiş günleri cilalıyor mu yoksa gerçekten daha mı güzeldi her şey? Buna vereceğim cevap basit: Evet daha güzeldi. Bir askeri diktatörlükten kurtuluyorduk, halkımıza güveniyorduk, yeni şeyler yaratma heyecanı içindeydik, çalışmalarımızı uzun sarhoşluk gecelerinde kutluyorduk. Hepsi geride kaldı. Müziğimin ve hayatımın kalelerinden Attila da gitti. Biraz daha mahzunuz, biraz daha eksik. Deyimdeki gibi “Şen olasın Halep şehri!” diyeceğim ama Halep bile şen değil. Elveda sevgili dostum. ‘Çevresine ilham verirdi’ RAHMAN ALTIN (Besteci ve opera sanatçısı) 80’li yıllarda, hangi Türk filmini izlerken, müziklerini ilginç, kayda değer veya keyifli bulsam; (mesela, Teyzem, Züğürt Ağa, Mühsin Bey, Arabesk), hangi pop şarkısının aranjeleri beni heyecanlandırsa, arkasında Attila Ağabey’in imzasının olduğunu görür, doğru tahmin ettiğim için kendi kendime sevinirdim. 15 yaşımda onunla tanştım. En son, Türk sinemasının ON’ları ödüllerinde görmüş, sohbet etmiştim. Çok prensipli, çok çalışkan, çok yetenekli bir besteci ve aranjördü. Çevresine ilham verenlerdendi. Türk müzik dünyasının değerlerinden biri daha Hakk’a yürüdü.. Çok sever, sayardım. Allah rahmet eylesin... Hayallerin peşinde kanatlanmak... Tam iki saat boyunca düş gücünüzün kanatlarıyla muhteşem bir serüvene dalıyorsunuz... Okyanuslara yelken açıyor, ormanlarda dolaşıyor, balonlarla uçuyor, yıldızlara uzanıyor, yeni dünyalar keşfediyor, sisler labirentinde yol arıyor, kar fırtınalarında ilerliyorsunuz... Daha neler, neler... Her kaybolur gibi olduğunuzda sahnedekiler imdada yetişiyor. Bir gülümseme, bir bakış, bir duruş, bir boyun büküş, önünüzde derhal yeni yollar, yeni serüvenler açıyor... Şimdi kahkaha, şimdi hüzün, şimdi şiir, şimdi bir gülümseme, şimdi bir ses, şimdi bir duygu, sonra bir renk, sonra bir renk cümbüşü, sonra bir mevsim derken yeryüzünün tüm mevsimleri, sonra yine şiir, yine şiir... Ve işte yeryüzünün tüm duyguları... Duygusal soytarılar Baştan başlıyorum: Önceki akşamdı. Zorlu Gösteri Merkezi’ndeydi: “Slava’nın Kar Gösterisi”ni izledim. (İngilizce “Slava’s Snowshow” diye ilan ediliyor.) St. Petersburg’dan gelen, günümüzde çok ünlenmiş, dünyanın her yerinden ödüller toplayan gösteriyle aynı adı taşıyan topluluk, “okullu” soytarılardan, palyaçolardan oluşuyor. Hepsi Soytarılar Akademisi mezunu ve tiyatro, mim, pantomim, akrobasi, görsel sanatlar ve müzik alanlarında ustalar... Sahnede elbet teknik donanım, görsellikten sonsuz yararlanıyorlar ama onları bence büyücü kılan ve sahnede o büyüyü (yaşamın büyüsünü) yakalamalarına yol açan en önemli öğe, duyarlılıkları. Yani sihirbazlığa değil, duygulara öncelik veriyorlar. iGslyaasnnost öncesi Topluluğun kurucusu; yöneticisi, eğitmeni, her şeyi Slava Polunin’i (d.1950) daha bunca ünlenmeden önce dünyanın sayılı festivallerinden birinde Bordeaux’daki Sigma Festivali’nde tanımıştım. Sene 1991’di. O zaman topluluğunun adı “Litcedei”ydi. (Rusça “Oyuncular” demek) Slava Polunin’le yaptığım röportajda, Sovyetler Birliği’nde Glasnost’u, Gorbaçov’dan on yıl önce bu toplulukla başlattığını; ama karşılığında çok hırpalandığını, çok yasaklandığını, buna karşın ödün vermeden, çizgilerinden sapmadan sanatını sürdürdüğünü anlatmıştı bana. Festivalde onlardan iki sözsüz oyun izlemiştim: Çernobil üzerine “Facia” ve yaşama sevinci üzerine “Revü”. İkisi de sadece isyan duygusunu kışkırtmıyor, aynı zamanda önceki akşam izlediğim gösterinin tüm ipuçlarını barındırıyordu. Neyin isyanı İsyan neye karşı mı? Dünyadaki haksızlıklara, sömürüye, şiddete, yozluğa ve hoyratlığa karşı isyan! Önceki akşam gösteri sona erdiğinde 7’den 77’ye tüm salonun yaşadığı mutluluğu mümkün kılan belli başlı özellikler şunlardı: Sonsuz bir düş gücü. Müthiş bir incelik. Olağanüstü yetkinlik. Disiplin. Hiç şaşmayan zamanlama. Seyirciyle çarpıcı etkileşim. Slava’nın kar fırtınası sona erdiğinde yeryüzü güzeldi. Dünyada kötü insan ve savaş yoktu. Ülkemde katliam, rezillik, karşıdevrim yoktu. Soytarılar sadece sahnedeydi. Yarın her şey daha güzel olacaktı. Sanki yarın duruşmada tutuklu akademisyenler serbest bırakılacak, Can Dündar ve Erdem Gül’ün tüm davaları düşecekti... Türkiye yüzü gülen insanların ülkesi olacaktı... 24 Nisan’a dek matine suare 6 gösteri daha var. Kaçırmayın! HHH Attila Özdemiroğlu Ah yüreğim! Ah o müzikler, o dostluklar, o geçen yıllar... Yeryüzünün en cömert, en iyi kalpli müzik ustası Sevgili Attila... Müziğin, güzel kişiliğin ve muhteşem gülüşün artık hep bizimle... Şimdi seni orada Onno ile birlikte yeni armoniler, yeni ritimler, yeni yeni keşifler peşinde görüyorum. Sevgiyle, aşkla kalın ikiniz de... C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle