25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Olaylar ve GOrUSler 16 posta@cumhuriyet.com.tr EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA Rusya ile satranç KÜLTÜR SANAT Perşembe 10 Mart 2016 CENK BAŞLAMIŞ Gazeteci Türk hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle Rus jetinin F16’lar tarafından vurulmasının üzerinden üç ayı aşkın bir süre geçti. Olayın yaşandığı 24 Kasım ve takip eden günlerde çelişkili açıklamalar yapan Ankara bir yandan Moskova’nın hava ihlalleri nedeniyle birçok kez uyarıldığını bildirdi, diğer yandan da “Rus uçağı olduğunu bilseydik düşürmezdik...” mesajı verdi. Rusya ise, bizzat Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ağzından “Sırtımızdan vurulduk” açıklamasıyla uçağının düşürülmesine son derece sert tepki gösterdi ve “Düşman Türkiye” propagandasına başlayarak peş peşe ekonomik yaptırım kararları uyguladı. SU24’ün düşürülmesinin pratikteki en önemli sonuçlarından biri, Rusya’nın Suriye’de daha da güç kazanması, buna karşılık Türkiye’nin neredeyse devre dışı kalması oldu. İlk tepkiler... Uçak olayının ardından çok farklı görüşler dile getirilmekle birlikte, aralarında bu satırların yazarının da bulunduğu çoğunluğun kabaca ortak değerlendirmesi Türkiye’nin artan hava ihlalleri nedeniyle sonuçlarını fazla düşünmeden Rusya’ya bir “ders vermek” istediği, Suriye’deki operasyonla uluslararası kamuoyuna şov yapan Kremlin’in ise mağdur duruma düştüğü havası yaratarak sert tepki verdiği yönündeydi. Moskova’nın Türkiye’ye yönelik olağanüstü sert tepkisini Rusların duygusallığına bağlayanlar da az değildi. Gerçek tablo Ancak, geçen hafta Moskova’daki değişik çevrelerle yaptığımız görüşmeler gerçek tablonun biraz daha farklı olabileceğini ortaya koydu. Olaylara Türkiye’nin Rusya’ya ait SU24 tipi bir savaş uçağını düşürmesi sadece iki ülke arasındaki ilişkilerin tepe taklak olmasına yol açmadı, bölgesel dengelerde de önemli değişiklik yarattı. 24 Kasım 2015’te Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Hatay sınırında Rus uçağını düşürmesi ile birlikte soğuk savaş sonrası TürkRus ilişkilerindeki en gerilimli dönem de başlamış oldu. Türkiye’den bakışla, Rusya’nın kalbinden, yani Moskova’dan bakış arasında önemli farklar var... Örneğin, uçak olayının ardından fazla dile getirilmeyen bir olasılık güçlenmiş görünüyor, o da Rusya’nın Türkiye’ye karşı politikasındaki stratejik değişikliği aslında 24 Kasım’dan önce yapmış olması. Bu ne anlama geliyor? Anlamı şu: her ne kadar Rusya farklı göstermeye çalışsa da gerçekte Türkiye’yi “silme” kararı 24 Kasım’dan önce alınmış. Önemli çünkü bundan sonra Türkiye sadece Suriye’de değil, Kafkasya’da, Orta Asya’da, Balkanlar’da hep Rusya’yı karşısında bulacak. Bu değerlendirme doğruysa Rusya Türkiye’yi neden “silmiş” olabilir? Nedeni Suriye’de iç savaşın başladığı ve o ana kadar görünüşte aralarından neredeyse “su sızmayan” iki ülkenin bir anda kendilerini ayrı kamplarda bulduğu 2011 yılının başlarında aramak gerekiyor. Planlı tutum Türkiye ile Rusya Suriye’de taban tabana zıt pozisyonlar aldı, biri Beşşar Esad’ı devirmek, öteki iktidarda tutmak için elinden geleni yaptı. Bu süreçte Türkiye’nin en önemli hataları, Suriye’de yumurtaların hepsini aynı sepete koymak, Rusya’nın Suriye’deki gücünü ve yapabileceklerini anlamamak, her fırsatta adını da vererek Moskova’yı eleştirmek ve İsmet İnönü’ye atfedilen o ünlü, “Büyük devletlerle ilişki kurmak ayıyla yatağa girmeye benzer” sözünü unutmaktı. Böylece Rusya açısından garip bir durum ortaya çıktı: 2000’li yılların ortalarında Ankara’ya karşı politika değişikliğine giderek, “Gelin bu bölgeyi birlikte yönetelim” diye özetlenebilecek bir taktik benimseyen, asıl amacı ise Türkiye’yi kullanarak ABD’yi mümkün olduğunca uzak tutmak olan Moskova kendisi için en hayati konuda Ankara’yı karşısında buldu. Rusya bağları kopardı Oysa Türkiye Batı’ya göbeğinden bağlıydı ve Rusya’ya enerji alanında yakınlaşmak dışında tek yapabildiği, o da şakayla karışık, Şangay İşbirliği Örgütü’ne girmekten söz etmesiydi. Kısacası Türkiye’ye beslediği bütün umutlar boşa çıkan Rusya açısından taktik yakınlaşmayı daha fazla sürdürmenin bir anlamı kalmamıştı. Böylece, ama uçağının düşürülmesini provoke ederek ama o olayı bahane ederek Türkiye ile bütün bağları bir anda kesti attı. Peki, özellikle Batı’nın baskısıyla ilk “silen” tarafın Türkiye olması ihtimali yok mu? Elbette teorik olarak var ama 24 Kasım sonrasında bölgede yaşanan gelişmelere baktığımızda Türkiye’nin durumu, satranç bilmeden Rusya ile satranç masasına oturmuş birine benziyor. Memurlara siyaset yasağı Av. ERSİN ALBUZ KESKBTS İstanbul 1 No’lu Şube Basın Yayın Sekreteri İşçilerin örgütlü olduğu DİSK, memurların örgütlü olduğu KESK, meslek örgütleri TMMOB ve TTB, siyasi partilerden başta CHP olmak üzere, HDP, bunların dışında toplumsal ve siyasal hassasiyetleri olan demokratik kitle örgütleri ve sivil toplum kuruluşları sokak, alan etkinlikleri, mahalle forumları gibi eylem ve etkinliklerle ülkede demokrasinin, özgürlüklerin, seküler yaşamın geliştirilmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması yönünde toplumsal muhalefete ivme kazandıracaktır. AKP’nin önlemi Kamu görevlileri bulundukları konumları gereği toplumsal muhalefetin çok önemli bir ayağını oluşturur. Bunun farkında olan AKP iktidarı önlem olarak “Milli Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları” konulu ve 2016/4 sayılı Başbakanlık Genelgesini 17 Haziran 2016 tarihli ve 29627 sayılı Resmi Gazete’de yayımlayarak yürürlüğe koymuştur. Genelge, anayasa ile güvence altına alınmış demokratik toplum ilkesini ve memurların siyaset yapma hakkını ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Söz konusu genelge anayasanın 2, 5, 10, 11, 17, 24, 25, 26, 34, 36 ve 67. maddelerine aykırıdır. 2016/4 sayılı Başbakanlık Genelgesi ile “Terör örgütleri veya legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten yapılarla ilişki kuran veya eylem birliği içerisinde olan, bu örgüt ve yapıların emir ve talimatıyla hareket eden...” şeklindeki suçlar öngörerek legal/yasal örgütleri de suç örgütü Siyasi iktidarın iç ve dış politikasının çökmesi, ekonomik krizin derinleşmesi, yoksulluk ve işsizliğin yaygınlaşması dikkate alındığında, önümüzdeki süreçte toplumsal muhalefetin önünde çok ciddi bir alan açacaktır. kapsamında düşünerek örgütlü hak arama yollarını da tıkamayı amaçlamaktadır. Bunu genelgeyi 12 Eylül Faşist Cuntası tarafından 12/5/1982 tarih ve 2670 sayılı kanunun 31. maddesi ile 657 sayılı DMK’ye konmuş 125. maddesinin “Do” ve “E; a,b,c” ben/fıkralarına dayandırmaktadır. Ancak 12.05.2012 tarihinde Cunta tarafından konmuştur. Cunta tarafından konulmuş anti demokratik yasaların temizlenmesi gerekmektedir. Cuntanın anayasasından şikâyet eden AKP iktidarı Cunta dönemi anti demokratik yasaları genelge ile daha da derinleştirmekte ve yaygınlaştırmaktadır. Yetki tecavüzü İdare, kamu hizmetlerini yürüten memurların sadece idare görevlerinin ifası sırasında tarafsız ve bağımsız olması için tedbirler alabilir ve disiplin hükümleri koyabilir. Toplumsal yaşamı ilgilendiren ve yasal düzenleme gerektiren bir hususta idari düzenleme yaparak yetki tecavüzü gerçekleşmiştir. İdare hukuku alanı dışın çıkarak idare ile hiç ilgisi olmayan memurun özel demokratik ve siyasi hayatına mü dahil olan ve 12 Eylül faşist düzenlemesine dayanan genelgenin kamuoyunda da açıkça deşifre edilmesi gerekmektedir. Sivil hayata müdahale Söz konusu genelge ile milyonlarca memurun özel yaşamına, sivil hayatta siyaset yapma hakkına doğrudan müdahaledir. Politik olma düzeyi ve oranı Türkiye ortalamasının üstünde olan memurları politik alandan uzaklaştırmayı hedefleyen, iş güvencesini tehdit eden bu genelge aynı zamanda 12 Eylül faşist cuntası tarafından konmuş DMK’nin anti demokratik hükümler içeren 125. maddesinin “Do” ve “E; a,b,c” bent/fıkralarını yargı yolu ile ortadan kaldırma olanağı da sunmaktadır. KESK’in 2016/4 sayılı Başba kanlık Genelgesi’ne karşı 17 Haziran 2016 tarihinden itibaren 60 gün içinde Danıştay’da iptal davası açarak ve bu genelgenin dayanağı olan DMK’nin 125. maddesinin “Do” ve “E; a,b,c” bent/ fıkralarının anayasaya aykırılığı ileri sürülerek Danıştay’da bu kanun maddeleri için Anayasaya aykırılık iddiasında bulunarak, antidemokratik yasa hükümlerinin temizlenmesine katkı sunacaktır. Ayrıca, dava sürecinde 12 Eylül faşizminin AKP iktidarı tarafından geliştirilerek ve derinleştirilerek sürdürülmek istendiğini görünür kılacaktır. 05.03.2015 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan makalem “AKP Hükümetince halkın sosyal ve ekonomik haklar yönünde sürekli mağdur edilmesi, demokratik hukuk devletinin örselenmesi, polis devletine doğru giden bir sürecin zorlanması ancak birleşik muhalefet cephesi ile engellenebilir. Bu cephenin en önemli ayaklarından biri DİSK, TTB, TMMOB ve KESK’tir. Sosyal demokrat, sol ve sosyalist partiler ile bağımsız medya da diğer unsurlarıdır. Anayasa ile güvence altına alınmış “Demokratik, Sosyal Hukuk Devleti”ni hayata geçirmek ve yaşatmak bu güçlerin birleşik mücadelesi ile mümkün olacaktır. ... Demokrasi güçleri olanakları iyi kullanması halinde AKP’nin örmek istediği ablukaya geçit verilmeyecektir” şeklinde sona ermektedir. Görülüyor ki o günden bugüne değişen tek şey anti demokratik ve hukuk dışı uygulamaların arttığıdır. Her bir olanak demokrasi, özgürlük, hukuk ve adil bir Türkiye için kullanılmalıdır. İşimiz çok, yolumuz engelli ama umut her daim var ve var olmaya devam edecektir. 8 Mart’ta neler oldu? 8Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü geride kaldı. O gün neler oldu diye kuşbakışı bir tarama, memleket durumunu ortaya koymaya yetiyor: l Sevinçle, onurla, paylaşımlarla kutlanması gereken bu haftanın etkinlikleri  birçok vilayette yasaklandı. Yasağı dinlemeyenlere biber  gazı, polis copu, hakaret reva görüldü...  l Erdoğan “olumlu kadınları” Saray’da ağırladı. l Üç kadın, aileden bir erkek tarafından bıçak darbeleriyle 8 Mart’ta öldürüldü. 2015’te 335 kadının; Ocak 2016’da 30 kadının öldürüldüğü açıklandı. l Erdoğan konuştu: “Birileri için din ve aile kadının özgürleşmesi önündeki en büyük 2 engeldir. Bu iddiaların sahipleri yıllarca kadını özgürleştirmek, medenileştirmek adına bu ülkenin milyonlarca kadınına zulmetmiştir!” l Erzurum’da cinsel saldırıya uğrayan 13 yaşındaki İ. Y’den soruşturma aşamasında 3 kez bakirelik raporu alınmıştı. Mahkeme tekrar rapor isteyince babası isyan etti ve “Kızımı her defasında ağlayarak geri getirdim. Bir daha rapor almaya göndermem” dedi. l Erdoğan da ağladı. “Ömrüm size feda olsun” diyen kadının karşısında çok ağladı. (Bkn: Mine Söğüt’ün dünkü muhteşem yazısı!) l İstanbul’da binlerce kadın 8 Mart akşamı Taksim’den Tünel’e barış ve özgürlük pankartları, “geceleri, sokakları, meydanları terk etmiyoruz” sloganlarıyla yürüdü. l Anadolu Ajansı Brezilya, Etiyopya, Meksika, Madagaskar’daki kutlamaları “gördü”, feminist gece yürüyüşünü görmedi. l Kadınlara ilişkin sayısız rapor yayımlandı. Tümünde kadın istihdamının yüzde 28’e gerilediği vurgulandı. (Dünya ortalaması yüzde 51’dir.) l Erdoğan kadınlardan dört çocuk yapmalarını istedi; “Doğum kontrolü, aile planlaması, yaptılaaaar, yapıyorlar; niye biliyor musunuz? Neslimizi kurutmak içiiiiin” diye kükredi. l Muğla Fethiye’de Özgecan Parkı’nın açılışı öncesi parkta bulunan balerin heykeller kaldırıldı. Heykellerin kaldırılma nedeni müstehcenlik. “Balerin bacaklarının normalden fazla açık olması...” l Günün en muhteşem, en yaygın “eğlencesi”, Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Okudan’ın “Cinsel ilişkideyken şeyhinizi düşünün” öğüdüne gelen tepkilerdi. Cinsel ilişki sırasında Şeyhinizi (?) hatırlarsanız çocuk bereketli ve ahlaklı olurmuş. l KA:DER eşitlik karnesini açıkladı: Meclis’te 550 milletvekilinin 81’i kadın (yüzde 14.7); 21 bakanın 2’si; 30 Büyükşehir Belediye Başkanı’nın 3’ü; 1351 belediye başkanının 37’si; 7 yüksek yargı organı başkanının 1’i; 14 işveren ve meslek örgütü başkanının 1’i; 179 rektörün 17’si kadın. l Erdoğan’ın sık sık bir araya geldiği 50 bini aşkın muhtar arasında kadın sayısı ise sadece 640 (yüzde 1.3). l Günün en beğenilen ilanı ve afişi Uludağ gazozunun gazetelere verdiği şiddete dur diyen ilanı ve Koç Holding’in “Cinsiyet eşitliğini sağlamaya sözlerinle başla” diye biten afişiydi. l Diyanet İşleri “Ateistle evlenilmez” fetvası verdi. Neden bunca şiddet? İşte böyle... Bir de soruyorlar neden diye? Yalnızca “zihniyet” , “gelenek görenek”,“eğitimsizlik” ya da “din” ile  açıklanamaz. İktidarların politik, ekonomik ve toplumsal ilişkilerde kadınlara karşı ayrımcılığı ve sömürüyü içselleştirmiş olmalarıdır asıl neden. Bunu giderecek bir politika geliştirememeleri; bu politikayı uygulamaya sokacak mekanizmaları kurmamış olmalarıdır… Bugün Türkiye’de kadına yönelik şiddet ve bu şiddetin tırmanışı, ülkemizde egemen olan genel şiddetin bir uzantısıdır.   Ayrımcı ve nefret dilini tırmandırıcı söylem... Ülkeyi yönetenler bu söylemi sürdürdükçe şiddet artıyor, artacak.   Kadınerkek eşitliğinin bir demokrasi sorunu olduğunu anlamayan zihniyet başımızda bulundukça bu böyle sürecek!  Bizler de mücadele edeceğiz. Bu kılavuzda sanatsal özgürlük var Sanatçıların ve sanat kurumlarının sanatsal ifade özgürlüğü hakkının ihlal edilmesi durumunda haklarını nasıl arayabileceklerine dair önerilerin yer aldığı “Sanatsal İfade Özgürlüğü Kılavuzu” yayımlandı. Siyah Bant ve İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin işbirliğiyle hazırlanan kılavuz İsveç Başkonsolosluğu ve Sivil Düşün AB Programı Aktivist Desteği kapsamında, Avrupa Birliği tarafından destekleniyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ulaş Karan ve Siyah Bant’tan Pelin Başaran’ın kaleme aldığı kılavuz iki ana bölümden oluşuyor. Mücadele yöntemleri “Hukuki Arka Plan” başlıklı ilk bölümde sanatsal ifade özgürlüğü hakkının tanım ve kapsamı ile sanatsal ifade özgürlüğüne ilişkin ulusal ve uluslararası düzenlemeler anlatılıyor. “Pratik bilgi ve öneriler” başlıklı ikinci bölümde ise karşılaşılan sansürlerden yola çıkarak oluşturulmuş örnek vakalar ve bu durumlar la karşılaşılması halinde izlenebilecek yollar özetleniyor. Sanat eseri veya etkinlik sebebiyle sanatçı hakkında savcılık tarafından soruşturma başlatılması, sanat etkinliğinin kolluk güçleri tarafından keyfi biçimde engellenmesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı veya başka bir resmi kuruma yapılan fon başvurusunun keyfi gerekçelerle reddedilmesi kılavuzda yer alan örnek vakalardan birkaçı. Kılavuzun sonunda ise sanatsal ifade özgürlüğü alanında daha uzun süreli bir mücadelenin nasıl yürütebileceğine dair öneriler ve hak ihlali durumunda başvurabilecek ulusal ve uluslararası mecraların iletişim bilgileri yer alıyor. Kılavuzun dijital basımına www.siyahbant.org adresinden ulaşılabilir. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle