15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Çarşamba 28 Aralık 2016 6 haber EDİTÖR: SERKAN OZAN Adalet, vicdan ve FETÖ üyeliği davası sanığı savcı Murat İnam’ın yürüttüğü soruşturma kapsamında Silivri Cezaevi’nde tutulan yazar ve yöneticilerimiz adına Anayasa Mahkemesi’ne bireysel hukuk için başvuruda bulunuldu. Ayrı ayrı yapılan başvurularda tutuklama kararıyla “kişi güvenliği ve özgürlüğü”, “düşünce ve basın öz Gazetemiz avukatları, yazar ve yöneticilerimiz adına Anayasa gürlüğü” ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18. maddesinde Mahkemesi’ne başvurdu. Başvuruda, düşünceyi açıklama ve düzenlenen “sınırlamaların amaç dışı kullanılamaması” haklarının yayma, basın ve ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği belirtildi ihlal edildiğine dikkat çekildi. Başvurularda ileri sürülen sav lardan ilki, tutuklama kararın da kuvvetli suç şüphesini göste ren belirtilerin olmaması. Ana yasa Mahkemesi, bu yıl başın da verdiği “Erdem Gül Can Dün dar kararı”nda, bir kişinin suç iş lediği hususunda “kuvvetli belir ti” bulunmasını tutuklamanın ol mazsa olmaz unsuru olarak be lirtmişti. Yazar ve yöneticilerimiz adına yapılan başvurularda, şüp henin varlığını kanıtlayıcı hiçbir açıklama olmadığının altı çizildi. Bilindiği gibi yazar ve yöneticile rimiz için verilen tutuklama ka rarında, tek tek gerekçe yazılma mış, toplu bir gerekçe yazılmıştı. Başvurularda, tutuklama kararın daki kuvvetli suç şüphesinin var lığına ilişkin yazılan bu toplu ge rekçenin ve dayanaklarının hukuk ve mantık sınırlarının öte Gazetecilik sinde olduğu vurgulandı. Defalarca istedik Gazetemiz yazar ve yöneticileri 54 gündür cezaevinde. rında “kaçma” ya da “delilleri de özgürlüğü karnesindeki kö susturuluyor Başvurularda hak ihlali olarak öne sürülen konulardan biri ise dosyadaki evrakların savunmaya verilmemesi oldu. Savcılık ifadesi sırasında sorulan soruların bilirkişi raporu ve MASAK raporuna dayandırılması nedeniyle, bunların defalarca talep edildiği ancak hiçbirinin verilmediği anlatıldı. Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre bilirkişi raporları hakkında kısıtlama kararı da verilemeyeceğinin vurgulandığı başvuruda, “bu kısıtlama genel olarak adil yargılanma hakkını, özel olarak da tutuklama önlemine karşı etkili başvuruda bulunma hakkını doğrudan ilgilendirmektedir” denildi. Kaçma tehlikesi yok Başvurularda ileri sürülen diğer bir sav, tutuklama kararla karatma” şüphesine dair hiçbir bulgu bulunmaması oldu. Anayasanın 19/3. maddesi uyarınca bir tutuklama kararı verilebilmesi için bu durumlardan birinin olması ve tutuklamayı zorunlu kılması gerekiyor. Başvurularda, bu yönde hiçbir bulgu olmadığı, tam aksine tutuklu yöneticimiz Akın Atalay’ın, hakkındaki yakalama kararını ve 9 Cumhuriyet mensubunun tutuklandığını bilmesine rağmen bir hafta içinde yurda döndüğü, çizerimiz Musa Kart’ın ise emniyet müdürlüğüne telefonla çağrı üzerine kendisinin gittiği belirtildi. Bu somut olgunun tutukluluğa itirazları inceleyen 10. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından yok sayılması 19/3. maddenin ihlali olarak nitelendirildi. Başvurularda, Türkiye’nin ifa tü gidiş nesnel verilerle ortaya konduktan sonra yazar ve yöneticilerimizin tutuklanmalarının politik niteliğine dikkat çekildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “uluslararası insan hakları kuruluşlarıyla bağlantı içinde olan kişilerin tutuklanmaya başlandığı bir siyasi atmosferde tutuklama tedbirinin politik amaç taşıdığı” yönündeki tespitlerine yer verilerek, yazar ve yöneticilerimiz yönünden de tutuklamaların amaç dışı kullanıldığı savlandı. AİHM yolu Öncelikli inceleme talebi içeren başvurularda Anayasa Mahkemesi’nin, AİHM kararlarında yer verilen süre içinde karar vermemesi halinde AİHM’ye başvurulacağı belirtildi. Başvurularda yazar ve yöneticilerimizin Cumhuriyet gazetesi mensubu olmaları nedeniyle tutuklandıkları, tutuklamaların tek amacının gazetenin ifade özgürlüğüne doğrudan bir müdahalede bulunmak olduğunun altı çizildi. Müdahalenin en ağır adli önlem olan tutukluluk şeklinde gerçekleşmesinin ise ifade ve basın özgürlüğünün tamamen askıya alınması anlamına geldiği belirtildi. Gerçekte susturulmak istenenin bizatihi “gazetecilik” olduğu ifade edilerek, “Böylesi bir toplu tutuklama karşısında hiçbir gazeteci, hiçbir yazar kendisini güvende hissedemez” denildi. Tutuklama kararının cezalandırma amacı taşıdığı, hukuki olmaktan uzak ve siyasi ni teliği ağır basan bir uygulama ŞENOL BURAN’IN olduğu dile getirildi. TutuklaNmaSI Başvurunun dünya basınında 2 öznesi var Gazetemizin kantin işletmecisi Şenol Buran’ın “Cumhurbaşkanı’na hakaret” iddiası ile tutuklanması haberi dış basında da yankı buldu. Reuters ve AFP haber ajanslarının yanı sıra Britanya, ABD ve Alman basını da habere yer verdi. Cumhuriyet’in, Türkiye’de hükümeti eleştiren çok az sayıda gazeteden biri olduğunu hatırlatıldı. Haberlerde dikkat çekilen nokta ise Türkiye’de ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ suçundan yargılananların 4 yıla kadar hapis cezasına çarptırılabildikleri oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın avukatlarının bugüne dek 1800’den fazla kişi hakkında dava açtıkları ifade edildi. Frankfurter AllgemeIne ZeItung ‘Doğru haberi de Erdoğan belirliyor’ Almanya’nın iktidardaki CDU’ya yakın çizgideki gazetelerinden Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ) “Türkiye’de neyin doğru haber olduğunu Erdoğan belirliyor” başlıklı bir haber analize yer verdi. “Gözetim ve kilit altına almak: Sosyal medya platformlarının kontrolü konusunda Türk hükümeti herkesten ilerde. Kendilerini sosyal medyada ifade eden muhalifler tehlike içinde yaşıyor” diyen gazete, Noel günü haber ajanslarının “Türkiye’de sosyal medya paylaşımlarıyla ilgili toplu gözaltı” haberleri geçtiğini hatırlattı. Medya organlarının ardından sosyal medya hesaplarına da baskın yapıldığını, Facebook’tan kendi yakınlarına seslendiğini sanan kullanıcının iktidarın hoşuna gitmeyen haber ya da yorum paylaşması halinde kendini hapiste bulabileceğini belirtti. l Dış Haberler AYM önünde “haksız tutuklama” itirazıyla çok sayıda dosya bulunduğunun bilindiği ifade edilerek, başvuruların basın özgürlüğü ve toplumsal vicdan olmak üzere iki öznesi olduğuna dikkat çekildi. Basın özgürlüğü yönünden, tutuklamanın sürmesi durumunun Türkiye’de halkın haber alma ve gerçeğe ulaşma hakkının askıya alındığı ve sınırlandırıldığı anlamına geleceği belirtildi. Toplumsal vicdan öznesine yönelik olarak ise, “Başvuru konusu tutuklama kararı, tüm toplumun gözüne sokularak yargının saygınlığına zarar verilmiş ve insanların adalet duygusu incitilmiştir. Bu başvuru aynı zamanda yargının ve toplumun gördüğü bu zararın sonlandırılmasına yöneliktir. Adalet, vicdan ve hukuk için gereklidir” ifadeleri kullanıldı. l İSTANBUL / Cumhuriyet Nüfus, kanser, kıyamet Geçen hafta Milano’da yapılan 7. Uluslararası Gıda ve Beslenme Forumu’nda dünya nüfusunun 2050’de 10 milyara ulaşacağı ve gıda üretiminin bu nüfusa yetmeyeceği vurgulandı. Önlem alınmazsa 30 yıl sonra her bir dakika içinde ekilebilir arazinin 27 hektarını da kaybetmeye başlayacağız. 2 milyar insan su kıtlığı yaşayacak ve birçok ülkede de “su stresi” hissedilecek. İklim değişikliği gibi çevresel faktörler de eklendiğinde kıtlık, yoksulluk ve açlık kapıları çalacak. Bu, yıllardır yaza yaza bitiremediğimiz, insan denen canlının doğa denen organizmanın “kanser hücresi”ne dönüştüğü iddiasını bir kez daha dillendirme yolunda iyi bir fırsat!.. “Paleodemografi” (Taş Devri nüfusu) üzerine çalışanlar, tarımsal faaliyete geçişin eşiği olan 10 bin yıl öncesinde insan nüfusunun 5 milyon civarında olduğu tahmininde bulunuyor. Eğer çiftçilik ve hayvancılığa geçilmeseydi yaşamını avcılıktoplayıcılıkla sürdüren insana doğanın “nüfus” olarak vereceği izin taş çatlasa 10 milyon olabilecekti. Tarımsal yaşam biçiminin sürdürüldüğü binlerce yıl boyunca nüfus 100 kat arttı ve Endüstri Devrimi başında, 1750’lerde 500 milyon olarak tespit edildi. Bu teknoekonomik dönüşümün ardından 150 yılda üçe katlayıp 20’nci yüzyıl başında 1.5 milyar oldu insan nüfusu. Oradan da yaklaşık 100 yıl içinde bugünlere 7 milyarı aşarak geldi ve işte 2050’lerde de 10 milyara dayanacağı söyleniyor. Dünyada doğanın kendisine koyduğu nüfus sınırını bu derece aşıp hâlâ varlık sürdürebilen başka canlı var mı, bilmiyorum. Ama organizmalarda böyle “canlı”ların olduğunu biliyorum. Kanser hücresini düşünün! Onun, bulunduğu yerden, düzensiz şekilde ve haddinden fazla üreme sonucu organizmanın başka bölgelerine nasıl yayıldığını, sıçradığını, “metas tas” yaptığını... Yerleştiği yeni bölgelerde doku ve organların işleyişini bozup onların çalışmasını nasıl engellediğini... Ve ne yapsanız kanserin ilerleyişini durduramadığınızı... İşte Taş Devri’nden bugüne insanın doğa karşısındaki konumu da bu: İlk ortaya çıktığımız Doğu Afrika’nın savanlık alanlarından zamanla her yere yayılmış, yeryüzünün bütün “doku”larına nüfuz etmiş haldeyiz. Dağbayır, deretepe, gölçöl, vadiorman, kutupokyanus, denizlerin altı, gökyüzü, hatta uzay boşluğuna kadar her yerde insan var. Korkunç bir teknolojik kapasite eşliğinde doymak bilmez bir iktidar hırsıyla yapmadığımız yok, ama ne yapıyorsak da doğadan alarak, çalarak, kopararak yapıyoruz. Soyu tükenen canlı türleri, kirlenen hava, su ve toprak, budanan ormanlar, delikdeşik edilen dağlar, eriyen buzullar, delinen ozon tabakası, artan sıcaklık ve küresel iklim değişimi pahasına... İnsan, yeryüzünün “kanser hücresi” ve tabii ki yok oluşa sürüklediği “organizma” ile birlikte kendisi de yok olma stresi yaşıyor. Milano’daki forumda işaret edilenlerin özünde bu var. Nüfus artışı insanlık tarihinde her daim en büyük sorundu ve nüfus hep kıtlıklarla, salgınlarla, savaşlarla, yani kırımlarla dengelendi. Şimdi de öyle. Suriye krizinin dibini kazıyın, iç savaşın başlamasından önceki yıllardaki kuraklık çıkar karşınıza. İçinde bulunduğumuz küresel ekonomipolitik kıyamet hali, otoriter rejimlere savrulma, herkesin duvarları yükseltip “yabancı” saydığını dışarıda tutma çabası da genel nüfus baskısından bağımsız ele alınamaz. Evet, nüfus artışı hep felaket getirdi insanlığa. Onun iyilik getireceğini ancak ihtiraslarıyla bilgisizliklerini bastıracak cesareti bulanlar söyler. Ve kendilerine adeta taparcasına meftun olanları buna inandırır. KATLİAMIN ÜZERİNDEN 5 YIL GEÇTİ Roboski anması öncesi altı kişi gözaltında Roboski’de 28 Aralık 2011’de 19’u çocuk 34 kişinin savaş uçakları tarafından bombalanarak öldürülmesinin üzerinden 5 yıl geçti. Aileler Başbakanlık tarafından önerilen 123’er bin liralık tazminatı kabul etmeyerek hukuk mücadelesi başlattı. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, başlattığı soruşturmada 2013 yılında “görevsizlik” kararı vererek dosyayı Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı’na gönderdi. Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı da 7 Ocak 2013’te “kaçınılmaz hata” diyerek takipsizlik kararı verdi. Aileler 18 Temmuz 2014’te Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulundu ancak AYM de “eksik belge” gerekçesiyle talebi reddetti. Dosyayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıyarak ada let arayışını sürdüren aileler, bugün kaybettikleri yakınlarını anmak için törenler düzenlemeyi planlıyordu. Bombardımanda 16 yaşındaki kardeşi Serhat’ı yitiren Roboski Derneği Başkanı Veli Encü, Hamza Encü’nün ablası Taybet Encü, Barış aktivistleri Yannıs Vasilis Yaylalı ile Meral Geylani’nin geçen cumartesi günü gözaltına alınmasının ardından dün de bombardımanda yaşamını yitiren Nadir Alma’nın kardeşi Hikmet Alma ile yine bombardımanda yaşamını yitiren Muhammet Encü’nün babası Ubeydullah Encü’nün evlerinde gözaltına alınarak Uludere Jandarma Komutanlığı’na götürüldüğü belirtildi. Ailelerin adalet arayışları sürerken birçok kişiye katıldıkları basın açıklamaları nedeniyle soruşturmalar ve davalar açılmıştı. l Yurt Haberleri GÖZALTINA ALINAN GAZETECİ Ömer Çelik’e gözaltında şiddete suç duyurusu İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi, 25 Aralık’ta gözaltına alınan, kapatılan DİHA Haber Müdürü Ömer Çelik’in özel harekât polisleri tarafından darp edildiği, kendisi ve ailesinin hakaret ve tehdide maruz kaldığı iddiasıyla ilgili suç duyurusunda bulundu. Çelik’in eşi ve annesinin eve düzenlenen baskın sırasında yaşananlara ilişkin beyanlarına yer verilen dilekçede, başvurucuların işkence, hakaret, hukuka aykırı aramaya ilişkin beyanlarının savcılık tarafından titizlikle araştırılarak sorumluların tespiti, haklarında gerekli soruşturmanın yapılması talep edildi. Dilekçede, son dönemde ev ara maları ve gözaltılarda fiziki ve psikolojik işkencelere ilişkin İHD’ye yapılan başvurularda büyük artış yaşandığına dikkat çekildi. Gazeteci Çelik’in Diyarbakır’daki evini sabaha karşı uzun namlulu silahlarla basan kar maskeli özel harekât timlerinin, Çelik’i yere yatırıp ellerini ters kelepçe ile bağladıktan sonra darp ettiği, Çelik’e “Türkün gücünü göreceksin”, “Sen haber yazıyorsun ha, hadi şimdi de yaz”, “Siz Ermeni p.çsiniz.” diyerek küfür ve hakaret ettikleri, annesine ise “Sen niye oğlunu gazeteci yaptın? Niye gazeteci olmasına izin verdin?” diyerek hakaret ettikleri iddia edilmişti. l DİYARBAKIR / Cumhuriyet C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle