14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 18 Aralık 2016 TASARIM: SERPİL ÜNAY Bir mucize: Yaşar Kemal 1617 Aralık günlerinde, Bursa Nilüfer Belediyesi’nin öncülüğünde gerçekleştirilen “Bir Edebiyat Adası: Yaşar Kemal Sempozyumunda” yaptığım “Ustam Yaşar Kemal” adlı konuşmanın son sözcükleri şunlardı: “Bu topraklar her zaman mucizelerin yurdudur. Bu mucizelerden biri de Yaşar Kemal’dir.” Ülke yangın yeri ama biz yaklaşık kırk beş dost yazar çizer, bu yangına inat; Yaşar Kemal’in anlatım ustalığından, şiirsel dilinden, bu topraklara olan sevdasından, özgürlüğe olan tutkusundan söz ediyoruz. Ve konuştukça, içimizdeki umutsuzluk, çaresizlik bizi terk ediyor. Ve sanki Yaşar Kemal o kocaman bedeniyle ve şen kahkahasıyla biraz sonra salona girecek: “Size ne oldu böyle, pek bir süklüm püklümsünüz, hadi canlanın!” diyecek. Ben buna inanıyorum. Çünkü o her zaman bir mucize yaratıcısıdır. Sempozyumun çok önceden hazırlanmış kitabı elimde. Bu Nilüfer Belediyesi çalışanları yaptıkları işe öylesine canı gönülden sarılıyorlar ki, 33 bildiri daha sempozyum başlamadan konuşmacıların elinde. Çok değerli bir kitap elimdeki. Okudukça Yaşar Kemal’in bilmediğim, görmediğim (bu benim kusurum) yanlarını öğreniyorum. Ve içim öylesine onu özlüyor ki, keşke diyorum, keşke şu cesur Adanalı ölümsüzlüğün iksirini de bulaydı. Bulaydı da ölmeyeydi. 2016 yılı Nilüfer Belediyesi için Yaşar Kemal yılıydı. Bütün bir yıl süresince, Yaşar Kemal’in yazıcılığı, sinemaya uyarlanan filmleri, senaryoları, okuma atölyeleri, karikatür atölyeleri, paneller ve yarattığı mucizeler 64 etkinlikle yaşama geçirildi. Beni bu etkinlikler içinde en çok etkileyen, çocukların Yaşar Kemal hikâyelerinden etkilenerek çizdiği kitap kapakları ve gene onun hikâyelerinden gene çocukların yaptığı uçurtmaların uçurulduğu uçurtma şenliğiydi. Sadece Bursa’nın Nilüfer Belediyesi sınırlarında oturanlar değil, Bursa’nın çeşitli yerlerinden Yaşar Kemal sevdalıları her panelde, her etkinlikte salonları, atölyeleri, parkları tıklım tıklım doldurdular. Fark ettiğim bir şey var; bir konunun üstüne inatla giderseniz, onu elinizden geldiğince genişletirseniz, usul usul insanlar “ne oluyor, ben de burada olmalıyım” duygusuyla konunun bir parçası olmak için çaba göstermeye başlıyorlar ve sonuçta panelcilere sorulan sorular çeşitleniyor, herkes karşılıklı bir şeyler öğreniyor. Sempozyum kitabının yanında bir kitap daha var. “2016 Yaşar Kemal Öykü Yarışması Seçkisi.” Feyza Hepçilingirler, Semih Gümüş, Feridun Andaç, Nahit Kayabaşı ve Şafak Pala’nın değerlendirme yaptığı yarışmaya 1124 kişi öykü yollayarak ustalarına içten bir selam göndermişler. Seçkide 21 öykü var. Fatma Nuran Avcı’nın “Son Cevizlik,” Serenay Sasa’nın “Yedi Otuz Gidişleri”, Mehmet Sait Taşkıran’ın “Büyük Kapatılma” öyküleri ilk üçü paylaşmış. Nasıl sevinmezsin, işte teröre böyle karşılık verilir, hiçbir şeyden vazgeçmeyeceksin ve inadına yazacaksın, çizeceksin, heykel yontacaksın, oyun oynayacaksın ve efendim dans edeceksin. Âşık olmayı da unutmayın! Yaşar Kemal’i kucaklayan Nilüfer Belediyesi’nin çalışanlarını kutlarken İzmir’e de bir selam gönderelim. Geçen hafta İzmir’de Yenikapı Tiyatrosu’nun “Ya Sonra” adlı oyununu izliyordum. Tam 34 tiyatro, okul, köy, profesyonel, yurtdışı hepsi yaşamı savunmak için İzmir’de bu yıl beşincisi yapılan Uluslararası İzmir Tiyatro Festivali’nde oyunlarını oynadılar. Bir hafta boyunca her gece on iki salonda özgürlük ve umut için tiyatro vardı. Festival bir sivil toplum örgütü TAKSAV’ın yaman gönüllülerinin çabasıyla hem Ankara’da hem İzmir’de yapılıyor. Yani güzel şeyler oluyor. Ağlamayın! Bu arada Nilüfer Belediyesi üçüncü kez bir yazarı ağırlıyor. Sırayla Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve bu yıl Yaşar Kemal. Bakalım 2017’nin yazarı kim olacak? Doğrusu ben merakla bekliyorum. Siz de bekleyin! Not: Sempozyum kitabına katkıda bulunmam için beni zorlayan proje danışmanı Feridun Andaç’a da teşekkür ederim, iyi ki zorlamış. 18 ARALIK 2016 SAYI: 33310 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Tahir Özyurtseven Yayın Koordinatörü Murat Sabuncu Yazıişleri Müdürleri Bülent Özdoğan Baydu Can Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Haber Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Dış Haberler: Pınar Ersoy l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. lMuhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06.43 06.26 06.46 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 08.17 13.08 15.24 07.58 12.52 15.12 08.16 13.15 15.39 Akşam 17.46 17.34 18.01 Yatsı 19.13 18.59 19.24 yorum 15 Roland Topor’un adını ve sanatını ilk kez, 1989 yılında Marquis de Sade’ın hapis hane güncesi gibi hayal ettiği “Le Marquis” çizgi filmiyle keşfettim. Sevgili Serra Yılmaz’la sözleşip çocuklarımıza Fransız Devrimi’nin 200. yıl kutlamalarını göstermek için Paris’te buluşmuştuk. Kut lama programında yer alan “Le Marquis”nin gösterimine de, zaten çizgi filmdir, o yıllarda ilkokul öğ Joko’nun doğum günü!rencisi Ayşe ile Gökçe eğlenir, di ye girdik... Çocuklar eğlendiler miydi, doğru için heyecanla ve kısa zamanda çevirdiğim oyun, su anımsamıyorum. Ama Serra ile ben, filmden vur aynı yıl Mitos Yayınları tarafından basıldı. gun yemiş gibi çıktık! Türk Lirası’nın altı sıfırlı, Fransız Frankı’nın da esa O günden öteye hayran olduğum, yayımlanan tüm misinin okunmadığı zamanlardı. eserlerini okuduğum sanatçıyla 1994 yılında bir kış Yayınevinden aldığım mütevazı telif ücretinin tama gecesi, yine Paris’te tanıştım. Masasında Komet, mını Amerikan Doları’na çevirip Paris’e dönüşümde Yüksel Arslan, Selçuk Demirel ve... Daniel Co yine bir kahvede buluştuğumuz Roland’a verdim. lagrossi vardı. Çok duygulandı, “Uzun süredir dolar görmemiş Türkiye’yi ve Türkleri çok seven Roland, gece tim!” diye bir kahkaha atıp boynuma sarıldı. Dostu leri yaşardı. Ona sabaha kadar eşlik edebilen, uy mu az bir süre için de olsa rahatlattığımı düşünüyor kusuzluğa dayanıklı dostlarından en yakını, elbet dum. Ne gezer! Roland Topor, bütün telif ücretini o te Daniel’di. gece hepimize ziyafet çekerek harcadı... Ben de Roland’ın yakın çevresine Daniel konten HHH janından girdim. Güneşin doğuşuna kadar uzayan Roland Topor’un yazdığı en çarpıcı oyunun geceler boyu, Paris’i Roland’ın yanında, onun reh Türkiye’de sahnelendiğini görmesini, çok sevdiği ül berliğinde yaşadım. 1997 yılında ansızın ölüp biz se kemize gelip Joko’nun Doğum Günü’nü Türkçe sey venlerini öksüz bırakana kadar da peşinden hiç ay retmesini çok isterdim. Ama kısmet olmadı. Roland rılmadım. Topor genç ve dinç öldü; teknik anlamda sahnelen HHH mesi çok zor bir oyun olan Joko’yu ülkemiz tiyatro Zekâsı, birikimi ve yaratıcılığı alışılmışın çok üs larında görmek için tam yirmi yıl beklemek gerekti. tünde, tiyatrodan sinemaya, resimden romana geniş 1996’dan beri kitaplığımdaki incecik bir kitapçıkta bir yelpazede eser veren; sınırlanmayı ve sınırlamayı saklanan Joko’nun Doğum Günü, sonunda bu yıl bir reddeden bir sanatçıydı. Elinin değdiği her iş, trajik değil iki tiyatro sahnesinde görücüye çıktı. bir komedi ya da komik bir trajediye dönüşüyordu. İstanbul’da Yolcu Tiyatro ile Ankara’da Devlet Ti 1996 yılı, Roland Topor için zorluklarla dolu bir yıl yatrosu tarafından sahneye konuldu ve oynanıyor. dı. Dostuma bir jest yapmak istedim. Bütün oyunla Ülkenin en köklü sanat kurumlarından Ankara Dev rını okumuş ve seyretmiş, en çok da Joko’nun Do let Tiyatrosu ile özel ve genç bir kuruluş olan Yolcu ğum Günü’nü beğeniyordum. Etkisinde kaldığım Tiyatro’nun mizansenleri birbirinden kuşkusuz çok farklı. Her ikisinde de daha yeni oy nanmaya başladı oyun, aktörler ısın madalar henüz... Yolcu Tiyatro’nun yo rumunu ilk kez aralık sonun da, Ankara Dev let Tiyatrosu’nun yorumunu ilk kez ocak başında gö receğim. Ve çok heyecanlıyım. Aynı zamanda korkuyo rum da! Joko ve Wanda HHH İnsanların, ko lay paraya teslim olduktan öteye kimliklerini nasıl yi tirdiklerini, nasıl insanlıktan çıktıklarını hayal edile bilecek en çarpıcı metaforlarla gözler önüne seren Joko’nun Doğum Günü, olağanüstü güçlü bir oyun olduğu kadar; aktörlerin sıradışı fiziki performans göstermesi gereken çok güç bir oyun. Oyuncular aşırı yorulabilir, havlu atabilir ve tiyatro lardan biri de oyunu repertuvardan çıkarabilir. Daha önce oldu bu, yaşadım. Dolayısıyla kalp çarpıntılarıyla bekliyorum: An kara Devlet Tiyatrosu mu daha dayanıklı çıkacak Joko’ya, yoksa İstanbul’daki Yolcu Tiyatro mu? Ya da hangisi önce yorulacak? Sömürücüleri çok para veriyorlar diye sırtında ta şırken sonunda üstüne yapışan ve onlara yem olan Joko’nun doğum gününü nasıl kutladığını görmek isterseniz, bence acele edin. Oyun Ankara ya da İstanbul’da, hatta her iki yerde de sahneden kaldı rılabilir. Hani çok istenen kız bazen evde kalırmış ya, öyle bir ihtimalden korkuyorum... Gerek Ankara, gerekse İstanbul’da birer kez dün ya gözüyle görsem, gam yemeyeceğim! Güç manzarası! Elbette tüm naçiz vücutlar, bir gün toprak olacak... (Ve ne yazık ki, dün de Kayseri’de olduğu gibi, vaktinden çok önce alçakça saldırılarla oluyor da... Ama devletimiz kurucusunun buyurduğu üzere sahiden, “İlelebet payidar kalacak” mıdır? HHH Siyaset tarihçilerine, politika kuramcılarına bakarsak bu hiç de kolay değil... Bir süredir kimi üniversitelerimizde de okutulan, tavsiye edilen “Politika” adlı kitabın yazarı Cambridge Profesörü David Runciman şunları yazmış: “Yüz yüze kaldıkları zorluklara uyum sağlayamayan toplumlar (devletler) er geç yıkılır. Gezegenimiz, geride yalnızca kalıtlarını bırakarak silinip gitmiş politik sistem anıtlarıyla doludur. Washington’daki Kongre binası da, günün birinde, tıpkı Atina’daki Parthenon ya da Moskova’daki küresel komünizmin odak noktası Lenin Mozolesi gibi er veya geç büyüleyici harabelerden biri mi olacaktır?” Ingiliz Profesör, ihtimaller arasına belli ki Sayın Erdoğanımızın “hedeflerini” yakından izlemediği için çok şükür kitabına TBMM’yi eklememiş. HHH Ülke ve insanlık yararına olan “politika” nedir, nasıldır? Hele de ülkeyi esenliğe taşıyacak, ilelebet payidar edecek politikalar nasıl gerçekleşir? Içinde bulunduğumuz çalkantılı günlerde, izlenen veya izlenebilecek politikalar bizi nereye götürebilir? Daha doğrusu sürükleyebilir? Tüm bu soruların yanıtı, “Demokrasi, daha fazla demokrasi!” olabilir mi? Bu konular, üzerine dar politik, partisel ve bireysel kaygıların gölgesi düşürülmeden, bizim politikacıların ve özellikle de TBMM’nin gündemine hiçbir dönemde pek girebilmiş değildir. Yaşadığımız, ilan edilmemiş (yoksa seferberlik denildiğine göre ilan edilmiş mi?) bu muharebe günlerinde, asıl yanıt TBMM’den, sivil toplum kuruluşlarından, üniversitelerden, yurttaşlarımızdan değil de yine “en tepe”den geldi: “Tahkim edilmiş Cumhurbaşkanlığı” Eni boyu, rengi ve ahengi anayasaya da ustalıkla monte edilmekte olan bu türden bir maka mıAnmdaemoloskurnawt.as.wn.iawlhe.marhdemte@etgteamnş.aiciolm.mcoemnendi yok... “Yok beis Tek reis”. Zaten Cambridge Profesörü David Runci man da bu makuleyi şöyle tanımlıyor: “Bir yönetici, gücünü, o gücü korumak için kullanmalıdır. Düşmanlarını bölmeli, zayıflıklarını kollamalı. Anı yakalamalıdır. Gerekirse, yağcılık yapmalı, yalan söylemeli, ama her zaman korku yarattığından emin olmalıdır.” Çünkü Machiavelli’nin asırlar önce dediği gibi “Korkulmak sevilmekten yeğdir. Eğer korku uyandırırken sevilmeyi de başarabilirseniz, bu en iyisidir. (Politika, D. Runciman, Domingo Y. 2014. Sayfa: 36) HHH Ama gelin görün ki ülke yönetimini ele geçiren bu neviden bir “lider”, kendi gücünü artırırken ülkesinin gücünü kısıtlamakta hatta zayıflatmaktadır. Türkiye acaba böyle bir sürece mi sürükleniyor? HHH Soruyu da, sonumuzu da... “Muktedir”in ne pahasına olursa olsun, kendi gücünü, kudretini genişletmeyi ve yüceltmeyi sürdürme inadı belirleyecektir. Ne yazık ki, ülkemiz uzun süredir, onun “özgüvenini” (yoksa inadını mı?) besleyen çok sayıda talihsiz olaya sahne oldu ve olmakta. Elbette bunlara bilerek, kendisinin bilmeyerek dolaylı ve dolaysız katkısı ve ihmali elbette vardır ve olmuştur. 15 Temmuz’da doğrudan halka ve devlete yönelen alçak kalkışmanın önlenmesinde Başbakan ve TBMM’deki partilerle birlikte elbette kendi kişisel payı vardır ve büyüktür. Ama o işin faillerinin birçoğunun tayin ve terfisinde kendi iktidarının imzası ve onayı da vardır. Neyse geçelim... Güneydoğu il ve ilçelerindeki sokak ve hendek isyanının bastırılmasında eleştirilen bazı tutum ve söylemleri olsa da, buralar görünürde “kazanılmış”tır. Suriye’de büyüyen yangına müdahalenin belli ölçüde topladığı bir takdir vardır. Açılışını yaptığı, yapacağı göz alıcı köprü, tüptünel gibi yatırımların rüzgârını da fırsat bilerek, “TBMM’yi Külliye’ye ve kendi külli iradesine bağlayan” anayasa değişikliğinin tam da bu “Seferberlik” dönemine rast getirilmesi de düşündürücüdür. Sabah akşam, “Tarih yazan ve tarih yapan lider” diye övgü düzen, gözü kara yandaşların desteğiyle ve bu kalleş saldırı ortamında elbette kendisi her geçen gün güçlenmektedir. Ama ya ülkemiz? Ya Türkiye’nin demokrasisi, ekonomisi, toplumsal ve kültürel dokusu? HHH Cumhurbaşkanı ağırlığını her geçen gün artırıyor. Daha da artırmaya kararlı. Ama bu terazi bakalım bu sıkleti çekebilecek mi? KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Hasta tutsak Şeker’in tahliyesi istendi “F Oturumu”nda bu hafta, hasta tutsak Celal Şeker için tahliye istendi ve duyarlılık çağrısında bulunuldu. İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu’nun hasta tutukluların durumuna dikkat çekmek amacıyla her hafta düzenlediği “F Oturumu”nun 247’ncisi Galatasaray Meydanı’nda yapıldı. Bu haftaki eylemde, diyaliz hastası Celal Şeker’in durumuna dikkat çekildi. İHD İstanbul Şubesi Hapishane Komisyonu Üyesi Taylan Bekil tarafından okunan basın metninde, Şeker’in 14 yıldır diyaliz hastası olduğu, periton ve hemodiyaliz tedavisi gördüğü belirtildi. Açıklamada, “Böbrek yetmezliği hastalığı dışında kalp yetmezliği, damar tıkanıklığı, yüksek tansiyon ve akciğerinde kitle mevcuttur. Hastalığından kaynaklı olarak bir gözü tamamen görmeyen Celal Şeker’in diğer gözü de görme yetisini kaybetmek üzeredir” bilgileri verildi. Celal Şeker’e kaçak elektrik kullandığı gerekçesiyle “hücre cezası” verildiğini de aktaran Bekil, “Celal Şeker’in acilen serbest bırakılması gerekmektedir” diye kaydetti. l İstanbul/Cumhuriyet SAYISAL LOTO 8, 9, 10, 25, 33 ve 36 6 BİLEN: 3 milyon 446 bin 202 lira (1 kişi) 5 BİLEN: 5 bin 948’er lira, 4 BİLEN: 75’er lira, 3 BİLEN: 10’ar lira ikramiye kazandı. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle