17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 6 Kasım 2016 EDİTÖR: TAMER KAYAŞ TASARIM: SERPİL ÜNAY ‘Cumhuriyet’ öbür adın ‘dostluk’ olsun! Şafak vakti yapılan Cumhuriyet operasyonunu duyar duymaz arayan şakacı bir arkadaşım şöyle dedi: “Hemen saçını başını düzelt, iyi bir makyaj yap, alındığında fotoğrafların güzel çıksın!” Hiç güleceğim yoktu ama gülmeye başladım. Alınacaklar listesine beni de eklemişti. Sağ olsun. Ne olup bittiğini bilmiyoruz ama telefon hiç durmadan çalıyor, Kalkan’daki bir dostum, “Şimdi uçak bileti alıyorum, atla gel” diyor, bir diğeri “İçeride sigaran ve sarı defterlerin benden” diye şimdiden hazırlığa başlamış. Ah anacığım ah, benim içeri girmem o kadar da önemli değil, asıl önemli olan Cumhuriyet gazetesinin kayyım atanarak bitirilmesi. Ben ki, Cumhuriyet’in kapısından girdiğimde çocuk sayılırdım, şimdi koskoca bir kadınım, biz ne mücadelelerden geçtik, parasız kaldık, benim kredi kartlarıyla oyun oynamam o günlere rastlar, en sevdiklerimiz öldürüldü, o ölümlerin acısı hiç dinmedi. Yıllar geçtikçe daha da attı. Nedir ki bizlerin içeri alınması, aslolan Cumhuriyet gazetesi! Mümkün olduğu kadar hızlı gazeteme gitmeye çalışıyorum. Kabataş’ta önümde duran ilk taksiye binip, “Şişli’ye Cevahir’in oraya gideceğiz” diyorum. Yaşını başını almış şoför, “Orası biraz karışık ne yapacaksın?” diye soruyor, çok net bir biçimde yanıtlıyorum: “Ben Cumhuriyet gazetesi yazarıyım, gazeteme gidiyorum!” Şoför arkadaş derin bir soluk alıyor, “Tamam gidiyoruz” diyor. Bir süre sonra beni gazeteye en yakın yerde bırakıyor, ben de para uzatıyorum, “Arkadaş o parayı yerine koy” diyor, “sen mağdursun!” Teşekkür edip iniyorum. Tam da o sırada gene telefon, bu kez gazeteye kızdığı için almaktan vazgeçen, bunu da adeta bana övünerek söyleyen bir başka dostum. “Yahu senden özür dilerim” diye söze başlıyor. “Kendimden, aldığım karardan utanıyorum bunu telafi etmek için de bugünden itibaren 10 gazete alıp mahallenin tüm kahvelerine bırakmaya başlıyorum.” Sadece, “İyi olur” diyebiliyorum. Neyse gazetenin kapısına geliyorum, yaşlısı genci herkesin elinde bir Cumhuriyet gazetesi, kapıyı bekliyorlar. Birden yıllar öncesine gidiyorum, 12 Eylül öncesine, Cumhuriyet gazetesi taşımanın suç olduğu, insanların sadece Cumhuriyet okudukları için saldırıya uğradıkları zamanlara. O günlerden bir arkadaş, koltuğunda hep bir Cumhuriyet gazetesiyle dolaşırdı, daha sonra gazeteyi ideolojik olarak bozulmuş buldu ve bıraktı hatta bir yemekte benim şahsımda gazeteyi “FETÖ’cü oldu” diye yüksek sesle suçlamıştı. Baktım mahcup mahcup kapının yanında duruyor. Kimseleri mahcup görmeyi sevmem ama ilk kez bu mahcubiyet çok hoşuma gitti. Ah ah bu gazeteyi hep bir şeylerle suçladılar. Gazetenin eski çalışanlarından birinin, Karaburun’da Ütopya toplantısında, beni PKK tetikçisi olarak suçlamasını ve gazeteyi batırdığımızı söylemesi unutulur gibi değil. Yani hayret! Neyse o da mahcup olmuştur umarım. Gazetede nöbet tutuyoruz, nöbetim bitince evime yollanıyorum ama mahalle kahvemizde bir telaş bir telaş, “Ne oluyor, nasılsınız?” Önce kahvede biraz soluklanıp onların endişelerini yatıştırıyorum. Meğerse iki de bir gidip benim kapıya bakıyorlarmış, herhangi bir durum var mı diye. Sağ olsunlar. O, kahvedeki gazetelerin arasına Cumhuriyet de katılmış. Sevindim. Tam o sırada komşu döşemecim iki koltuğumu getiriyor, iki gün önce konuşmuştuk, elinden gelse ülkeyi terk edip başka bir yerde yeni bir hayat kurmak istiyordu. Ben de böyle düşünmemesi gerektiğini, her şeyin yoluna gireceğini söylemiştim, koltukları yerine yerleştirirken, “Geçmiş olsun abla” diyor, “bak ben haklı çıktım”. Ben de susuyorum. Bütün bunlar olurken, HDP milletvekilleri ve eşbaşkanları birer birer tutuklanmaya başlıyor. İktidarda AKP varken, “Milletvekilliği dokunulmazlığının kaldırılması sadece onlara yarar demiştik” ama sözümüzü dinleyen olmadı. Umarım onlar da mahcuptur. 6 KASIM 2016 SAYI: 33268 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Haber Koordinatörü Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06.05 05.49 06.11 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 07.34 12.55 15.36 07.16 12.39 15.23 07.36 13.02 15.49 Akşam 18.04 17.50 18.16 Yatsı 19.25 19.10 19.34 yorum 13 Sevgili ve aziz dostum, Sizinle aynı fikirdeyim: Beklemek gerek. Şimdilik. Ama ne kadar za Her ikisinin eserleri de bu mektup yazıldıktan birkaç ay sonra, 10 Mayıs 1933’te Berlin’de yakılan birinci otodafe, yani “inanç man, nereye kadar, bilmiyorum. ateşi”ne atılmıştır… Dünyanın uyuşukluğu 1914’te olduğun Hitler ve emrindeki etkin azınlığın Alman dan çok daha büyük. İnsan, hemcinsi yara devletini sivil bir darbeyle ele geçirip Alman lanıp öldürüldüğünde siniyor, kıpırdamıyor. halkının ezici çoğunluğunu Nazizm denilen 1914’teki canavarlığı, her açıdan insani daya canavarlığa rızasıyla ortak ettiği süreçte; mu nak ve gerekçelerle açıklamaya çalışıyorduk. halif Almanların ruh halini, neler hissettiğini Oysa şimdiki canavarlık, canavarca davra düşünürüm, zaman zaman. nıştan çok daha beter olan canavarca açıklamalarla yüceltiliyor. Ve dünya öylece durup bakıyor. Tabii düşünen ve yazan dünyadan söz ediyorum. Şunu iyi kavramanız gerek: Goering türünde hasta bir canavarı, vahşiliği insani çer Sonun başlangıcı olarak, Cumhuriyet Joseph Roth’un düşüncelerinde hem sorularımın yanıtını buldum, hem de kendi çaresizliğimi… “Amok”un yazarı Zweig ve “Radetzky Marsch”ın yazarı Roth, Yahudilikleri ne düşünce ne de eserlerinde terleyen aydınlar çevede kalan II. Wilhelm’den ayıran fark, 1933’ü 1914’ten ayıran farktır. Aptalların aptallık, canavarların canavarlık, delilerin delilik yapması olağandır. Ama bu gidişat intihar ve canavarlar kadar hasta, kafası karışık bir toplumun; aptallığı, canavarlığı, deliliği ne zaman idrak edeceği meçhul! Sorun tam da bu ve ben, hasta çeperi sözlerle tanımlamak ve toplumun tamamını çürütmeden sağlam gövdeden ayırmak için zaman kaldı mı, bilmiyorum… Çok geç olmasından korkuyorum. Mümkün olduğunca kısa bir savaş arzulayacak hale vunduğumuz cephenin gerisine çekilmedik. İnsanlığın meydan muharebesinde cephe gerisinde kalan Yahudiler de var. Onlar gibi olmamak gerek. Yahudi tragedyasını asla abartmadım, özellikle düz gün bir insan olmanın bile trajik hale geldiği şimdi, böyle bir abartı mümkün değil. Asker ve subay olarak Yahudi değildim. Günümüz koşullarında bile Alman yazar olarak da Yahudi değilim. Bizim Voltaire’e, Herder’e, Goethe’ye, Nietzsche’ye olan borcumuz, Musa’ya olan borcumuz kadar. Böyle bir borç bazı sorumluluklar gerektiriyor: dı. Elbette ki Stefan Zweig, Roth’tan çok daha büyük çapta, edebiyat tarihine damgasını vuran bir yazardı. Ama her ikisi de yaşadıkları dönemi en doğru saptayan, hatta geleceği birebir öngören düşünürlerdi. Naziler onları Yahudi oldukları gerekçesiyle ama aslında Nazizme en doğru teşhisle direndikleri için yok etmek istiyordu. Üniformalı ya da üniformasız zorbalık; dün de düşünen, yazan ve konuşan insanlığın düşmanıydı, bugün de. Çünkü sulta rejiminin sorgulamadan biat ve itaat edecek bendelere, düşünmeden vuracak canavarlara ihtiyacı var. HHH Cumhuriyet gazetesi, bir kez daha, bir mutlak ikti gelmekten korkuyorum. Gerçek canavarlar tarafından tehdit altında olan ca darın daha hedefi. Ruh soyluluğu, bir nok nı ve yazını kurtarmak. Kadere teslim olmamak. Ve Niçin tüm mutlakiyetçiler, devleti, hukuku, yasama tadan sonra yapılması ge zamanı gelince, savaşmak. yı, yürütmeyi, yani iktidarı mutlak yapan tüm güçleri reken görevi üstlenmemizi Sanırım o zaman, çok yaklaştı. ya bertaraf edip ya da ele geçirdikten ve hatta med engelliyor ve hiçbir işe ya Sadakat ve dostlukla, yanın neredeyse tamamını dize getirdikten sonra yine ramıyor. Çünkü karşımız JOSEPH ROTH de Cumhuriyet’e dikerler gözlerini? dakiler gerçek canavar ve HHH Oysa Cumhuriyet adı büyük, olanakları küçük, hat onlar için biz, ne olursak Okuduğunuz satırlar, 26 Mart 1933 tarihli uzun ta çoğumuzun özveriyle çalıştığı bir gazetedir… olalım, tehlikeli Yahudiler bir mektuptan alıntılar olup Stefan Zweig’a yazıl Neden tahammül edemezler, küçücük varlığımıza? den ibaretiz. mıştır. Çünkü Cumhuriyet, onların çok korktuğu özgür dü Oysa siz Yahudi olarak Avusturyalı gazeteci ve yazar Joseph Roth, hayatı şünce ve söylemdir. Topuktaki dikendir. Cürmünden Joseph Roth / Birinci Dünya Savaşı’na karşı çıktınız, bense katıl nın tehlikede olduğu Viyana’dan kaçıp Paris’e sığınmıştır. Yurttaşı Stefan Zweig ise aynı nedenle ertesi büyük yer yakar. Ve Cumhuriyet’i hedef almak, öyle ya da böyle dai Radetzki Marsch dım. Ama her ikimiz de sa yıl Londra’ya gidecektir. ma bir sonun başlangıç haberidir. Ecevit ve cilvebaz kader Bülent Ecevit’in aramızdan ayrılışının dün 10. yılı idi. İki gün önce de, Tayyip Erdoğan’ın başımıza gelmesinin 15. yılına girdik. “İki olayı aynı haftada, aynı paragrafta buluşturan kader utansın!” diyen olursa... “Makul şüpheli” sayılır ve devamında da sabahın köründe “gözaltına alınıp sonra da denetimli serbestliğe” falan maruz bırakılır mı? Bir Allah bilir, bir de kudret sahipleri! Kader dişi midir, erkek midir bilmek zor. Ama “kaderin cilvesi” diye bir deyimimiz var. “Cilvebaz” da olduğuna göre, kader hanım, Allah muhafaza, aklımızı başımızdan alabilir; Ve hatta KHK’ye falan maruz bırakabilir... Bir örgüte üye olmadan, örgütçü bile yapabilir. Tek satır yazı yazmadan fikir; tek söz söylemeden zikir suç işletebilir. Özetle cilvebaz kaderden her şey beklenir... HHH Bülent Ecevit de, kaderin her türlü işvesine maruz kaldı. Yüzde 42 oy aldığı halde hükümet kuramadı. Baskılar üzerine “kumar borcu olmayan vekil” transferine bile yöneldi. Hükümet oldu. İktidar olamadı. İki kez darbeye uğradı. Hapse atıldı. Suikast girişimine uğradı. Defalarca yargılandı. Kendisini hep gazeteci olarak tanımladı. Bir gazeteciye verilecek en ağır ceza kalem yasağı idi. Yıllarca “yasaklı” yaşadı. Demokrasi ve adalet arayışı hiç durmadı. Son olarak çıkardığı derginin adıydı Arayış. Bir arkadaşının adı ile (Necdet Onur) çıkardı o dergiyi. Üç ay bile yayımlanmadan, “Hak Hukuk Adalet” konusunda yazdığı yazısı, bugünün KHK’si o günün MBK’si kararıyla derginin sayfalarından kazınmak suretiyle çıkartıldı. Zamanın (ve Ecevit’in) ruhunu şad etmenin en kestirme yolu, 12 Eylül faşist askeri darbe günlerindeki o 35 yıl önceki yazıyı buraya almak. İnşallah yazının da, Cumhuriyet’in de başına bir şey gelmez. İşte o yazı: “ İnsanlar bir ölçüye kadar özgürlük kısıntılarına, baskıya, zulme katlanabilirler, ama haksızlığa, adaletsizliğe katlanamazlar. En zayıf, en ürkek insan bile haksızlık, adaletsiz lik karşısında tepki duyar ve tepkisini hiç beklenmedik biçimde ve ölçüde açığa vurabilir. Toplumda huzur sağlamanın, insan ilişkilerini de yurttaşdevlet ilişkisini de sağlıklı ve düzgün yürütebilmenin başta gelen koşulu adalettir. Adaletin dayanağı ise, yargı erkinin, yargı organlarının bağımsızlığıdır. Yargı organları yeterince bağımsız değilse, yargıçlar yeterince güvenceden yoksunsa, mahkemelerin vereceği en adaletli kararlar bile inandırıcı olamaz; halk, adalet inancını, devlete güvenini yitirir. Adalete inanç ve devlete güven sarsıldıkça da, hakkına razı olmayanlar artar, yargı organları dışında hak arama eğilimleri yaygınlaşır, toplumsal ilişkiler zedelenir ve en kötü anlamıyla anarşi ortaya çıkar. O durumda, anarşiyi önlemenin, koyu bir baskı rejimi kurmaktan başka çaresi görülemez olur ve demokratik hukuk devletinin yolu tıkanır. Onun için, yargı erkinin bağımsızlığı, adaletin dayanağı olduğu kadar, demokrasinin de gereğidir. Eğer Türkiye’de gerçek demokrasi amaçlanıyorsa, yargı erkinin bağımsızlığını ve yargıç güvencesini zedelemekten kaçınılmalıdır.” (30 Mayıs 1981) Kürt Ecevit Ecevit ölümünden iki yıl önce de aile kökleriyle ilgili samimi açıklamalar yapmıştı: “Benim gözümde KürtTürk ayrımı yoktur” demiş ve eklemişti: “Dedem, Mustafa Şükrü Efendi ‘Kürtzade’ olarak tanınıyormuş. “Kastamonu’nun Daday ilçesine babamın doğduğu köyde, onun adına bir ilkokul yapılmıştı. Ben ilk olarak orada köyün ileri gelenlerinden öğrenmiştim. Sadece ailenin değil, köyün tamamı, Doğu’dan gelmiş. Kürt kökenli olabilir. Mesela rahmetli annemin ailesi de Boşnaktı.” (Akşam gazetesi 04.08.2016) Mete Akyol’u uğurladık Usta gazeteci, Silivri’deki Umut Nöbeti’ni başlatan isimdi Duayen gazeteci Mete Akyol, Büyükada’da bulunan Hamidiye Camii’nde öğle vakti kılınan cenaze töreninin ardından son yolculuğuna uğurlandı. Usta gazeteci Akyol’u son yolculuğunda CHP milletvekilleri Mehmet Haberal, Mehmet Akif Hamzaçebi, CHP eski milletvekillerinden gazeteci yazar Oktay Ekşi, eski 1. Ordu Komutanı Hurşit Tolon, işadamı Ali Sabancı’nın da aralarında bulunduğu siyaset, iş dünyası ve basın camiasından çok sayıda kişi uğurladı. Akyol’un eşi Akyol’u çok sayıda seveni uğurladı Gülçin Akyol ve oğlu Ufuk Akyol taziyeleri kabul etti. Ufuk Akyol, “Beklemiyorduk. Her ne kadar 81 olsa da öyle kötü bir sürpriz oldu. Takdiri ilahi. Bir anda kendini teslim etmiş. Keşke diyecek bir şey olsaydı. Sözün bittiği yer” dedi. Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç de “Âşıktım onun kelimelerine, kelimelerle oynamasına. En son da ‘Umut Nöbeti’ni beraber yaptık. Bir akşam telefon etti. ‘Pınar ben sandalyemi Silivri’nin önüne atıyorum’ dedi. At ve bana fotoğrafını gönder, ben de bunu bütün dünyaya, medyaya yayayım. Kamuoyu ile paylaşalım bu işi dedim. Fotoğrafı attı ve Umut Nöbeti öyle başladı Silivri kapısında. O öncüydü” dedi. ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] [email protected] www.ahmettan.com C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle