24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 22 Kasım 2016 TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ yorum 13 ÖzAgecanr TürkiyeAvrupa ilişkilerinde üç farklı boyut TürkiyeAvrupa ilişkileri bizim tarafta “cahiller korosu” gibi akıllara ziyan konuşulup tartışılmaktadır. TürkiyeAvrupa ilişkilerinin “üç boyutu” vardır. Bu boyutlar sağ, sol, liberal, demokratik çevrelerde genellikle birbirine karıştırılmaktadır. Üç farklı boyut iç içe sokularak doğrular ve yanlışlar anlaşılamaz hale getirilmektedir. Nedir bu üç boyut: TürkiyeAvrupa Konseyi ilişkileri: Türkiye 1949’dan beri Avrupa Konseyi’nin üyesidir. Eşit koşullar altında bulunmaktadır. Bütün kurumlarında normal bir üyenin sahip olduğu “hak ve yükümlülüklere” sahiptir. Demokratik ve çağdaş ilkelerini benimsemektedir. Bunu özümseyerek sürdürmesi Türkiye’nin yararınadır. TürkiyeAvrupa Birliği (AB) ilişkileri: Türkiye 1963’ten beri kurumsal ilişki içindedir. AB üyesi değildir, AB tarafından üye yapılmamış, “Almanya ve Fransa” başta olmak üzere, özel statü içinde, içeri alınmadan, denetim altında tutularak ilişkilerin sürdürülmesi politikası yürütülmüştür. 1987’de Özal, tam üye yapın diye Ankara’nın başvurusunu yaptı. 1989’da Brüksel, “seni almayacağım” deyince, Özal; “AB bizi üye almasa da tek yanlı olarak gümrük birliği yükümlülüğü altına gireceğiz” dedi. Türkiye’yi özel statüye soktu. 1995’te, Tansu Çiller hükümeti döneminde tek yanlı gümrük birliği anlaşması imzalandı. TürkiyeAB dışı ülkelere karşı haksız rekabet koşullarına sokuldu. Tekstilden deriye, ilaçtan tarıma sektörlerimiz çöktü. AB ise Çin’den ABD’ye, Meksika’dan Kanada’ya ikili ticaret anlaşmaları yaptı. Bütün bu ülkelerden Türkiye’ye mallar düşük gümrükte ithal edilir; biz onlara satarken onlar yüksek vergi koyarlar. Niye mi? Bize mal gelirken AB üyesi bir ülkeye giriyormuş gibi, çok düşük vergi var; biz Çin’e, ABD’ye, Kanada’ya ya da Tunus’a ihraç ederken “AB dışındaki Türkiye’den geldiği için” yüksek vergi uygulanır. 1995’te imzalanmadan önce bunun kavgasını 60 akademisyenle birlikte yaptık; AB üyesi olmadan gümrük birliği içine girilemez, AB içinde böyle bir ülke yok dedim, dinletemedim. Bu konuda 1993’ten bugüne kadar belki 500’den fazla makale, TBMM dahil 200 konferans, 100’den fazla televizyon konuşması yaptım, onlarca kitap yazdım ama anlatamadım. (*) 2005 yılında AKP döneminde “Türkiye’nin nasıl bekleme odasında ilelebet tutulacağının koşullarını”, görüşmeler süreci olarak imzalattılar. Bugün görüşmeleri keseriz, kesmeyiz tartışması bununla ilgili. Kimse merak etmesin kesmezler; AB görüşme süreci ile “Türkiye’nin AB dışı tüm dünya ile ticaretini ipotek altına almış; Türkiye ise Rusya, Çin ya da ABD ve diğerleri ile ikili ticaret anlaşması yapamıyor, yasak.” Türkiye 2005 anlaşması ile AB’nin imtiyazlı üye (!) statüsüne tek yanlı bağlanmış. Brüksel ABAnkara görüşmelerini keserse işler aksar, Türkiye elden kaçar. Gelelim üçüncü boyuta TürkiyeAvrupa ilişkilerinde en önemli boyut ülkenin demokratikleşmesi ve çağdaşlaşması ile ilgilidir. AB’ye alınmasak da çağdaş yaşam için Avrupa ölçütlerini benimsemeliyiz. Bu konuda dinciler ve şeriatçılar hariç büyük çoğunluk aynı görüşü paylaşır ve paylaşmak zorundadır da. Sol, sosyal demokrat, merkez sağ, liberal bütün kesimlerin akıl gereği bu asgari müşterekte birleşmesi gerekir. Ancak AB ile ilişkilerin karşılıklı çıkarları koruyarak, ulusal çıkarlarımıza siyasi, iktisadi ve güvenlik olarak zarar vermeyecek biçimde düzenlenmesi gerekir. AKP Türkiye’yi “Ortadoğululaştırmak” için, özellikle Avrupa’dan uzaklaştırmaya çalışıyor. Atatürk ve devrimlerinin gücü ve büyüklüğü buradan geliyor. Kurtuluş ve bağımsızlık için Avrupa emperyalizmine karşı savaş veren Atatürk, Avrupa’nın çağdaş uygarlık değerlerini getirmek için en büyük çabayı gösterdi. Kadınerkek eşitliğinden çağdaş eğitim düzeyine, uygar yaşam tarzından güzel sanatların geliştirilmesine kadar Avrupa’nın değerlerine sahip çıktı. TürkiyeAvrupa ilişkilerinin üç boyutu içinde demokrasi ve çağdaşlık boyutu ile Avrupa Konseyi boyutunu esas almamız gerekir. Hele TürkiyeAB ilişkilerindeki bozuk, tek yanlı ve sömürgeci 2005 belgesini esas almak yanlışların en büyüğüdür. Karşılıklı çıkarları dengeleyen bir ilişki kurmak zorundayız. Televizyonda tartışanların, köşe yazarlarının birçoğu, bu üç boyutu birbirine karıştırıyorlar ve yanlışlarla doğruları ayıramıyorlar. Yıllardan beri benim de derdim bu. (*) E. Manisalı, “Hayatım Avrupa”, 5 cilt, Cumhuriyet Yayınları, 2009 22 KASIM 2016 SAYI: 33284 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Haber Koordinatörü Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. NAMAZ VAKİTLERİ İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı İstanbul Ankara İzmir 06.21 06.05 06.26 07.53 12.57 15.25 17.50 07.34 12.42 15.13 17.37 07.53 13.04 15.39 18.03 19.14 18.59 19.24 Cumhuriyet gazetesi, “Türkiye Cumhuriyeti” ile özdeştir, yaşıttır. İkisinin de adını Mustafa Kemal Atatürk koymakla kalmadı, kurdu… Bu nedenle, Atatürk ilkeleri ile Cumhuriyet gazetesinin temel ilkeleri aynıdır. Cumhuriyet gazetesi, Türkiye CmKuoamkrvhautşirkai,yelkatiik’n, iyna“söazl gküorş,ubllaağrdıma;suızy,gdaerlığa, Batı’ya yönelik kalkınmasına katkıda bulunmakla” görevlendirildi. HHH 27 Mayıs 1960 müdahalesini yapanlardan Alpaslan Türkeş ve 13 arkadaşı “askeri dikta yönetimden” yanaydılar. “Demokrasi yanlısı” Cumhurbaşkanı Orgeneral Cemal Gürsel, “dikta heveslisi” Milli Birlik Komitesi üyelerini 13 Kasım 1960’ta yurtdışına atadı. Gazeteciliğe o gün, Cumhuriyet’te başladım. O gün, “Demokrasi yanlısı” Cumhurbaşkanı Orgeneral Gürsel’in, yurtdışına atadığı “dikta heveslisi” arkadaşlarını izlemek, ilk görevim olmuştu. HHH 12 Mart 1971’de, Türk Silahlı Kuvvetleri, hükümeti bir “muhtıra” ile devirmekle kalmadı, başta Cumhuriyet gazetesi sahibi ve başyazarı Nadir Nadi ile İlhan Selçuk olmak üzere, 11 kişi uzaklaştırıldı. Ben de bu gelişmeye tepki olarak Cumhuriyet’ten Ankara’da istifa ettim! HHH 5 Kasım 1991’de, Cumhuriyet gazetesi yönetiminde temel ilkelerden sapma Özgen Acar Kavşak ‘Cumhuriyet’in Cumhuriyet’i!’ olunca, başta İlhan mek istediği!” iletildi. Sa Selçuk olmak üze yın Koç’un o gün dedikle re 79 çalışan istifa etti. rini asla unutamam: “Biz, Cumhuriyet’in en kı Cumhuriyet gazetesini ko demli çalışanı olarak münist zannederdik. Me ben, taraflar arasında ğerse Cumhuriyet, biz iş “arabuluculuk” yapma dünyasının yüzüne ayna amacıyla istifa etme tutar, hatalarımızı gösterir yince, kovuldum! miş. Bundan böyle iş dün 115 bin okurdan ço yamıza bu algıyı anlata ğu da tepki olarak, cağım!” “okurluktan istifa edin HHH ce”, gazetenin satışı 35 bine düştü. Ayrılan Cumhuriyetçiler yan yana Uyduruk Ergenekon davasında Cumhuriyet ga meslektaşlarla 5 ay zetesi “askeri darbeci sonra gazeteye dönülünce, bana “Genel lik” suçlaması ile boy hedefi yapıldı! İlhan Yayın Yönetmenliği” görevi verildi. Gaze Selçuk, Mustafa Balbay, Erol Manisa tenin kapısına her gün yığılan icracıların lı tutuklandılar. FETÖ’cülerin iftirası olan baskıları altında, okurların gazeteye dön bu dava, Selçuk’u şehit etti… meleri üzerine, satış 90 bine yükseldi! HHH Bir gün, “Rahmi Koç’un ziyaret et Cumhuriyete yönelik Komünizm, aske ri darbecilik suçlamalarının yerini şimdilerde PKK ve FETÖ’cülük aldı! 10 arkadaşımız tutuklandı. HHH Türkiye “Basın Özgürlüğü Endeksi’nde” 180 ülke arasında 151’inci olarak Tacikistan ve Kongo’nun arasında yer alıyor. Son 70 yıllık siyasal yaşamda, bugünkü kadar kötü bir ortama tanık olmadım! Cumhuriyet gazetesi ne yandaş, ne de çıkardaştır. Cumhuriyet gazetesi Atatürk ilkelerinin temeli olan “laikliğin, demokrasinin” savunucusudur. Her aile gibi, bu gazete de sorunlarını 93 yıldır kendi içinde çözegelmiştir. Çözülemeyince her ailede olduğu gibi ayrılıklar yaşanmıştır. HHH Vakıflardan sorumlu Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak, Bütçe Komisyonu’nda doğru konuştu: “Biz Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak asliye hukuk mahkemesine müracaat edebilirdik, diyebilirdik ki: ‘Cumhuriyet gazetesinin yönetim kurulu üyeleri usulüne uygun seçilmemiştir, vakıf senedine aykırıdır ve Vakıflar Kanunu’muzun bize verdiği görev mucibince asliye hukuk mahkemesine ‘Buraya bir kayyum atayın’ diyebilirdik. Ama biz bunu söylemedik. İstiyoruz ki Cumhuriyet gazetesi yönetimi kendi yanlışını kendisi gidersin.” (Not. ‘Otomania!’ yazılarıma istemeyerek bugün de ara verdim. Devam edeceğim…) Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN posta@cumhuriyet.com.tr ‘Küçüğün rızası’ kaç koyun ediyor bakan bey? AYLİN NAZLIAKA Ankara milletvekili Özellikle Anadolu’da çok kullanılan bir söz vardır; ar damarı çatlamak. Bu söz bile AKP’nin tecavüzcüleri AK’lama yasasından bahsederken, bu önergeyi hazırlayanlar, imza atanlar ve kabul oyu verenler için hafif kalıyor. Hiç şüphesiz bir insanın ömründe yaşayabileceği en ağır travmalarından biri çocuk yaşta cinsel istismara uğramaktır. Bunun daha da beteri tecavüz edenle bir hayat boyu aynı evde yaşamaya mahkum edilmek, tüm yaşamı boyunca bedenini bir başkasına teslim etmek zorunda kalmak, yani her yeni güne yeni bir işkenceyle başlamaktır. İşte bu nedenle 13’ünde evlendirilen, 14’ünde anne olan Siirtli Kader, 15’inde intihar etti. 2014’te yaşanan bu elim olay ne ilk, ne de bu gidişle son olacak... Kızına Kader ismini koyan aile belki de çaresizliği baştan kabullenmişti. Peki ama devlet ne güne duruyor? Bu ülkeyi yönetenlerin görevi vatandaşlarına “insanca bir yaşam” sağlamak değilse nedir? Beş yılda çocuklara yönelik taciz, tecavüz, cinsel istismar davalarında yüzde 400’lük artış ve son bir yılda 16 bin 957 açılmış dosya olması bir tesadüf olmasa gerek. Kaldı ki bu vakaların pek azı hukuki platforma taşınıyor. Çocuk merkezleri Yedi ay kadar önce Türkiye’deki Çocuk Destek Merkezleri’ni (ÇODEM) ziyaret etmeye başladım. Buralarda cinsel istismar mağduru olan birçok çocukla tanıştım. Geleceğe ne kadar umutsuz baktıklarını bizzat gördüm. “Biz hayata 10 mağlup başladık” diyen çocuklarımız rakamlarla kodlanmıştı. Çocukların tabiriyle, “içeride” bir puantaj sistemi kurulmuş. Yatağını toplamak 2 puan, dişini fırçalamak 1 puan, arkadaşlarıyla iyi geçinmek 3 puan, vb. Yeteri kadar puan toplarsan hafta sonu çarşı iznin oluyor. Puan toplayamazsan, yandın. Bazı ÇODEM’lerdeki kızların hiçbiri okula gönderilmiyor. Uzaktan eğitim alıyor. Yaşadıkları travmayı atlatmaları için “kişiye özel” ve yoğun bir psikolojik/psikiyatrik destek vermektense, ilaç tedavisi uygulamak yönetimin işine geliyor. Görüntüye bakarsanız her ÇODEM’de en az bir psikolog var ama çocukları kazanmak üzerine kurulmuş bir sistem yok. Onları normal hayata hazırlamak yerine “dışarısı çok tehlikeli” diye korkutmak hem daha az maliyetli hem de daha kolaylarına geliyor. Bu kontrolcü ve özensiz yaklaşım ÇODEM’deki çocuklarımızı topluma kazandırmak, 18 yaş sonrasında kendi ayakları üzerinde duracakları bir hayata hazırlamak yerine birilerine bağımlı hale getiriyor. Özetle, hayatın içine alınmak yerine iyice dışına atılıyor çocuklar. Yanıma konunun uzmanlarından oluşan bir heyeti alarak farklı illerde yaptığım bu ziyaretler esnasında, iktidarın ÇODEM’deki cinsel istismar mağduru çocuklara “kayıp hayatlar” gözüyle baktığını çok Adalet Bakanı “Bu yasa bir defaya dönük olarak uygulanacak” dese de yapılması hedeflenen değişiklik kalıcı bir etki yaratacak. Çünkü cinsel ilişkiye rıza yaşı 15’ten 12’ye indirilecek. Böylece bundan sonra gerçekleşecek istismarlardaki failleri de kapsayıp koruyacak. net gördük. Ayıya kovan ısmarlanmaz İşte AKP’nin bir gece yarısı operasyonuyla Meclis’e getirdiği ve dört bin sanığı kapsayacağı belirtilen önerge bu bakış açısını bir kez daha gözümüze sokuyor. Tecavüze uğrayanı tecavüz edenin kucağına atarak hayat boyu mağdur ediyor. Kader mahkumu yalanına bel bağlanıp her türlü kötülük “iyi gibi”leştirilmek isteniyor. Bir yandan tecavüz meşrulaştırılırken, diğer yandan potansiyel tecavüzcüler cesaretlendiriliyor. Beş yılda çocuklara yönelik taciz, tecavüz, cinsel istismar davalarında yüzde 400’lük artış ve son bir yılda 16 bin 957 açılmış dosya olması bir tesadüf olmasa gerek. Kaldı ki bu vakaların pek azı hukuki platforma taşınıyor. Dilan bebeğin dramı 2012’de Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde üç yaşında bir bebek yaşamını kaybetti. Basında çıkan haberlerde Dilan bebeğin tecavüz sonrasında ölmüş olabileceği belirtiliyordu. Hemen ertesi gün atlayıp Dilan’ın köyüne gittim. Çok meşakkatli bir yolculuktan sonra ailenin evine vardım. Olayı araştıracağımı sosyal medyadan duyurduğum için beni bekliyorlardı. Dilan’ın annesiyle tanıştım ama konuşamadım. Bana kendisinin Türkçe bilmediği söylendi. Aile adına tüm konuşmaları ben yapacağım diyen bir erkek, bana basında bahsedilen Siverek Hastanesi raporunun doğru olmadığını söyleyip Diyarbakır Hastanesi’nden alınmış başka bir rapor gösterdi. Buna göre, Dilan boncuk yuttuğu için ölmüştü. Biz evden ayrıldıktan sonra Dilan’ın annesinin köyü inleten feryadı hâlâ kulaklarımda çınlıyor. O anneye yardımcı olamadığım için kahrolmuştum. Olayın üzerine gitmeye devam ettim. Kilit yer Siverek Hastanesi’ydi. Günlerce uğraştım ama ne doktorla görüştürüldüm ne de raporu görebildim. Bunun üzerine Diyarbakır’a gittim. Diğer raporu hazırlayan doktorla görüşmek istedim. Bu doktor da adeta kaçtı, telefonlarıma bile çıkmadı. O süreçte, birçok farklı kişiden en çok duyduğum cümle şu oldu: “Bizim buralarda kişinin namusu köyün/ilçenin namusudur. Köyümüzün/ilçemizin namusunu zedeletmeyiz.” İşte bu mantıkla olayların üstü kapatılıyor. Olan çocuklara ve kadınlara oluyor. Tecavüz etevlenkurtul AKP’nin doğa düşmanı “yapişletdevret” aklı, kadınlar ve çocuklar için “tecavüz etevlenkurtul” ahlaksızlığına evriliyor. Bir kez daha sivil toplum örgütleri ve konunun paydaşları yok sayılıyor. Her ne kadar Adalet Bakanı “Bu yasa bir defaya dönük olarak uygulanacak” dese de yapılması hedeflenen değişiklik kalıcı bir etki yaratacak. Çünkü cinsel ilişkiye rıza yaşı 15’ten 12’ye indirilecek. Böylece bundan sonra gerçekleşecek istismarlardaki failleri de kapsayıp koruyacak. 83 kadın örgütünün yaptığı ortak açıklamada da vurgulandığı gibi, TCK 103. maddedeki bu değişiklikle Türkiye’de kız çocuklarının 12 yaşından itibaren cinsel saldırıya ve zorla evlilik şiddetine maruz bırakılmasının “yasal zemini” hazırlanıyor. Çocuk tecavüzleri için “bir kereden bir şey olmaz” diyenlerin, “çocuklarınıza çığlık atmayı öğretin” diyerek açık açık “çocuklarınızın güvenliğini biz sağlayamıyoruz, siz başınızın çaresine bakın” mealinde konuşanların, “kadın mıdır kız mıdır bilmem” tanımlamasıyla ahlak zabıtalığı yapanların, “onun da orada ne işi varmış” diyerek bir kadın tecavüzünü meşru görenlerin niyetini biliyoruz. Kadın örgütlerinin emeği, yüreği ve kararlı mücadelesiyle 1 Ocak 2002’de yürürlüğe giren medeni yasadaki ve 1 Haziran 2005’ten itibaren geçerli olan Türk Ceza Kanunu’ndaki kadını güçlendiren düzenlemelerden çok rahatsız oldular. Sözkonusu düzenlemeyle o dönemde kazandığımız haklarımızı geri almak için ilk adımı atmış olacaklar, ama biz buna asla izin vermeyeceğiz. Çocuklarımızı karanlık kafaların kirli ellerine teslim etmeyeceğiz. Aysel Gürel’in yazdığı, Sezen Aksu’nun seslendirdiği Ünzile şarkısında olduğu gibi kızlarımızın koyun karşılığı evlendirilmesini meşrulaştıranlara geçit vermeyeceğiz. “Küçüğün rızası” tanımını reddedeceğiz. Çocuktecavüzevlilik... Bu üç kelimeyi bir araya getirtenleri lanetleyeceğiz. Tüm duyarlı vatandaşlarımızı 22 Kasım, Salı günü yani yarın 10.30’da Meclis’in Dikmen kapısındaki direnişimize davet ediyoruz. Korkmayacağız, yılmayacağız, sinmeyeceğiz! C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle