18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 16 Ekim 2016 TASARIM: SERPİL ÜNAY Bob Dylan ve direnen liseliler için! Sizleri tanımıyorum ama içinizdeki ateşi, yüreğinizdeki yaşam sevincini hissediyorum. Kendi geleceğiniz için, bizler için, ül keniz için direniyorsunuz! Temelde tek bir isteği niz var, iyi bir eğitim görmek. Kendinizi ve dünya yı daha iyi öğrenmek istiyorsunuz. Bu sizin temel haklarınızdan biri! Çünkü siz geleceksiniz! Çünkü siz dünyayı değiştirmek istiyorsunuz! Şimdi sizleri ikna odalarına çağırıyorlar. Aileleri nizi tehdit ediyorlar! Korkutuyorlar! Bütün bunları yapacaklar ama bilmiyorlar ki, hiçbir nehir tersine akmaz! Sizler duru bir su gibisi niz ve bu su önüne çıkan bütün engelleri aşar! Çok görmüş geçirmiş bir dos Bob Dylan Abi’nin siz yaşlardaki bir fotoğrafı. tunuz olarak söyleyebilirim ki, artık bu dünya değişmek zorunda! Hepimizi kıskacına alan bu acımasız kapitalist düzen sürdürü lemiyor. Bu işçiyi, öğrenciyi, öğretmeni, beyaz ya kalıları ezen düzen gitmiyor işte. Bunu da en çok kapitalistler biliyor çünkü işleri bu. Bunun için sa vaş çıkarıyorlar, amaçları yüksek teknolojiyle ya pılmış yeni silahlarını satmak; bitkilerin tohumla rını değiştiriyorlar, dünyayı çoluk çocuk yok ede cek tarım ilaçlarını piyasaya sürüyorlar, amaçla rı para kazanmak; bilimsel eğitimi yok ederek her şeye boyun eğen sürüler yetiştirmeyi kendilerine iş ediniyorlar. İşte başımızdaki dert bu. Bilimsel eğitimi yok et ve sürüler yetiştir! Siz sürü olmama ya direniyorsunuz! Biz bireyiz diyorsunuz, işte su çunuz bu! Ama bu suç güzel bir suç! Dünyayı de ğiştiren bir suç! Bugünlerde dünyayı değiştirmek için, müzi ği ve şiiri kullanan bir güzel insan Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı. Bob Dylan! Bazıları çok şaşırdı. Neden o diye? Şaşırmaya gerek yok, yıllarını dün yanın değişmesine adamış bir aktivist, bir şair, bir ozan ödül aldı. Çünkü Nobel bile artık alttan ge len değişim dalgasına el vermek zorundaydı. Bob Dylan’a ödül vererek, eski güzel günlerin yeniden hayat bulmasını istediler. Bob Dylan, Amerika’nın demokrasi götüreceğiz diye, işgal ettiği ve binlerce Vietnamlının ve Ame rikan askerinin ölümüne neden olan Vietnam sa vaşına karşı çıkan Amerikan aydınlarının içindey di. Kendi ülkesinin acımasız işgaline karşı çıkı yor ve Vietnamlıların yanında yer alıyordu. Ameri ka Vietnam’da yenildi. Şimdi düşünün ülkeniz bir başka ülkeyi hiçbir neden yokken işgal ediyor ve siz buna karşı çıkıyorsunuz. Size hemen “vatan haini” damgasını vururlar. İşte siz yaşlarda Bob Dylan vatan haini damgasını severek kabul etti. Bu nedenle hiç korkmayın! Size ikna odalarında korkutucu çok söz söylenecek. Sakin olun ve içi nizden en çok sevdiğiniz şiirin her dizesini, sürekli yineleyin. O dizeler annelerinizin ninnileri gibi sizi avutacaktır. O dizeler sevdiğiniz öğretmenlerinizin hayata dair söyledikleri sözleri aklınıza getirecek tir. O dizeler ilk öpüşünüzü size anımsatacaktır. Ve korku uçup gidecektir. Bu el ele tutuşmak gibi bir şey, elinizi geçmişe ve geleceğe uzatın! Ve ya şadım diyebilin! Gelin şimdi de Nobel ödüllü, ödülünü tıpkı bir başka ödüllü yazar Marcuez gibi dünyayı değiş tirmeye çalışan bir aktivist gruba vereceğinden hiç kuşku duymadığım Bob Dylan’ın sözleriyle bitire lim: Oh, mavi gözlü oğlum nerelerdeydin?/Nereler deydin canım yavrum?/ Oniki sisli dağların kena rında düşeyazdım/Yürüdüm, altı eğri otoyolda sü rüklendim/Yedi üzgün ormanın ortasında adım at tım/Bir düzine ölü okyanusun önünde durdum/Bir mezarın ağzında onbin mil ötedeydim/Ve sert bir, sert bir, sert bir, sert bir/Sert bir yağmur yağacak/ Bir mezarın ağzında on bin mil ötedeydim/Oh, ne gördün, mavi gözlü oğlum/ Ne gördün, canım yav rum?/Etrafında azgın kurtlar olan bir yeni doğan çocuk gördüm/Kimsesiz elmastan bir otoyol gör düm/Sürekli kan damlayan siyah bir dal gördüm/ Çekiçleri kanlı adam dolusu bir oda gördüm. 16 EKİM 2016 SAYI: 33247 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Haber Koordinatörü Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler Mine Esen Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 05.44 05.29 05.51 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 07.10 12.57 15.58 06.53 12.41 15.44 07.14 13.04 16.09 Akşam 18.31 18.16 18.42 Yatsı 19.50 19.34 19.58 yorum 13 1944 doğumlu Manuela Carmena, büyük burjuva sayılacak bir ailede yetişmesine karşın yoksulların ve emekçilerin haklarını savunmaya adanmış hukukçu kimliğiyle “soylu doğulmaz, olunur” deyişinin canlı kanıtıydı. 1960’lı yıllarda Frankist diktanın sendikaları boğup sendikacıları bazen kim vurduya getirerek ortadan kaldırdığı İspanya’da; emekçilerin “iş hukuku”nu savunan bir avukat ve Franko’ya karşı verdikleri mücadeleyle ünlenen İşçi Komisyonları’nın kurucu üyesiydi. 1981’de, yani İspanya demokrasiye geçtikten sonra başlayan yargıçlık sürecinde, İspanyol adalet sistemindeki Frankist artıkları, ırkçılığı, kadınerkek ayrımcılığını ve yolsuzluğu temizlemeye çok emek verdi. “Demokrasi Yargıçları” derneğinin kurucuları arasında yer aldı. HSYK üyesiyken, bitmek bilmeyen kısır genel kurulları, “toplantı sırasında yün örmek” için istediği izinle protesto etti. İzin verilmedi ama toplantılar daha kısa ve verimli hale geldi. Çünkü İspanyol HSYK üyeleri, genel kurul uzarsa Manuela’nın yün yumağını ve şişlerini ortaya çıkarmasından çekiniyorlardı! Hep uluslararası hukuku, yani insan haklarını savundu. Savaş karşıtlığıyla ünlendi. Önce ulusal, ardından uluslararası ödüller birbirini izledi. BM misyonlarına başkanlık yaptı. Hiyerarşi basamaklarını birer birer tırmandı ve 2009 yılında emekli olduğunda, İspanya yargıtay başkanıydı. HHH Podemos’un desteklediği Ana Colau’nun Barcelona belediye başkanı seçilmesinden sonra, Madrid daha azını yapamaz, kaybedilemezdi. Manuela Carmena, başta reddettiği belediye başkanı adaylığını sonunda kabul etti. Ön seçimleri yüzde 63 oyla kazanınca, Podemos’un Madrid’de desteklediği aday oldu. Feminist başkan adayına en sıcak eli Barcelona’nın çiçeği burnunda feminist belediye başkanı Ada Colau uzattı. İki kadın, adeta Barcelona’nın İspanya’dan ayrılmak isteyen Katalonya başkenti olduğunu unutup unutturarak el ele verdiler. Ada Colau’yu zafere taşıyan Erkekler konuşur, kadınlar yapar... (2) “Barselona’yı kazanalım!” sloganından sonra “Ahora Madrid!” (Şimdi Madrid!) diye başladı kampanya. Ve zaman ilerledikçe, “Ahora Manuela” temposuna dönüştü. Podemos’un olanakları sınırlı, yani parası yoktu. Manuela, uzun toplantılardan olduğu gibi mitinglerden de sıkılıyordu. Çünkü miting ve nutuk politikacılığının, hayatta hiçbir karşılığı olmayan vaizler veren papazlık (siz imamlık da diyebilirsiniz…) mesleğinden farksız olduğunu düşünüyor ve hatta politikanın bir meslek olmaması gerektiğine inanıyordu. HHH Onun felsefesinde her yurttaş belli bir süre, belli bir fikri savunmak ve toplum yararına uygulamaya geçirmek için politika yapabilir, sonuç alınca da çekilirdi. Politika para kazanılan bir kariyer değil, yurttaşın yurttaşlar için çalıştığı ahlaki bir süreçti. Zaten “umumun hizmetinde bir komşu” diye tanımladığı Madrid belediye başkanlığına da yalnız bir dönem talipti, iki değil… Seçim kampanyasında kendisine yoldaşlık edenler, yenilikçi ve siyasal alışkanlıkları tersine çevirmek için yola çıkmış Podemos’tan olmalarına rağmen şaşırmışlardı. Miting yapmadan, söylev çekmeden nasıl oy toplanırdı ki? Hele afiş bastırmak, yapıştırmak için bile para yokken, adaylarını kime, nasıl tanıtıp seç tireceklerdi? Emekli yargıç Manuela Carme na, “Madrid’i nasıl yöneteceğimi zi, ne yapacağımızı ve hangi so runu çözmemiz gerektiğini halk söyleyecek!” dedi. Alt slogan, kendiliğinden doğmuştu: “Dinle yerek yönetmek.” Mahalle toplantıları, komşu sohbetleri düzenlediler. Seçmenler önce şaşırdı. Karşıların Kitap. da ilk kez konuşan değil, dinle yen politikacılar vardı. Çabuk alıştılar. Gürül gürül ko nuşmaya, dertlerini dökmeye ve fikirleri sorulduğu için de çözüm üretmeye başladılar! HHH Üstelik önerileri, “kariyerist politikacılar”ın akıl ede bileceğinden çok daha pratik, çok daha mantıklıydı. Çünkü sorunu en iyi bilen onlardı! Yani matematik bir mantık vardı ortada: Sorunu en iyi bilen, elbette en doğru çözümü geliştiriyordu. Manuela Carmena, belediye başkanı seçildiği ge ce Madridlilere şöyle seslendi: “Sizi baştan çıkar mak, aklınızı çelmek istiyorum. Sizi daha adil ve da ha eşitlikçi bir toplumun herkesi daha mutlu kılaca ğına inandıracağım!” Ve artık 74 yaşında olan bu kadın, 13 Haziran 2015’ten beri Madrid’i tüm dünyada örnek gösteri len bir ahlak, toplumun taraf olduğu bir ortak akıl la yönetiyor. Çünkü politikanın bir kariyer değil, her yurttaşın toplumun yararına çalışması gereken etik bir süreç olduğuna inanıyor. İspanya’dan sonra Fransa’da yayımlanan “Çün kü her şey farklı olabilir” başlıklı kitabı; başta Tür kiye, dünyada politikayı meslek edindikleri için de mokrasiyi batıranların yüzsüzlüğüne, bir tokat nite liğinde… KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] Milletin Meclis’i müzelik! TBMM’yi vuran FETÖ’cü, alçak “şiddet”in elbette bir evveliyatı var... Sarı Öküz hikâyesi gibi... Önce paspas gibi İçtüzük çiğnendi. TBMM Hesapları İnceleme Komisyonu’nun buharlaşmasına suskun kalmak suretiyle izin verildi... Verilmeseydi... Ve muhalefet fıtraten “Yenikapı ruhu”na fazla meyyal olmasaydı... Meclis de bugün inşaat müteahhitlerinin reklam panayırı haline gelmeyecekti!.. HHH İktidar Meclis’te ilk önce, defi hacet mahalline el attı. Avusturya’dan ithal, özel lavabolar ile yarı bele kadar yükseklikteki seramik pisuvarlar sökülüp atıldı. Yerlerine taşeron işi yenileri ve aralara da tahta perdeler takıldı. Yarım asırdır kullanılan pisuvarlar oval formdaydı. Yakın durunca, (özel çaba göstermedikten sonra) kimsenin birbirini görmesi mümkün değildi. İsmet Paşa’dan Başbuğ Türkeş’e, Demirel’den Erbakan’a ve Ecevit’e dek tüm liderler ve binlerce siyasetçi buralara “küçük su” dökmüş, hiçbiri de aralara tahta perde çektirmeyi düşünmemişti. Ama iktidar ilk iş tuvaletlere el attı. Belki de İngiliz Muhafazakâr Parti lideri Churchill ile İşçi Partili Başbakan Attlee arasındakine muhabbeti duymuşlardı. İki lider pisuvarda karşılaşmışlar. Churchill telaşla önünü kapayıp geri çekilmiş. Attlee de, “Hayrola Sör bir şey mi var” diye sorunca, Churchill açıklamış: “Baksanıza sizin hükümet her şeye el atıyor, el koyuyor... Kendimi sağlama alıyorum!” HHH Bizim liderler arasında böylesi muhabbet bir namümkün! Yenikapı ruhu bile buna imkân tanımaz. Örnek çok: Pisuvarların ve muhalefet kulisindeki tari hi mermer locanın başına gelen, Gazi Mustafa Kemal’in halıya işlenmiş mareşal üniformalı resminin de başına geldi. Onarım bahanesiyle Gazi’nin halı portresi de duvardan söküldü. Müzeye nakledildiği açıklandı. Atatürk’ü sonunda “müzelik” yapmayı başardılar. HHH Aslında müzeye konulması gereken, Meclis’i düşürdükleri manzara! İçi ve dışıyla Meclis inşaat firmalarının reklam alanı haline geldi! Milletin aptal yerine konulması da cabası. “Milletin Meclis’ini millet yapar!” demek, ne demektir? İnşaat Şirketleri Derneği GYODER’e milletimiz vekâlet verdi de biz mi duymadık? O dernek ki, milletin “a..’na” dil uzatan ünlü üyesine iki çift laf mı etti? Hem devletin hukuki ve mali sahibi olan, bütçesini yapan TBMM ne münasebetle “Milletin Meclis’ini” kendisi onarmıyor da bu işi neden bir derneğe yüklüyor? Her boş araziyi her yeşil alanı betona dönüştürme yarışındaki “Gayrimenkul Yatırımcıları” işleyecekleri hangi günaha mahsuben böylesi bir cömertliğe yöneldiler? Sloganlarında belki de haklılar. Onlar değil, “Millet yapıyor!” Çünkü harcayacakları her kuruşu Kurumlar Vergisi Kanunu’na göre, gider gösterecekler ve vergi vermekten kurtulacaklar! Ve sonuçta da sahiden “Milletin Meclis’ini millet yapacak”. İnsan çağı Dünya, 4.56 milyar yaşında. Ünlü astrofizikçi Hubert Reeves, “Dünyanın En Güzel Tarihi” kitabında bu süreyi 24 saate indirgeyerek şöyle anlatır: “Dünyanın saat 00.00’da doğduğunu varsayarsak, canlılık sabah 05’e doğru ortaya çıkar. İlk yumuşakçalar ancak saat 20.00’ye doğru belirir. Sonra dinozorları görürüz saat 23.00’te. Dinozorlar saat 23.40’ta kaybolarak alanı memelilere bırakırlar. Bizim atalarımız saat 24.00’ten önceki son beş dakikada sahneye girerler. Sanayi devrimi ise son bir saniyede değil, bir saniyenin yüzde biri gibi bir süre önce başlar.” “Saniyenin yüzde biri” onca ekolojik felaket yaratmamıza yetmiş. İklimi değiştirdik. Denizleri öylesine kirlettik ki, “2050 yılında balıktan çok plastik yüzecek denizlerde” diyor uzmanlar. Denizler giderek asitleniyor. Balık stokları tehlikede. Canlı türlerini yok ediyoruz. Bilim insanları “Altıncı büyük yok oluş”tan söz etmeye başladılar. HHH Son yıllarda ilginç bir tartışma yaşanıyor. Bir grup bilim insanı içinde yaşadığımız jeolojik döneme “İnsan çağı” (Antroposen) adı verilmesi gerektiği görüşünde. Yoğun bir tartışma var. Jeolojik çağlar, milyon yılları kapsayan dönemler. “Antroposen” önerisi kabul görürse, yaklaşık 11 bin 700 yıl önce başlayan Holosen çağı sona ermiş olacak. 12 bin yıl jeolojik bir dönem olarak oldukça kısa. Antroposen çağı kavramının kabul görmesi için somut kanıtlara ihtiyaç var. Pek çok bilim insanı bu kfoasJnielıltoelarloerıjigbköuçrlmaetwağwnabawlayhi.rmaarbh,emiç[email protected]çlinıoly.lmcaoaormryd.raılkıyiotar.bakalarda bulunan Yani bir milyon yıl sonra, zeki bir canlı türü kayaçları incelerken bizim Antroposen diye adlandırdığımız tabakaya rastladığında, burada hangi fosilleri bulacak? Antroposen’i Holosen’den ayıracak maddeler hangileri olacak? Bilim insanları, şimdiden, uygarlığımızdan geriye neyin kalacağını bulmaya çabalıyor. “Plastik” diyor bazıları. Fabrikaların bacalarından dünyaya yayılan endüstriyel kül diyenler var, beton parçacıklarından, kimyasal gübreden söz edenler de. Bazıları ise radyoaktif maddenin önemli olduğu görüşünde. “İnsan çağı”nın başlangıcı olarak ABD’de ilk nükleer denemenin yapıldığı 16 Ekim 1945 tarihini öneriyorlar. Güney Afrika’da gerçekleştirilen Uluslararası Jeoloji Kongresi’nde de bu konu tartışıldı. HHH Şimdi diyeceksiniz ki, dünyaya atom bombaları yüzünden bu kadar çok radyoaktif madde yayıldı mı? Nükleer Denemelerin Yasaklanması Anlaşması Örgütü’ne (CTBTO) göre, dünyada 1945’ten bu yana 2 bin 56 nükleer silah denemesi yapıldı. Bu denemeler sonucu radyoaktif maddeler dünyanın her yerine dağıldı ve muhtemelen 3.5 milyon insanın da kanser yüzünden ölümüne neden oldu. Nükleer Denemelerin Yasaklanması Anlaşması, tüm ülkeler imzalamadıkları için 20 yıldır hâlâ yürürlüğe giremedi. Atom bombasıyla başlayacak “İnsan çağı” umarız, atom bombasıyla sona ermez. HHH Uygarlığımızdan geriye kalacak o ince toprak tabakasının içeriği de beni düşündürüyor: “Radyoaktif maddeler, plastik, beton, gübre ve kül...” Geleceğin jeologları uygarlığımızla ilgili kim bilir neler düşünecekler. Çok sevdiğim bir dostum şöyle derdi: “Yaşamda ya iz bırakırsın ya da is”. SAYISAL LOTO 12, 19, 23, 33, 42 ve 49 6 BİLEN: 1 milyon 548 bin 658 lira 85 kuruş (1 kişi) 5 BİLEN: 2 bin 811 lira 10’ar kuruş, 4 BİLEN: 44.40 TL, 3 BİLEN: 6.95 TL C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle