23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Can erok Mülteci kampı gibi Avrupa’ya ulaşma gayretindeki, çoğunluğu Suriyelilerden oluşan mülteci grubunun, Esenler Otogarı’ndaki kalakalmış hali, başlıbaşına bir mülteci kampını andırıyor. EBRU ÇAPA 4 EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK senler’deki Büyük İstanbul Otogarı’na tecritteki mi demeli, mahsur kalan mı demeli çoğunluğu Suriyeli, aralarında Iraklıların da bulunduğu mültecilerle röportajlar yapmaya gitmişiz ama ortam daha ziyade, polisten yana gözlem laboratuvarı gibi: Kıdemlisi çömezi, amiri memuru, Özel Tim’i, Çevik Kuvvet’i, saymadım sayamadığım adet sivili, aralarda iyi polisi oynayanı ve tabii ki çoğunlukla kaşlarını yüzüne yıkmış “Yasssah dedik!”çi modeli... Suriyeli Aylan Kurdi’nin kıyıya vurmuş minik bedenine ait, insanın içini dağlayan o fotoğrafın yarattığı uluslararası kamuoyu tepkisinden dolayı mülteciler konusunda yumuşama gösteren Avrupa ülkelerinin açıklamalarından ümitlenip, kara yoluyla Edirne’den Yunanistan’a geçmek, başta Almanya olmak üzere, çeşitli Avrupa ülkelerine intikal etmek derdinde olan mülteciler, otobüs firmalarından bilet alamayınca, Esenler Otogarı’nda kalakaldılar. Günlerdir, bir kısmı otogarın içindeki caminin avlusuna kurdukları çadırlarda, çoğunluğu açıkta, betona serdikleri battaniyelerin, kilimlerin üzerinde, “geçip gidebilmek” için müsaade bekliyorlar. Fotomuhabiri Can Erok’la otogarda buluşacağız. Can, iki gündür orada. Buluştuğumuz güne kadar daha rahat çalışabilmişler ancak o gün, mültecilerle basın E ve medyanın arasına polis konuşlanmış vaziyette, geçişe izin verilmiyor. Bırakın mültecilerin arasına karışıp görüş alabilmeyi, Can’ın yanına ulaşmakta bile zorlanıyorum. Otogarın camiye doğru giden bölümünde polis kesiyor önümü, geçemeyeceğimi söylüyor. Basın mensubu olduğumu, fotomuhabiri arkadaşımın beni beklediğini söylüyorum karşılığında. Önce basın kartı soruyor, basın kartım yok; karşılıklı dil dökmelerimizin nihayetinde, “Peki madem öyle, bari normal kimliğinizi gösterin, en azından Suriyeli olmadığınızdan emin olalım” diyor! Akıllar karışmış biraz anlaşılan. Nüfus cüzdanımı uzatırken, böyle bakıyorum yüzüne; “Nasıl yani?” faslını uzatmıyorum; formaliteymiş... Neticede kameraların, tripotların kurulu olduğu, basın ve medyanın konuşlandığı dar alana ulaşıyorum. Biz bir locamsı mahale tünemişiz, mülteciler aşağıda, epey ileride, arada türlü çeşit emniyet gücünden mürekkep bir duvar... Mülteciler, neredeyse saat başı, eylem koyuyor. Grubun içinde ağzını bantlamış kadınlar ve erkekler mevcut. Ön saflara oturtulmuş çocuklar, “S.O.S! S.O.S!” diye bağırıyor. Çocukları maestro gibi yöneten yetişkin mülteci, onları ‘gazetecilere doğru seslenin’ dercesine, el kol hareketleriyle bizim bulunduğumuz yere doğru yönlendiriyor. Görünür olmak, en önemli meseleleri. Hâliyle... Aynı pankartın, Merkel’e ve Erdoğan’a hitap eden farklı versiyonlarından taşıyorlar: “I am like your son. I don’t want to die drowning.” “Ben de senin evladın gibiyim” diyorlar yani, “boğularak ölmek istemiyorum.” Kameralara doğru pasaportlarını sallayanlar var. Üzerine “Ben de insanım” yazılı kâğıt yapıştırılmış çocuklar var. Türk bayrağı sallayanlar var... Bizim bulunduğumuz bölümden aşağıya inmeye çalışan Suriyeli bir kadına, Arapça konuşarak derdini anlatamamak tan dolayı sinir basmış, elindeki son model cep telefonundan fotoğraflar gösterdiği polislere, bir yandan da elleriyle kollarıyla zaten aşağıdan geldiğini anlatmaya çalışıyor. Bir şekilde oradan çıkmış zaten, kafeteryaya gelmiş, muhtemelen yiyecek içecek bir şeyler almış, geri dönme gayretinde. Polisler içeri bırakıyorlar sonunda ama öbür taraftan geçmek şartıyla... Konuştuğumuz polislerden biri, iki gün önce mültecileri kamplara taşımak üzere tüm hazırlıkların tamamlandığını fakat gitmeyi reddettiklerini söylüyor. Yiyecek içecek yardımlarını da kabul etmiyorlar. “Sağolun almayalım” durumu söz konusu. “Bırakın geçip gidelim...” Esas konuları bu. Geçen gün, İnsan Hakları Örgütü’ne hitaben koydukları bir eylemde, “Human Rights Organization, help us!” pankartı taşıyanların, kalabalığın arasında tekbir getiren birkaç kişiyi uyarıp susturduklarını anlatıyor Can. Uluslararası kamuoyuna görünür olmanın yanında, verdikleri resmin nasıl göründüğü konusunda da azami dikkat halindeler. Ve durumları, öyle böyle değil, içler acısı... Üç gündür sabahlı akşamlı orada mesai vermekte olan Can, yaşadıklarını anlatırken, “Fiziksel açıdan dert değil de duygusal olarak yoruyor” diyor. Bir süre önce Bodrum, Akyarlar’da da mültecileri izlemek üzere habere gitmiş. Gecenin bir vakti, deniz tarafından, zifiri karanlık içinden gelen seslerin, bir süre sonra kesilmesi üzerine ne yapacaklarını şaşırdıklarını anlatıyor. Bir yandan bu sessizliği, umutla, karaya çıkmış olmalarına yormaya çalışmış, bir yandan ALO 158’i (Sahil Güvenlik İhbar ve Talep Hattı) aramışlar. Esenler’de, emniyet güçleri ile basın ve medya arasında, gide gele ilerleyen pazarlık berdevam... “Şu tripotlarla kameralar da kalksın, buraya çevik gelecek birazdan” diyorlar misal; “Bari 13.00 bülteninin canlısını da geçelim, öyle çekilelim” diyor, bir televizyon muhabiri... Böyle böyle geçiyor saatler. Bir bültenden bir bültene, sizin şu gazeteyi elinizde tuttuğunuz günde, henüz tahliye edilmediler ya da geçişlerine izin verilmediyse, mültecilerin otogardaki bekleyişi, altıncı gününü bulmuş olacak. Arzuladıkları yere ve hayata ne zaman varırlar, bu hayatta varabilecekler mi, orası meçhul. PINK FLOYD’UN KURUCU ÜYESİ DAVID GILMOUR YAZDI ‘Özgürlük Korosu’na nasıl dahil oldum?’ Pink Floyd’un solisti ve gitaristi David Gilmour, az sonra okuyacağınız yazıda da söylediği gibi, kendini sözcüklerle değil, müzikle anlatan biri. Ama bir dönem oğlu Charlie’nin de yattığı Londra’daki Wandsworth Hapishanesi’nde öyle bir deneyim yaşamış ki, sarılmış kaleme. İngiliz Independent gazetesinde yayımlanan yazı, bir hapishane korosundan bahsediyor. Ve müziğin iyileştirici gücünden... Gilmour’un hikâyesini anlattığı bu ilham verici koroyu, rock efsanesinin 18 Eylül’de çıkan yeni albümüne ismini veren ‘Rattle That Lock’ şarkısında da dinleyeceksiniz... andsworth Hapishanesi seve seve geri dönmeyi düşüneceğim bir yer değil. En son dört sene evvel, üniversite harçlarına yönelik protestoları takip eden şiddet olayları sebebiyle 16 ay verilen oğlum Charlie’yi ziyaret etmek için oradaydım. Orada olmayı hak ediyor ya da etmiyor olsun, çocuğunu gri eşofman takımı içinde bir hapishanede görmeyi hiçbir ebeveyne tavsiye etmem. Son derece üzücü bir deneyimdi. Ve yine, bu ayın başlarında, kendimi tekrar Wandsworth’ta, mütevazı ölçülerdeki bir odanın içinde, 20 mahkumla birlikte Vivaldi’nin ‘Gloria’sını söylerken buldum. Bu seferki maneviyatı yükselten, ilham verici bir tecrübeydi. Eşim Polly (Samson, yazar) ve ben orada, insanda hayret uyandıran bir İtalyanAmerikan kadın olan MJ Paranzio’nun yönettiği Liberty Choir’ın (Özgürlük Korosu) destekçileri olarak bulunuyorduk. ‘Down by the Riverside’ ile başladık, hemen sonra mahkumlardan biri, bu şarkıyı Güney Carolina’da bulunan ve haziran ayında dokuz kişinin öldürüldüğü Charleston kilisesindeki radyo kaydında duyduğunu söyledi. Liberty Choir’ın amacı, MJ’in şu an Balham, Notting Hill, Brighton ve Hashtings merkezli olmak üzere, sayıları dördü bulan korolarından gönüllülerin Wandsworth Hapishanesi’ne gelerek, hükümlülük sürelerinin sonuna yaklaşan mahkumlardan bir koro oluşturmak. Topluluktan yaklaşık 20 şarkıcı, sekiz hafta boyunca iki saatlik oturumlarda kendilerini bu işe adadılar. Programa bir o kadar da mahkum katıldı. Daha katılım için bekleyen uzun bir liste var. Mahkumların sadece cezalandırılmayı hak ettiğine inanan insanlar olabilir. Ama onlara eğitim verip yeni yetenekler kazandırarak, parmaklıklar ardında kendilerine alternatif yollar önermek, ayrıca bu sayede tekrar tekrar cezaevine dönüp kendi kendilerine zarar vermelerine neden olan döngüden kurtulmalarına yardımcı olmak herkesin yararına olacaktır. Bu, toplumu daha güvenli bir yer haline getirecektir. Ayrıca Adalet Bakanı Michael Gove’un ‘Through the Gate’ adlı bütünleşme politikası ile teşvik ettiği de bu. Aynı politikaya Liberty Choir’ın ilk destekçile W rinden olan Wandsworth’un eski müdürü Kenny Brown, hapishanenin yeni müdürü Ian Bickers ve hapishane vaizi Tim Bryan da sahip çıkıyor. Wandsworth Hapishanesi, insanda hemen şarkılar söyleme isteği uyandıracak bir yer değil. Charlie oradayken, bizi durumun korkunç gerçekliğinden korumak için elinden gelenin en iyisini yaptı. Fakat üzücü gerçek şu ki, hapishane tecrübesi pek çok kişiye hasar verip, onları insanlıktan çıkarıyor. Wandsworth’la ilgili son müfettiş raporunun da gösterdiği gibi, finansal kesintiler yüzünden hem hapishane hem de tutuklular umutsuz bir durumda. Bu sadece, erkeklerin 23 saat boyunca tek kişilik hücrelerde bırakılması anlamına gelmiyor. İnsanlar ölüyor. Yalnızca son 18 ay içinde, Wandsworth’ta altı mahkum kendi hayatına son verdi. Hapishanelere gelen pek çok farklı organizasyon var. Ama Özgürlük Korosu sıradışı. Öncelikle, haftadan haftaya devam eden bir sürekliliği var. Yalnızca bu güvenirliği bile onu desteklenmeye değer kılıyor. Normalde çok fazla kelime sarf eden bir adam değilim. Duygularımın aracı müziktir, daha fazlası değil. Bu, benim için nefes almak kadar gerekli, bu yüzden müziğin ne kadar güçlü olduğunu biliyorum. Bir koroda şarkı söylemek sana neşe verir ve uyuma dair bir şeyler öğrenmek, potansiyel ve güçlü bir dönüştürücü araçtır. Bu programa dair gerçekten hoşuma giden şey, tutukluların hapishane içinde farklı bir topluluk ortaya çıkarmaları ve dışarı çıktıklarında MJ’in korosuna katılmaları yönünde teşvik edilmeleri. Bu her iki açıdan da harikulade bir şey. Liberty Choir, mahkumlara sadece kendilerini ifade etme şansı vermekle kalmıyor, aynı zaman Müzik benim için nefes almak gibi da onlara bir birliktelik de öneriyor. Liberty Choir’ı ilk kez, koronun iki kurucusundan biri ve aynı zamanda MJ’in partneri olan Ginny Dougary, girişimlerini desteklemekle ilgilenebileceğimizi söylemek için Polly’yle iletişime geçtiğinde duydum. Fakat bizi bunun gerçekten zaman harcamaya değer olduğuna ikna eden, oğlumuz Charlie oldu. Charlie, Wandsworth Prison’a geri dönüp, tutukluların aileleri ve arkadaşlarına şarkı söylemek için Liberty Choir tarafından verilen konser performansına katılmayı seçmişti. Konserden sonra, bizi aradı, muazzam heyecanlıydı. Dedi ki, koro hapishanenin acımasız ortamında bir küçük nezaket ve insanlık paketi kadar az rastlanacak bir şey. Böyle bir program hayat kurtarabilir. Sadece müziğin iyileştirici etkisi sayesinde değil. Tutukluların şarkı söylemek gibi naif ve insani bir şey yapmaları için cesaretlendirilmesi, iktidar pozisyonunda olanları da in sanlıklarıyla uzlaşmak zorunda bırakıyor. Charlie cezaevine, Wandsworth’taki Liberty Choir ile şimdi MJ’in Balham’daki korosunun destekleyicileri ve üyeleri olan iki çocukla birlikte girmişti. Hâlâ onlardan biriyle iletişim halinde. Hapishanedeyken kurduğu pek çok arkadaşlığını da halen sürdürüyor. Bu sayede, Polly ve ben yaşananları daha farklı bir bakış açısıyla yorumlayabiliyoruz. Hapishanedekiler ve dışarıdakiler aslında aynı insanlar. Çoğu insan arasında şans ve koşul farklılığı dışında temel bir fark yok. ‘Rattle That Lock’ adlı single’ımda Liberty Choir’ın söylemesi Polly’nin fikriydi. Polly, diğer albümlerimde olduğu gibi, önümüzdeki ay yayınlanacak aynı adlı albümün de başlıca söz yazarı. Koro sözlerinin (“Rattle that lock, lose those chains/ Kilidi şakırdat, zincirden kurtul”) harfi harfine alınması gerekmiyordu. Bu, nerede ve kim olursan ol, ruhunun derinliklerinde, özgür olma cesaretine sahip olmanla ilgili. Duyarsızlık bulutunun altında yok olup gitme, harekete geç. Pink Floyd’da kullandığım korolar, müzikal çeşitliliğin bir parçası. En ünlüsü, ‘Another Brick in the Wall’un ikinci bölümündeki çocuk korosudur. Ayrıca 1969’daki ‘Atom Heart Mother’ albümünde de koro kullanmıştım. İnsanların hep bir ağızdan, bir arada ve uyum içerisinde şarkı söylemesinde büyüleyici bir şey var. Bu, kendinizden kaçıp, daha büyük bir resmin parçası olmanıza imkan sağlar. Ben hiçbir zaman gerçek bir koronun içinde bulunmadım. Ama henüz öğrenciyken, bir grupla uyum içerisinde şarkı söyleyebilmek için, sabah toplantılarında yarım düzine oğlandan olu ‘Yok olup gitme harekete geç!’ T e d m ü b l a i n Ye r a v a d r a l n o he Liberty Choir, David Gilmour’un 18 Eylül’de çıkan yeni albümüne adını veren ‘Rattle That Lock’ adlı şarkıda ona eşlik ediyor. David Gilmour Independent’a yazdığı bu makalenin telif ücretini Liberty Choir’e bağışladı. Bu programı Wandsworth Hapishanesi ve diğer cezaevlerine yaymak için planları da var. Eğer koroyu desteklemek, şarkı söyleme programının bir parçası olmak ya da girişim hakkında daha fazla bilgiye sahip olmak istiyorsanız, libertychoir.org adresini ziyaret edebilirsiniz. şan bir grupla pratik yapmıştım. Bu tecrübe, hem müzikal eğitimimde kıymetli bir rol oynamıştır, hem de okula dair birkaç olumlu anımdan birisi olarak kalmıştır. ‘Rattle That Lock’ın kayıt sürecindeki ilk adım, Balham’daki Ravenstone İlkokulu’nun salonunda güney Londra korosu ile prova yapmaya gidişim oldu. Albümün coprodüktörü olan Roxy Music’ten eski dostum Phil Manzanera da birlikte şarkı söylemek için oraya geldi. İlk buluşmamızdan ötürü MJ’in bir güç merkezi olduğunu biliyorduk. Ama onu prova sürecinde gözlemlemek dönüştürücü bir deneyim oldu. Odanın içinde 150 kişiden oluşan büyük bir grup vardı. MJ’i onlarla ilgilenirken görmek, gerçekten ilham verici ve inanılmazdı. MJ, eski mahkumları desteklemek için koronun diğer üyelerini gruba kattı. Performansları etkileyici ve şaşırtıcı derecede ustacaydı. Repertuvar ise aynı hapishanede olduğu gibi karışık ama aynı zamanda iddialıydı. Polly coşkuma inanmakta güçlük çekiyordu. Benim bu işin bir parçası olmam düşüncesi ve bunu tekrar yapmayı yeniden istemem onu gülümsetti. Provaya verdiğimiz ara boyunca Liberty Choir’ın gönüllüleri ve eski mahkum üyeleri ile kayıt üzerine konuşmak için bir araya geldik. Eski mahkumların gösterdiği gayret karşısında çarpılmıştım. Koro onlara pozitif bir yoldan, farklı insanlar ve farklı türden bir hayatla iletişim kurmaları için yardımcı olan, iyi bir şeydi. Birkaç hafta sonra, kayıt için Clapham Common’ın dışında bulunan Holy Spirit Kilisesi’ndeydik. MJ, koroyu tamamen hazırlamıştı. Ne yapması gerektiğini tam anlamıyla biliyordu ve koro da ona kenetlenmiş haldeydi. Daha önceki koro toplantılarına katılan birkaç kişiyle tanıştım. Hangisinin eski mahkum, hangisinin korodan biri olduğunu söylemem mümkün değil. Çünkü şimdi, olması gerektiği gibi, onların hepsi bu koronun bir üyesi. David Gilmour 29 Ağustos, The Independent (Çeviri: Ezgi Atabilen) C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle