23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cuma 3 Temmuz 2015 dizi EDİTÖR: HAKAN AKARSU TASARIM: SERPİL ÜNAY 14 ‘Neee! Adın Ömer mi? Hemen çık git bu dükkândan!’ E L K İ L İ V E L A ? M I T Ş I N A NASIL T Dedeyi tanımadan önce saz hoş bir oyuncaktı benim için. Daha sonra saz benim için vazgeçilmez bir enstrüman oldu. akkında hiçbir şey bilmediğim Alevilikle ilk karşılaşmam müzik yoluyla oldu. İzninizle bu karşılaşmayı, Sevdalım Hayat adlı anılarımdan aktarayım:    “Bir başka büyük etkiyi de Mecitözü’nde yaşadım. Adliye müfettişi olan babam yaz tatillerinde teftişe giderken bazen beni de götürürdü. Ço rum ve ilçe adliyelerini teftiş edecekti o yaz. Bir aydan fazla Çorum’da kaldık. Bir gün yolumuz Mecitözü ilçesine düştü. Adliyede incelemelere başlayan babam, savcıdan o yöreler de iyi saz çalan bir âşık olup olmadığını sordu. Çok ünlü biri varmış. Yanıma başkâtibin oğlunu verip ona yolladılar beni. Çocuğun adı dikkatimi çekmişti: Burhan Felek. O sıralarda pek boyuma posuma bakmadan, eve gelen ga zetelerdeki köşe yazarlarını okuma alışkanlığındaydım. Garip gelecek ama en sevdiğim iki yazar, kullandıkları sözcükle rin bir bölümünü anlamadığım Burhan Felek ve Refi Cevat Ulunay’dı. Çelimsiz bir çocuk olan Burhan Felek beni kulübe gibi bir eve götürdü. Orada yaşlı, sakallı bir dededen bağlama dinle dim. Müzik yaşamımın belki de en önemli günüydü o, yaşa mımın yönünü değiştirmişti. Dede erenlerin çaldığı müzik aleti, da ha önce dinlediğim hiçbir şeye benzemiyordu. Radyo sazı de nilen o yavan ve sıkıcı üsluptan o kadar farklıydı ki, anlata mam. Ezgiyi üç telde tamamlıyor ve akorlarla zenginleştiri yordu. Klasik gitar tekniğiyle işleyen sağ eli öylesine ritmik bir zenginlik çıkarıyordu ki ortaya, şaşırıp kalıyordum. H Hacıbektaş’ın cezaevi neden kapatıldı? enim rüyam, her türlü geliyor. Türkiye’nin her yöredeğer ve ölçünün mersinden Hacı Bektaş’ı anmak kezine insanın yerleştirildiiçin bu kasabaya gelenleri ği bir dünya yaratılmasıdır. ağırlayacak otel yok. Bu, ırk ve din ayrımını, milliSıcak havada kadın erkek yetçiliği, bölgeciliği, ideolojik ağaç altında yatıyorlar. Sulaayrımcılığı; bunlardan kayrını, ekmeklerini bölüşüyornaklanan her türlü fanatizmi lar. Ve günlerce süren bu fesve şiddeti önleyebilmenin tek tival sırasında hiç “suç” kapyoludur. samına girecek bir fiil işlenDünyayı daraltan ve insan miyor. Ne hırsızlık var, ne ları tehlikeli biçimde birbikavga, ne yankesicilik, ne ırrine düşman eden cemaatçiza tecavüz, ne hakaret... lik, genişleyen dünyayı tehYarım milyon insan, o zor dit eden bir öğe olarak karşı şartlarda kardeş olarak yamıza çıkıyor. şıyor. Dualarını kadın ve erkek Cemaatçiliğin alternatifi bir arada dans ve müzikle yaevrensel bir beraber yaşama pıyorlar. Kasabada cami yok. teorisi ya da inancı olabilir. İslamın alışık olduğumuz ibaBöyle bir amaca ulaşılabildet biçimlerinmesi için 20. den hiçbirine yüzyılda çeşitrastlanmıyor li modeller deburada... nendi. ÖzellikŞimdi işin le Almanya’nın en can alıcı böuygulamaya çalümüne geliyolıştığı ve “mulrum: tikulti” adı Bu kasabaverilen çokda yıllardan kültürlülük beri hiç suç işprogramının lenmediği için yarar sağladıTürkiye Cumğını söylemek huriyeti Adaepeyce zor. let BakanlıÇünkü mulğı, 1995 yılıntikulti prograda aldığı bir mı, başat (dominant) bir kül Ağustosta yüz binler Hacı kararla hapistürün yanında bektaş’ta biraraya geliyor. haneyi kapattı. Çünkü işlevsiz yer almış külbir bina olarak tür gettoları yaratılması sonucunu doğurdu. boş duruyordu. İşlenmiş bir tek suç kayAzınlık içinde azınlık grupladı olmadığı için, jandarma ve rı yarattı. Olumlu ayrımcılık polis defterleri de tertemiz. (positive discrimination) denilen olgulara yol açtı. Nasıl oluyor? Kısacası Alman federal ve Suçun her gün arttığı bir eyalet hükümetlerinin büyük dünyada, Türkiye’nin tam paralarla uygulamaya çalıştıortasındaki bir kasaba nağı program, cemaatleşmenin sıl oluyor da şiddetten yüzde önüne geçemedi. yüz arınabiliyor? Suçun her İslamda cemaatçilik çeşidini dışlayabiliyor? Bu sorulara verilecek ceİslam dininin cemaatçilik vap tek kelimelik: ögesi de son zamanlarda çok Kültür! vurgulanır oldu. Hatta İslamBu insanların geleneksel da cemaatçiliğin kaçınılmaz kültürleri onları suçtan koruolduğunu savunan görüşler yor. Hacı Bektaş’ın geleneği, ortaya atıldı. suç işlemeye engel olduğu giPeki, cemaatçiliğin önübi; ırk, dil, din ve cinsiyet ayne nasıl geçilebilir? Nasıl bir rımını da ortadan kaldırıyor. program bu tehlikeli kutupBugün Türkiye’de onun yolaşmaları önleyebilir? Bu kolunu izleyen milyonlarca innuda Anadolu’da yüzyıllar san, “insan kardeşliği” düşüncesinde birleşiyorlar. Yaönce yaşanmış ve bugün de izleri sürüp gelen bir gelene şadıkları kasaba ve köylerde ği hatırlatarak bazı sonuçlara cami yok. Namaz kılmıyor, kutsal ramazan ayında oruç varmak istiyorum. tutmuyorlar. İbadetlerini saz Bugün Türkiye mahkemelerinde 27 bin cinayet davası eşliğinde söyledikleri semahlar ve bunlara uygun dansgörülmekte... Çeşitli nedenlarla yapıyorlar. Hem de kalerle adam öldürmenin madın erkek bir arada... Kadınkul görülebildiği ve hatta zaları çarşaf içinde değil... man zaman insana şan ve şeErkeklerin dört kadınla evref kazandırdığı geleneklelenmelerine de hiçbir zaman re sahip olan Türkiye için şa izin verilmemiş. Bırakın dört şırtıcı bir sayı değil bu... Çün kadını, ikinci bir kadın alkü din uğruna, vatan, namus, mak bile “yol düşkünü” olideoloji uğruna, hatta erkekmak sonucunu doğuruyor. lik uğruna cinayet işlenmesi “Yol düşkünü”, işlediği geleneklere göre pek de utaherhangi bir suçtan dolayı toplum dışına itilmek anlanılacak bir şey değil. Diğer suçlar ise cinayetle ölçüleme mını taşıyor. Şarap yapmayı biliyorlar, yecek kadar fazla sayıda... Ne yazık ki bu durum sade içki içiyorlar. Şenlikleri ve ce Türkiye’ye özgü değil. Suç törenleri Dionysos bağ bozumu ayinlerine çok benzeyen ve şiddet, dünyanın değişik bir coşkunlukta... bölgelerine yayılmış durumda... Son zamanlarda AmeriBu kültür nasıl oluştu? kan halkını dehşete düşüren 21. yüzyıla aktarılan ve buçocuk cinayetleri de bunun gün de milyonlarca kişi taragöstergelerinden biri... fından devam ettirilen bu bakültür nasıl oluşturulOysa Hacıbektaş’ta... rışçı du, nasıl gelişti? Bu soruların Şimdi size Hacıbektaş’tan cevabını bulmak için 700 yıl söz etmek istiyorum. öncesine, 13. yüzyıla gitmek Adını 13. yüzyılda Horagerekiyor. san’dan gelerek buraya yerleşmiş bir manevi otoriteAnadolu’da 57 den alan bu kasabaya, her yıl ağustos ayında 500 bin kişi bin pir vardır B Müziğimin kaynağı Çaldığı deyişler de farklıydı. Anadolu’nun arkaik sesleriy le ilk kez karşılaşıyordum, çok heyecanlanmıştım. Bağlama yı incelemek için izin istedim dededen. Elime aldım ve hiç bir şey çalamadım; benim tanıdığım çalgı bu değildi. Tellerin hangi seslere akort edildiğine dikkat ettim, o günden sonra en büyük çabam o çalgıyı öğrenmek oldu. Yıllar sonra ilk plaklarım çıktı ğı zaman, değişiklik duygusu nu yaratan, beni diğer değerli müzisyenlerden  ayıran, “Ne ilginç bir saz çalma biçimi” dedirten etki budur. Karlı Kayın Ormanı gibi birçok parçanın bestelenmesi, o dedenin bana tanıttığı uçsuz bucak sız pentatonik müzik kaynağı sayesinde mümkün olmuştur. Dedeyi tanımadan önce saz hoş bir oyuncaktı benim için. Radyoda yayımlanan halk müziği programlarından nefret ediyordum. Hiçbir müzikal çağrışım yoktu yaptıkları işte. Bu yüzden Portofino gibi, Tom Dully gibi parçaları ya da İspan yol flamenco’larını çalmaya özeniyordum ama dede farklıydı. Çok ciddi ve zengin bir müzikti onun yaptığı. Sonraları bunu iyice kavradım. Dedenin çaldığı bağlama tarzı, dünya daki pentatonik müzik geleneğinin en usta örneklerinden bi risiydi. Bu müzik yoluyla Uzakdoğu’dan İrlanda folk müziği ne, Afrika’dan blues’a kadar her akraba müzikle ilişki kuru yordunuz. Yaptığı müziğin temelinde güçlü bir ses sistemi var dı. Eğer o dedeyi dinlememiş olsaydım ne saz çalmaya devam ederdim, ne de beste yapardım. Dedim ya; Batı müziğini tanıdığım için radyo sazı yavan ve tatsız geliyordu. Çalgıyı neredeyse bırak mıştım. Ankara’ya dönünce böyle bir sazı nasıl yaptıracağımı, bu üslubu kimden öğrenebileceğimi araştırmaya koyuldum. So nunda Hamamönü’nde atölyesi olan Yusuf Erenler’i buldum. Dükkâna girdiğimde orta boylu, hoş yüzlü, bıyıklı bir adam, bir yandan elindeki sapı rendeliyor, bir yandan da talaşlar arasına yerleştirdiği bir çay bardağından rakı içiyordu. İçe ri girince bana soğuk soğuk baktı. Bağlama düzeni saz yaptırmak istediğimi söyledim. Uzunca bir süre süzdü beni. “Sen saz çalmayı biliyor musun ki?” diye kuşkulu, hatta alaycı bir ifadeyle sordu. “Biliyorum!” dedim. Duvarda asılı sazlardan birini uzattı, “Çal bakalım o zaman!” dedi. Ben de bildiğim usulde saz çalmaya başladım. Gözleri hayretle açıldı, “Yahu sen gerçekten çalıyorsun” dedi. O andan itibaren ünlü saz us tası Yusuf Erenler’in müthiş takdirini kazanmıştım ama ne yazık ki hemen arkasından sordu: “Adın ne?” “Ömer!” dedim, iki ismimi de kullanıyordum; o gün de “Ömer” diyeceğim tutmuştu. Saz ustası bunu duyar duymaz kıpkırmızı kesildi ve “Neee! Ömer mi?” diye bağırdı: “Hemen çık git bu dükkândan!” dedim. Yumuşadı, “Haa, o zaman olur!” gibi bir şeyler söyledi. Sonra onunla çok iyi dost olduk. Bana hem güzel sazlar, curalar yaptı hem de bağlama düzeni çalmanın tekniklerini kaptım ondan. İlk albümlerimi de şimdi ölüp gitmiş olan bu efsanevi ustanın sazlarıyla kaydettim. 2000 yılında Princeton Üniversitesi’nde, Albert Einstein’ın ders vermiş olduğu ve pencereleri e=mc2 formülünün işlen miş olduğu vitrayla kaplı salonda Alevilik üzerine konfe rans verirken, içimden gizlice, ilk tanıdığım Aleviler olan Ço rum’daki dedeyi ve Yusuf Usta’yı da andım.‘’ Yıllar sonra bu konferans metnini yayımlamamın nedeni, bu konuda eğriyi doğrudan ayırmak ve Aleviliği elden geldiği kadar nesnel biçimde anlatma ihtiyacından kaynaklanıyor. Bildiğiniz cemaat değil Bir not da konferansta kullandığım ‘cemaatçilik’ kavramı üzerine. Bugünlerde Türk basınında cemaat kelimesi çok moda. Oysa ben bu konferansı 2000 yılında vermiştim ve dünyadaki cemaatleşme olgusundan söz ediyordum. Bu kavramı kullanıyor olmamın güncel gelişmelerle ilgisi yok. Olsa olsa mütevazı bir öngörü sayılabilir. Bu yazının, konuyu hiç bilmeyen yabancılara anlatılmak üzere hazırlanmış bir konferans metni olduğunu da tekrar vurgulamak isterim. 1400 yıldır yasak isim Neye uğradığımı şaşırdım, ne dedi ğini anlamadım. Sonra benim perişan halimi gördü ve dedi ki: “Sen bilmiyorsun ama Ömer ismi bizde yasaktır. Arkadaşlar gelir, burada bir ‘Ömer’ görürse yandık.” O zamana kadar ben ne Alevi inancını duymuştum, ne mezheplerden haberim vardı, ne de Ömer, Bekir ve Osman isimlerinin 1400 yıldır yasak olduğundan... “Ama benim bir adım da Zülfü” ‘Babamın dizeleri gibiyim, kederdeyim’ ivas katliamında kaybettiğimiz şair ve tıp doktoru Behçet Aysan’ın kızı, yazar Eren Aysan, 22 yılın ardından Madımak’a bakarken, “Babamın dizeleri gibiyim: Aynı gökyüzü/aynı kederdeyim” diyor. SELİN İnsan olan dayanaNGUN maz. 16 yaşında bir ço O cuk, babasının yaşamdan koparılışını, televizyondan izliyor. 2 Temmuz 1993’ü, o gün ekrana yansıdığı kısmıyla, yaşı müsait olanlar biliyor. Ya o esnada sizin oturma odanızda göremedikleriniz? Akşam haberlerinde “Sivas’ta Olaylar” başlığı vardı ilkin. 22 yaralının olduğu söylendi. Babamın hemen geleceğini düşündüm. Sonra alt yazılar geçmeye başladı: “Pir Sultan Abdal Şenliği’ne katılan misafirlerin kaldığı otel yakıldı. Çok sayıda ölü var.” Öylece kalakaldım. Adeta her şey dönüyordu, koltuklar, masa, sandalyeler, halı, kitaplar. Ağzımdan iki kelime çıkabildi yalnızca: “Anne, televizyon.” Sonra adımdan bir fazlasını hatırlamıyorum. Sabaha kadar mavi odamda bekledim babamı. Gelecek ve koşacağım yanına. Hem niye ölsün ki! Sorunuza gelirsek: Odada olmayan tek şey babamdı artık. Sonrasında taşıdığım “yenilgi” duygusunu içimden atamadım. Sivas davası duruşmaları... O anlar? Kolay değil, tam 22 yıl. Bir cinayetin, katliamın zihinlerde “eskimesi”ne yetecek kadar uzun bir zaman. Sivas davası şimdi Anayasa Mahkemesi’nde. Süreç devam edi Behçet Aysan’ın kızı Eren Aysan babasını kaybettiği Sivas 93’ü anlattı S yor. Ama nasıl? İşte zaten her şey bu “Nasıl?” sorusunda düğümleniyor. Öte yandan bir aile düşünün... O ailenin yaşamı 22 yıl boyunca eşini, kardeşini, babasını öldürenlerin ortaya çıkarılmasını istemekle mi geçer? Bu yolda devlet ve hukuk katında mücadeleyle mi geçer? Duruşmanın olduğu ilk gün mahkeme başkanının üzerine sanıkların bozuk para fırlattığı gerçeğini hatırlatmaya çalışmakla mı geçer? Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın sanıkların yanında yer almasına itiraz etmekle mi geçer? Siyasi cinayetlerde zamanaşımına direnmekle mi geçer? Geçermiş! Dahası da varmış üstelik. Çünkü sürekli can alınan bir ülkede siyasi cinayetlerde öldürülenlerin yakınları olarak kocaman bir aileyiz. Artık çoğalmak istemiyoruz. Canımı yakan sanıkların fütursuzluğu değil. Benim mahkeme salonunda içim ürpererek beklemem değil. Gözyaşlarım değil. Sisteme olan inançsızlığım. 1993’te doğanlar bugün 22 yaşında. Belki kimileri Madımak’ı hiç bilmiyor. Çocukluğunu Madımak’ta bırakmak zorunda kalan bir evlat olarak gençlere içinizden en çok ne anlatmak geçiyor? Babam öldürüldükten sonra ülkece çok şey biriktirdik. 90’lı yıllarda 17 bin 500 faili belli meçhul cinayeti biriktirdik mesela. Evladını yitiren anaların gözlerinden akan kan damlalarını biriktirdik. Lice’de, Kulp’ta evlerden çıkan cenazeleri biriktirdik. Ebabil kuşları cesetleri kaçırıp, yok edip asit kuyularına atmasını biriktirdik. Her cumartesi Galatasaray Meydanı’ndaki kayıp yakınları nın isyanını biriktirdik. Sivas 93’ten sonra öldürülen Onat Kutlar’ın, Yasemin Cebenoyan’ın, Ahmet Taner Kışlalı’nın, Hrant Dink’in acısını biriktirdik. Gezi’de toprağa yüzü düşen gencecik çocukların masumiyetini biriktirdik. Roboski’yi biriktirdik. Dur durak bilmeden ilerleyen adı her neyse bir mekanizmanın olduğu ve yaptıkları ortada. Dolayısıyla Madımak’ı hiç bilmeyen gençlere bu yapı devam ettiği sürece daha büyük bir yangının içinde kendini bulacaklarını söylemek isterim. Dini ve milli hisler adına yapmaya giriştikleri, ucunda bir başkasının canına kastı olan her eylemi sorgulamalarını isterim. Bu ülkede öldürülen aydınların neden öldürüldüklerini anlamalarını isterim. “Bir ruh doktoru olduğu için babamın yaşamında tedavi etmeye koşul ve zaman bulamadığı hastalarınca öldürüldüğüne inandım” sözünüz hafızamızda. Aklımızda en çok o soru var: Bu soylu düşünceniz size ne kadar huzur verdi? Sivas katliamı 16 yaşındaki bir çocuğun kalbinde büyük yara açtı, zihninde de soru işaretleri bıraktı. Bugün her ikisinin de yansıması sürüyor. Kalbimden aklıma giden ince sızıyla gündelik yaşamıma devam ederken, pek çok sözcüğün “güven”den “güvensizlik” iklimiBehçet Aysan ne aktığını duyumsayabiliyorum. Sürekli arasam da huzura yakın değilim artık. Daha çok çaresizlik sarmalı içindeyim. Üstelik bunun bir duygu değil, ağırlığını ve soğukluğunu hissettiren gerçek olduğunu biliyorum. Birileri benden çok önce bu gerçekle karşılaştı, birileri bunun farkında değil, birilerinin “çare” diye başvurduğu şeyse bana çok yavan geliyor. En azından babam hayattayken Benjamin’in “Umut için tasarlanan her şey umutsuzlar adınadır” sözüne dair bir gelecek planım vardı. Şimdiye yok! Babamın dizeleri gibiyim: “Aynı gökyüzü / aynı kederdeyim.” Eren Aysan C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle