15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumartesi 6 Haziran 2015 yorum TASARIM: SERPİL ÜNAY 20 üyüklüğü 100 dönümden az Dolmabahçe Sarayı için “Osmanlı’yı batırdı” yorumu yapanlar çoktur. Gerçekten de, Sultan Abdülmecit’in emriyle yapılan sarayın masrafı Osmanlı’yı çok zora soktu, memur maaşları bile ödenemez hale geldi. 285 oda ve 46 adet salonu olan sarayın yıllık masrafının 2 milyon sterline çıktığı yazılı. Ve Abdülmecit, burada 6 ay bile oturamadı. Peki, Erdoğan’ın inşa ettiği Ak Saray... Dün Taraf’ta Hüseyin Özay, adını açıklamadığı bir saray çalışanına atfen anlatıyor: B 3 yıl önce, 3 yıl sonra radan 3 yıl geçmiş. Eylül 2012’de Hatay’a ve sınıra gidip AKP iktidarının ABD güdümünde Suriye ile yarattığı gerginliğin yansımalarını, bölgede gerçekleştirdiğimiz bir röportaj ile gazetemizde yansıtmıştık. Henüz cemaat ile Saraydaki sultanın arası bozulmamıştı. Kardeş kardeş geçiniyorlardı ve AKP’nin Suriye’ye Erdoğan’ı sandıkta sarayına kilitleyin “2 bin odası, her biri 30 kişilik 66 tane toplantı salonu var. İsraf olmasın diye bunların yalnızca 1315’i kullanılıyor. 1260’ı polis olmak üzere, 3 bin personel istihdam ediliyor. Aylık elektrik masrafı 1.2 milyon, doğalgaz masrafı 5 milyon TL. Otoparktan ofise gitmek için 15 dakikalık sıkı yürüyüş gerekiyor. Koridorlarda polisler herkese kimlik soruyor. Çalışanlar günde 6 kez xraydan geçiyor.” Maliye Bakanı saray için harcanan parayı “Milletin morali bozulur” diye açıklamadı biliyorsunuz. Ama 20 milyar TL olduğu sanılıyor. 13 yıllık AKP iktidarının sonunda geldiğimiz nokta bu. Dünyanın en büyük sarayına sahibiz. İyi mi kötü mü tartışıp, “Ülkeye kalıcı bir eser bıraktı” demek isteyenlere koz vermek istemiyorum. Daha dün okudunuz, dünya gazeteleri “Beyaz Saray’dan 30 kat [email protected] Erdoğan’ın misyonu A karşı savaş politikasını birlikte yürütüyorlardı. Röportajda, Hatay sanayi sitesinde herkesin gözü önünde bomba yapımı için çok sayıda boru kesildiğini duyurmuştuk. Afganistanlı, Pakistanlı, Libyalı, Çeçen, Katarlı birtakım insanların paralı lejyonerler gibi sınırı geçip Suriye’de çatışıp geri döndüklerini yazmıştık. El Kaidecilerin, Talibancıların sokaklarda askeri kamuflaj elbisesi ile dolaştıklarını, sınırdaki Yayladağı ilçesinde dükkân tezgâhlarında mücahitler alınlarına taksınlar diye siyah bantlar satıldığını dile getirmiştik. Mavi Marmara gemisinden anımsayacağımız İHH’nin (İnsani Yardım Vakfı) Reyhanlı’ya bir TIR dayadığını ve Suriyeli muhaliflere lojistik destek verdiğini ifade etmiştik. Müslüman Kardeşler (İhvan) örgütünün Suriye’deki lideri Adnan el Arur’un, Arap televizyonlarına çıkıp “Bu kâfir, Nusayri, Alevi kâfirlerini kıyma makinelerinde kıyıp etlerini yiyeceğiz” dediğini de kaydetmiştik. Yaklaşık 3 yıldır Meclis’teki milletvekillerinden tutun sokaktaki yurttaşa değin herkes AKP’nin daha dün sarmaş dolaş olduğu Esad yönetimine karşı örtülü bir savaş açtığını öğrenmişti, biliyordu. Ancak, savcılardan ve cemaatten “gık” çıkmadı. Aradan geçen 3 yıl içinde Reyhanlı bombalandı. Canlarımız öldü. 3 yıl önce Hatay’da ve ilçelerinde sokakta savaş kıyafeti ile dolaşan Afganistanlı, Pakistanlı, Libyalı, Çeçen, Katarlı El Kaideciler, Talibancılar; IŞİD’i kurdular, tüm bölgede kıyıma başladılar. Eski genel yayın müdürümüz Özgen Acar’ın geçen 2 Haziran tarihli yazısında yer alan ve şimdiye değin dünya basınında hiç gündeme getirilmeyen çok önemli bilgilere göre, Suudi Arabistan askeri uçakları Hatay’a ve Ankara’ya düzenli inişler yaptı, Katar’daki Amerikan üssünden kalkan uçaklar 2013 Haziran ayında Türkiye’ye 30 kez geldiler, Ürdün’den kalkan uçaklar da Türkiye’deki havaalanlarına indiler. Bütün bunlar olurken savcılar ve cemaat yine kılını bile kıpırtmadı. Ne zaman öküz öldü, ortaklık bozuldu; ne zaman AKP, ABD’den çok ABD’ci bir tutumla Esad düşmanlığını abarttı; ne zaman ABD’ye sığınmış emekli vaizin cemaati ile sultanın arası bozuldu, işte o zaman kimi savcılar da cemaat de 3 yıldır sürdürülen örtülü kirli savaş ile, tümüyle “siyasi kin gütme” amacıyla ilgilenir oldu. Kinin diğer yanındaki sultan da giderek hırçınlaştı, giderek tehdit dozunu artırdı. Önüne gelene saldırıyor. Çünkü, daha çok güç elde etmek, daha çok yetkilenmek istiyor. Artık geriye dönüşü kalmadı, biliyor. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK büyük sarayı olan lider kim” diye tüm Türkiye ile alay ediyor. Ama deniz bitti. Erdoğan’ın misyonu da sona geldi. Artık bu ülkeye vereceği bir şey kalmadı. Bazılarının “Ancak yüz yıl sonra” dediği Kürtçe TV’yi bir gecede kurma benzeri cesaretleri sergileyemiyor artık. Tek yapabildiği, sarayın klozetlerini muhalefet liderine açmak. Ama Türkiye’nin, saraydan da, klozetten de acil ve önemli sorunları var. Ekonomi, Erdoğan’ın ilk yıllarındaki gibi değil, tamamen durdu, ihracat gümledi, büyüme gümledi. Türkiye, “değerli yalnızlık” yalanlarıyla teselli bulan ülke haline geldi. Bize sıcak bakan tek dost ülke kalmadı. Öteki konuları atlayıp sadece eğitimden bir örnek vereceğim. Bu yıl YGS’ye 2 milyondan fazla genç girdi, bunların sadece ilk 100 bini iyi denebilecek üniversitede okuyabilecek. 1 milyon 900 bini umutsuz. Mezuna iş de yok. Erdoğan’ın 13 yıl sonunda Türkiye’yi getirdiği nokta bu. İşte bu yüzden devletler liderlerini değiştirirler. Ama “gidip gitmemeyi” liderlere bırakırsanız, hiç kimse gitmek istemez. Dünyanın en adaletli hükümdarı Muhteşem Süleyman, “Senden büyük Allah var” nidalarını dinleye dinleye 46 yıl tahtta oturdu, ancak ölünce gitti. İngiltere’de Kraliçe Elizabeth’in hükümranlığı 60 yılı aştı, kendi öz oğlu için tahtı terk etmeye gönlü el vermiyor. Bunu bildiği için Amerikalılar başkana 8 yıl sınırı koydular. Her 4 yılda bir sandık kurulması da bu yüzden. Ekonomisi Türkiye’den 30 kat güçlü bir ülke, liderine 8 yıl sınırı koyarken, sarayı 30 kat büyük ülkede liderler ilanihaye kalmamalı. Türk seçmenine düşen, yarın sandıktaki oyuyla Erdoğan’ı sarayına kilitlemek. Erdoğan, altın varaklı bardaklarla süslenmiş sarayına kilitlenmeli ki, AKP de rahat nefes alsın. Koca bir seçim kampanyası geçirdik. AKP’nin, 3 dönem sınırına takılan önemli isimlerinden birini hiç en önlerde gördünüz mü? Arınç’ın son günlerde gelen bazı demeçleri dışında kendini ortaya koyan eski AKP’liler nerede? Gül’e yakın gazeteciler bile, “HDP’ye oy vereceğiz” diye dolaşıyorlar ve böylece Erdoğan’ın gücünün zayıflamasını umuyorlar. Artık söz seçmenin. Yarın seçmen Erdoğan’ı sarayına kilitlerse, Türkiye’nin demokrasisi yeniden canlanır. Eğer Erdoğan sarayına kilitlenmezse, bugün bir manşet için istenen “Çifte müebbet ve 42 yıllık hapisler” daha da yetmez hale gelir. Bundan kuşkunuz olmasın. İnsanoğlu fanidir ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] Nerde o isimler? HARBİ SEMİH POROY Ruh hali ısa değini, eğitimciyazar Nusret Ertürk’ten: “Bir tiyatro topluluğu Anadolu’ya turneye çıkmıştı. Oyun saati gelmesine karşın salona gelenlerin sayısı iki elin parmaklarını geçmemişti. Seyirci azlığının verdiği moral bozukluğuna salon K dan gelen gürültü tuz biber ekiyordu. Oyuncularından biri sahneye çıktı ve seyircileri uyardı: Lütfen, sessiz bekleyiniz! Gürültü yapmayınız! Yoksa, biz içeride daha çoğuz.” Ensemizde boza pişirenlerin ruh halidir bu. Ulusçuluk, ulus devlet ve Kürtler (12) onu üzerine bu 12. yazım. Benim hiçbir siyasal partiyle organik/örgütsel bağım yok. İzmir kökenli, İstanbul doğumlu bir Türk’üm. Anne tarafından dedem bir Sakız mübadili. Babam tarafından dedem Milli Mücadele ile birlikte Ankara’yı desteklemiş, Söke Ziraat Bankası müdürü bir Osmanlı bürokratı. Anneannem de, 1911 doğumlu babam da İzmir’in işgaline tüm acıları yaşayarak tanık olmuşlar. 9 Eylül 1922 günü İzmir’in kurtuluşunu Kordonboyu’nda coşkuyla kutlamışlar. 19 yaşında sosyalizmle tanışan, ülkemin emperyalizmden bağımsızlığı, demokratikleşmesi için verdiği savaşımda 12 Mart 1971 askeri darbesinden sonra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılarak yurtsuzlaştırılmış, 22 yıl sürgünde yaşamış, ancak 1992 yılı sonunda vatanına kavuşabilmiş sosyalist bir yurtseverim. Ben yurdumu her şeyiyle, toprağı, denizleri, ırmakları, ovaları, dağları, doğası, börtü böcekleri, balıkları, kuşları, tüm hayvanları, tarihsel mirası, her ırktan, her renkten, her dilden, her dinden, her mezhepten, her cinsel tercihten, inançlı mı inançsız mı bakmadan tüm insanları ile seven bir insanım. Yurtseverliğin “böyle bir şey” olduğunu düşünüyorum. Geleceğin Türkiye’sini çiçekleri çok renkli bir kardeş bahçesi olarak düşlüyorum. Bu ülkede çok şeyler gördüm, çok şeyler yaşadım. Kuşağımın, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya, Sinan Cemgil gibi gençlik önderlerinin savaştıkları kırlarda, kentlerde faşist kurşunlarla, işkencelerle öldürüldüklerinde acılarını yüreğimin en derininde duydum. İstanbulCihangir doğumluyum, ilk çocukluğum bu semtte geç K Seçim sonucu amuoyunun bilinçaltına propaganda şırıngası ile itilmeye çalışılan senaryolara, egemen çevrelerin beklentilerine bakılırsa yarınki seçimden çıkacak ya da çıkarılacak sonuç aşağı yukarı şöyle olacak: AKP birkaç puan gerileyerek birinci parti, CHP ikinci parti, MHP üçüncü parti, HDP de kılı kılına barajı aşarak kilit parti. HDP neyin kilidi olacak? Koalisyonun kilidi olacak. Topluma algı yönetimiyle adeta zorla dayatılan siyasal havanın yoğunluğuna bakılırsa, HDP’nin eline K Türkiye’nin geleceği verilecek yani. Ancak, toplumda derin bir sessizlik var. Turgut Özal’ın o da Köşk’ten parti yönetmeye kalkmıştı ANAP’ına 1989 yerel seçimlerinde atılan tokadı anımsatan bir hava sezinliyoruz. Saraydaki sultan da bunun ayrımına varmış ki, “Bu seçimde nedense hiç heyecan yok” diyor. Seçim öncesi çok konuştu. Yurttaş da “Anlat anlat heyecanlı oluyor” diye dinledi ve gına getirdi. Yarın sandıktan “bıkkınlık” çıkarsa hiç şaşmasın kimse. Rejimin otoriterleşmesi HP Genel Başkan Yardımcısı Sencer Ayata’nın önderliğinde hazırlanan “AKP İktidarı ve Rejimin Otoriterleşmesi” adlı kitapçık, yaşadığımız son uğursuz 13 yılı örnekleri ve kanıtları ile çok iyi çözümleyen kalıcı bir belge olmuş. Saptama, kitapçıktan: “Yurttaşların temsilcilerini ‘seçebildiği’, ancak onla C rı denetleyemediği bir ‘keyfiyet rejimi’ oluşturulmaya çalışılmaktadır. Türkiye’nin kurallar ve kurumlar sistemi, keyfi bir lider ve dar siyasi kadrosunun tahakkümü altına alınmıştır. Kişisel kaprislere ve ahbap çavuş ilişkilerine dayalı, hukuk tanımayan bir sultanlık rejimi topluma zorla dayatılmaktadır.” ti; 11 yaşımdan sonra İstanbulModa’da yaşadım. Her iki semtte de Türk, Rum, Ermeni, Yahudi arkadaşlarım oldu. Kardeş gibiydik onlarla. İstanbul’un Kürtleri tanımadığı yıllardı. Onlardan “kuyruklu” diye söz edilir, “Çingene çalar, Kürt oynar” diye alay edilirdi. Hiçbir şey bilmiyorduk. Mirasçısı olduğumuz Osmanlı’nın uyguladığı 1915 Ermeni “tehciri/kıyımı”, Yahudi yurttaşlarımıza reva görülen 1934 “pogromu”, çoğunlukla Hıristiyan yurttaşlarımıza uygulanan 19421944 Varlık Vergisi “faciası”, Rum yurttaşlarımıza karşı girişilen 6/7 Eylül 1955 “vahşeti”, Yunan uyruklu İstanbullu 12 bin 500 Rum ve ailelerine karşı 1964 yılında yürütülen “zorunlu göç harekâtı”, İmroz/Gökçeada ve Tonedos/ Bozcaada Rumlarına karşı girişilen “etnik arındırma” operasyonu, bu ülkenin kadim halkları Ezidi, Süryani, Keldani ve Nasturilere çektirilen insanlık dışı acılardan haberimiz yoktu. 1961 Anayasası’nın getirdiği özgürlük ortamında ve sonrasında tüm bunları, yüreklice yayımlanan kitaplardan öğrendik. Uygulanan zulüm yalnızca farklı etnik kökenlerden, inançlardan yurttaşlarımızla sınırlı değildi. On binlerce komünist, sosyalist, solcu, devrimci devlet zulmü görmüştü bu ülkede. Hangi etnik gruptan/halktan olursa olsun bu ülkenin tüm emekçileri egemen sınıfların acı masız sömürüsü altında hayatta kalma savaşımı veriyordu. Emekçilerin safında yer alan ülke aydınlarının kaderleri mahkemeler, cezaevleriydi. Bu koşullarda sosyalist düşünceyi benimseyerek, gençlik yıllarımı bana tüm hayatımın yolunu çizecek olan Marksizmi incelemekle geçirdim. Bugüne kadar da bu inancımdan, dünya görüşümden vazgeçmedim. Gördüm ki ülkemde en büyük acıyı çekenlerin başında Kürtler geliyordu. Etnik farklılıkları nedeniyle geri bıraktırılmışlıkları, yoksullukları ve yoksunlukları bir sosyalist yurtsever olarak beni onları anlamaya, onlarla dayanışmaya yönlendirdi. Biliyorum, ateş düştüğü yeri yakar… Türk’ü, Kürt’ü, askeri, sivili, suçlusu, masumuyla düşük yoğunluklu bir savaştan çıktık. Arkamızda on binlerce ölüm var. Yaralarımız, acılarımız henüz çok taze. Doğal olarak toplumca bir travma yaşıyoruz. Barışa en çok ihtiyacımız olan bir dönemdeyiz. Barışın yolu ise intikam duygusundan kurtulmaktan, öfkelerimizden arınmaktan geçiyor. Bunun kolay olmadığının bilincindeyim. Fakat birçok ülke, birçok toplum bunu başarabildi. İspanya, Yunanistan kanlı iç savaşlar yaşadılar. İngiltere/İrlanda, Peru, Bolivya, Kolombiya, Venezüella benzer iç çatışmalardan geçtiler. Fakat tümü de acılarını geride bırakmayı bilip çatışmaların tarafları olarak kendilerine ortak bir geleceğin kapılarını açmayı başardılar. Biz niçin başarmayalım? On iki bölümlük yazı dizimin amacı becerebildiğimce bu başarının ülkemizde de olabilirliğinin altını çizmekti. Tüm okurlarıma sabırları için teşekkür ediyorum. İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Tahir Özyurtseven Haber Koordinatörü Murat Sabuncu Yazıişleri Müdürü Ayşe Yıldırım Başlangıç Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Reklam Genel Müdürü Özlem Ayden Şalt Reklam Genel Müd. Yrd. Nazende Körükçü Reklam Grup Koordinatörü Hakan Çankaya Rezervasyon Yönetmeni Onur Tunalı l Haber Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Dış Haberler: Ceyda Karan l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Grafik: Ahmet Sungur l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül İzmir Temsilcisi: Serdar Kızık Ahmet Rasim Sok. No: 14 Halit Ziya Bulvarı 1352 S. 2/3 Çankaya 06550 Ankara İzmir Tel: (0232) 441 12 20 Tel: (0312) 442 30 50 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Cüneyt Arcayürek, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Mustafa Balbay, Hakan Kara. Mali İşler Müdürü: Bülent Yener l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Cumhuriyet Caddesi Beşler Apartmanı No: 44 Kat:3 Daire:4 34367 Elmadağ/İstanbul Tel: (0212) 251 98 74 75 81 82 Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: YAYSAT Doğan Medya Tesisleri Hoşdere 34850 Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 03.26 03.19 03.34 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı 05.26 13.10 17.07 20.42 22.30 05.14 12.54 16.49 20.23 22.07 05.41 13.21 17.16 20.41 22.30 6 HAZİRAN 2015 C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle