28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Olaylar ve GOrUSler 18 EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA TASARIM: BARIŞ AKTAŞ KÜLTÜR SANAT Cuma 3 Nisan 2015 AKP ve Diyanet Prof. Dr. İŞTAR GÖZAYDIN KP iktidarının siyasi ve hukuki yapılanmalarla sürdürülen faaliyetlerin en temel araçlarından biri de Diyanet İşleri Başkanlığı’dır. Bunda da şaşılacak bir durum yok; malum 1924’te Cumhuriyet Türkiyesi’nin temel yapı taşlarından biri olarak, din hizmeti sunmak için oluşturulmuş bir kurum. Evet, bir modernite projesi olarak kurulmakta olan Cumhuriyetin kurucuları için din kurumu bir yandan bir rakip hatta tehlike; ama bu olgu karşısında seçenekleri pek fazla olmayan bir konumda kaldıkları da görülmekte. Ya din olgusu hiç yokmuş gibi davranacaklar ya da yönelmekte bulundukları laik devlet modeline en az ters düşebilecek bir çözüm arayacaklardı. Din olgusunu “yok” farz edemeyecek kadar basiret ve ileri görüş sahibi olan Cumhuriyetin kurucularının, bu kuruma başlıca iki işlev yüklemiş oldukları gözlemlenebilmekte: Bir kamu hizmeti sunmak ve bu hizmeti sağlayan personeli gözetim altında tutmak suretiyle laik düzeni korumak. Böylece Diyanet kurumunu tahayyül ettikleri toplumu oluşturmak için en önemli aygıtlardan biri halinde örgütleyerek, bu amaca yönelik olarak “din konusunda toplumu aydınlatma” babında dini bilgi yani resmi din ideolojisi üretilmesi sağlanıyor. AKP’nin de Diyanet kurumu ile ilişkisi bu anlayışla birebir; ancak tahayyül edilen toplum farklı. Dolayısıyla yeni “fetvalar” Erdoğan’ın, “Sezaryenle doğuma karşıyım, kürtajı cinayet olarak görüyorum. Ha anne kar A AKP iktidarı 2002’den beri, tahayyülünde olan düzeni ve toplumu oluşturmak amacıyla, birtakım sosyal mühendislik faaliyetlerine girişmiş bulunmaktaDIR. 1924 Türkiyesi’nde ğı üzerinde olumsuz bir etkisinin olmayacağı tıbben sabit olmak şartıyla tüp bebek yöntemine başvurmakta bir sakınca yoktur” denildiği belirtildi. Bu konuda verilen fetvanın sonunda, taşıyıcı annelik hususunda şu ifadeler yer aldı: “Fiilen nikâhlı olmayan kişiler arasında başlayıp sonuçlanmayan tüp bebek uygulaması, insanlık duygularını rencide etmesi ve zina unsurlarını taşıması sebebiyle caiz değildir.” Travmalarla Yüzleşmek... ‘Yüzyılların Yüzyılı’ Sergisinden... nceki gün Salt Beyoğlu’nda “Yüzyılların Yüzyılı” sergisini dolaşırken yüzyıllar boyunca yaşadığımız travmaları, tarihsel dönüşümler, toplumsal çalkantılar arasında kendi bireysel yaşamımın nasıl etkilendiğini düşünmeden edemiyordum. Örnek mi, 67 Eylül olaylarında 9 yaşındaydım; 12 Eylül faşist darbesinde 34; bana etkileri, içimde açtığı yaralar farklı olsa da, onlarla baş edebilme çabam birbirinden pek de farklı değildi... Travmalar sürüyor: Hrant’ın öldürülüşü... Roboski... Berkin Elvan... “Yüzyılların Yüzyılı” sergisinde travmalara karşı üretilmiş işleri, çalışmaları izliyoruz. Farklı birikimlerden, farklı deneyimlerden, farklı ülkelerden (Türkiye, Filistin, Norveç, Kanada, Almanya, Mısır) onbir sanatçı, videolarıyla, yerleştirmeleri, kurguladıkları eserlerle, bizi yeniden yeniden düşünmeye zorluyor; toplumsal ve kişisel belleğimizi yaylım ateşine tutuyor... İşte beni en etkileyen örnekler: Ö Laik düzeni korumak Recep Tayyip Erdoğan ve Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez. (AA) Erdoğan’ın fetvaları nında bir çocuğu öldürürsünüz ha doğduktan sonra. Hiçbir farkı yok.”, “Dindar bir nesil yetiştireceğiz” gibi beyanları doğrultusunda. Bunun en son örneklerinden biri de Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait, “fetva mercii” olarak işlev gören Dini Soruları Cevaplandırma Platformu’na yöneltilen “Tüp bebek yöntemi ile çocuk sahibi olmak caiz midir” sorusuna verilen cevap. Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı, bu konuda 5 Ocak 2012 tarihinde kadın veya erkekte ki “bir kusur nedeniyle”, “tabii ilişkiyle gebeliğin gerçekleşmesinin mümkün olmadığı” durumlarla ilgili karar verdiğini hatırlattı. Bu kararda, “döllendirilecek yumurta ve sperm, her ikisinin de nikâhlı eşlere ait olması, yani bunlardan herhangi birinin yabancıya ait olmaması; döllenmiş olan yumurta, başka bir kadının rahminde değil de yumurtanın sahibi olan eşin rahminde gelişmesi; bu işlemin, gerek anne, babanın; gerek doğacak çocuğun maddi, ruhi ve akli sağlı Diyanet’in faaliyetleri yurtiçiyle sınırlı değil; 1971 yılından itibaren “yurtdışındaki vatandaş ve soydaşlara” da din hizmetleri sunmaya başladı. Üstelik Türkiyeli vatandaşların yoğun olarak bulunmadığı ancak Müslüman nüfusun yoğun olduğu Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya ve Baltık ülkelerinde “misyon faaliyeti” olarak tanımlanabilecek çalışmalar da yürütülüyor. Yani Diyanet, AKP’nin dış politikadaki aktif siyaset niyeti bağlamında da çok önemli bir araç. AKP hükümetinin 2010’da kurduğu “Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı” ile 1982 Anayasası’nın Diyanet’e vermiş olduğu “milletçe dayanışma ve bütünleşme görevi” de göz önüne alınınca milliyetçilik ve din kurumu mayasıyla, zaten aşina olunan bir siyasanın nasıl koyulaştırıldığını görmemek mümkün değil. Malum otoriter rejimlerin gerek beden gerek fikir üzerinden yurttaşlarını kontrol altında tutması en tipik özellikleri. AKP’nin de ilerlediği bu yolda çıtasını yükseltmesinde hayret edilecek bir durum yok. Ancak evrensel insan hakları, bireysel özgürlükler ve hukukun üstünlüğünü amaçlayan bir siyasal yapıyı arzulayanların da tercihlerini seçimlerde mutlaka ortaya koymasından başka çare kalmamış durumda! Yurtdışında Diyanet faaliyetleri ni birbirine bağlamak üzere bir araç haline gelmiş. Çıkardığı sesi durup saatlerce dinleyebilirsiniz. Hera Büyüktaşçıyan’ın ikinci işi, serginin yer aldığı apartmana ilişkin. Azınlıkların toplu sürgünlerine tanıklık etmiş apartmanda rulo halinde halılar, demir almaya hazır ama... Jumana Manna ve Sille Storihle’nin birlikte yazıp yönettiği “İyilik Rejimi” adlı filmi, Norveç ve Filistin’de Sınırlarbaskılar Hera Büyüktaşçıyan Seçimler Kadın ile Erkek Eşit mi? CAVLI ÇULFAZ Siyaset Bilimci anıldığının tersine kadın ile erkek pek eşit değil. Kadın ile erkek farklı mı? Evet, farklı. Eşit olsalar, farklı olabilirler miydi? Kestirebilmek kolay değil. S Eşit hak ve eşitlik, özünde birer burjuva kavramıdır.(1) Elbette feodal döneme göre ileri bir adımdır. Kapitalizmden sosyalizme geçiş döneminde de bu kavramın önemli bir yeri olacağını biliyoruz. Ama unutmayalım ki eşit hak kavramı biraz sakat bir anlayışın ürünüdür. Ekonomik eşitsizliğin olduğu bir karmaşa içinde, sermaye sahibi ile emekçi eşit mi? Önlerinde eşit fırsatlar mı duruyor? Kadın ile erkeğin önündeki fırsatların eşit olduğunu kim söyleyebilir? Hak kavramı ve bu kavramın yaşamdaki uygulaması, toplumun ekonomik yapısından ve bu yapının belirlediği kültürel gelişim düzeyinden hiç bağımsız olabilir mi? Şimdi biraz erken, ama toplum yaşamının daha ileri bir evresinde burjuva hak kavramının dar ufku olan eşitsizlik aşılabilecek. Eşitsizliğin yarattığı adaletsizlikleri giderebilmek için, haklar eşit olarak değil, biraz eşitsiz olarak dağıtılsa daha doğru değil mi? Gidişat öyle gösteriyor ki an Eşit hak: Bir burjuva kavramı Hakkaniyeti sağlayabilmek için, farklı insanlara eşit değil, var olan eşitsizlikle ters orantılı davranmak gerekmiyor mu? cak zihin ve beden emeği arasındaki karşıtlık giderildikten sonra, emek yaşamın sadece bir geçim aracı değil, başlıca gereksinimi olabilecek. O zaman toplum herkesten yeteneğine göre alıp, herkese gereksinimine göre verebilecek. Gerçekten eşit olabilmek için hak ve nısfet (insaf) kurallarına uygun hareket etmek, hakkaniyet ölçülerine uygun davranmak kaçınılmaz bir zorunluluk olacak. Eşitsizliğin sonuçlarını giderebilmek, hakkaniyeti sağlayabilmek için farklı insanlara kaba, soyut bir eşitlik anlayışı içinde eşit değil, var olan eşitsizlikle ters orantılı davranmak gerekmiyor mu? Farklı iki insana eşit muamele etmek ne ölçüde doğru? Farklı iki kişinin somut gereksinimlerini göz önüne alıp buna uygun davranmak daha mantıklı değil mi? Belki kadın ile erkek birbirinin eşitidir diyebiliriz, ama bir koşulla: Eğer biri öbürüne dayatıcı, başat konumda değilse. Elbette kadın ile erkek eşit saygıyı hak ediyor, ama uygulamalar hiç de hakça değil. Kadın Hakkaniyet Didem Pekün’ün “Zarlar ve İnsanlar” adlı 29 minivideo/ ses kaydından oluşan filmini, 2011 yılından bu yana tutulmuş bir günlük ya da o günden bu yana köşe yazıları gibi okuyabilirsiniz... Londraİstanbul gelgitleri arasında tutulmuş notlar... Gezi protestolarıyla “Occupy” hareketi arasında; doğanın muhteşemliğiyle kuşların çiftleşmesi arasında bir çocuğun gülümseyişinden bir gencin cesaret sınavı arasında gidip gelen hayat. Şimdi. Burada. Orada. Hayat! Zarların işi ne derseniz? Her şeyi öngörememenin bir metaforu belki de... Hera Büyüktaşçıyan’ın iki işi de insanın içine bir hançer gibi saplanıyor: “Evini yık, ondan bir tekne yap ve hayat kurtar” başlıklı esere bakıyorum. İnip kalkan, suları yaran bir sal sanki, hayır bir rıhtım, hayır gıcırdayan ve ayağımın altından kayan zemin... Başlık sözü, Babil tabletinden. “Büyük Tufan Hikâyesi”nden alıntı. Sanatçının elinde öykü kara ve denizi, yaşam ve ölümü, kayıp ve sabrı, geçmiş ve geleceği, bilinen ve bilinmeye ‘Farkında mısınız?’ demenin sanatçası çekilmiş. İyilik anlaşmalarıyla, ünlü politikacılarla, yardımlarla Filistin’in içine düşürüldüğü durum gösteriliyor. En ilginç olanı, filmde sadece çocukların oynaması... Oyun içinde oyunları izlerken midenize bir yumruk yemiş gibi oluyorsunuz! “Bir başka yumruğu da pırlantalarla” işlenmiş vitrinde sergilenen mücevheri, o eşsiz takıyı görünce yedim. Minik altın zincir madalyon gibi 301 sayısını taşıyordu. Hani düşünce ve ifade özgürlüğüne kısıtlama getiren 301. madde... Yasemin Özcan vitrinin ya Yasemin Özcan nında kolyenin Ermeni ustalar tarafından yapılışını filme almış. Anlamları siz dilediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz. “Sanki bizden önce hiçbir şey söylenmemişçesine” Dilek Winchester’in başlığı... Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanından bir cümlenin kısaltılmışı... Duvarda, Ermeni, Yunan, İbrani, Latin ve Arap alfabeleriyle yazılı olan ve fonetik olarak Türkçedeki gibi okunan kendinibeğenmişçesinesankibizdenöncehiçbirşeysöylenmemişçesinegillerden ibaresi... Devamı var ama yerim bitti. Sergide saatler geçirebilirsiniz... Bir an önce gidip görün. Önemli olan soyut eşitlik değil, hakkaniyettir. eve kapalı, mutfağa bağımlı kaldıkça özgürleşemiyor bir türlü. Dünyanın en zengin ülkesi sayılan ABD’de kadın çalışanların çoğunun ücretli annelik izni bile yok. Sanki şaka gibi: Avrupa’da kadın tuvaletlerinin önündeki kuyruğun uzunluğu erkek tuvaletinden üç kat fazla. Teraziyi dengeye getirebilmek için hafif olan kefeye dara konulur. Ancak iyi hesaplanmış bir Kaba eşitlik hakkaniyeti zedeler eşitsizlik, hafif kalan kefeye konulacak taş, demir parçası gibi ağırlıklar kadınlar için hakkaniyeti sağlayabilir. Kaba bir eşitlik anlayışı teraziyi dengeye getirmiyor. Öyleyse, yaşamın her alanında başta kadın emekçiler olmak üzere, bütün çalışanlardan, çocuklardan, engellilerden, toplumun korunmasız kesimlerinden, kısacası eşitsiz çoğunluktan yana ağırlığı koymak gerekiyor.   (1) Karl Marx, Gotha Programı’nın Eleştirisi, 1875. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle