18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 20 Nisan 2015 haber EDİTÖR: ELİF TOKBAY TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ 6 Davutoğlu’nun, süreçle ilgili sayfaların dijital ortamda kaybolduğu için seçim bildirgesinde yer almadığı açıklamasına HDP’den yanıt Önder: Düşen 11 iki sayfa bizde DP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “yanlışlıkla” AKP’nin seçim beyannamesinde yer almadığını söylediği “çözüm süreci”nden söz eden iki sayfanın kendilerinde olduğunu belirterek o sayfaların Dolmabahçe deklarasyonu olduğunu kaydetti. Davutoğlu, AKP seçim beyannamesinde çözüm sürecine değinilmemesine ilişkin olarak “Dijital ortamda metin baskıya gönderilirken bazı kaymalar olmuş, bir iki sayfa düşmüş” demişti. Önder, “Şakayı bırakın Cem Yılmaz yapsın” dedi ve beyannameden düşen iki sayfanın kendilerinde olduğunu belirtti. Davutoğlu’nun partisindeki Alevi adaylar sözlerini değerlendiren Önder, “Alevilik utanılacak bir şey mi? Sayın Davutoğlu ‘içinizde kaç tane hırsız var’ diye sormadılar. ‘Kaç Alevi var’ dediler. Bunun saklanacak nesi var?” dedi. Önder, HDP’ye saldırıyla ilgili olarak “Eğer bu saldırının failini arayacaklarsa Davutoğlu’na bakacaklar. Sen bir partinin genel başkanına ‘hain’ dersen durumdan vazife çıkaranlar olur” diye konuştu. l ANKARA / Cumhuriyet DAvuTOğlu, ROMAN Sİvİl TOpluM KuRuluşlARININ TEMSİlcİlERİylE BuluşTu H Kibariye: Bıcır bıcır Başbakan Toplantıya katılan Kibariye çıkışta şöyle konuştu: “Başbakanımız da bizimle alakalı çok güzel kelimeler etti. Ben ağlamaktan kahvaltımı bile edemedim. Çok tatlı bıcır bıcır başbakanımız, küçücük böyle benim gibi... Çok şeker, çok tatlı, çok sevdim. Hepsi birbirinden iyi ağırladılar bizi.” Sulukule’siz Roman toplantısı Davutoğlu, dün Dolmabahçe Ofisi’nde düzenlenen kahvaltılı toplantıda, Roman vatandaşlara yönelik seçim vaatlerini açıkladı. Davutoğlu, “Sizinle istişare ederek bir Roman kardeşimizi kendime danışman olarak alacağım” dedi. Davutoğlu, toplum yararına çalışmada 120 bin istihdamdan 5 binini Roman vatandaşlara ayırdıklarını söyleyerek, “Pozitif ayrımcılığın en fazlasına siz layıksınız çünkü onlarca yıl o İskan Kanunu’nu çıkaran zihniyet size negatif ayrımcılık yaptı” dedi. ‘Hırsız değil alevi’ Roman danışman ESKİ YaSaYı HaTıRLadı 2510 sayılı İskan Kanunu’nun 4. maddesini anımsatan Davutoğlu, “Sayın Kılıçdaroğlu’na sesleniyorum sizin huzurunuzda. Önce CHP’nin tek parti döneminde çıkan 14 Haziran 1934’te İskân Kanunu dolayısıyla Romanlardan CHP adına özür dilesin” diye konuştu. Davutoğlu, konutta da çalışmalar yapacaklarını söyledi. Davutoğlu, “O mahallelerin olduğu yerlerde kentsel dönüşümle yaşanabilir semtler oluşturacağız. Bütün illerde” diye konuştu. LüKS SuLuKuLE’Yİ unuTTu 1934 yılındaki kanun nedeniyle ‘CHP Romanlar’dan özür dilesin’ diyen Başbakan Ahmet Davutoğlu, toplantıda Sulukule’yi ağzına almadı. Sulukule’de, bin yıllık Roman mahallesi artık yok. Gönderildikleri Taşoluk’ta tutunamayan Roman vatandaşlar ise çevre mahallelere geri dönmüş durumda. Lüks konutların yapıldığı site, tel örgülerle çevreden soyutlanmış. 330 Roman aileyi yerinden eden yıkım kararı, Danıştay’da 9 yıl sonra iptal edildi. l İSTANBUL/Cumhuriyet Bu İttihatçı Tayfası Bizim Neyimiz Oluyor? 915’in yüzüncü yılındayız. İster istemez Ermeni sorununu tartışıyoruz. Bir zamanlar aynı güneşte çamaşır kuruttuğumuz, bu toprakların kadim halkı Ermenilerin bugün sanki buharlaşmışçasına ortadan yok oluşunu bir soru ve sorun olarak kavrıyor ve cevaplamaya çabalıyoruz. İşte tam bu noktada 1915’teki insanlık suçunu işleyenleri aklama, en azından suçlamamaya özen gösterme eğilimi epey geniş bir kesimde yandaş buluyor. O zaman da beni alıyor bir düşünce. “Acaba” diyorum, “Ortaokul ve lise tarih derslerinde bana öğretilenler yanlış mıydı? O kitapları yazanlar mesela adı belleğimize kazılı Emin Oktay beni, bizi, birçok kuşağı kandırdı mı?” Sizi bilemem, ama ben, benim kuşağım, benden iki önceki ve birkaç sonraki kuşaklar da tarih derslerinde İttihat ve Terakki Partisi’nin bir darbe ile iktidarı ele geçirdiğini, Enver, Talat ve Cemal paşalardan oluşan bir üçlünün padişahı etkisizleştirip Osmanlı ülkesini demir yumrukla idare etmeye başladıklarını öğrendik. Gerek tarih kitaplarımız, gerek tarih öğretmenlerimiz İttihatçılara muhalif olanların gün ortasında kurşunlanarak öldürüldüğünü ayrıntılı olarak anlattılar. Aynı kaynaklardan Enver Paşa’nın ötekilerden birkaç parmak öne çıktığını; İttihat Terakki’nin dış politikasının ana çizgisinin Osmanlı ülkesinin Avrupalılarca “Enver 1 land” diye anılmasına yol açacak kadar Alman emperyalizmi ile bütünleşmek olduğunu da öğrendik. Ardından Göben (Sonra Yavuz) ve Breslau zırhlılarının Karadeniz’e çıkıp Rus limanlarını bombalamasıyla Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’na katılmak zorunda kaldığı anlatıldı. Tarih öğretmenim “İttihat Terakkiciler bundan haberleri olmadığını iddia ettiler ama kimse inanmayınca onlar da bir daha bunun sözünü etmediler ve savaşa girdik” diye anlattı. Ağır bir yenilgiyle biten savaşın ardından İttihatçı elebaşıların hesap vermek bir yana, gizlice Alman askeri gemisi ile Sivastopol’e kaçtıklarını da öğrettiler lisede. Talat Paşa’nın 1921’de, Cemal Paşa’nın 1922’de Ermeni suikastçılarca öldürüldükleri, Enver Paşa’nın ise Kafkasya’da ve Orta Asya’da bir Turan devleti kurma macerasına giriştiği ve 1922’de Rus ordusu ile savaşırken öldüğünü tarih öğretmenim “Bu ayrıntıları tarih kitapları pek yazmaz” diyerek anlattı. Bitmedi... Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara’ya pek destek vermeyen İttihatçı kalıntılarının savaş sonrasında Mustafa Kemal’in karşısında yer aldıkları; Cumhuriyet’in ilanından itibaren muhalif bir hareket oluşturdukları; aralarında illegal bir örgütlenme ağı kurdukları ve sonunda Mustafa Kemal’e suikast hazırlamaya kadar işi vardırdıkları için 1926’de kurulan İstiklal Mahkemesi’nde çoğu idam edilerek, kalanları aşırı ölçüde itibarsızlaştırılarak siyaset dışına bırakıldıkları bilgisi de resmi tarihin çeşitli kaynaklarından bize öğretildi. Lise çağını geride bırakıp, resmi tarihlere her zaman (bence hiçbir zaman) itibar edilmemesi gerektiğini öğrendiğimiz üniversite yıllarımızda, İttihat Terakki’nin baş ideoloğu, üstelik Kürt kökenli Ziya Gökalp’in sadece Türk ırkçımilliyetçiliğinin değil, aynı zamanda bireyi yok sayan, benzeri daha sonra Mussolini ve Hitler dönemindeki ideolojik çizgilerde rastlanan bir devlet tapıncının ideoloğu olduğunu da öğrendik. Dahası Ziya Gökalp’ın ırkçımilliyetçi görüşlerinin İttihat Terakki kadrolarınca tam olarak benimsendiğini ve iktidarın resmi görüşüne dönüştüğünü gördük, kavradık... Bu ideolojik çizgi Anadolu’nun Türkleştirilmesi, yani gayrimüslimlerden arındırılması hedefini önüne daha 1914’te koymuştu. Bu gerçeği Birinci Dünya Savaşı için seferberlik ilan edildiği günün gecesi İttihat Terakki merkezinde, gizli servis Teşkilatı Mahsusa’nın o gün ikinci adamı (daha sonra başkanı) Kuşçubaşı Eşref’in hazırladığı “Anadolu’dan gayri Türk unsurların tasfiye planı”nın oybirliği ile kabul edildiğini Hüseyin Cahit Yalçın’ın ve Celal Bayar’ın anılarında okuyup öğrendiğimizde pek şaşırmadık. Şaşırmadım, şaşırmadık. Çünkü benim kuşaklarım İttihat Terakki üstüne zaten böyle bilgilerle donatılmıştık... HHH Bu kadar ayrıntılı paragraflar döktürmem aslında çok yalın bir soruyu sormak, sorabilmek içindi. Soru sahiden yalın: İttihatçıların 1915’te işledikleri ağır bir insanlık suçunun bedelini de, hesabını da niye biz verelim? Haydi bencileyin müzmin muhalif sosyalistleri, Marksistleri geçin, Kemalistler de, Atatürkçüler de, ulusalcılar da İttihat Terakki’yi reddediyorlar. Peki öyleyse İttihatçıların işlediği bir suçu adeta üstlenip, onları savunmaya çabalamak neyin nesi? Kendi adıma ben İttihatçıların mirasçısı filan değilim. 1915 tartışmalarında İttihatçıların suçuna kılıf arayanlar kendilerini o çizginin ve hareketin mirasçısı olarak mı görüyorlar? Nisan Cumartesi günü, çok geç bir saatte yurtdışından döner dönmez televizyonu açtım ki, Etyen Mahçupyan, CNN ekranlarında, Şirin Payzın’la sohbet ediyor. Program çoktan başlamıştı, ben de yakaladığım yerden kulak kesildim. Payzın’ın sorularını yanıtlarken, Mahçupyan bana adıyla müsemma bir ruh halindeymiş gibi geldi. Zira AKP ile ilgili her soruya, AKP yöneticileri ve taraftarları yıllarca öylesine mağdur edildiler, itildiler, kakıldılar ki bazı davranışlarına anlayış göstermeliyiz, mealinde yanıtlar veriyordu. Bu nedenle, örneğin Kabataş yalanını ve Dolmabahçe Camii’nde içki içildiğini doğru zannetmeleri pek doğaldı. Mahçupyan adına o kadar derin bir mahcubiyet duydum ki, rahatsız olup başka kanala geçtim. Aradaki günlerin birinde, Mahçupyan, 1915 olaylarını soykırımı olarak tanımladı. 17 Nisan Cuma günü, gazetelerde ne göreyim, Başbakanlık, Etyen Mahçupyan’ın başdanışmanlık görevine son verildiğini açıklamış! Buyurun bakalım, bu kez de Başbakanlık adına derin bir mahcubiyetin içine düştüm! 1915 olaylarının, kesinlikle özür dilememizi gerektiren çok büyük bir acı ama asla Ermeni soyunu kırmak için yapılmış bir soykırım olmadığına yürekten inandığım halde, Etyen Mahçupyan’ın bu olayın bir soykırım olduğuna inanma ve bunu söyleme hakkını sonun kadar savunmak zorundayım. Böyle düşünmesi ve fikrini söylemesi, asla yaş haddinden emekli olmasını gerektirmiyordu! Başdanışmanının işine bu nedenle son veren Başbakanlığın, benim gözümde yargısız infaz yapabilen en yüksek mevkideki din adamı Papa ile, bir Hıristiyan kulübünden öteye gidemeyen Avrupa Birliği Parlamentosu’nun hiçbir farkı kalmadı. Uzun zamandır başka nedenlerle, mahcubiyetten boynumu bükük, başımı eğik bırakan hükümetim yetmezmiş gibi, bir de Papa ve Avrupa Birliği Parlamentosu adına mahcubiyet duyuyorum artık. Bu gidişle beni bu güzel havalar değil, bu mahcubiyet duygum mahvedecek! Beni Bu Güzel Havalar Değil, Mahcubiyetim Mahvedecek! KONUK YAZAR aYşE KuLİn aşbakan Ahmet Davutoğlu’nun eski başdanışmanı Etyen Mahçupyan, AKP’ye yakın Akşam gazetesinde dün yayımlanan yazısında, Ermeni “soykırımı” iddialarına ilişkin olarak, “Ben Başbakan olsaydım soykırımı kabul etmezdim” ifadelerinikullandı. Mahçupyan Mahçupyan “Bosna ve Afrika’da soykırım kabul edilirken Ermenilere yapılana soykırım dememek imkânsız” açıklaması sonrası Başbakan Davutoğlu’nun başdanışmanlığı görevinden ayrıldığını açıklamıştı. Mahçupyan yazasına “Çünkü bir başbakan öncelikle bugün muhatap olduğu vatandaşlarının refahından ve yararından sorumludur ve onları bir bilinmezlik tüneline sokamaz” diye devam etti. l Haber Merkezi ‘Başbakan olsam soykırımı kabul etmezdim’ B C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle