17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 ŞUBAT 2015 CUMA 4 HABERLER Adliyede adalet nöbeti Parlamentarizmi Hiç Uyguladık mı? Siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz... Yukarıdaki sözler, 29 Kasım 1955 tarihinde DP grup toplantısında, zamanın başbakanı Adnan Menderes tarafından, DP milletvekillerine söyleniyordu. Evet, çoğunluk partisinin milletvekillerinin böylesine mutlak bir güçleri olduğu vehmedilsin isteniyordu. Onlar hilafeti getirmediler ama aradan beş yıl geçince, 18 Nisan 1960’ta onların içinden 15’ine ancak yargının sahip olacağı, kimi hallerde, yargı organlarınınkini bile aşan yetkiler veriliyordu. O sırada Türkiye’de, DP’nin 14 Mayıs 1950 seçimleriyle iktidara geleli, parlamenter sistem uygulanmaya başlayalı on yıl oluyordu. Burada, milat olarak 1950’yi almamızda yadırganacak bir yön yok. Çünkü ondan önce, Tek Adam ve Tek Parti yönetimleri yürürlükteydi. Ama bu iki dönem de hızlı sürede çok partili parlamamenter bir sisteme evrildi. Ülkemizin bugün karşı karşıya bulunduğu sorunların kökenini de parlamenter demokrasinin bu ilk yıllarında aramakta yarar var. On yıllık DP iktidarı basın ve ifade özgürlüklerini budayarak, yargının tarafsız ve bağımsızlığını çiğneyerek, diktatörlüğe doğru seyreden bir otoriter rejime dönüşmüştü. Şimdi Menderes’in 29 Kasım 1955’teki sözlerine bakarak, kusuru parlamenter rejimin sırtına yükleyebilir miyiz? Sanmıyorum. Böyle bir itham haksızlık olur. HHH Çünkü 195060 döneminde ülke parlamenter sistemin kurallarına uyularak yönetilmedi. Her şeyden önce, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ilkeleri çiğnendi. Ayrıca milletvekillerini parlamentoya getiren güç milli irade değil, liderin iradesi oldu ki salt bu olgu da parlamenter sistemin özünü yıkmaya yeterdi. Nitekim Menderes’in şu sözü çok ünlüdür: Ben odunu aday göstersem seçtiririm. Bu durum, milletvekillerinde var olduğu vehmedilen erkin aslında liderin elinde olduğunu göstermektedir. Sistemimizin esas hastalığı budur ve günümüze kadar da sürmüştür. Bir zamanlar askeri vesayetin Türkiye’de demokrasinin önündeki en büyük engel olduğu kimi çevreler tarafından ısrarla öne sürüldü. Bugün vardığımız yer ise bunun böyle olmadığını gösteriyor. Gerçekten bir vesayet sorunu var ama illa yalnız askeri vesayet değil. Askeri vesayet aşıldıktan sonra da vesayet sorunu kalkmadı. Hatta Tek Adam rejiminin 1950’de tarihe karıştı sandığımız halde devam ettiğini, 21. yüzyıla da sarktığını görüyoruz. Bu durumun üstesinden gelebilmek için lider sultasının son bulması gerekiyor. Burada da sorun salt askerden değil, sivilden, sivil olduğunu iddia edenden kaynaklanıyor. HHH 12 Eylül’ün diktatörü Kenan Evren’in hazırlattığı 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 37. maddesi partilerin milletvekili adaylarını yüzde 5’lik bir kontenjan dışında bütün üyelerin katılacağı bir önseçimle belirlemesini, böylelikle lider sultasının aşılmasını öngörüyordu. Bu maddenin MGK’nin veto yetkisinin bulunduğu 1983 seçimlerinde uygulanmayacağı hükmü de yer alıyordu. Bu da doğaldı, Evren lider sultasına karşı çıkarken, kendi sultasını bunun dışında tutuyordu. Sivillerin bu dönem atlatıldıktan sonra 37. maddeye sarılmaları beklenirdi, değil mi? Ne gezer! Madde getirildikten 3 yıl sonra 28.3.1986’da değiştirildi ve lider sultasını pekiştirmek üzere, önseçim zorunluluğu kaldırıldı. Siyasi partileri demokrasinin vazgeçilmez öğeleri haline getirmek üzere sivillerden beklenen, parti organlarının da seçimlerinin daha demokratikleştirilmesi iken, onlar ilk iş olarak, milletvekilliği yolundan önseçimi kaldırarak atamayı pekiştirdiler. Her dönemde bu böyle olmuştur. Buna bir de kuvvetler ayrılığı ilkesinin hiçe sayılması eklenince, açıkça görülüyor ki Türkiye’de parlamenter demokratik sistem, siviller tarafından da hiçbir zaman uygulanmamıştır. Özgürlükçü Hukukçular Derneği, Çağdaş Avukatlar Derneği ve Özgürlükçü Demokrat Avukatlar grubu dün Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi önünde bir araya geldi. Avukatlar burada yaptıkları basın açıklamasının ardından adliye binası içindeki avluda 2 saatlik adalet nöbeti tuttu. HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş, İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın halkın yüzde 80’inin güvenlik paketini desteklediğine ilişkin beyanlarına tepki gösterdi. Beştaş, “Kendilerinin yaptıkları siyasete eminim kapalı kapılar arkasında kendileri de inanmıyorlar” diye konuştu. Ala’nın “Molotofkokteyli taşımasınlar. Ben gidip o yürüyüşün en önünde onların güvenliğini sağlarım” açıklamasını anımsatan Beştaş, “12 yaşındaki Nihat Kazanhan’ın, Berkin Elvan’ın, Ümit Kurt’un, Muzaffer Görül’ün, Uğur Kaymaz’ın, Ceylan Önkol’un elinde molotofkokteyli mi vardı” diye sordu. Tasarıyı “AKP darbesi” olarak niteleyen Beştaş, “Bu bir sıkıyönetim ilanıdır. AKP pamuk ipliğine bağlı zayıf iktidarını halkı susturarak devam ettirmeye çalışıyor. Ama yanılıyor” dedi. İHD Türkiye genelinde eşzamanlı yaptığı eylemlerde ‘İç Güvenlik’ Yasa Tasarısı’na tepki gösterdi: Kimse güvende olmayacak İstanbul Haber Servisi Polise geniş yetkiler tanıyan ve toplumda “İç Güvenlik yasası” olarak bilinen tasarıya karşı tepkiler dinmiyor. İnsan Hakları Derneği, yurt genelinde eşzamanlı olarak yaptığı eylemlerle polise infaz yetkisi veren tasarıyı protesto etti. İHD’nin Türkiye genelinde düzenlediği eylemlerin İstanbul ayağı Galatasaray Lisesi önünde gerçekleştirildi. Dernek adına basın açıklamasını okuyan Osman Özkan, iç güvenlik adına toplumsal özgürlüklerin tamamen gasp edilmek istendiğini söyledi. Yasa tasarısı ile polise geniş yetkiler tanındığını belirten Özkan, “Polis istediği kişiyi, kimseye sormadan 48 saat gözaltına alacak. İnsanları gözaltında kaybetmenin önü tekrar açılacak, işkence ise tartışmasız bir şekilde resmiyete kavuşacak” dedi. Polisin makul şüphe olduğu gerekçesiyle insanları vurabileceğini, öldürdüğü kişiler için ceza almayacağını ifade eden Osman Özkan, “Ekonomik ve siyasi gücü elinde bulunduran toplumun küçük bir kesimi hariç tüm topluma ‘iç güvenlik’ adı altında hızla ve zorla bir deli gömleği giydirilmek isteniyor. Üstelik bu durum sanki demokraside çağ atlanıyormuş havası ile yapılıyor. Bu deli gömleği kabul edildiğinde artık hiç kimsenin devlet karşısında hiçbir güvenliği kalmamış olacak” diye konuştu. Avukat Ercan Kanar da İç Güvenlik Paketi’ni “faşist bir yasa” olarak tanımlayarak “Nazi yasasıdır. Bir SS ordusu kurma yasasıdır. Bu yasa ile kalıcı bir olağanüstü hal, sürekli bir sıkıyönetim getirilmek istenmektedir” dedi. Kanar, yasanın Meclis’te görüşüleceği 10 Şubat Salı günü Ankara’ya yapılacak Özgürlük Yürüyüşü’ne İstanbul Barosu yönetimini de davet etti. ‘Sıkıyönetim geliyor’ Yurt Haberleri Servisi İç Güvenlik Paketi’ne yurt genelinde tepki yağıyor. İHD DoğuGüneydoğu Anadolu Bölge Temsilcisi Abdusselam İnceören, İHD MYK ve Diyarbakır Şube Yönetim Kurulu Üyeleri avukat Gamze Yalçın, avukat Muhterem Süren ile şube yönetim kurulu üyeleri dün Diyarbakır’da basın toplantısı düzenleyerek iç güvenlik paketine sert tepki gösterdi. Yalçın, tasarının yasalaşması halinde ifade hürriyeti, kişi güvenliği, yaşam hakkı ihlalleri yaşanacağını, keyfi gözaltı, gözaltında kaybedilme ve işkence vakalarının artacağını vurguladı. Yasadışı dinleme ve özel hayatın gizliliğinin ihlal edileceğini anlatan Yalçın, “Güvenlik sorunu ancak ve ancak hukuk devleti ilkesinin üstünlüğüne dayalı demokratik ve sivil bir anayasa ile demokratikleşme yönünde atılacak adımlarla çözülebilir” diye konuştu. Adana’da da ÇHD ve İHD yöneticileri adliye önünde ortak basın açıklaması yaptı. ÇHD Şube Başkanı Sefa Aydoğan, “Sıkıyönetim dönemlerinde askerin yetkisi şimdi polise verilmek istenmektedir. Bu yasa bir iç savaş senaryosudur. Çünkü polisi öyle geniş yetkilerle donatıyor ki, adeta bir iç savaş çıkarma yetkisi veriliyor. Ülkeyi kaosa sürükleyecek bu yasa derhal geri çekilmelidir” dedi. İHD Adana Şube Başkanı İlhan Öngör de, “Bu yasa tasarısı provokasyonlara açık, polisin keyfi uygulamasının önünü açacak içeriktedir” diye konuştu. Malatya Baro Başkanı Enver Han da konuyla ilgili yaptığı açıklamada, tasarıyla birlikte valiler ve kaymakamlara acil hallerde gözaltı yapma yetkisinin verileceğini hatırlatarak, “Valilere ve kaymakamlara tanınan bu yetki, anayasanın kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırıdır” ifadelerini kullandı. İHD Mersin Şube Başkanı Ali Tanrıverdi ise, “Tasarının yasalaşmasıyla barış, temel hak ve özgürlükler konusunda, telafisi mümkün olmayan zararlar yaşayacağız. Türkiye’nin her ilinde, her bölgesinde sıkıyönetime geçişin altyapısı oluşturuluyor. Güvenlik güçlerine bir insanı sorgusuz sualsiz öldürme ya da hapse atma yetkisi veriliyor, hukuk kurumları devre dışı bırakılıyor” dedi. 10 Şubat’ta yürüyüş Tanal, Erdoğan’ın seçim kampanyasında usulsüzlük yapıldığını öne sürdü Kampanyaya dava ABD Kongresi’nden Gülen mektubu Haber Merkezi Amerikan Kongresi’nin 89 üyesi Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry’ye bir mektup yazarak, Kerry’den Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a ulaşmasını ve Türkiye’de Fethullah Gülen’le bağlantılı gazetecilere yönelik son gözaltıları gündeme getirmesini istedi. Hürriyet.com.tr’de yer alan habere göre, Fethullah Gülen’in Salı günü New York Times’ta yayımlanan ve Erdoğan yönetimini eleştiren makalesinden bir gün önce ABD Kongresi’nin 89 üyesinin Dışişleri Bakanı Kerry’ye bir mektup yazarak, Gülen’le bağlantılı gazetecilere yönelik son gözaltılar nedeniyle Erdoğan yönetimi ile görüşmesini istediği ortaya çıktı. Bank Asya yönetiminin TMSF kontrolüne geçmesinden de bir gün önceye denk gelen 2 Şubat 2015 tarihli mektupta şu ifadeler kullanıldı: “Türk Hükümeti’nin hükümete muhalif sesleri korkutma, gözaltına alma, baskı altında tutma kararı, Türkiye’nin sahip olduğunu iddia ettiği tüm demokratik ilkelere bir tehdittir. Birçok gazete haberine göre, Türkiye’nin çok satan günlük gazetesi Zaman’ın genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı ve Samanyolu Medya Grubu’nun CEO’su Hidayet Karaca, 14 Aralık 2014’te soru işareti uyandıran suçlamalarla gözaltına alınınca, gözaltına alınan basın ve medya mensuplarının sayısı 29’a yükseldi. Bu medya mensuplarının Erdoğan yönetiminin muhalifi olarak bilinen İslam âlimi Fethullah Gülen’le bağları var.” Erdoğan’a, Evren modeli koruma LEVENT GENCELLİ BURSA Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bugün Bursa’ya yapacağı ziyaret nedeniyle kentin en işlek caddelerinden Atatürk Caddesi’nin miting için gün boyu trafiğe kapatılacağı belirtildi. Atatürk Caddesi, en son Kenan Evren’in Milli Güvenlik Kurulu Başkanı olarak 1982 yılında miting yaptığı sırada kapatılmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün Bursa’yı ziyaret edecek ve saat 14.00’te Atatürk Caddesi’nde bir miting yapacak. AKP’li Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, caddenin miting nedeniyle gün boyu trafiğe kapatılacağını açıklarken, Bursa Büyükşehir Belediyesi de yerel gazetelere verdiği ilanlarla mitingini duyurdu. Belediyeye ait ilan panolarında duyurular yapıldı. Bursa metrosunun ise miting için ücretsiz seferler yapacağı belirtildi. Kentin en işlek caddesi en son Kenan Evren’in Milli Güvenlik Kurulu Başkanı olarak 1982 yılında miting yaptığı sırada kapatılmıştı. Gezi Direnişi sırasında ise Atatürk Caddesi’nde yapılan eylemler nedeniyle ile pek çok kişi hakkında 3 yıla kadar hapis istemiyle dava açılmıştı. Atatürk Caddesi, Bursa Valiliği tarafından açıklanan “toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapılacağı alanlar” arasında da bulunmuyor. ‘Gülen’le ilgili kırmızı bülten yayımlanacak’ ANTALYA (Cumhuriyet) Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, annesi Fatma Çavuşoğlu’nun ölümünün 3. yıldönümü dolayısıyla babası Osman Çavuşoğlu’nun Alanya’daki evinde okutulan mevlide katıldı. Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Çavuşoğlu, bir gazetecinin “Fethullah Gülen’in yeşil pasaportunun iptal edilmesi söz konusu. Bu konuda ABD Dışişleri Bakanlığı’na müracaatta bulunacak mısınız” sorusu üzerine, “Bu işlemler tamamlandı zaten. Pasaport iptal edildi. Pasaport iptal olduktan sonra da ABD’ye bilgi verildi” dedi. Fethullah Gülen’in iade edilmesi gerektiğine vurgu yapan Bakan Çavuşoğlu, “Zaten aramızda da anlaşma var. ABD ile de hem anlaşmamız hem de işbirliğimiz var” dedi. Haber Merkezi CHP Milletvekili Mahmut Tanal, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Tayyip Erdoğan’ın bağış kampanyasında usulsüzlük yapıldığı iddiası ile Ankara Adliyesi’nde tespit davası açtı. Hükümete yakın bazı firmaların cumhurbaşkanı adayı Erdoğan’a yüz binlerce lira bağış yaptığını öne süren Tanal, hile yapılarak bağışçı olarak çalışanların gösterildiğini savundu. Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde düzenlenen adaylara yardım kampanyalarında en yüksek bağış Tayyip Erdoğan’a yapıldı. Erdoğan’a, kampanya süresince 1 milyon 460 bin 745 kişi bağışta bulundu. Ancak bu bağışta bulunanların büyük kısmının seçimlerden önceki son işlem günlerinde gerçekleştiği iddiaları üzerine, CHP’li Tanal harekete geçti. Tanal, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi aday olan Recep Tayyip Erdoğan’ın, seçim çalışmaları için açtığı geçici bağış hesaplarına usulsüz yöntemlerle para aktarıldığını belirtti. AKP’ye yakın firmaların bağış listelerine çalışanlarının adını yazıp, hepsinin karşısına 1 TL, 2 TL veya 50 kr. bağış yaptıklarına ilişkin beyanda bulunduğunu kaydeden Tanal, tek elden üç günde 1 milyondan fazla kişinin bağış yapmış gibi gösterildiğini söyledi. Bağış yapanların çoğunun bu bağışlardan haberi olmadığını öne süren Mahmut Tanal, burada yapılan işlemin asıl amacının hem 9 bin 082 lira 51 kuruşluk üst sınır engelini, hem de tüzelki şilerin bağış yapamayacaklarına ilişkin hükmünü aşmak olduğunu vurguladı. Ankara Adliyesi’nde tespit davası açan Tanal, bu işin sorumlularının ve bu sorumlularla işbirliği yapanların tespitini talep etti. Tanal, Recep Tayyip Erdoğan’ın, cumhurbaşkanlığı adaylığı sırasında kullandığı paranın hem kamu imkânları ile sağlandığını hem de özel şirketler tarafından finanse edildiğini belirterek, Erdoğan’ın cumhurbaş kanlığının meşruiyeti olmadığı nı dile getirdi. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle