17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 ŞUBAT 2015 CUMARTESİ 6 HABERLER Menteşe’deki cezaevinde dört çocuğun tacize ve işkenceye maruz kaldığı ortaya çıktı İşkence bu kez Muğla’da ÖZCAN ÖZGÜR MUĞLA CHP Muğla Milletvekili ve partisinin Cezaevleri İnceleme Komisyonu Üyesi Nurettin Demir, Muğla’nın Menteşe ilçesi Düğerek Mahallesi’nde bulunan E Tipi Kapalı Cezaevi’nde, yaşları 12 ile 15 arasında değişen 4 çocuğun tacize ve işkencelere uğradığını öne sürdü. Demir, “Sübyan koğuşunda 2 aya yakın zamanda hemen hemen her gün işkence, taciz ve hatta ırza geçmeler yaşanmış. Anlatılanlar kan donduracak cinsten. Tarafıma aktarılan işkence yöntemleri; daha önce Pozantı’da karşılaştığımız birçok vakayı andırıyor” CHP Muğla İl Başkanlığı’nda iddialarla il dedi. Demir, iddialarla ilgili şunları paylaşgili basın toplantısı düzenleyen Demir, 4 tı: “Koğuşta bulunan 17 yaşındaki tuçocuğun Marmaris’teki hırsızlık olayının tuklu ve hükümlü 3 büyük çocuk, küçüklere koğuşu temizlettirip, bulaşıkzanlıları olarak yakalandığını bildirdi. Çocuklardan 3’ünün 53 gündür cezaevinde olduğunu, ları yıkattırmışlar ve bazı ‘özel’ istekbirinin ise 2 hafta kaldıktan sonra tahliye edildiğini bildiren Demir, işkence savlarının tahliye lerini yaptırtmışlar. İtiraz ederlerse de olan bu çocuğun babası tarafından kendisine iletildiğini vurguladı. Demir, gözünde, ensepaspas sopası ile dövmüşler. Yaşasinde, bacağında ve kolunda işkence izleri taşıyan çocukların fotoğraflarını gösterdi. (DHA) nanları gardiyanlara söyleyen çocuk Yaşasın Ölüm! Aslı İspanyolca “Viva La Muerte” olan ünlü sloganın “yaratıcısı”, Franco’nun generallerinden JoséMillán Astray’dir... Faşist komutan, ilk kez askerlerini çarpışmaya sürerken kullanmış bu sloganı. Slogan ilk elde, Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşları’nda askere seslenişindeki “Ben size ölmeyi emrediyorum!” sözünü akla getirse de, aradaki fark, onun da ötesinde taban tabana zıtlık yeterince ortadadır. Faşizmin sloganı, ölümün yüceltilmesidir. Faşizme yakışan da zaten budur. Ölmeyi emretmek ise en büyük özverinin, yaşamı feda etmenin göze alınmasını istemektir. İlkinde ölüm yüceltilirken yaşam küçümsenmektedir. Çanakkale’de söylenen unutulmaz sözlerin felsefi içeriği ise tam tersine, köle olmamak, özgürce yaşamak için savaşmak ve gerektiğinde ölümü de göze alabilmek gerektiğidir... HHH Yaşam ve ölüm ilişkisi konularında Cumartesi ve Pazar köşelerimde çokça yazdım. Birkaç tanesi anımsatayım: “Yaşam KültürüÖlüm Kültü/Pazar Söyleşileri 16.10.05”, “Yine Yaşama Kültürü Üzerine/Pazar Söyleşileri 02.11.08”, “Ahretçilik/Cumartesi Yazıları/25.06.05” ve daha geçen hafta bu köşede yayımlanan “Önce Yaşamı Tadalım!” adını taşıyan yazı... “Ahretçilik” başlıklı yazımda, bu kavramla ilk kez Prof. Suat Sinanoğlu’nun “Türk Hümanizmi” adlı kitabında karşılaştığımı belirttikten sonra yaptığım bir alıntıyı burada yinelemek istiyorum: “:”......doğuda manevi evren koskoca bir morga benzer; burada duyulan tek insan sesi, ölümlülerin yazgısına sonsuz bir hüzün ve bezginlikle ağlayan bir iç sestir..... dinsel düzene bağlı bu evrende her iki yönelişe, Ortodoks ve mistik yönelişlere özgü olan sonsuz bir zihin tembelliği, mutlak bir hareketsizlik ve meditatio mortis ahretçiliktemeline dayanan dünya işlerini umursamama topluma egemendir.” Yine aynı yazıda, söz konusu Latince kavramın “öbür dünyacılık” sözüyle de karşılanabileceğini yazmıştım... HHH Nereden çıktı bu “yaşasın ölüm”ler, “ahretçilik”ler, “öbür dünyacılık”lar demeyeceğinizi tahmin etmem güç değil... Çünkü bu kavramlar artık, yaşamlarımızın tam ortasında, gözlerimizin içine sokulacak kadar yakınımızda duruyor... Geçtiğimiz perşembe günü Hürriyet gazetesi, bence çok önemli bir gazetecilik başarısı olarak müthiş bir başlıkla yayımlandı: “Dersimiz Ölüm!” “Yaşasın Ölüm!” gibi bir başlık... Ve zaten Mesut Hasan Benli’nin derlediği haberin içeriğini okuduğunuzda, “Milli Eğitim Bakanlığı ile Hizmet Vakfı”nın “projesi” olan 39 sayfalık bir kitapçıkla öğrencilere verilmesi planlanan “Değerler Eğitimi” denen şeyin baştan sona bir ölüm övgüsü olduğunu tüyleriniz ürpererek görüyorsunuz... Bakanlıkla Hizmet Vakfı denilen (kurucuları arasında Saidi Nursi’nin öğrencilerinin bulunduğu) kurumun ortak ürünü olan kitapçıkta, ölümün bir “nimet” olduğu belirtiliyor, hastalık “ölüme hazırlık” olarak tanımlanıyor, ölümün “güzel”liğine İslam peygamberinin kısa sayılabilecek (63) bir yaşam sürmüş olması gösteriliyor. Buradan öğrendiğimize göre Tanrı sevdiği kulları yanına erkenden alıyormuş vb... Kış mevsiminin de “kefen”, “ölüm” güzellemeleriyle anlatıldığını öğrendiğimiz, çocuklarımıza yönelik bu iç karartıcı “Değerler Eğitimi”ne karşı Ankara Barosu yürütmeyi durdurma davası açmış. Zaten gazeteci arkadaşımızın haber kaynağı da, Baro’nun çocuklarımızın ruh sağlığını korumaya yönelik dava dilekçesi olmuş... Sonucu mutlaka izlememiz gerekiyor... HHH “Ahretçilik” başlıklı yazımı, “meditatiomortis”in, yani “öbür dünyacılığın” karşıtının, “dignitashominis”, yani “insan onuru” olduğunu belirterek tamamlamıştım... Bu yazıyı da izninizle, yine o yazımdaki son cümlelerimle tamamlayayım: “Yaşamak ve yaratmak sevincini hiçbir ‘ahret’, ‘öbür dünya’ avuntusuyla değiştiremez ve sonunda ölüm var diye bunlardan vazgeçemeyiz... Çünkü ölüm gerçeğiyle en gerçekçi, insan onuruna en yaraşır biçimde karşılaşmanın yolu da, yaşamak ve yaratmak sevincini gereğince yaşamaktan geçiyor...” Morluk ve sigara yanığı Bir gün önce de dayak HİLAL KÖSE Maltepe Çocuk ve Gençlik Kapalı Cezaevi’nde gördüğü şiddet nedeniyle komaya giren ve hastanede yaşamını yitiren 15 yaşındaki Onur Önalp’ın iki gün boyunca dayağa maruz kaldığı ortaya çıktı. Önal’ın komaya girmeden bir gün önce, koğuştakilerle “simit” denilen, birbirlerini yakalayıp vurdukları bir oyun oynadıkları, kafasına darbe aldığı ifade edildi. Suça Sürüklenen Çocuk (SSÇ) olarak ifadesine başvurulan M.Ö, Önal’ı dövdüğü yönündeki iddiaları reddetti. Onur’un ölüm nedeni, Adli Tıp raporuyla açıklık kazanacak. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı, Onur’un ölümünün ardından “taksirle ölüme sebebiyet” vermek suçundan soruşturma başlattı. Onur’un kaldığı koğuşta iki çocuğun ifadesi alındı. M.Ö. (18) suçlamayı reddederek “O gün ikimiz de mescitte Kuran okuyorduk. Onur birdenbire sandalyeden yere düştü” dedi. C.B. (17) ise şöyle konuştu: “Mescide girdiğimde Onur oradaydı, Yasin okuyordu herhalde. Sonra odama gittim, aşağı indiğimde koğuşun dışına çıkarmışlardı. Bir gün önce simit oyununda Onur’a sert bir şekilde vurmuş olabiliriz.” Onur’un darp edildiğini söyleyen iki tanıktan biri olan B.P. (18), “Bir gün önce M.Ö’nün zoruyla simit diye bir oyun oynuyorduk. M.Ö, C.B. ve T.D. oyunda Onur’a vurdular. Kafası duvara çarpmıştı, duvarda saçlarının izi çıkmıştı” dedi. B.P. cezaevi 2. müdürüne verdiği ifadede ise “Onur ebeydi. Bir anda M.Ö, Onur’un kafasına tekme attı. Onur kafasını duvara çarptı. Sersemledi” dedi. Dayağa tanıklık eden diğer tutuklu R.Ü. (16) yaşananları şöyle anlattı: “M.Ö, mescitte kameraların görmediği bir yer var, Onur’un kafasına eliyle vurdu. M.K. Kuran okuyordu. O vurmadı. C.B. sonradan gelip vurmuş.” Cezaevi müdürüne ise şunları söyledi: “C.B. ve M.Ö’nün Onur’u dövmesi yarım saat sürdü. Ona ana avrat küfür de ediyorlardı. Sonra Onur’u yarı baygın halde mescitteki kameraların görmediği yerde bulunan sandalyeye oturttular. Saat 18.30 sırasında görevli memur koğuşa geldi. Aynı anda Onur, yarı baygın halde bir dakika sandalyede oturmuş halde dururken yüzüstü yere düştü.” Yalnız yaşadı ve öldü Cumhuriyet’in ortaya çıkardığı Maltepe Çocuk ve Gençlik Kapalı Cezaevi’nde “öldüresiye dövülüp” daha sonra yaşamını yitiren Onur’un ağabeyi Özkan Önal kardeşini en son 2013 ‘te görmüş. leriyle yaşamışlar. Okulları yarıda kalmış. Onur, ortaokuldan terk. Kardeşlerin hiçbir eve en sığamayanı. Onur’un sık sık evden kaçıp sokaklarda kaldığını söylüyor 19 yaşındaki ağabeyi Özkan Önal. çatı katında tek başına yaşadığını, kardeşlerini bir araya getirmek için para biriktirdiğini anlatıyor. Operasyon sırasında binadan bahçeye atılan uyuşturucunun kendisine ait olduğu ileri sürülmüş. Duruşmada hakkındaki iddiaları reddetmiş, ele geçirilen uyuşturucuda parmak izinin olmadığı tespit edilince serbest bırakılmış. Onur, yaklaşık bir ay yoğun bakımda yaşam savaşı veriyor. Orada, diğer ağabeyi ile halası ziyaret ediyor. Ya annesi ve babası... Anne Nurcan Önal, sahte para davasından hükümlü. Oğlunun ölümünü, cezaevinden izinli çıktığında öğrenmiş. Habipler Mezarlığı’ndaki mezarını ziyaret edebilmiş... Onur’un babası ise çocukları kaderine terk etmiş. ların ayakları gazete ve kantinden alınan parfümlerle yakılmış. Görüştüğüm çocuklardan birinin ensesinde sigara söndürülmüş. Sübyan koğuşundaki büyük çocuklar, küçük çocukların özellikle geceleri yanlarına yatıp bacaklarını, vücutlarını okşuyorlarmış. Görüştüğüm çocuklar, bazı geceler yandaki koğuşlardan çocuk çığlıkları duyduklarını da ifade ediyorlar. Muğla E Tipi Cezaevi’nde yaşananlar tam bir insanlık suçudur. Konuyu Meclis’e taşıyacağım.” Hakan U. da, iddiaları tahliye olan oğlundan öğrendiğini, Marmaris Devlet Hastanesi’nden taciz ve işkence edildiğine ilişkin rapor aldıklarını söyledi. Marmaris Cumhuriyet Savcılığı’nın dosyayı Muğla Cumhuriyet Savcılığı’na gönderdiğini bildirerek, “Gardiyanlar ve cezaevi yetkilileri savcılıkta oğlumun düşme sonucu bu hale geldiğini söylememi istediler. Oğlum her gece çığlıklar içerisinde uyanıyor” dedi. HİLAL KÖSE Cezaevinde gördüğü şiddet nedeniyle yaşamını yitiren 15 yaşındaki Onur Önal, dışarda, içerde ve yoğun bakım odasında yaşam savaşı verirken kimsesiz bir çocuktu. Onur’un yalnızlığı soruşturmayı yürüten savcının bile dikkatini çekiyor. Ölümüyle ilgili yürütülen soruşturmayı aylardır kimse sormamış. Onur’un cezaevinde hiç ziyaretçisi de olmamış. Dosyaya yansıyan ifadelerden, Onur’un bu duruma çok üzüldüğü anlaşılıyor. Tanık ve şüpheli olarak ifade verenler hep aynı noktada birleşiyor: “Annesi ile babası ayrı olduğu için üzülüyor, ağlıyordu. Görüşüme gelmiyorlar, mektup yazmıyorlar diye üzülüyor, biz teselli ediyorduk.” Onur’un yaşamının dönüm noktası, babasından şiddet gören annesinin, evi terk etmesi. Onur, iki ağabeyi ve bir kız kardeşi, anne gittikten sonra dağılıyor. İstanbul’da amcalar, halalar ya da başka akrabaların yanına, her biri başka bir eve sığınmış. Bir süre Bitlis’te köylerinde dedeleriyle ve babaanne Yeni bir evlilik hazırlığında şu sıralar... Karıkoca memleketten akrabalar. Boşanma davaları 2011’de bitmiş ancak, 2005’ten bu yana ayrılar. Elinde dövme: Anam Özkan’ın elinin üstündeki dövmede “anam” yazıyor. Özkan, şu anda bir restoranda komilik yapıyor, amcasının yanında kalıyor. “Para biriktirip ev tutup, kardeşlerimi yanıma almak istiyorum” diyor. Önceki gün İnsan Hakları Derneği’nin gönüllü avukatlarına vekâlet verdi. Kardeşinin ölümünün karanlıkta kalmamasını istiyor. 15 yaşındaki M.C.T., cinsel istismar suçundan Onur’la birlikte yakalandıklarını söylüyor. M.C.T’nin ifadesine göre, Onur, bayılma problemi olan bir çocuk. Uyuşturucu kullanıyor, parayı da Bahçeşehir pazarında tezgâhtarlık yaparak kazanıyor. Ancak, Onur ilki cezaevine kabulde olmak üzere 6 kez muayene olmuş. Hiçbirinde bayılma şikâyeti yok. Ağabey Özkan da Onur’un sağlık problemi olmadığını söylüyor; “Hiçbirimizin doktora gitmişliği yoktur” diyor. O mektubu yazmış Onur’u en son 2013 yazında görmüş: “Onur’u o yaz köye götürmek istedim, zorla otogara kadar götürdüm, kaçtı gitti.” Özkan, Onur’un tutuklandığını ve öldüğünü çok geç öğreniyor. Hastanede olduğunu bilmeden, Onur’un o çok beklediği mektubu yazmış aslında... “Çünkü, o sırada ben de cezaevindeydim” diyor. Bağcılar’da tekstil işiyle uğraşırken uyuşturucu operasyonunda tutuklanmış. O sırada bir Fotoğraf: KAYHAN AYHAN Eşini 19 yıldır arayan Cumartesi Annesi sonsuzluğa uğurlandı Konu Meclis’te ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, Cumhuriyet’in ortaya çıkardığı Maltepe Çocuk ve Gençlik Kapalı Cezaevi’nde “öldüresiye dövülüp” daha sonra yaşamını yitiren Onur Önal olayının üstünün örtülmeye çalışıldığını söyledi. Şakran Çocuk Cezaevi’ndeki işkence iddialarının da gündem de olduğunu hatırlatan Ağbaba, yaşananların ilk olmadığını belirterek çocuk cezaevlerinin kapatılıp yerine, “Topluma yeniden kazandırma merkezleri inşa edilmelidir” dedi. Ağbaba, “öldüresiye dövüldüğü” ortaya çıkan Önal’ın, olay yaşandıktan 1 gün sonra hastaneye götürüldüğüne dikkat çekti. 1 ay tedavi gören Önal’ın ölümünün üzerinden 5 ay geçmesine karşın savcılığın infaz koruma memurlarının ifadesine başvurmadığını dile getiren Ağbaba, konuyu Meclis’e taşıyarak Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi. Ağbaba, Önal’ın “gardiyanların gözü önünde dövüldüğü iddiasının” doğru olup olmadığının yanıtlanmasını istedi. İsmail’in vicdanlara emanet KAYHAN AYHAN Beyoğlu Belediyesi’nde temizlik işçisi olarak çalışırken 18 Ocak 1996 yılında kaybolan ve kendisinden bir daha haber alınamayan İsmail Şahin’in eşi Kiraz Şahin 40 yaşında İstanbul’da yaşamını yitirdi. Bir süredir mide kanseri tedavisi gören Şahin’in cenazesi dün Sarıgazi Cemevi’nde düzenlenen törenin ardından toprağa verilmek üzere memleketi Tokat’a gönderildi. Her hafta Galatasaray Meydanı’nda eşinin akibetini soran Şahin, 20 yıllık özlemle hayata veda etti. num burada doğdu, ben burada yaşlandım. Devletin en tepesindeki kişiye bile ulaştım, derdimi anlattım ama sonuç alamadım. Devleti yönetenlerin, savcıların, Beyoğlu belediye başkanlarının vicdanındaki kabuğu kıramadım. Ama vazgeçmedim, vazgeçmeyeceğim akıbetine ömrümü adadığım eşimden bir haber alıncaya kadar bu işin peşini bırakmayacağım” diyerek yaşadıklarını anlattı. Bir süredir mide kanseri tedavisi gören ve dün sabah saatlerinde yaşamını yitiren Kiraz Şahin için Sarıgazi Cemevi’nde cenaze töreni düzenlendi. Törenin ardından Şahin’in tabutu Cumartesi Anneleri tarafından omuzlarda cenaze aracına taşınarak toprağa verilmek üzere memleketi Tokat’ın Hubyar köyüne götürüldü. İHD İstanbul Şubesi’de Kiraz Şahin’in ölümü üzerine yazılı açıklama yaptı. Şahin’in ölümü üzerine büyük üzüntü yaşadıkları belirtilen açıklamada, “Güle güle Kiraz, bıraktığın yerden İsmail’i aramaya devam edeceğiz. Güle güle Kiraz, her cumartesi Galatasaray’da sözlerin dilimizde, 19 yıldır taşıdığın İsmail’in fotoğrafı elimizde olacak. Güle güle Kiraz, çok sevgilin, İsmail’in Güle güle Kiraz... vicdanlarımıza emanet. Yolun ışık olsun” denildi. Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Başkanı Ali Kenanoğlu da yaptığı açıklamada,“ Kiraz Şahin iki çocuğunu Galatasaray Meydanı’nda büyüttü, direndi ve bu mücadele esnasında yakalandığı hastalığa yenik düştü. Kiraz canımızın yolu ışık, devri daim ruhu revan olsun” dedi. Barolardan tepki CAN HACIOĞLU ESKİŞEHİR Ankara, Eskişehir, Bursa, Diyarbakır, Şırnak, Şanlıurfa, Hatay, Gaziantep, Mersin, Sakarya, Şanlurfa baroları ortak açıklama yaparak, cezaevlerinde çocuklara yönelik şiddet ve cinsel istismar olaylarına dikkat çekti. Yaşanan olaylarda kamu görevlilerinin korunduğunu, mağdur çocukların ise cezalandırılarak bir kez daha mağdur edildiğini vurgulayan barolar, sorumluların yargılanmasını isteyerek Adalet Bakanlığı’nı göreve davet etti. Şiddet ve cinsel istismar olaylarını anımsatan barolar, yaşanan olaylarda kamu personelinin korunduğunu, birçok olayda takipsizlik kararı verildiğini, şiddete uğrayan çocuklar hakkında ise “kamu malına zarar vermek, isyan, memura mukavemet” gibi nedenlerle davalar açıldığı vurgulandı. Cezasızlık politikasının adeta devlet geleneği haline geldiğinin vurgulandığı açıklamada şu ifadeler kullanıldı: “Barolar ve barolar bünyesindeki çocuk hakları merkezleri olarak ortaya çıkan tüm hak ihlallerinde, çocuklarımızın yanında olacağımızı ve bundan sonra yaşanan tüm hak ihlallerinin takipçisi olacağımızı kamuoyuna bildiririz.” Her hafta akibetini sordu Yaptığı onca girişim ve aramaya karşı eşini bulamayan Kiraz Şahin, küçük kızını da yanına alarak Cumartesi Anneleri ile birlikte her hafta oturma eylemi yaparak eşinin akıbetini sordu. Ömrünü eşinin bulunmasına adayan Şahin, daha önce yaptığı konuşmalarda, “Eşim İsmail Şahin kaybolduğunda 20 yaşındaydım. 4 yaşındaki kızım ve 1.5 yaşındaki oğlumla Galatasaray’a sığındım, 19 yıldır eşimden bir haber almak umuduyla Galatasaray’ı kendime vatan ettim. Çocuklarım burada büyüdü, toru Beyoğlu Belediyesi’nde temizlik işçisi olarak çalışırken 18 Ocak 1996 yılında sabah saat 06.30 sıralarında İsmail Şahin, bir anda ortadan kayboldu. Aile Beyoğlu Belediyesi’ne başvurarak İsmail Şahin’in mesai saatleri içerisinde kaybolduğunu ve bundan işveren olarak sorumlu olduklarını söyleyip olayı araştırmalarını istedi. Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü’ne kayıp başvurusu yapan aile, savcılığa suç duyurusunda bulunarak İsmail Şahin’in akıbetinin soruşturulmasını istedi. Tüm başvurularına rağmen dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan aile ile görüşmeyi kabul etmedi. Aynı günlerde İsmail’in 4 yaşındaki kızı Sibel, annesine babasını televizyonda polislerle gördüğünü söyledi. Erdoğan görüşmeyi kabul etmedi C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle