18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 ŞUBAT 2015 PERŞEMBE [email protected] 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Amaç İktidarın Sopası Yapmak 2 013 yılı başından itibaren ipuçları ortaya çıkan hükümetcemaat çatışması giderek sertleşmiş ve 1725 Aralık operasyonlarıyla bu çatışma açık bir hal almıştır. Bu gerginlik yargıya ilk kez MİT Müsteşarı krizinde yansımış; kriz, müsteşarı ifadeye çağıran savcının başka yere atanmasıyla sonuçlanmıştır. Sonrasında ise önceden savcısı olunan davanın bir kumpas olduğuna karar verilmesini müteakip yargıdaki “kötü ortak” tasfiyeleri başlamıştır. Bunu başarmak için Adalet Bakanı’nın, başkanı olduğu HSYK’ye müdahalesi ile 1. Daire üyeleri değiştirilmiştir. Ne var ki önceden cevval, korkusuz ve cesur; sonra ise sinsi ve kötü olarak nitelenen iktidar ortağının, daha doğru söyleyişle “taşeron”un işine son vermek gerekmiştir. Bunun için de 2014 HSYK seçimleri için YBP teşkilatı oluşturulmuş ve seçime bu ortaklık ile gidilmiştir. Bu süreçte, 2010 HSYK seçiminde düşman olarak ilan edilerek temizlenmek istenen “Dedeler” ile “Bozkurtlar” bu kez yeni ortaklar olarak atanmış, önceki taşeron ise düşmanlaştırılmıştır. 2014 HSYK seçiminde, 2010 seçimindeki YARSAV yerine, öcü olarak Allah’ın bildiğini kuldan saklamadan söyleyelim Fethullah Gülen cemaatini ifade eden “paralel yapı” konulmuştur. Düşmanlaştırarak “iyi” olma hali yargıç ve savcılar arasında da kabul görmüş ve netice itibarıyla “Paralel yapı tasfiyesi birinci önceliktir” cümlesiyle YBP listesi seçimi kazanmış, siyasi iktidar yargıya “bir kez daha” hâkim olmuştur. Her türlü polemikten kaçınmak için baştan söylemeliyiz ki paralel yapı denilen yapının yaptıklarının hesabını mutlaka vermesi gerekir. Yaptıkları hukuksuzluklar kanıtlanamaz değildir; aksine o kadar cüretkârca yapılmıştır ki hukuk içinde kalınarak yapılacak soruşturmalarla rahatlıkla sonuca varılabilir, hesap vermeleri sağlanabilir. Paralel yapının kötülüğü konusunda anlaşmaya vardıktan sonra üzerinde durmamız gereken diğer konu, siyasi iktidarın Bütün kavga bir iktidar kavgasıdır. Bu bağlamda yapılmak istenen, polis ve yargı içindeki kötü unsurları ayıklamak, daha adil ve objektif soruşturma ve yargılamaların yapılmasına zemin hazırlamak değil, yargıyı ve emniyet teşkilatını ele geçirmek, hepsini iktidarın sopası haline getirmektir. MUSTAFA KARADAĞ Yargıçlar Sendikası Genel Sekreteri işleyen ve toplu katliam yapan bir terör örgütüne, devletin istihbarat teşkilatına ait olduğu iddia edilen araçlarla silah götürüldüğü iddiası ise bir savaş suçuna delalet eder ki Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılamayı gerektirir. Yardım götürme görevinin istihbarat teşkilatının değil Kızılay’ın görevi olduğu hepimizin malumu olduğuna göre “araçlarda yardım malzemesi vardı” açıklaması yapmak, en hafifinden yurttaşların aklıyla alay etmek anlamına gelir. Burada bir ara verip yakın geçmişi hatırlamakta fayda var. 2007 yılından beri Türkiye’de bir oyun oynanıyor. Bu ülkenin ordu mensupları ile mafya ve çeteler ilişkilendirilerek, kişiler ve kurumlar itibarsızlaştırılarak halen suçlarının ne olduğunu bilmediğimiz insanlar hapiste yatırıldı. Cuntalarla ve derin devlet ile hesaplaşıldığı, demokrasinin rayına sokulduğu söylendi. Bir gün aniden bütün bunların kumpas olduğu ortaya çıktı ve Anayasa Mahkemesi ardı ardına hak ihlali kararları verdi, mahkemeler toplu tahliyeler yaptı ve bir anda tüm “kötü, çeteci, darbeci, demokrasi düşmanı” sanıklar dışarı çıkarıldı. Dikkatinizi çekelim, bu kadar soruşturma yapıldı, dava açıldı, toplu mezarlar kazıldı ama bir tek faili meçhul cinayet aydınlatılmadı. Hiç kimse Uğur Mumcu’ların, Muammer Aksoy’ların, Bahriye Üçok ve daha nicelerinin katilinin kim bütün yolsuzluk ve usulsüzlüklerini paralel yapı düşmanlığı ile birlikte tartıştırması, ölümü anımsatıp sıtmaya razı etme algısını yaratmasıdır. Aklı selim bize iki vakanın ayrı olduğunu ve ayrı yerlerde tartışılması gerektiğini işaret etmektedir. Türkiye’de daha önce de yolsuzluk yapılmış ve bakanlar, siyasetçiler yargılanmıştır ve fakat hiçbir zaman bu kadar organize biçimde yolsuzluk yapılmamış, hiçbir şüpheli bakan “ne yaptıysam talimatla yaptım” dememiştir. Hiçbir zaman siyasi iktidar temsilcileri hakkında soruşturma yapan savcılar görevden alınmamış, yürütülen soruşturmaya bu kadar açık müdahale edilmemiştir. Tahammülsüzlük o kadar ileriye götürülmüştür ki müdahaleyi eleştiren yargıca baskıyla dava açtırılmış, suç oluşturmadığı yargı kararıyla saptanmış bir eleştirisinden dolayı 35 yıllık bir yargıç mahkeme önüne çıkarılmıştır. Eleştiren yargılanırken, soruşturma sırasında polise ait olduğu söylenen (olay yerinde bulunan) paralar yolsuzluk şüphelisine faiziyle iade edilmiştir. Yabancı bir ülkeye, hunharca cinayet olduğunu merak etmedi. Susurluk’ta ne olmuştu demedi. Çok önceleri söylemiştim dostlar arasında, son dönem soruşturmalarının asıl amacı derin devleti ele geçirmek, Susurluk ve benzeri soruşturmaları bir daha açılmamak üzere kapatmaktı ve başarılı da olundu. İtibarsızlaştırılan generallere, onca masum insana, gazetecilere bundan sonra ceza verilmesine gerek kalmadı. Zaten yatacaklarını yattılar, gerisi de yanlarına kâr kaldı. Siyasi iktidar yakın zaman önce kumpasçı paralel yapı ile mücadeleye girişti ve var gücüyle “tasfiye” yapıyor. Rütbeli rütbesiz polisler, savcılar görevden alınıyor, kimi tutuklanıyor. Ne hikmetse sadece yolsuzluk soruşturması yapmak ve yurtdışına yardım diye silah götüren, MİT’e ait olduğu iddia edilen TIR’ları aramaya tevessül etmek suretiyle darbe planlayan savcılar açığa alınıyorlar. Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, Odatv, KCK ve benzeri dava kumpasçıları görevlerine devam ediyorlar ve bunların haklarında ciddi hiçbir soruşturma yapılmıyor. Sonuç olarak gördüğümüz o ki, bütün kavga bir iktidar kavgasıdır. Önemli olan “düşmanı” yenme, iktidarını sağlamlaştırmadır. Bu bağlamda yapılmak istenen polis ve yargı içindeki kötü unsurları ayıklamak, daha adil ve objektif soruşturma ve yargılamaların yapılmasına zemin hazırlamak değil, yargıyı ve emniyet teşkilatını ele geçirmek, hepsini iktidarın sopası haline getirmektir. Bunun için de en başta belirttiğimiz operasyonlar yapılmış, yeni düşmanlar yaratılarak siyasi iktidarın yeri biraz daha sağlamlaştırılmıştır. Tüm bu olan bitenin sonunda üzülerek söyleyelim ki hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı ilkesi, yargının bağımsızlığı gibi temel demokratik kavramların içinin boşaltılması sonucunu doğuran bu ilkel ve sakil oyuna ortak olmak, hangi saikle olursa olsun bu iki önemli konuyu görmezden gelmek, örtbas etmek, aklamak Türkiye yargısı ve HSYK’si için şık bir tavır olmamıştır. Paket: Sivil Sıkıyönetim AKP otoriterleşme yolunda, askeri darbe dönemlerinde yapılanlardan daha beter adımlar atıyor... Son örnek, “İç Güvenlik Paketi” denilen yasa tasarısı... Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Metin Feyzioğlu’nun deyişiyle bir “Sivil Sıkıyönetim Yasası”. HHH Tam genel seçimler öncesi AKP iktidarının, temel hak ve özgürlükleri son derece kısıtlayıcı ve sınırlayıcı bir tasarıyı gündeme getirmesi, muhalif duygu ve düşüncelerin seçimleri etkilemesini önlemek amacını da taşıyor. Öyle anlaşılıyor ki AKP iktidarı, her türlü barışçı ve demokratik toplumsal muhalefet eylemlerinden çok korkuyor: En temel hak ve özgürlükler arasında bulunan, hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hem de bizim anayasamız tarafından güvence altına alınan “gösteri hakkı” bastırılmak isteniyor... Bu nedenle de barışçı ve demokratik olan her türlü gösteri bile, adeta “molotofkokteyli” ile özdeşleştirilerek mahkum ediliyor. HHH “Molotofkokteyli” ve “taşlı sopalı saldırı” konusunda Feyzioğlu şunları söylüyor: “Mevcut kanunlar, zaten bunların silah olarak değerlendirilmesine izin vermekte ve meşru müdafaa durumunda orantılı güç kullanılması yetkisini tanımaktadır. Dolayısıyla ‘molotofkokteylini silah olarak düzenliyoruz’ gibi cümleler fiili sıkıyönetimi meşrulaştırmayı perdeleme, gizleme cümleleridir. Çarpıcı gerçek, bu yasa teklifi ile Yargı, yürütme ile birleştirilmektedir... Bu yasa teklifi ile Magna Carta’nın bile bazı yönleri ile gerisine düşülmektedir.” HHH Feyzioğlu valilere soruşturma yetkilerinin verilmesi konusunda da şöyle diyor: “Dünyanın hangi demokratik ülkesinde yargının soruşturmaya ilişkin yetkilerinin valiye devredilmesi suretiyle terörle mücadele edilmiştir? Bizim terörle mücadele için ihtiyacımız olan demokrasidir, insan hak ve özgürlükleridir. Demokrasiyi askıya alarak terörle mücadele edilmez. Terörün ocağına biraz daha odun atılır.” HHH İşin üzücü yanı, bu yasa ile Türkiye’nin 70 yıllık Çok Partili Düzen birikiminin çöpe atılmasıdır, Feyzioğlu bu konuyu da şöyle dile getirmektedir: “Bu yasa tasarısı ile Türkiye’nin demokratikleşme yolculuğunun bütün durakları ve bugüne kadar çekilen ıstıraplarla sağlanan gelişmeler hiçe sayılmaktadır.” HHH Atılan adımın en vahim tarafı ise önümüzdeki seçimleri etkilemeye yönelik olmasıdır... Kılıçdaroğlu bu nedenle “Direnme hakkı”ndan söz eden sert eleştirilerini dile getirmektedir! S Sözde Kentsel Dönüşüm Kanunu Prof. Dr. METE TAPAN tındaki Alanların Dönüştürülmesi”dir. Bu kanunun, özellikle deprem riski büyük olan ülkemizde, ister kırsal alanlarda isterse de kentsel alanlarda yaşayan yurttaşlarımız için çok önemli bir kanun olduğunu her fırsatta söylememe karşın, kanunun bu haliyle toplumsal (sosyal) yönden yeterli olmadığını hep dile getirmiştim. Toplumsal yönden yeterli olmaması derken, bilinçli olarak “rant olgusu” üzerinde fazla durmamış, temelde kentsel yaşamın salt fiziksel değerlerden oluşmadığını, insanların çevresiyle sosyal ilişkilerinin de dönüşüm süreciyle daha olumlu, daha insani hale gelmesini sağlayacak biçimde gerçekleşmesini savunmuştum. Hatta, bir kanunun uygulanması için gerekli yönetmelikler, bilindiği gibi kanunlar kesinleştikten sonra yapıldığından, “keşke 6306 sayılı kanunun yönetmeliği daha kanun taslak halindeyken oluşturulmuş olsaydı dediğim” de çok olmuştur... Kanunun riskli yapıların saptanması konusunda öngördüğü yöntem veya uygulama modelinin, özellikle kentlerin her bölgesi için eşit biçimde geçerli olabilmesi, kent tarihinin önemli bölgelerinde sosyal ve kültürel değerlerimizin yok olmasına neden olacaktır. 3 Şubat 2015 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Sayın Tuğrul Erkin’in İstanbul, Nişantaşı bölgesindeki “kentsel dönüşüm” uygulamalarıyla ilgili yazısı, yukarıdaki endişelerimi en güzel biçimde dile getirmektedir. Sapasağlam veya güçlendirme olasılığı olan yapılar yıkılırsa Nişantaşı, Şişli, Osmanbey diye bir şey kalmaz. Bugün İstanbul’u İstanbul yapan özellikle son 100 yıl içinde veya daha eski tarihli yapılardır. Bunların çoğu kültür varlığı olarak tescil edilmemiştir. Tescil edilmedikleri için yıkılabilir diye bir yaklaşım ise kentsel cinayettir. Öncelikle bu yapıların güçlendirilmesi konusunda çaba gösterilmelidir. Aksi takdirde bu yaklaşımın bir tek yorumu olabilir. Devlete dönmeyen bir rant ve kent sakinlerine zulüm... apasağlam veya depreme karşı güçlendirilebilecek yapıları yıkmak, hem milli servete hem de yerleşim kültürüne, kentleşme ve kentlileşmeye yapılan en büyük darbedir. İnsanları birer robot gibi görme veya “ne olur, insanları alıştıkları yaşam alanından kopararak zorunlu olarak çevresini terk ettirsek” gibi söylem ve bu yoldaki girişimlerle gayri sosyal davranışlarda bulunmak, kanımca toplumun ruhsal sağlığını bozacaktır. “Kaş yapalım derken, göz çıkarmak” söylemine en iyi örnek bugünlerde “sözde kentsel dönüşüm kanununun uygulamasında yaşanmaktadır”. Sözde kentsel dönüşüm kanunu diyorum, çünkü, 16.05.2012 tarih ve 6306 sayılı kanunun resmi adı “Afet Riski Al Sizi ‘Ak’layacak Matik Henüz İcat Edilmedi! B ir zamanlar Erdoğan, Ergenekon soruşturmaları ve tutuklamaları için, “Ben bu davanın savcısıyım” diyordu! Bülent Arınç ise “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” diyordu! 1725 Aralık operasyonları ile her şey değişti! “Beraber yürüdükleri” ile arasına ‘kara kedi’ girdi... Demirel taktiği izlendi ve “dün dündür” staratejisi ile hücuummm emri verildi, ‘savcı’ görev değiştirdi... Daha önce “in” olan pek çok isim “out” oldu! Her olumsuzluk “paralel yapı”ya yüklendi. Polis Meslek Yüksekokulu (PMYO) ve KPSS sınavlarında yapılan usulsüzlükler ve kopya skandalları o günlerde de çok yazıldıçizildi... O günlerde henüz 17 ve 25 Aralık operasyonları olma HİLMİ TAŞKIN Eğitimci dığı için ve “beraber yürüdükleri”nden dolayı sınavlarla ilgili tüm skandallara kulak tıkadılar... Şimdi tutmuşlar PMYO sınavları ile 2010 KPSS ve tüm sınavları incelemeye alacaklarını açıklıyorlar... Size ‘günaydın’ demek gerekmiyor mu? Tüm olumsuzluklar “paralel yapı”nın... Sizler ise sütten çıkmış “ak kaşık”sınız!... Oysa suç ortağısınız.. Her şeyi birlikte yaptınız... Siz ‘ak’ onlar ‘kara’ değil... “Kumpas”ları birlikte yaptınız. Aynı davada Zekeriya Öz ile ‘savcı’ oldunuz! “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” diye mutlu oldunuz! Sınavlarla milyonlarca gencin emeğine rağmen kendi yandaşlarınızı memur yaptınız. Hatta sınavsız da memur ataması yaptınız... Çok ah aldınız çokkk... 1725 Aralık operasyonları ile aranıza ‘kara kedi’ girmemiş olsa yine “beraber yürümeye” devam edecektiniz. İkiniz de aynı tavanın balıklarısınız... Ergenekon, Balyoz vb. davalar ile PMYO, KPSS sınavlarında Suç ortaklarısınız!.. Öyle iddia ettiğiniz gibi ‘ak’ filan da değilsiniz... Sizi aklayacak ‘matik’ henüz icat edilmedi... C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle