19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
9 OCAK 2015 CUMA CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR AKTİVİST VE YAZAR ANGELA DAVIS 15 ‘Hepimiz Charlie Hebdo’yuz, hepimiz Hrant’ız’ EVRİM ALTUĞ Dünya nereye? Bugün sizlerle paylaşmak istediğim Bayram Candan’ın serüveniydi. Sanattaki yolculuğunun serüveni... 1964’te doğduğu Erzincan’dan başlayıp İstanbul’da tuvale ve heykele uzanan o serüvende benim yolum onunla Fethiye festivallerinde kesişmiş, çocuklarla yaptığı, çocukların yaptığı heykelleri denizde yüzdürdüğünü gördüğümde onu bağrıma basmıştım. Bu çok yetenekli, yaratıcı, eğitici, yapıcı, büyüleyici, coşku dolu sanatçıyı genç yaşında geçen yıl kaybettik. Anımsayacaksınız: Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde uzun yıllar emek verdiği atölyeye “Bayram Candan Sanat Atölyesi” adı verildi. Ondan söz edecektim çünkü Galeri Apel’de muhteşem bir anı sergisi var. “Bu İşyerinde Bayram Var” adlı sergi... Ancak iki gün önce Paris’teki saldırı üzerine içinden Bayram geçen hiçbir yazı yazmak istemiyorum. Ne dünyanın ne ülkemin ne de benim bayramlık bir durumumuz var... (Sergi 14 Ocak’a dek sürüyor) ‘Ama’ demeden, ‘bahane’, ‘gerekçe’ sıralamadan lanetlemek... çeler bulmaya başlarsak, dinler, inançlar, “hassasiyetler” bizi yok edecek. Yok olmamak için “ama”ları bir yana bırakmak gerek. “Charlie”, Charles de Gaulle’ün kısaltılmışıydı. “Hebdo” ise Fransızca haftalık anlamındaki “hebdomadaire” sözcüğünün... ‘68 Paris ayaklanmasının/ direnişinin/ başkaldırısının/ olanaksızı istemenin ürünüydü... Mizah, hiciv, eleştiri ve özgürlük yarışında çığır açandı. George Wolinski , 70’lerde “HaraKiri” ve Charlie Hebdo’nun, 80’lerde “l’Humanité”, “Liberation” ve “Nouvel Observateur”n , 90’larda “Paris Match”ın çizeriydi. Hiçbir partinin, hiçbir dinin, hiçbir milletin değil, sokakların çocuğuydu. 80’inde kurşunlanıncaya kadar da Paris’in serseri ve özgür sokak çocuğu olmayı sürdürdü. “68 olayları olmasaydı ben çizer olmazdım” demeyi hiç eksik etmedi. Jean Cabut, çizginin, çizgi romanın büyük ustasıydı. Artık hep 76 yaşında kalacak... Charb diye bilinen Stephane Charbonnier, içlerinde en genciydi. ’67 doğumluydu. Aynı zamanda derginin yöneticisiydi. “Diz çökerek yaşamaktansa, ayakta ölmeyi yeğlerim” deyişi, iki gündür herkesin dilinde... Sevgili okurlar, bugün sizlere bir de yeni yitirdiğimiz karikatür ustamız Erdoğan Bozok’tan söz edecektim. Yerim kalmadı. Işık içinde yatsın. Ailesine, sevdiklerine sabırlar diliyorum. Biliyorum ki, eğer hayatta olsaydı o da bugün sadece ve sadece Paris’te kurşunlanan, katledilen meslektaşlarını çiziyor olurdu. “Dünya nereye” diye sorardı. Bugün Boğaziçi Üniversitesi’nde Hrant Dink İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Konferansı’nı verecek olan tanınmış aktivist ve yazar Angela Davis, etkinlik öncesinde basınla bir araya geldi. Davis, Paris’teki mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yönelik saldırının ardından gösterilen toplumsal dayanışma manzarasını, 2007’de katledilen Agos Gazetesi Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in kaybının ardından Türkiye’de kamuoyuna yansıyan görüntülere benzetti. Davis şöyle dedi: “Bu korkunç vahşet ve ölümler, içinde derginin editörünün de olduğu bu kayıplar açıkça, insanların empati duyguları ve dayanışma deneyimlerini ortaya koymalarına yol açıyor. Aslında 2007’de Türkiye’de yaşanan ve ellerde taşınan “Hepimiz Hrantız,” mesajında da bunu görmüştük. Tabii ki Hrant’ın ölümünün de ardında, tarihsel bir gerçekliği olan ‘jenosit’ mefhumunu beraberinde getirdiğini düşünmemiz söz konusu. Bu konuda Türkiye’de halen kamusal bir tartışma yapmak bile çok zor; çünkü hâlâ bu konuda yazıp çizmek isterseniz hayati tehlike söz konusu. Ayrıca umuyorum ki, Paris’teki olayın ABD’deki 11 Eylül saldırısına benzetilmesi girişimleri bu kez işe yaramasın.” 1980 ve 1984 yıllarında ABD’de Başkan Yardımcılığı için Komünist Parti’den aday olan Davis, Obama’nın iktidarında izin verilen Occupy hareketinin, eğer Cumhuriyetçi rejim söz konusu olsa hiç yaşanamayabileceğine atıfta bulunarak, Obama’nın iki kez başkan seçilmiş olmasını övdü ve “Yeni zaferlere ihtiyacımız var” dedi. Angela Davis toplantıda ayrıca, son yıllarda yaşanan Occupy hareketi, Ferguson olayları, Gezi Direnişi ve Arap Baharı gibi kitlesel çıkışlara olan bakışını ise şöyle dillendirdi: “Bu tür hareketler, protestolar, Ferguson’daki şiddet vakaları ve New York’taki polis ölümleri, yeni teknolojik aygıtlar ve sosyal medyadan da etkilendi. Bizim bu anlamda yeni bir tarihsel konjonktürden gündeme bakmamız gerekiyor. Sosyal hareketlerin bizleri nasıl etkilediği, Occupy hareketi, Gezi Hareketi, İspanya’daki hareketlere bakınca, buralarda insanların hep, gündemde ne olduğunu birbirlerine sorduklarını, beklentilerini dayanışma halinde ortaya koyduklarını görüyoruz. Liderliği, manifestosu, programı olmayan hareketler bunlar.” Terörle İslam bağdaşmaz söylemi Bugün hepimiz, hangi ırk, din, millet, etnik gruptan olursak olalım Paris’teki vahşi saldırıyı lanetlemek zorundayız. “Ama” demeden... Hiçbir “bahane” ya da “gerekçeye” sığınmadan lanetlenmelidir. Yığınlar halinde lanetlenmelidir. Din adına insan öldürmeyi, “Allahü ekber” nidalarıyla kafa kesmeyi, “dini hislerim rencide oldu”; “inancımla alay edildi” diye katliam, suikast, işkence, vahşet ve şiddet mazur gösterilemez. Dine saygımız varsa; İslam dinine saygımız varsa, bu katliamı lanetlemeliyiz. Timsah gözyaşlarıyla değil, gerçek anlamda! “Sivas Katliamı”nı yapanları koruyanlar, bugün Meclis’te. Sivas Katliamı’nı zamanaşımı nedeniyle cezasız atlatanlara “Hayırlısı olsun” diyen kişi bugün Cumhurbaşkanı... Son ana dek IŞİD’e “terör örgütü” diyemeyenler bu ülkeyi yönetiyor... Fransız televizyonları Türkiye’deki yetkililerin “Ama”lı açıklamalarına duydukları kuşkuyu dile getiriyor; tartışma programlarında Türkiye’den IŞİD’e katkılar ve geçişler sorgulanıyor. Televizyonda tepeden tırnağa ağır silahlı iki insanın “Allahü ekber” diye bağırıp polisin başına kurşun sıktığını, dergiyi basıp insanları öldürdüğünü, peygamberin intikamını aldıklarını izlerken “Terörle İslamın bağdaşmaz olduğuna” ilişkin sözler; “Avrupa’daki en büyük tehlike İslamofobidir” demek, sizce hangi akla ve mantığa sığar?! Asıl soru şu: Dini, iktidar, güç ve para sahibi olmaya alet ederseniz, katliamlara alet etmediğinize kimi nasıl inandırabilirsiniz ki?.. Bugün “Hepimiz Charlie’yiz”. Çünkü yönetimin en tepesindekinden “sokaktaki adama” varana, hepimiz, “ama” diye başlayan bahaneler, gerek Hepimiz Charlie’yiz ÖLÜMÜNÜN 25. YILDÖNÜMÜNDE ŞAİR CEMAL SÜREYA ‘Şiir anayasaya aykırıdır’ ÂBA MÜSLİM ÇELİK GÜMÜŞ VE ALKAYA’DAN CEMAL SÜREYA ‘Buluşları benzersiz’ Semih Gümüş (Edebiyat eleştirmeni) Cemal Süreya öyle canlı ve coşkulu bir şiir dünyası yarattı ki, adeta kuşağına ve kendinden sonra gelen şairlere itici güç oldu. Hem bir kuşağın içinde sayılıp hem de onun kadar farklı olmak, kendine özgü şiirini çok geniş bir okur çevresine sevdirmek, az bulunur bir özelliktir. Çokları da söyler, onunki aynı zamanda bir zekâ şiiridir. İmgeleri, buluşları benzersizdir. Bugün bu kadar canlılıkla yaşıyor oluşu da başka söze yer bırakmıyor. Bana kalırsa, yirminci yüzyıl dünya şiiri içinde de kendince bir yeri vardır. Orhan Alkaya (Şair ve tiyatro sanatçısı) Cemal Süreya yakışıklılığıyla, aşkıyla, yiğitliğiyle, korkusuyla, hafızasıyla, ince alayıyla, elemiyle, çapkınlığıyla, ürkekliğiyle, çoğulluğu ve yalnızlığıyla, dünyadan demlenmiş bir Anadolu’ydu. Çağının çağdaşı bir yerli şiirin tek (unique) ve ilham verici şairi oldu, üstü kaldı. Dostluğu ise, baki “eleştirmen”dir yazdığımız her harfte. Şairin ilk ürünü Mülkiye Dergisi’nde yayımlanıp, şiir ortamına ayak bastığında, sevinci sonsuzca uzayıp gidiyordu, ellilerin ilk çeyreğinde çağdaş şiirimiz, Orhan Veli, M. Cevdet, O. Rifat üçlüsünün başını çektiği “Garip” akımının etkisinde olup, 1940’lı yıllarının toplumcu gerçekçi şairlerinin çözük gücüyse, dönemin koşulları nedeniyle dağınıktır. Örneğin Nâzım Hikmet mapustan yeni çıkmış ve ülkesinde yasaklıydı. Cemal Süreya öğrenciliği sona erince, ucuz yaşayacak bir yer aradı ve orada memurlukta geçen mevsimler geliverdi ardından bu kez de. ErzincanBilecik yük vagonlarında tıka basa yolculuk, “tarih öncesi köpeklerin havladığı yer”ler artık gerilerde değil, içerisinde kök salmaya başlamıştı bile. Evlendi, evliliğin aşkı kesin öldürdüğü kanısına vardı. Cemal Süreya’nın büyük yalnızlığıysa, sürekli ihanetlerle karşılaşmalar, yaşadıklarından ve uzattığı elinin ısırılmasından ileri gelmiştir. Bir söyleşisinde, “erotik bir şiir benimkisi, diplerde tarih içinde uygarlık ve var olma sorunu tartışılır” der. Önceleri şiirde biçime önem verdiği halde, giderek insani öze yöneldiğini ve şiirlerinin tümüne baktığımızda, toplumsal bir ağıntının gitgelleri arasındaki bir alanda konuşlandığını görürüz. Kendisinin de el yordamıyla içinde olduğu iç ve dış dinamikleriyle İkinci Yeni’nin, dönemin yani anamalcı moderniteyle olan çelişkisinin, geçmiş gelecek ilişkisindeki sorunsallarının toplumun algılayış biçemiyle siyasallaşarak kitleselleşme eğilimine dönüştürülmesini hedeflemiş olabilir mi? Sanmıyorum desem de, bütün bu olanların kalıcı, ilkesel yaklaşımlarla ve Cemal Süreya’nın gizil sorununun, henüz tamamlanmamış gibi gözüken şiiriyle (üstü kalsın söylüyordu ya, Tanrısına) yeryüzü düzeni ya da başka şeyler için, bizlerden bir şeyler isteme hakkının sürekli saklı tutulmasını öncelediğini de düşünmemizi gerektiriyor. Son tahlilde bunlarla kılgısallaşarak devinim alanı kazanan, elimizde çok güçlü bir şair imgesi kalır. Yani bu bağlamla ilerlemeye çalışırsak, “Üvercinka”da, eşsüremli yanal bir ilişkiyi, altyapısal olarak tasarımlamış olduğunu görebilme olanağı doğar. Bu betiktekiler, verili şiir ortamına kesinkes bir ilentiyle girmezler. Böylece Cemal Süreya’nın yazdıkları, eylemin özden sıçrayışı ve yaşamın en saltık an’ı olabilmekte, her güzel söz, sanatsal kalıba dökülerek, yeni bir insancıl ilişkiye başlangıç teşkil eder durumuna gelebilmektedir kanısına varabiliriz. “Beni Öp Sonra Doğur Beni”de elbet daha ustadır. Geleneksel olan divan ve aruzun yanında, Yunus ve Pir Sultan’ı yakalayışı, çokluk bu yapıtıyla ele verir kendini. Özünde bu soylu şairi, bu kısa yazıya sığdırabilmek telaşı, tedirgin eder bir dilin taşıyıcı gücünü, fakat o, söylenecek olanları, 1. Yeni’nin kıyılarından alarak, İkinci Yeni’nin içerisinden geçirttikten sonra, Türkçenin aşkınlaştırıcı gücüne yüklemesini bildi. İşte toplumla ilgili şiirlerinin çağrışım güçleri içinde yeniden doğmuş gibi duran bağlaşıklar yoluyla kazanımlar elde etme çabaları, şairin yaşamda yeni renk imgeler yaratıcısı dolayımlarında değerlendirilebilir ancak. Giderek, “gerçeğin özünü” yansıtmaktan çok, varlığın değerini tanıtmak ve güzellemeye çalışmakla yetinir. Yaşamla arasındaki varoluş sorunsalı, gücü otoriteye karşı konurluğunun, gene şiiriyle kuvvetlendirilmiş olan iradesini çelikleştirerek meşrulaştırır. Bu yüzdendir ki, “şiir anayasaya aykırıdır!” verili erke ve sürüp gidene de. ( 9 Ocak 2015, ölümünün 25. yıldönümündeyiz. Gülünün tam ortasındadır şair.) CEMAL SÜREYA’NIN DİZELERİYLE 38 SÜRGÜNÜ Ailesi 1938’de Dersim İsyanı sonrasında Bilecik’e sürgün edildiğinde Cemal Süreya 7 yaşındaydı. Yıllar sonra 38 sürgününü bir şiirinde şöyle anlatacaktı: “Bizi kamyona doldurdular, Tüfekli iki erin nezaretinde, Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular, Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar, Tarih öncesi köpekler havlıyordu.” ÜLKÜ TAMER’İN GÖZÜNDEN CEMAL SÜREYA Cemal Süreya gibi şiirimizde İkinci Yeni’nin şairlerinden Ülkü Tamer, bir şiirinde ondan şöyle söz etmişti: “Tanrı Bin birinci gece şairi yarattı, Bin ikinci gece cemal’i, Bin üçüncü gece şiir okudu tanrı, Başa döndü sonra, Kadını yeniden yarattı.” n Kültür Servisi Cemal Süreya ölümünün 25. yılında, bugün, Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi’nde bir etkinlikle anılacak. Tartışmalara konu olan Cemal Süreya Ödül Töreni’nin de gerçekleşeceği geceye Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu katılacak. Caddebostan Kültür Merkezi’nde saat 19.30’daki etkinlikte kısa film gösteriminin ardından ödüller sunulacak ve Kara Güneş grubu konser verecek. Usta şair Kadıköy’de anılacak Kültür Servisi TÜSİAD’ın cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık yaratmak amacıyla başlattığı, üniversite öğrencilerine yönelik kısa film yarışmasında kazananlara ödülleri 7 Ocak Çarşamba günü Sabancı Center’da düzenlenen törenle sahiplerine sunuldu. 1 dakika kategorisinde “Kemik” adlı film birincilik ödülünü alırken, “Bir Soru, Bir Sorun” ikincilik, “Terazi” adlı film üçüncülük ödülüne değer görüldü. 5 dakika kategorisinde ikincilik ödülü “El Olma” adlı filmine verilirken, “Zevce” üçüncülük ödülünü aldı. Suriyeli kadın mültecilerin dramı C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle