24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 AĞUSTOS 2014 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER C Cumhurbaşkanı Dokunulmaz Değildir den verelim; tarihten bir örnek… Monarşi ile yönetilen Osmanlılarda padişahların dokunulmazlık zır hı nasıldı acaba? Kanuni Sultan Süleyman’ın Kanunnamesi’nde şöyle bir hüküm var: “Devlet idaresi ulemâ ile vükelâya tevdi edilmiştir. Padişahın linton olayı doğru yoldan sapması Başka bir ilginç olay, Clinton olayıdır. halinde, ulemâ ve vükelâ Bill Clinton 19932001 yılları arasında ordu reislerini keyfiyetki ABD başkanıdır. 1998 yılında Başkan ten haberdar ederek padiClinton’ın, Beyaz Saray’daki stajyer sek şahı tahttan indirip yerireterlerden Monica Lewinsky ile bir gö ne hanedan erkânından nül ilişkisi kurduğu ortaya atılmıştı. Baş diğerini seçecektir.”(1) kan olayın duyulmasından sonra ilişki Kanuni, padişahların doğsini yalanlayarak gizlemeye çalışmıştı. ru yoldan sapabilecekleri Ne var ki bu kez de topluma yalan söy olasılığını göz ardı etmelemek ve toplumu yanıltmakla suçlanı miş ve onların hangi yöntemle tahttan indirilebileceklerini yasalaştırmış. Bütün bunlar, devlet Ülkede gerçek bir demokrasi varsa; hukuk yönetimlerinde, hiç kimsedüzeni bağımsız ve tarafsızsa ve de iyi nin hukuk karşısında dokunulmaz olmadığını, uygunsuz eylemişliyorsa… Çağdaş dünyada hiç kimsenin “kanun benim”, “devlet benim” demesi, başka leri için dokunulmazlık zırhına bürünemeyeceğini gösteriyor. Totalibir tanımla, kişiselleşmiş iktidar hoşgörülmez, ter rejimler, diktatörlükler ayrı bir kabul görmez. Tıpkı, askeri olsun, sivil olsun şey. Onların kuralları, hukuka değil, tek adam yönetiminin insafına, hiçbir darbenin hoşgörülmediği gibi… keyfine ve buyruklarına dayanıyor. Örneğin, 16431715 yılları arasında 72 yıl süreyle Fransa krallığı yapDOĞAN HASOL mış olan GüneşKral 14. Louis “Devlet benim”, “Kanun yordu. ABD Senatosu’nda yapılan yargı benim” anlayışıyla ve mutlak lama sonucunda başkan, kurmuş olduğu monarşiyle yönetmişti ülkesini. ilişki nedeniyle halktan özür diledi ve döArtık o günlerde değiliz. Hele nem sonuna kadar görevini sürdürebildi. ülkede gerçek bir demokrasi varGörüldüğü gibi, bir çapkınlığı gizle sa; hukuk düzeni bağımsız ve tame çabası, yetkili organlara ve halka ya rafsızsa ve de iyi işliyorsa… Çağlan söylemek şeklinde yorumlanarak suç daş dünyada hiç kimsenin “kanun oluşturuyordu. Ne var ki o suç biraz daha benim”, “devlet benim” demesi, bağışlanır cinsten sayılmış ki Nixon’ın başka bir tanımla, kişiselleşmiş iksiyasi rakiplerini dinleme suçuyla başı tidar hoşgörülmez, kabul görmez. na gelenler, cezai sonuçları bakımından Tıpkı, askeri olsun, sivil olsun hiçClinton’ın başına gelmemiş. bir darbenin hoşgörülmediği gibi… Yine başka bir örnek olarak Fransa’nın Zaten gerçek demokrasilerde darbe eski cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin de söz konusu olmaz ya! de başkanlık görevi bittikten sonra, nüfuÖnemli olan, hukukun zunu kötüye kullanma ve adli soruştur hatasız uygulanmamanın gizliliğini ihlal suçlamasıyla gö sı, yargının adil, zaltına alındığını hatırlayalım. tarafsız, siyasiBu örnekler çağdaş demokrasiyle yö leşmemiş olanetilen ülkelere ilişkin… Tabii, dünyada rak çalışmabildiğimiz, bilmediğimiz daha pek çok sıdır. Şöyle örnek vardır. Bu arada bir örnek de biz bir söylem muz 1974’te Başkan’ın yargılanmasına karar vermişti. Gelişmeler karşısında Nixon çaresiz, başkanlıktan çekilmek zorunda kalmıştı. Yerine geçen yardımcısı Gerald Ford’un bir süre sonra Nixon’ı bağışlaması ise kamuoyunca hoş karşılanmayacak ve sert tepkilere yol açacaktı. Böylece Nixon’ın başkanlığı kendisi için hüsranla sonuçlanmıştır. umhurbaşkanları, Cumhuriyetle yönetilen ülkelerde ülke yönetiminin en üst noktasındaki kişilerdir: Cumhurbaşkanı devletin başıdır. Ne var ki bu konum onları sorumsuz kılmaz ve bu konumları onlara her konuda yasal dokunulmazlık kazandırmaz. Cumhurbaşkanı öncelikle tarafsız olmak zorundadır. Anayasamızın 101’inci maddesine göre, “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişkisi kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.” Yine anayasanın 105’inci maddesi cumhurbaşkanının “sorumluluk ve sorumsuzluk hali”ni tanımlar. O maddenin son cümlesi şöyledir: “Cumhurbaşkanı, vatana ihanetten dolayı, TBMM üye tamsayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılır.” Bilindiği gibi, anayasaya uygunsuz davranmak, anayasal görevi yapmamak “yüksek ihanet” suçunu oluşturur. Bu, tabii, öngörülmüş en büyük suçtur. Ya söz konusu olabilecek başka suçlar?.. Genelde, demokratik düzenlerde cumhurbaşkanı dahil hiçbir yönetici sorumsuz olamaz. Bu konuda dış ülkelere göz atarsak, aklımıza ilk gelenler ABD’de Başkan Nixon ve Başkan Clinton’ın karşılaştıkları durumlardır. Anılan iki başkanın yargılanmalarını hatırlatmakta yarar olmalı. Richard Nixon, 196974 yılları arasında ABD başkanlığı görevinde bulunmuş, daha önce yıllarca siyaset sahnesinde yer almış çok deneyimli bir politikacıydı. Ne var ki ünlü Watergate skandalının ortaya çıkmasından sonra istifa etmek zorunda kalmıştı. Şöyle: 1972’de yapılan başkanlık seçimi sırasında Nixon’ın seçim komitesinin rakip partinin Watergate adlı binadaki genel merkezini dinlediği, Ocak 1973’te ortaya çıkacaktı. Olay, Washington Post gazetesi tarafından kamuoyuna duyurulmuştu. Seçimi kazanıp başkanlık koltuğuna oturan Nixon suçlamalar karşısında ilkin, Senato’yu bilgilendirmeyi reddederken olaya ilişkin ses kayıtlarını da adalete iletmekten kaçınacak ve bu işi Nisan 1974’e kadar savsaklayacaktı. Ancak o tarihte izin vermesiyle raporlar açıklanınca ABD Kongresi, başkanı görevden alma davası açmayı kararlaştırmış, sonra da Temsilciler Meclisi Tem C yaygındır: “Doktorun hatasını toprak, mimarın hatasını sarmaşık (veya ağaç) örter...” Ya hukuki hatayı ne ya da kim örter? Bu soruyu anayasa hukuku profesörü Erdoğan Teziç’e sordum. Yanıtı şöyle oldu: “Hukuk alanındaki hatayı yine hukuk düzeltir.” Hukuka herkesin ihtiyacı var, devletin de hukuk devleti olmaya. 1) Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi (Birinci Meşrutiyet ve İstibdat Devirleri, TTK Basımevi, 1983, Cilt 8, s.196) Siyasal Bütünleşmede Kadın Partisi İBRAHİM GÜRŞEN KAFKAS EğitimciYazar En Büyük Tehlike, En Yakın Olan Tehlikedir T ürkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti yapısının geleceği ile ilgili duyulan endişe ve korkularda genellikle benzer saptamaları yapıyoruz. Çözüm nedir sorusuna yanıt aramak yerine sorumlu ve suçlu bulmak konusunda da benzer saptamaları yapıyoruz. Genellikle hedefte CHP oluyor. Tartışmaların ve suçlamaların odağında ise önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Ortak aday Ekmeleddin İhsanoğlu’nun aday olarak belirlenme yönteminden siyasi yapısına, doğduğu yerden dedesine, AKP’nin bir oyunu olduğuna kadar tartışıyoruz. Tartışanlar, genellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğiyle ilgili endişe ve korku duyanlar. İkilemde bırakılmaya isyan ediyorlar. İkilemde kalmak doğru ama “hangi adayla seçim kazanılabilir” sorusunun yanıtı da yok. Bu seçim üç puanlık bir maç olsa, şerefli mağlubiyet avuntusunu dile getirelim ama bu seçim tekrarı olan bir maç Tehlikelerle yaşamak istemiyorsak; tehlikeyi, merdivenin ilk basamağında durdurmak, siyaseti, sınıf temelinde yapmak, kaynaklarımıza dayalı üretim yapan ekonomisi güçlü bir devlet, eğitim seviyesi yüksek bir ulus toplum olmak ve başkalarının planları ile değil kendi planlarımızla Türkiye’nin geleceğini tasarlamamız gerekmektedir. TEVFİK KIZGINKAYA da değil. Türkiye Cumhuriyeti’nin, yani kendimizin geleceğine karar vereceğiz. HHH Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin karşı karşıya olduğu tehlikeleri; kısa, orta ve uzun vadede değerlendirmemiz gerekiyor. 1. Kısa vadedeki tehlike: AKP’nin tek parti diktasından kişi (RTE) diktatörlüğüne geçiş sürecinin ilk adımı olan Cumhurbaşkanlığı seçimidir. Sonraki adım, 2015 genel seçimlerinde AKP’nin anayasayı değiştirecek çoğunluğu elde edip yarı veya tam başkanlık sistemine geçişidir. Aradaki bu bir yıl içinde Bakanlar Kurulu’na başkanlık yaparak yürütmeyi yönetecek olan RTE, genel seçime direkt katılarak AKP’nin çoğunluğu elde etmesi için çalışacaktır. 2. Orta vadedeki tehlike: Din, mezhep ve etnik yapılar üzerine yapılan siyaset sonucunda öne çıkan mezhep ve etnik kimliklerimizin siyaseten kurumsallaşmasıdır. Demokrasilerde olması gereken ekonomik ve sosyal sınıf bilinci ve kimliklerin (işçi, memur, çiftçi, esnaf, tüccar, doktor, mühendis, sanayici, işveren… vb.) yerini dini, mezhepsel ve ırksal kimliklerin alması, toplumun bu kimlikler temelinde (Alevi, Sünni, Kürt, Türk, Laz, Çerkez… vb.) kamplaşmasına ve çatışmasına neden olacaktır. (Bkz. Irak, Suriye… vb.) RTE’nin olası başkanlığı böylesi bir süreci besleyecektir. 3. Uzun vadedeki tehlike: Sahip olduğumuz coğrafyaya egemen olma plan larıdır. Topraklarımızın jeopolitik konumu (üç ana kıtanın merkez ülkesi) nedeniyle dünyaya egemen olmak isteyenler öncelikle Boğazlara ve Anadolu’ya sahip olmak istemektedirler. Bir de güneyimizdeki Ortadoğu’nun üstü kutsal, altı petrol dolu toprakları ile Kafkasya ve Asya’daki enerji kaynaklarının varlığı da eklenince emperyalizmin ulusal birliğimizi yok ederek topraklarımıza egemen olma istekleri ve planları hiç bitmeyecektir. Her üç vadedeki tehlikeler de merdivenin basamakları gibi birbiriyle bağlantılıdır. Bu tehlikelerle yaşamak istemiyorsak; l Tehlikeyi, merdivenin ilk basamağında durdurmak, l Siyaseti, sınıf temelinde yapmak, l Kaynaklarımıza dayalı üretim yapan ekonomisi güçlü bir devlet, eğitim seviyesi yüksek bir ulus toplum olmak ve başkalarının planları ile değil kendi planlarımızla Türkiye’nin geleceğini tasarlamamız gerekmektedir. Bu çözüme ulaşabilmemiz için görev, bugün tartışmaların odağında olan CHP’ye ve bu sonucu bir daha yaşamak istemeyenlere düşmektedir. üfusumuzun yarısının kadın olmasına karşın, kadınlarımız, siyasal örgütlenmede ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yeterli sayıda (yarı yarıya) temsil edilmemektedir. Demokrasimizin bir eksikliği olan bu durum, bir “Kadın Partisi”nin kurulmasına neden olmuştur. Çünkü Atatürk’ün de belirttiği gibi, “Kadınların siyasal yetersizliğine mantıklı hiçbir neden yoktur. Siyasal ve toplumsal hakların, kadın tarafından kullanılmasının insanlığın mutluluğu ve saygınlığı açısından çok gerekli olduğudur.” 21. yüzyıl, kültür, sanat, bilim ve sosyal gelişme çağıdır. Teknolojinin gelişerek hızla yayıldığı bu çağda, insanlarımız, düşünce zenginliğinde de bu gelişmeyi edinmelidirler. İnsanlık kavramının temelinde kadın ve erkek diye iki varlık olduğu gerçeği ne yazık ki göz ardı edilmektedir. En küçük toplum olan aileden başlayarak toplumun her kesiminde kadın ve erkek bütünselliğinin gerekliliği kaçınılmazdır. Aslında tüm canlılarda da bu gereksinim görülmektedir. Erkeğin baskın, güçlü ve otoriter davranışı; kadınlar üzerinde istenmez olumsuzluklara neden olmaktadır. Bu tür davranışlar, aile birlikteliklerinin sarsılmasına, çocukların yetişme ve gelişmelerinde psikolojik sorunlara yol açmaktadır. Aile içinde en önemli kavram, bilinçli davranış ve “ben” yerine “biz” kavramının kullanılması olmalıdır. Çekirdek aileyi oluşturan “anne, baba ve çocuk” bütünselliği, sevgi, saygı ve huzurla gerçekleşmelidir. Toplumsal yaşamın her evresinde; siyasal, sosyal ve kültürel etkinliklerdeki çalışmalarda kadın ve erkek ayrımsız olarak yer almalıdır. Erkeğin güçlü bir motif olarak düşünülmesi ve kadının toplumsal ve siyasal, yönetsel içerikli çalışmalardan dışlanması, bir ortaçağ düşünce tarzıdır. Ünlü düşünür Eflatun diyor Kadınların beklenti içinde oldukları hakça, eşitçe ki: “Devletin yönetiminde kadıve özgürce yaşamın nın kadın oldugerçekleşebilmesi ğu için, erke için bir “Kadın Siyasi ğin erkek olduğu için daha iyi Partisi”nin kurulmasının yapacağı iş yokyerindeliğine ne tur. Yaradılıştan denilebilir ki? 19301934 her iki cinste de aynı güçler varyılları arasında büyük dır. Kadın, erkek önder Mustafa Kemal gibi bütün işleri Atatürk’e kadınlara görebilir.” Tüm insanlık, bu aktanınan toplumsal, sak, eksik ve yançalışma ve siyasal, lış düşünce için yönetsel haklar, yasal savaşım vermiştir. düzenlemelerde yer Toplumun birçok evresinde ve uyalıyorsa da uygulamada garlıkların gelişgerçeğe dönüşmediği mesinde kadınlaaçıkça görülmektedir. rın da erkekler kadar emekleri, çabaları ve direnişlerinin olduğu bilinmektedir. Unutulmamalıdır ki uygarlık, bütünsel yapının başarısıdır. Bu bütünsel yapının hamuru, kadın ve erkek birlikteliği ile yoğrulmuştur. Uygarlıklar tarihinin gerçekleşmesinde kadın ve erkek birlikteliğinin başarısı vardır. Yine unutulmamalıdır ki Atatürk’ün belirttiği gibi, Dünya üzerinde gördüğümüz her şey, kadının eserdir.” Kadınların beklenti içinde oldukları hakça, eşitçe ve özgürce yaşamın gerçekleşebilmesi için bir “Kadın Siyasi Partisi”nin kurulmasının yerindeliğine ne denilebilir ki? 19301934 yılları arasında büyük önder, Mustafa Kemal Atatürk’e kadınlara tanınan toplumsal, çalışma ve siyasal, yönetsel haklar, yasal düzenlemelerde yer alıyorsa da uygulamada gerçeğe dönüşmediği açıkça görülmektedir. Kadınlarımız, uygar bir ulus, hakça, eşitçe bölüşüm, onurlu ve huzurlu bir yaşam için yola çıkıyorlarsa, Kadıköylü Kadın Partisi kurucularını gönülden kutlamak ödevimizdir. Kadın Partisi’nin amacına ulaşması ve çıktığı yolda başarılı olması, ulusal gelişkinliğimize ve demokrasimize önemli bir ivme kazandıracaktır. N
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle