08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
4 AĞUSTOS 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] 800 Ekonomi Servisi Gelirleri arası uçurumun azaltılmaması dünyada yoksulluk sorunun daha da çözümsüz hale getiriyor. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) yayımladığı “Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi”ne göre, gelişmekte olan 91 ülkede yaklaşık 1.5 milyar insan sağlık, eğitim ve yaşam standartları alanlarında tekrar eden yoksunluklar nedeniyle yoksulluk içinde yaşarken yaklaşık 800 milyon insan da yoksulluk riskiyle karşı karşıya bulunuyor. Krizlere dayanıklılığın artırılması için küresel işbirliği çağrısında bulunan İnsani Gelişme Raporu’nda (İGE), küresel gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 2’sinden daha az bir harcama ile dünyadaki yoksulların temel sosyal güvenlik sorunlarının çözülebileceği belirtiliyor. 1990 yılından beri her yıl UNDP EKONOMİ 11 milyon kişi daha Türkiye 187 ülke içinde 69. sırada yoksulluk pençesinde Rapora göre Türkiye, İGE’de 187 ülke arasında 69’uncu sırada yer aldı. Avrupa ve Orta Asya ülkeleri arasında 2013’teki İGE sıralaması ve nüfus büyüklüğü bakımından Türkiye’ye yakın ülkeler, sırasıyla 78. ve 76. olan Sırbistan ve Azerbaycan oldu. Türkiye’nin İGE değeri, yüksek insani gelişme kategorisindeki ülkeler ile Avrupa ve Orta Asya ülkeleri ortalamasının üstünde yer aldı. İGE’de ilk sırayı Norveç alırken, bu ülkeyi Avustralya, İsviçre, Hollanda ve ABD izledi. Almanya’nın 6., İngiltere’nin 14., Japonya’nın 17., Fransa’nın 20., Yunanistan’ın 29. sırada bulunduğu endekste, en az insani gelişmeye sahip ülkeler ise Nijer, Kongo, Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, Sierra Leone oldu. “İnsani İlerlemeyi Sürdürmek: Kırılganlıkları Azaltmak ve Dayanıklılık Oluşturmak” başlıklı 2014 İnsani Gelişme Raporu’na göre Türkiye nüfusu 2030’da 86.8 milyona ulaşacak. Rapora göre, Türkiye’deki tahmini yaşam süresi 19802013 tarihlerinde 16.6 yıl, ortalama öğrenim görme süresi 4.7 yıl, öğrenim görme süresi beklentisi 6.9 yıl, kişi başına düşen milli gelir ise yaklaşık yüzde 112.5 artış gösterdi. Türkiye nüfusunun 2030 itibarıyla 86.8 milyona ulaşacağının öngörüldüğü raporda, ülkedeki kadın milletvekili oranının yüzde 14.2, internet kullanım oranının yüzde 45.1, okuryazarlık oranının yüzde 94.1, istihdam oranının yüzde 48.5 olduğu belirtildi. Gün, Bugündür! Kimi günler gerçekten önemlidir. Çünkü, köklü bir dönüşümü simgeler. Toplumun geleceği açısından bu pazar günü de öyledir. O gün Türkiye seçmeni yalnızca cumhurbaşkanını doğrudan seçmekle kalmayacak, daha da önemlisi kendi geleceğini seçecektir. HHH Gelinen noktada geçmişi tartışmanın hiçbir anlamı kalmadı. Cumhurbaşkanı adaylarının saptanması süreçleri; seçim giderlerinin karşılanması sorunu; başta TRT olmak üzere kamu olanaklarının kullanımında adaylar arasındaki aşırı eşitsizlik; giderek adayların kendilerini topluma anlatmalarıyla ilgili biçim ve içerik yetersizlikleri gibi çok önemli konular, en azından bugün için bir tarafa bırakılmalıdır. Pazar günü çok önemli. Bu nedenle mutlaka sandığa gidilmeli. Daha önce bu köşede, düşünce özgürlüğü konusundaki olumlu görüşleri ve bilimsel araştırmaların önemine yaptığı vurgu nedeniyle adaylardan İhsanoğlu’na oy verilmesini önermiştim; aynı görüşteyim. HDP adayı Demirtaş’ın emek, barış, özgürlük ve eşitlik ekseninde sergilediği görüşlerin çok daha güçlenmesini ve tüm toplumu kucaklamasını istediğimi de okuyucularım bilir. HHH Pazar günü AKP’nin adayı Erdoğan’a oy verilmemelidir. Bu konuda çok sayıda ve de çok önemli neden sıralanabilir. O nedenlerin hepsine ek olarak, Erdoğan’a oy verilmemesini gerektiren gerçek neden bilinmezliktir. Evet yanlış okumadınız, 12 yıla yakın bir süre başbakanlık yapmış olan AKP adayı, cumhurbaşkanlığını bugünkünden farklı olacağının dışında nasıl yürüteceği konusunda hiç ama hiç açık oynamıyor; tersine eğer seçilirse, sonrasında neler olacağını tam anlamıyla bilinmezliğe büründürüyor. Kamu yönetimi, hukuka dayalı kurallar ve kurumlar bütünüdür. Erdoğan’ın yarattığı çelişkiye bakar mısınız? Kamu yönetiminin en tepesinin seçimi yapılmakta, bu arada 2023’lerden, 2053’lerden ve 2071’lerden dem vurularak gelecekten söz edilmekte, ancak bu yapının hemen önümüzdeki yıllarda nasıl işleyeceği bir sır olarak saklanmaktadır. İstediğinde her konuda ve yasa yapma tekniklerini de çiğneyerek torba ya da başka yöntemlerle yasa çıkarabilen AKP iktidarı ve onun cumhurbaşkanı adayı, seçilecek cumhurbaşkanının yetki ve sorumlulukları konusunu, hükümet ve kamu kurumlarıyla ilişkileri dahil, bilinçli olarak yasal düzenleme dışında bırakıyor. Toplumu kör sayarak kör uçuşuna sürükleyen bu tutuma seçmen oylarıyla hayır denilmelidir. HHH Bu yetmezmiş gibi, AKP adayı, toplumun yaşadığı Cumhuriyeti de içine alan son iki yüz yıllık çağdaşlaşma sürecine karanlık yıllar diyor. Kendisi seçilirse 10 Ağustos sonrası aydınlık olacakmış. Topluma nasıl bir aydınlık(!) yaşatılacağının ipucunu geçen hafta yardımcısı bir kez daha verdi. Rönesans ve Reform ile ortaçağ karanlığından çıkışın en görkemli simgelerinden biri Leonardo da Vinci’nin 1510’larda tamamladığı Mona Lisa tablosudur. O tarihten tam beş yüz yıl sonra, AKP hükümetinin sözcüsü Arınç, “kadın herkesin içinde kahkaha atmayacak” sözleriyle kadınların gülmesini bile sorguluyor! HHH AKP’nin Cumhurbaşkanlığı konusundaki yaklaşımı, toplumu, üzerinde siyasi deney yapılan bir nesneye dönüştürmekten başka bir şey değildir. Seçmen, pazar günü deney tahtası olmadığını oylarıyla kanıtlamalıdır. u UNDP’nin Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi’ne göre gelişmekte olan 91 ülkede yaklaşık 1.5 milyar insan sağlık, eğitim ve yaşam standartları alanlarında tekrar eden yoksunluklar nedeniyle yoksulluk içinde yaşıyor. Raporda, küresel gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 2’sinden daha az bir harcama ile dünyadaki yoksulların temel sosyal güvenlik sorunlarının çözümleneceğine de vurgu yapılıyor. tarafından yayımlanan İGE ile cinsiyet eşitsizliği ölçümünden çok boyutlu yoksulluğa, sağlıktan eğitime, kaynak kullanımından sosyal bütünleşmeye, güvenlikten uluslararası entegrasyona, çevreden gelir dağılımı eşitsizliğine kadar pek çok veri bir arada değerlendirilerek 187 ülkenin insani gelişme dereceleri karşılaştırılıyor. İGE, ülkelerin birbiriyle mümkün olduğunca iyi bir şekilde kıyaslanabilmesi için özellikle Birleşmiş Milletler Nüfus Bölümü, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı, UNESCO İstatistik Enstitüsü ve Dünya Bankası’ndan sağlanan uluslararası veriler temel alınarak hazırlanıyor. Mısır ihracatçıyı kapıya dikti! İş cinayetlerine isyan sürüyor İstanbul Haber Servisi Yakınlarını iş kazalarında kaybeden aileler dün 32. kez Galatasaray Meydanı’nda “Vicdan ve Adalet” nöbeti eylemi yaptılar. Her ayın ilk pazar günü olduğu gibi acılı aileler dün de “İş kazası değil iş cinayeti” diyerek yakınlarının ölümüne neden olanların cezalanndırılmasını istediler. İş cinayetlerinde ölen işçi yakınlarının fotoğralarını taşıyan aileler, Davutpaşa’daki patlamaya ilişkin verilen karara dikkat çekerek tüm sorumluların cezalandırılmasını istedi. Aileler adına basın açıklamasını Van’daki depremde çöken Bayram Oteli enkazı altında kalan DHA Muhabiri Cem Emir’in kardeşi Sinem Emir okudu. Emir Davutpaşa patlamasıyla ilgili verilen mahkeme kararının kendilerini tatmin etmediğini belirtti. Sisi yönetimi, Ro Ro seferleriyle Ortadoğu’ya yük taşıyan Türk gemilerini bekletiyor MUSTAFA ÇAKIR ANKARA Suriye ve Irak’taki iç savaş nedeniyle Türkiye’nin ihracatı hızla düşerken, buna bir de hükümetin izlediği yanlış dış politikanın sonuçları eklendi. AKP’nin Sisi yönetimiyle gerilen ilişkileri nedeniyle Mısır’da Ro Ro seferleri ile Ortadoğu’ya yük taşıyan Türk ihracatçılara sorun çıkarmaya başladı. Mısır’ın evraklarda sorun çıkardığı, yüklerin limanlarda uzun süre bekletildiği, bu bekleme nedeniyle de malların bozulduğu öğrenildi. İhracat ve nakliye temsilcilerini dinleyen CHP Hatay Milletvekili Mevlüt Dudu, Mısır’ın tutumunun sertleştiğini, ihracatçıların işlerini devam ettiremez duruma geldiklerini vurguladı. Dudu, “Mısır üzerinden Ro Ro seferleri ile yük taşıyan ihracatçılar büyük zorluklar yaşamaya başladı. Mısır’da limanlarda yaşadıkları zorluklar yüzünden ihracatçılar işlerini devam ettiremez duruma geldi” dedi. Mısır’ın çıkardığı bu zorlukların neler olduğunu da aktaran Dudu, “Bu bekletme sırasında TIR’ların içindeki malzemelerde bozulmalar meyda na geliyor. Taşımacılar masraflarını bile çıkaramaz hale geliyor” diye konuştu. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin önergelerine verdiği yanıtların da gerçekleri yansıtmadığını ifade eden Dudu, bakandan Ortadoğu’ya ihracat yapan kaç nakliye şirketi olduğunu, bu şirktelerin hangi yolu izlediğini, İskenderun Limanı’ndan hareketle, Ro Ro taşımacılığı ile Mısır ve Suudi Arabistan’a mal götüren TIR’ların karşılaştığı sorunların çözümüne yönelik şimdiye kadar yapılmış olan çalışmaların neler olduğunu sorularının da yanıtlanmasını istedi. Salatalar artık limonsuz yenecek Ekonomi Servisi TZOB Başkanı Şemsi Bayraktar marketlerde en çok fiyatı artan ürünün limon olduğunu açıkladı. Temmuzda market fiyatlarında en fazla fiyat düşüşü yüzde 11.49 ile kuru üzümde, en fazla fiyat artışı yüzde 33.77 ile limonda görüldü. Olaya yakından bakıldığında kısa bir süre önce temerrüde düşerek iflas bayrağını çeken Arjantin’de küresel ikilem değişikliği nedeniyle limon üretiminin azalmasının, Türkiye’de limon fiyatlarını katladığı ortaya çıktı. Dünyanın en büyük limon üreticilerinden Arjantin’deki üretim düşüşü, yurtdışı alıcıları Türkiye’ye yöneltti. Bu da iç piyasada limon fiyatını yüzde 150 artırdı. Tüm Bostan Sebze Meyve Komisyoncu ve Tüccarlar Federasyonu Başkanı Burhan Er, “Arjantin’deki üretim düşüşü diğer ülkelerde fiyatları etkiliyor. İstanbul Meyve Sebze Hali’nde limonun sandığı 100110 TL arasında satılıyor. Halde kilosu 44.5 TL’ye işlem gören limon, markette 78 TL’ye kadar çıkıyor” dedi. sorumlu değiliz, burada din savaşları yaşanıyor, bizimle ilgili değil” demeye getirerek “ellerini yıkıyor”. İkincisi, Haass, “bizim 17. yüzyılda geçtiğimiz yere bu ilkeller ancak geldiler, daha uzun süre burada dolaşırlar” imasıyla, geçmişte her zaman emperyalist politikaları aklayan ırkçı Oryantalist önyargıları güçlendiriyor. Emperyalist müdahalelere ve rekabete zemin hazırlayan başka yaklaşımlar da var. Bunlardan biri düne kadar, küreselleşmecilerin, “insani müdahalenin” savunucularının, “sivil toplumcuların” nefret nesnesi olan ulusalcılıkla ilgili. Geçen mayıs ayında, Ukrayna’da Maiden hop oturup hop kalkarken, ABD’de demokrat kanadın etkili dış politika uzmanlarından Anne Applebaum, ulusalcılık kavramının ve taraftarlarının, Ukrayna tarihindeki tüm karanlık geçmişine karşın “Bugün Ukrayna’ya gereken ulusalcılıktır ”. “Vatandaşlar, ülkelerini uğrunda savaşmaya değer görmezlerse demokrasi ölür” (The New Republic, 12/05/2014) diyor, seçilmiş hükümeti deviren faşist grupların ideolojisini, salt Rusya karşıtı oldukları için aklıyordu. Geçen hafta bir başka önemli dış politika uzmanı, Stratfor’dan Robert Kaplan, “ABD dış politikasında emperyalizme yer var mı?” başlıklı yazısında, kırk dereden su getirdikten sonra, bu arada Applebaum’u da anarak, kısacası “ulusalcılık vaaar ulusalcılık var; emperyalizm vaaar emperyalizm var” demeye getiriyordu. Kaplan, bunlar ideoloji değil, “Grup onurunu, geniş alanları düzenleme ilkeleridir”, “İyi veya kötü olmaları uygulandıkları koşullara bağlıdır” diyordu (Stratfor 30/07/14). Kaplan’a göre Ukrayna’nın “sivil toplum ulusalcılarıyla”, Putin ulusalcılığını, Nazi emperyalizmiyle, Habsburg emperyalizmini aynı kefeye koymak saçmalıktır. Sonra ekliyor “örneğin ABD’nin imparatorluğu andıran askeri gücü var ama biz onu yine de dünyada iyiliğin kaynağı olarak görüyoruz”... Umarım, bu “Yeni normal: küresel kaos”, “iyi ulusalcılık”, “iyi emperyalizm” tartışmalarının nereye gittiğini görüyorsunuzdur, kaosun yanı başında yaşayanlar olarak... I. Dünya Savaşı 1914’te, geçen hafta başladı. İki yıldır, yoğun bir biçimde “yine olur mu” sorusu tartışılıyor. Dün ile bugün arasındaki benzerliklere işaret ediliyor. Yedi yıldır, “büyük durgunluk”, “uzun dönemli kalıcı düşük büyüme ortamı”, “deflasyon”, “gelir dağılımı adaletsizliği”, “kitlesel ayaklanma” konuları büyük ilgi çekiyor. 11 Eylül saldırısının ardından, “imparatorluk”, “liberal emperyalizm” “koruma sorumluluğu” ekleriyle olumlu vurguyla konuşulmaya başlanmıştı. Ukrayna’da Maidan Ayaklanması, Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi, şimdi de “iyi huylu ulusalcılık”tan söz ettiriyor. Ohio Üniversitesi’nden Prof. Randall L. Schweller, “Entropi Çağı” başlıklı yazısında “yeni dünyanın artık bir düzeni olmayacağını” savunuyordu (Foreign Affaires,16/06/). Geçen hafta Los Angeles Times’da yayımlanan ilginç bir yorum, “Yeni normal küresel kaos” saptamasını yapıyordu. (Doyle McManus, 29/07/2014.) McManus, “küresel düzeyde iktidar parçalanıyor... İsyancılar daha güçlü ve süper güçler artık süper değil” bu yüzden “kaos birçok bölgede aynı anda patlak veriyor, yönetimler bunlara cevap üretemiyor”, “anında iletişim olanakları bu çatışmaları hızla yaygınlaştırabiliyor” diyor. “Çevrede gerilla savaşları yaygınlaşıyor. Buna karşılık merkezde, büyük güçler, uzun dönemli yüksek maliyetli savaşlardan kaçınıyorlar.” Parag Khanna’nın yaklaşık dört yıl önce, mali krizin en sıcak döneminde yazdığı “21. Yüzyıl, 12. Yüzyıldan Başka Bir Şeye Benzemeyecek” başlıklı yorumu “yeni ortaçağlar” kavramıyla yukarıdaki betimlemeleri, ‘Yeni Normal’ ‘Yeni ortaçağlar’ tartışmaları önceliyordu. (Financial Times, 10/12/2010.) Roma İmparatorluğu dağılmış, siyasi iktidar parçalanmıştı. Askeri, ticari merkezler olarak yükselmeye başlayan egemen şehir devletleri, dinci cemaatler, isyancı kimi zaman din karşıtı ve ortaklaşmacı/protokomünist çeteler, kiralık askerler, sadakaya bağlanmış yoksul sürüleri, Khanna’nın tanımladığı dönemin çarpıcı özelliklerini oluşturuyorlardı. Bugün Büyük Ortadoğu’ya, SuriyeIrak ekseninde ortaya çıkan İslam devleti ve halifesine bakınca, bu unsurların çoğunu görebiliyoruz, ortaçağların sınırsız vahşetini de... Libya devleti parçalandı, Irak ve Suriye devletleri, dinci etnik çatışmaların, ayaklanmaların etkisiyle parçalanıyor, Financial Times’dan David Gardner’in işaret ettiği gibi, devlet kapasitesinin çökmesi, paylaşılan bir ortak ulusal hikâyenin kaybolması, büyük güçlerin iktidarsızlığı bir siyasi boşluk oluşturdu. Radikal dinci çeteler, IŞİD koalisyonu, aşiretlerden de güç alarak bir din devleti inşa etmeye, iktidarını yaymaya başladı. KuzeyOrta Afrika’dan, Ortadoğu’ya kadar etkinliklerini artırmakta olan dinci gerilla grupları, ortaçağların hem yoksul/sadakayla ve talanla yaşayan kalabalıklarının, hem dinci fanatiklerinin, hem parçalanmış siyasi iktidarlar ortamının en çarpıcı özelliklerini sergiliyorlar. Bir Wall Street Journal yorumu, geçen hafta, bu radikal dinci dalganın Ortadoğu’nun bütün güçlerini tehdit ettiğini vurguluyor, ABD görevlilerinin, Mısır, İsrail, Irak, Suudi Arabistan, hatta İran gibi devletlerin bu dalgaya karşı ortak bir mücadele zemini bulabileceklerini umduğunu aktarıyordu (31/07/2014). WSJ, ABD yönetiminin, tehdit altındaki ülkelere liderlik edecek kapasiteden yoksun olmasının önemli bir handikap oluşturduğuna dikkat çekiyor. Wall Street Journal Obama yönetimininkinden daha aktif, militarist bir dış politikadan yana. Ama daha aktif olabilmek, düzen getirebilmek için olup biteni anlamak, uygun perspektifi sunabilmek gerekiyor. Ulusalcılık mı dediniz? Duruma göre değişir... ABD’nin en etkili dış politika kurumlarından Council on Foreign Relations’un başkanı Richard Haass’ın, Ortadoğu analizine bakınca, “anlamakla” ilgili ciddi bir sorunun yaşandığı görüyor. Haass, ŞiiSünni çatışmasını, 30 Yıl Savaşları’na (16181648) benzetmiş; birileri de düşünmeden bu, Oryantalist saçmalığın üzerine atlamış. Otuz yıl savaşları, o zamanın egemen ideolojisi ve kurumları içinde din savaşları biçimini aldı ama aslında, yeni bir sınıfın, yeni bir üretim tarzının (kapitalizmin), ideolojisinin, ekonomik, si yasi kurum larının, hatta emekçi sınıfını disiplin altın alacak araçların doğum sancılarıydı. Tarihin yolunu, düzen getirme, özgürleşme, modernleşme yönünde açan olaylardı. Bugün bu ŞiiSünni çatışması, Ortadoğu’nun dağılması hangi “yeni”nin doğum sancıları? Dinci fanatikliğin yayılmasından, şiddetten, Aydınlanma geleneğinin, modernitenin kazanımlarının bireysel özgürlüklerin, özellikle kadınlar açısından imhasından başka ne vaat ediyor bu savaşlar... Şimdi, Haass’ın yorumuna yakından bakınca şu iki anlam da ortaya çıkmıyor mu? Birincisi Haass, “bu olan bitenlerden biz Dönüşen kentler makinecilere yaradı Ekonomi Servisi Son yıllardaki kentsel dönüşüm projeleri ve çevre ülkelerdeki yeniden yapılanma faaliyetlerinin iş ve inşaat makineleri yedek parçası sektörüne önemli katkı sağlayacağı belirtildi. OSTİM İş ve İnşaat Makineleri (İŞİM) Küme Koordinatörü Fevzi Gökalp, yaptığı açıklamada, sektörün küresel büyüklüğünün 300 milyar doları aştığını, Türkiye’nin dünya ticaretindeki payının yüzde 2.5 civarında olduğunu söyledi. Türkiye’nin pazar büyüklüğü açısından Avrupa’da 4., dünyada da 11. sırada bulunduğunu anlatan Gökalp, “Kentsel dönüşüm projelerinin ve çevre ülkelerdeki yeniden inşa faaliyetlerinin sektöre yaptığı katkıyla gelecek 5 yıl içinde Avrupa’nın en büyük pazarı olabiliriz” dedi. Hafif iş makineleri ve yedek parça ihracatının geçen yıl itibarıyla 1,5 milyar dolar seviyelerinde gerçekleştiğini anlatan Gökalp, ithalatın 3 milyar dolar civarında olduğunu ifade etti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle