07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 TEMMUZ 2014 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 13 Bizimki heyecanla içeri girdi ve bir çırpıda: “Yarın yumurta mitingi yapıyoruz!” dedi. Ben eski sporculardan korkarım. Sporu bırakınca göbeklenirler, doğrudur. Hantallaşırlar, o da doğrudur. Ancak 100 kiloyu aşınca, tehlikeli olabilirler. Bizimki de 108’e dayandı. O yüzden sözlerime hep, “Pekiyi” diye başlıyorum. Bu kez de öyle yaptım. “Pekiyi, pek güzel... Yumurta mitingi harika bir fikir. Ancak nedir?” Yerinde duramıyordu. “Sen, ben, Edi ve Maria. Hepimiz birer düzine yumurta alacağız ve Saint Paul metrosu çıkışında dağıtacağız.” Dağıtacağız sözünden pek bir şey anlamamıştım. Satacak mıydık, atacak mıydık? Yoksa metro istasyonunu yumurta bombardımanıyla mı dağıtacaktık? Gözümün önüne iri iri metro polisleri geldi. Artık o yumurtaları kafamızda mı ezerler, teker teker yutturmayı mı seçerler ve kelepçeleneceğimiz kesin de sonunda hangi karakola götürürler? “Yok canım” dedi bizimki. “Metronun içine girmeyeceğiz. Kapıda durup gelen geçene birer yumurta ikram edeceğiz. Amaç, insanların tanımadıkları insanlara karşılıksız hiçbir şey vermemesini protesto etmek, birbirleriyle konuşmasını sağlamak, hoşluk yapmak…” Eskiden insanlar hayal ettikleri müddetçe yaşarlarmış. Ne güzel, ne sakin günlermiş onlar! Oysa artık çılgınlık yaptıkları müddetçe yaşadıklarını hissediyorlar. Hâşâ benim böyle bir ihtiyacım yok tabii. Ancak, pek de akıllı uslu görünmek istemiyorum. çabuk gelişti. Bizimki 108 kilosuyla sarhoşların itip kakmaya başladıkları ufak tefek Edi’nin yardımına koştu. Koşarken elindeki sepeti düşürdü ve yumurtalar, tıngır mıngır metro merdivenlerini inmeye başladılar. Şarkıcı Maria elindeki sepeti yere bıraktı, yuvarlanan yumurtaları tutmaya çalıştı. Sarhoşlardan biri, üzerine gelen 108 kiloluk tank karşısında geriledi ve yere bırakılan sepetin üstüne oturdu. Sizin anlayacağınız, Saint Paul metro istasyonu, yarım saatlik yumurta mitinginin sonunda, omlete hazır kıvama gelmiş bulunuyordu. Omletin pişirilmesi için polisin tava getirmesi yetiyordu. Elbette beklemedik ve tava yerine tabanları yağladık, soluğu en yakın Paris bistrosunda aldık. Yumurta mitinginin mucitleri, şarap kadehlerini “kendilerine karşılıksız bir şey verilmesini artık anlamayan” tüketim toplumu şerefine kaldırdılar. Gizli bir zevk aldıkları, acı sosyolojik eleştirilere daldılar. Benim heyecandan el, kol ve kadeh kaldıracak halim kalmamıştı doğrusu. Ama Paris’te bir gün de böyle geçti. Çok eğlendik. HHH O günün ve bu yazının üzerinden 17 yıl geçti. Anılarımın yaratıcısı, yazılarımı bezeyen harika fotoğrafların sanatçısı Daniel Colagrossi yaşlanmadı, olgunlaştı. Ve bugün doğum günü. İyi ki doğdun Daniel. Çok yaşa, güzel yaşa, eksilme ufkumdan! “Anlaşmak için benz eşmek, sevmek için biraz ay rışmak gerekir.” PAUL GERALDY Yumurta Mucizedir KÜÇÜK HAYATLARIMIZ Sevdalar kaça ayrılır bilmem dedi yaşlı adam büyük şehirler icat olduğundan beri çabuk çabuk gelirler yemeklerini yerler yatarlar ayrı ayrı eser rüzgârları sevişirken ayrı ayrı uzaklıklara çarparlar sabah oldu mu evlerden kirli atardamar patlamalarıyla boşalırlar duraklara caddelere ne türküleri olur bunların ne şiirleri yazılır memur mesaisi gibidir aşkları hayatlar kaça ayrılmaz bilirim dedi yaşlı adam büyük şehirler icat olmadan olduktan sonra da aralarından çok azı yanarlar ateşböcekleriyle karanlıkta kalmasın diye yıldızlar duyuramazlar ki seslerini kalabalıklara ölüme dair bitireyim mısralarımı dedi yaşlı adam insanlar yok olmanın koynunda yaşarlar. A. KADRİ ERGİN Araplaşmak Yazılarını ilgiyle, beğenerek okuduğum sevgili Nilgün Cerrahoğlu’nun dünkü yazısındaki “Bugün Ortadoğululaşmanın tam ortasındayız” tümcesi üzerinde düşündüm. Doğru bir saptamaydı. “Şakayla karışık… Sadri Alışık ve de Cumhuriyet Türkiyesi’nin en sevilen şairlerinden Attilâ İlhan’la anılagelen Çolpan İlhan’ın cenazesinde nasıl ‘bir dönemin sonu’ duygusunu iliklerimize dek yaşadıysak; Başbakan’ın Başakşehir Fatih Terim Stadyumu açılışındaki ‘9’ gollü grotesk iktidar maçını izlerken.. o denli bir ‘yeni dönem başlangıcı’ duygusunu yaşadık. Vıcık vıcık… Bu artık tam bir Ortadoğu” diyordu. Öyle ya başımızda halkın oylarıyla devletin en üst makamına çıkıp “sultan olmak” düşleri kuran bir Başbakan, yeni Osmanlıcılık ülküsüyle yanıp tutuşan bir Dışişleri Bakanı, İslam adına kadınlara kahkahayı haram kılan bir Başbakan Yardımcısı, PTT 1. Lig takımlarından Ankaraspor’un adını “1299 Osmanlı” olarak değiştirmeye niyetli Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı… Daha ne olsun? HHH Ne var ki Ortadoğu’da bizdekine benzer vıcıklaşmaları yaşamayan, siyasal sistemlerinden, ideolojik görüşlerinden bağımsız olarak “ciddi” diye tanımlayacağımız İran, İsrail, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi gibi devletler de vardı. Biz hızla Ortadoğululaşırken aynı zamanda da Araplaşıyorduk. Ortadoğu’daki her çatışmada mutlaka taraf oluyor, Sünni Arapların yanında saf tutuyorduk. Suriye’deki El Kaide, El Nusra, IŞİD (İslami Cephe) gibi terör örgütlerine Türkiye’den silah sevkıyatı yapıldığı tutanaklarıyla açıklanmış, bizlerle birlikte dünya âlem de öğrenmişti. Taraf olduğumuz her çatışma bizi Ortadoğu bataklığına biraz daha sürüklüyordu. Ortadoğu’daki Sünni Müslüman Arapları bir cephede toplayıp liderliğine soyunmak olarak tanımlayabileceğimiz “yeni Osmanlıcılık” hayali Türkiye’ye bölgede dosttan çok düşman kazandırmıştı. Kanlı çatışmaların sürdüğü Ortadoğu’da savaş mağdurlarına insani yardımlarda bulunmaya kimsenin itirazı yoktu. Fakat bu yardımlarda da adalet ve eşitlik ilkesi gözetilmiyordu. Örneğin, Irak’taki Türkmenlere yardım yapıyor, fakat Suriye’de Sünni teröristler tarafından sarılmış Rojava Kürtlerinin mağduriyetini görmezden geliyorduk. Türkmenler, Türkiye Türklerinin soydaşı ise Rojava Kürtleri de Türkiye Kürtlerinin soydaşı idi. Türkiye Cumhuriyeti bu topraklarda yaşayan Türklerin de Kürtlerin de devleti olarak insani yardımlar bağlamında benim soydaşım senin soydaşın ayırımı yapabilir miydi? Yapıyordu. HHH Daha önceleri ağır aksak da olsa işleyen devlet aygıtı AKP iktidarında işlemez duruma gelmişti. Yargı, Türk Silahlı Kuvvetleri, Emniyet Teşkilatı hallaç pamuğu gibi atılmış, Cumhuriyetin seksen yılda kurduğu sistem son on yılda rayından çıkarılmıştı. İktidar otokratikleştikçe kuvvetler ayrılığı ilkesi ayaklar altına alınmış, 76 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kurumları Başbakan’ın ağzından çıkacak bir çift söze göre hareket eder duruma gelmişti. Ülke bir korku imparatorluğuna dönüşmüş, insan hayatları karartılmıştı. Çeşitli toplumsal kesimler ideolojik, siyasal ve dinsel öğeler kullanılarak birbirine düşmanlaştırılmıştı. Araplaşmanın bir ölçüde yansımalarıydı bunlar. Gördüğümüz, tanık olduğumuz her şey bize bugünkünden çok daha ağır felaketler getirecek “yeni bir dönemin” başlangıcında olduğumuz duygusunu yaşatıyordu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Başbakan’ın alacağı olası bir yenilgi, içinde bulunduğumuz süreçte iyiye doğru bir kırılmayı gerçekleştirebilir mi? Niçin olmasın? Çaresiz uyuyorum araziye. Sahte bir sevinçle ellerimi çırptım ve yumurta depolamaya çıktım. HHH Ertesi gün, metronun en dolu olduğu saat, 18.30 sıralarında şair arkadaşımız Edi, şarkıcı Maria, bizimki ve ben, ellerimizde birer sepet yumurta, Saint Paul istasyonunun kapısındaydık. İçimde bir ses: “Sepet sepet yumurta, sakın beni unutma!” İlk yumurtamı uzattım. Kıstırdığım adamla aramda şöyle bir konuşma geçti: Bu ne? Yumurta. Ne yumurtası? Bildiğiniz yumurta. Yeni bir Japon oyuncağı mı? Hayır, gerçek yumurta. Yani tavuktan mı? Evet, evet. Dinozor yumurtası falan olmasın? Olamaz çünkü bulsam, kendime saklarım. Peki niye tavuk yumurtası? Yemek için. Pişmiş mi? Hayır, çiğ. Çiğ yumurta satılır mı kardeşim burada? Satmıyorum, hediye ediyorum. Niye? Ah niye olduğunu bilsem, ben burada olur muyum? Çaresizlikle öteki yumurtacılara bakıyorum. Halleri benden feci. Çocuğun biri fazla sıkmış, yumurta kırılmış. Bir başkası reklam filmi çekiliyor sanmış, yumurtayı alıp metronun kapısında patlatmış. Derken üç sarhoş peyda oldu. Bu saatlerde Paris metroları, geceyi geçirmeye gelen sarhoşlarla dolar çünkü. En zayıf gördükleri şair Edi’nin başına çöreklendiler, “Heyt, buraları bizden sorulur, n’apıyorsunuz siz bakalım, haydi yaylanın!” demesinler mi? HHH Olaylar ondan sonra çok Comart’ın kurucusu Menlik: KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK G NOKTASI Fotoğraf: Kabukta Zaman [email protected] İletişimin özünde LEYLA TAVŞANOĞLU insan ve psikoloji var İlknur Menlik genç bir girişimci. 1973 Manisa, Akhisar doğumlu. Ankara Gazi Üniversitesi’nde psikoloji bölümünü bitirmiş. Bir süre klinik psikolojiyle çok ilgilenmiş. İnsan davranışlarıyla uzun süre ilgilendikten sonra iş yaşamına atılmış. Ankara’da 1997’de Comart isimli kurumsal iletişim hizmetleri şirketini kurmuş. Comart nereden aklına gelmiş, diye sorarsanız hemen söyleyeyim. İngilizce Communications Art’ın (iletişim sanatı) kısaltılmışı. İlknur Hanım çalışma yaşamının ortasında olmasına rağmen okullu olmaya da doymuyor. Şu anda Bahçeşehir Üniversitesi’nde “Reklamcılık ve Marka İletişimi” üzerine yüksek lisans programına devam ediyor. İlknur Menlik iş yaşamının ilk yıllarını şöyle anlatıyor: “O zamanki yola çıkışım bugünkü hedefimden farklı değildi. İletişim sektörü adına doğru ve iyi işler yapabilmekti. Uzun yıllar iletişim sektöründe daha çok organizasyon boyutunda çalıştım. Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in çok sayıda organizasyonunu gerçekleştirme imkânı buldum. Cumhurbaşkanlığı dönemi sona erdikten sonra Sayın Demirel’i Güniz Sokak’taki evinde ziyaret ettim. Bana şirketin işlerinin nasıl gittiğini sordu. Anlattım. Şöyle bir dönüp baktı, ‘Senin adam olacağın zaten belliydi’ dedi. Zaman geçtikçe organizasyon yapımız iş hacmi ve ayrıntılar olarak büyümeye başladı. İstanbul’da bir medya departmanı oluştu. O departman medya ağırlıklı sevk, idare, koordinasyon sağlıyor. Ankara’da işin mutfağında olan geniş bir ekibimiz var. Şu anda Comart’ın 40’tan fazla çalışanı bulunuyor. Bunların bir kısmı parttime, büyük kısmı da kadrolu.” Geçen yıl iletişim alanında pek çok projeye imza atmışlar. Menlik daha yolun başında olduğu yıllara dönüp baktığında şunları söylüyor: “O zamanki amatör ruhu hiç kaybetmemek gerekiyor. Çünkü bu başka türlü yapılacak bir iş değil. Biz çok büyüme odaklı bir şirket değiliz. Önemli olan nitelik ve içerik. Öncelikle elinizde iletişimini yapacağınız konuya ilişkin bilimsel verilere dayalı nitelikli bilgi olması lazım. Bilgiyi üretmek bizim asıl uzmanlığımız. Çünkü birçok alanda bu eksikliği görmek mümkün.” Comart’ın hangi sektörlerde yoğunlaştığı soruma İlknur Menlik şu yanıtı veriyor: “Tarım ve gıda sektöründe uzman bir kurumsal ilişkiler şirketi olarak bu sektörlere yönelik aktif faaliyetler yürütüyoruz. Türkiye genelinde bu sektörlerdeki çok sayıda sivil toplum kuruluşu, üretici şirketler ve akademisyenlerle birlikte çalışıyoruz. Her biri kendi alanında uzman olan fikir ve inovasyon odaklı entegre bir ekibe sahibiz. Çalışma alanlarımız arasında AB’yle ilişkiler, halkla ilişkiler, kurumsal iletişim, kamu politikaları ve kriz iletişimi konuları yer alıyor. 2009’dan beri de merkezi Brüksel’de bulunan Arcadia International’ın global partnerleri arasında yer alıyoruz. Arcadia, gıda, tarım ve yem konusunda AB Komisyonu’na regülasyon uyumlaştırılması başta olmak üzere birçok konuda teknik danışmanlık vermekte ve global projeler hazırlayıp uygulamaktadır.” Peki, İlknur Menlik’in aklına reklamcılık ve marka iletişimi alanında yüksek lisans çalışması yapmak nereden gelmiş? Yanıtı şöyle: “Bu çalışmayla yeni terminolojilerin olup olmadığını öğreniyorum. İletişimde büyük resme baktığınızda işin özünde her zaman insan, bireyin psikolojisi var. İyi ki psikoloji okumuşum. Bence psikoloji bütün bilim dallarını besleyen bir disiplin. Çünkü sonuçta her şey insan için icat ediliyor, üretiliyor. Dolayısıyla hangi sektörde olursanız olun insanı bir kenara koyarak çalışamazsınız. Dünyaya bir daha gelsem emin olun yine psikoloji okumayı tercih ederdim.” ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaracı@gmail.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Sazana benzer 1 bir tatlı su balığı. 2 2/ Rüzgâr korkusu. 3/ Mersin 3 ve Hatay yöresi 4 ne özgü, cevizli 5 bir hamur tatlısı. 6 4/ Müzikte üç ya da daha çok se 7 sin bir arada tın 8 laması... II. Dün 9 ya Savaşı’nda Alman işgali 1 2 3 4 5 6 7 8 9 ne karşı direnenle 1 İ S T İ D R A K rin toplandıkları ye 2 N A A Ş E V L A re ve bu direnişçiler 3 C A V L A K O L den oluşan topluluğa 4 E T E N T A R İ verilen ad. 5/ Büyük U N N demiryolu durağı... 5 Ğ O K 6 İ M F A M O R A Evcil bir geyik cinF A Z si. 6/ Sulak yer... İn 7 Z E L İ Ş T A L A S EM İ ci Aral’ın bir roma 8 nı... Bir nota. 7/ Yu 9 B E Z İ R L A K nan abecesinde bir harf... Çabuk davranan, çevik. 8/ Otellerde, müşterilerin arabalarını park etmekle görevli kimse... Küçük mağara. 9/ Divan şiirinde meyhaneci, tasavvufta ise tarikat şeyhi anlamında kullanılan sözcük. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Eti lezzetli bir balık. 2/ İki tarla arasındaki sınır... Saz ya da kamıştan örülmüş büyük sepet. 3/ Bir sporda erişilmiş derecelerin en üstünü... Azerbaycan ve Kars yöresinde yaygın telli bir çalgı. 4/ Türlü bitkilerin yaprak ve kabuklarıyla kokulandırılmış acımtırak bir içki... Afrika’da bir ülke. 5/ İyice yanarak ateş durumuna gelmiş kömür ya da odun parçası... Romanya’nın plaka imi... İlaç. 6/ Günlük yaşama ait küçük ve geçici belgeleri toplama şeklindeki koleksiyonculuk. 7/ Hayvan sürülerini otlatan ve onlara bekçilik eden kimse... Eski dilde kılıç. 8/ Horoz, hindi gibi hayvanların tepesinde bulunan kırmızı deri uzantısı... Afrika’yı Asya’ya bağlayan üçgen biçimindeki yarımada. 9/ Yatak doldurmaya yarayan yün, pamuk, kıtık gibi şeyler.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle