03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29 TEMMUZ 2014 SALI CUMHURİYET SAYFA HABERLER 7 Kanadoğlu, operasyonun sadece 17 Aralık’ı kapsadığını, bu nedenle bir sonuç çıkmayacağını söyledi ‘Erdoğan bu dosyanın da savcısı’ ALİCAN ULUDAĞ ANKARA Türk Hukuk Kurumu Başkanı ve Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, cemaati hedef alan Emniyet içinde paralel operasyonuna ilişkin, “Bu başlayan süreç, elde edilecek bilgiler çerçevesinde daha da yoğun bir şekilde devam edecektir” diyen Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Ergenekon davasında olduğu gibi bu dosyanın da “savcısı” olduğunu kaydetti. Erdoğan’ın her zaman yaptığı şeyi bir kez daha tekrarladığını belirten Kanadoğlu, “Elbette ki suçlar üzerinde durulmalı, bunlar soruşturulmalıdır. Bunda bir tereddüt yoktur. Ama bir başbakan, bunun ilerisine giderse olmaz. Bu aynı Ergenekon’da olduğu gibi ‘bu davanın savcısıyım’ demesi gibi. Bunun da herhalde avukatı, savcısı, hâkimi ve belki de infaz memuru olmak istiyor. Bu tabii Ali Babacan’ın dediği gibi ileri demokrasi değil, demokrasi de değil. Onun artık doğru olmadığını söyleyen başbakan yardımcıları var” dedi. Gözaltındaki polislerin suçlarının ancak gerçek bir suç soruşturması ile ortaya çıkabileceğini dile getiren Kanadoğlu, “Bağımsız yargının ne kadar önemli olduğu her geçen gün ortaya çıkıyor” dedi. Polislere yönelik operasyonda sadece 1725 Aralık’ı soruşturmakla kalınıyorsa bunun baştan sonuçsuz bitecek bir soruşturma haline geleceğini belirten Kanadoğlu, “Bağımlı yargı ile hiçbir soruşturma yapılamaz. Doğru sonuç da alınamaz. Sorun, yargıya güvenme sorunudur. Şu haliyle Türkiye’de yargıya güven de ortada. Bu soruşturmadan bir sonuç çıkmaz” dedi. Bir Cenaze, Bir Maç Çolpan İlhan’ı uğurlarken Kemal Kılıçdaroğlu, “Biz onun filmleriyle büyüdük” dedi ya, içim cız etti… Çolpan Hanım’ın ölüm haberini aldığımda benim de ilk aklıma gelen bu oldu… Gözümün önüne Çolpan İlhan, Sadri Alışık, Vahi Öz, Mualla Sürer ve Feridun Çölgeçen’li kadrosuyla yazlık açık hava sinemalarında çekirdek çıtlatarak izlediğimiz Turist Ömer filmleri geldi. “Gazoz” türlerinin yeni çeşitlendiği yıllardı… Film arasında, büfe kuyruğunda kızlıerkekli, gülüşerek Coca Cola, Pepsi, Fruko almak bile başlı başına keyifti. Öylesine fakir ve içe kapalı bir ülkeydi burası. Perdeden yansıyan siyah beyaz filmde de zaten sadece toplu taşıma araçlarının seyrettiği boş caddelerde, “özel araba lüksüne” ancak ayrıcalıklı “zenginlerin” sahip olduğu anlatılmaktaydı.... Ama bu hiç kimseyi ırgalamaz, rahatsız etmezdi… Para ve zenginlik henüz baştacı edilen değerler değildi. Kusursuz bir yaz gecesinde, çoluk çocuk, yıldızlar altında içilen “Fruko” ile de pekâlâ mutlu olunabilirdi. Türkiye hâlâ daha siyah beyaz televizyonun “necefli maşrapa” aşamasındaydı... Ajda Pekkan dahi henüz “süper star” olmamıştı. Şöhret basamaklarını yeni tırmanmaktaydı ve benim Yeşilyurt’ta yaşadığım o yıllarda, Vespa motosikletli genç yan komşumuzla flört ediyordu. Dar bir sokak arasındaki Kulüp Mini isimli bahçeye her yaz Pepino di Capri’nin geldiği yıllardı onlar. Dönemin en heyecan verici uluslararası sanat etkinliği buydu…. Bizler, küçük olduğumuz için içeri alınmazdık. Bu yüzden biz de gözümüz gibi sakındığımız bisikletlerle gittiğimiz Kulüp Mini’nin ağaçlıklı duvarlarına tüner, geç saatlere dek Pepino di Capri’nin buğulu sesi ve büyülü şarkılarını dinlerdik. Çocukluk yıllarımız olduğundan… Demirel’in yükselişiyle filan uzun boylu ilgili değildik. Küçük ve kapalı dünyamızın kavanozunda yaşıyorduk. Okul kitaplarından bellediğimiz kadarıyla Türkiye, genç cumhuriyeti nicedir kurmuştu. Laik yasaları/seküler hukuku ve günlük yaşamda birebir karşılık bulan kadınerkek eşitliği ile Batı’nın parçası olmuştu. 1974 Kıbrıs çıkarması dahi daha yaşanmamıştı... Kâbus gibi sonra birden diplomatların vurulmasıyla önümüze çıkan “Ermeni soykırımı iddiaları” ile karşı karşıya gelmemiştik. Pandora’nın kutusu daha açılmamıştı. Tarihin sonuna geldiğimizi düşünmekteydik… “Turist Ömer” filmleri denli naif dünya içindeydik. Yepyeni bir dünya kurulduğunu, bizim de geri dönüşü olmayan biçimde, o yeni dünyada yer aldığımızı farz ediyorduk. Bu coğrafyadaki dünyaların aslında öteden beri hayatları savurmak pahasına tekrar tekrar yıkılageldiğini, yerlerine kolaylıkla başka dünyaların kurulabildiğini henüz fark etmemiştik. Geçende posterlerine iliştirilen “Edep ya hu” çıkartmalarıyla taciz gören Beren Saat’in “Çocukluğumun ülkesini özledim” mesajlarını okuduğumda da bunları düşündüm…. Onun çocukluğu benimkinden gerçi çok sonra, 90’larda... Faili meçhuller, Kürt sorunu, 28 Şubat gibi sert altüst oluşlara rağmen, ’90’lı yıllarda da temel parametreler ülkede henüz değişmemişti. Türkiye’nin o dönemde hâlâ kör topal Batı’da bulunan siyasi değer ve referansları, Ortadoğu ile takas edilmemişti. Bugün Ortadoğululaşmanın tam ortasındayız. Şakayla karışık… Sadri Alışık ve de Cumhuriyet Türkiyesi’nin en sevilen şairlerinden Attilâ İlhan’la anılagelen Çolpan İlhan’ın cenazesinde nasıl “bir dönemin sonu” duygusunu iliklerimize dek yaşadıysak; Başbakan’ın Başakşehir Fatih Terim Stadyumu açılışındaki “9” gollü grotesk iktidar maçını izlerken.. o denli bir “yeni dönem başlangıcı” duygusunu yaşadık. Vıcık vıcık… Bu artık tam bir Ortadoğu. Sadece Saddam Irak’ında böylesine ölçüsüz bir güç gösterisi düşünülebilir. Halk böyle bir gösteriye gık çıkarmadan ancak Ortadoğu ülkelerinde razı gelebilir. İngiltere’de Cameron’ı, İtalya’da RTE’nin oğlu yaşında Renzi’yi böyle bir “şov”un ortasında düşünebiliyor musunuz? Bu kertede aşikâr bir “güç parodisine” girişen lider, sandığı bir daha hayal edemez. Evet biz artık dolu dolu bir Ortadoğu ülkesiyiz. Liderin bir Ortadoğu ülkesinde gol atması için önünün açılması/temizlenmesi çok doğal. Attığı her golde stadyumun ayakta alkışlaması da öyle doğal. Ünlülerin liderle aynı takımda yer almak için birbirlerini tepelemeleri keza gene doğal. Maçı, devlet kanalından nakleden spikerin; tarihi bir karşılaşma anlatmanın edasıyla “Turuncular bastırıyor. Golün adı Recep Tayyip Erdoğaaan!” diye bağırması sonuna dek doğal. İktidara biat eden gazetelerin bunları arkadan.. “Usta işi goller”, “O golü futbolcular atamıyor!”, “Aşırtma gol muhteşemdi!” diye manşetlere taşıması alabildiğine doğal. Ortadoğu’nun göbeğinde yer alan Erdoğan’ın bu “Cesur Yeni Dünya”sının baştacı edilen şartları ve değerleri bunlar. Şaşılacak hiçbir şey yok. Doğal karşılanmayan artık sadece bizleriz. Başka bir coğrafyanın Türkiyesi’ne takılıp kaldığımız ve o Türkiye’yi hâlâ şiddetle arayıp özlemeye devam ettiğimiz için. ŞAHİN’İN KANITI Operasyonun kilit ismi Atayün ve Örs suçlamaları reddetti Gülen’e Cem Sultan benzetmesi KARABÜK (AA) AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, 114 polisin gözaltına alındığı operasyon ve Fethullah Gülen cemaatiyle ilgili sert açıklamalar yaptı. Şahin, gözaltındaki polislerin milletvekilleri tarafından ziyaret edilmesini “paralel yapının” varlığına kanıt olarak gösterdi. Partisinin Karabük İl Başkanlığı’nda bayramlaşma törenine katılan Şahin, gözaltına alınan polislere ilişkin sert mesajlar verdi. Şahin, “Bir yargı darbesi ile halkın seçtiği hükümetler görevden uzaklaştırılmak istendi. Bu, artık açık şekilde ortadadır. Tabii bu, Emniyet ayağıdır, bunun yargı ayağı da var. Paralel yapı, Türkiye Cumhuriyeti’nin iç güvenliğini hatta dış güvenliğini tehdit eder boyuta ulaşmıştır. Cem Sultan başaramadı, Pensilvanya’daki zat da başaramayacak. Korkarım orada hayatını kaybedecek. Cenazesi Cem Sultan gibi 5 yıl orada kalsın istemiyorum. Bir an önce Türkiye’ye dönsün ve bu sevdadan vazgeçsin, Türkiye Cumhuriyeti devletini hiç kimse paralel bir yapıyla ele geçiremez. Halkın seçtiği mevcut iktidarı da görevden uzaklaştıramaz. Bunu herkes anlasın” dedi. ‘TEM’de şofördüm’ CANAN COŞKUN Vekillerin ziyareti Bazı milletvekillerinin gözaltındaki polislerle fotoğraf çektirmesine de tepki gösteren Şahin, bu durumu “paralel yapı” ididasına dayanak olarak gösterdi. Şahin, “Onların bu Emniyet mensuplarını ziyaret etmesi ‘demek ki böyle bir yapı var’ tezini güçlendirdi ve bu milletvekilleri, bu polis memuru arkadaşlarımıza en büyük kötülüğü yapmışlardır. Cumhuriyet savcısının elindeki en büyük delillerden birisi bu ziyarettir. Demek ki devlet içinde bir yapı var. Bu yapının parlamentoda, Emniyet’te, yargıda ayakları var. Demek ki bunlar adliyede bir araya geldiler. Başka delil aramaya bile gerek yok. Böylesine bir yanlış yapmışlardır” dedi. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde görevli 114 polise “casusluk ve usulsüz dinleme” iddialarıyla gerçekleştirilen operasyon kapsamında gözaltına alınarak sorguları yapılan 49 polis, Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’nda 3. gününde. Operasyonun kilit isimlerinden eski İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürü Yurt Atayün’ün günlerdir beklenen mahkeme sorgusu yapıldı. Atayün, Emniyet sorgusunda gözaltı süresi dolduğu gerekçesiyle aralarında “Ulusal güvenlikle ilgili görüşmeleri başka bir yerlere servis ettiniz mi?” ve “Başbakan’ı hangi yetkiyle dinlediniz” sorularını da içeren 14 kritik soruya yanıt vermemişti. “Casusluk ve usulsüz dinleme” iddialarıyla yapılan ancak cemaate yakın isimleri hedef aldığı savunulan operasyon kapsamında İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nden gözaltına alınan 49 polisten 17’sinin sorgusu tamamlandı. Mahkemeye sevk edilen 49 polis arasında yer alan Mehmet Örs’e sorguda yöneltilen bir soru dikkat çekti. Örs, kendisine yöneltilen “Devlet büyüklerini neden dinlediniz” sorusu üzerine, İstanbul TEM Şube’de şoförlük yaptığını ve dinlemelerin yapıldığı tarihte Antalya’da görev yaptığını ifade etti. Örs şunları söyledi: “Teknik büro ve dinleme kısmında çalışmıyordum. Hüseyin Avni Yazıcıoğlu’nun eşi Kamile Yazıcıoğlu’nun bilgi alma tutanağında benim imzam vardır. Bunun hukuksuz bir durumu yoktur. Devlet erkânının dinlenilmesi hususunda dinlemenin yapıldığı tarihlerde İstanbul TEM Şube’de görevli değildim. Antalya Kriminal Polis Laboratuvarı’na 15 Ağustos 2013’te gittim. Dinlemelerle ilgim yoktur.” Yurt Atayün’ün ifadesi 7 saat sonunda tamamlandı. Atayün’ün Avukatı Ömer Turanlı, sorgu işlemlerinde birtakım tatsızlıklar yaşandığını belirterek, “Dosya ve deliller tamamen müvekkilimize inceletilmedi. ‘1 saatte savunmanızı bitiriyorsanız bitirin, bitirmiyorsanız hukukun gereğini yapacağım’ dendi. Savunma için tanınan yasal haklar kısıtlandı” dedi. YOZGAT (AA) Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, 114 polisin gözaltına alındığı operasyonla ilgili açıklamalarda bulundu. Operasyonla ilgili eleştirilerin anımsatılması üzerine Bozdağ, “Pek çok hadiseyi maalesef çarpıtarak kamuoyuna takdim ediyorlar. Tabii bu çarpıtmaların, karartmaların, bu soruşturmayı gölgele Telefonlar ailelere gönderildi İstanbul Adalet Sarayı nezarethanesinde tutulan polislerin cep telefonlarıyla sosyal medyada paylaştıkları fotoğraflar ve videolar sosyal medyada ilgi çekti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Şu anda oradaki birçok zanlının elinde cep telefonları falan olduğunun haberini aldım. Bununla ilgili Adalet Bakanı’na gerekeni söyledim. Bunların üzerine gidilmesi lazım” demişti. Bu açıklamanın üzerine gözaltındaki 49 polis telefonlarını avukatları aracılığıyla ailelerine gönderdi. Şüpheli avukatlarından Bilal Çalışır, “Polisler hakkında gözaltı süresi bitti. Daha sonra polislerin muhafaza altında tutulması kararı çıkartıldı. Bunun üzerine polisler telefonlarını geri istedi. Polis memurları nezarethanede telefonlarını kullanıyorlardı” dedi. Avukatlar bunun üzerine müvekkillerinin gözaltında bulunmadıklarını, “muhafaza” altında tutulduklarını belirterek telefonlarının iade edilmesi konusunda savcılığa başvuruda bulundu. İnsan Hakları Derneği’nden (İHD) görevlendirilen bir yetkili, hak ihlallerinin belirlenmesi için adliye çevresinde bekleyen polis işlerini dinledi. Darp iddiası 49 polisin avukatları, müvekkillerinin aileleri ile bayram görüşmesi yaptırılması konusuyla ilgili bir dilekçe hazırladı. Avukatlar dilekçenin hazırlandığını ancak teslim edecek bir muhatap bulamadıklarını söyledi. Avukatların önceki gün yaptığı bayram görüşmesi istemi ise “henüz bayram olmadığı” gerekçesiyle reddedilmişti. Gözaltında bulunan 49 polisten Hasan Basri Kahraman ve Gaffur Ataç, nezarethanede darp edildikleri gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu. Dilekçede, nezarethanenin dışında bulunan meslektaşlarıyla bayramlaşma sırasında Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde görevli Şube Müdür Yardımcısı Ömer Kumlu’nun bağırarak “Geçin içeri. Müdahale edin. Çevik kuvvet gelsin” dediği anlatıldı. Kahraman dilekçede, bir polis memurunun kendisini iterek fiziki müdahalede bulunduğunu kaydetti. İteklenerek nezarethaneye götürüldüğünü iddia eden Kahraman dilekçesinde, “Nezarethanede bulunan Gaffur Ataç da durumun haksız olduğunu belirterek bana doğru yaklaştı. Ömer Kumlu, Gaffur Ataç’a da hukuksuz olarak fiziki müdahalede bulundu. Ataç’ın sağ kolunda yaralanmalar oluştu. Tüm bu olanlara avukat Osman Zerey şahit olmuştur. Maruz kaldığımız fiziki şiddetten dolayı doktor raporu almak istiyoruz. Bu durum psikolojik olarak bizleri olumsuz etkilemiştir. Ömer Kumlu ve eşkâlini verdiğim polis memurundan şikâyetçiyiz” dedi. Pandora’nın kutusu açılmamıştı Bozdağ: Cemaat yalan söyledi mek, etkilemek, milletimizin kafasında şüphe uyandırmak için yapıldığını tahmin ediyoruz. Türkiye bir hukuk devletidir, herkes hukuka güvenmeli ve hukukun sağlıklı işlemesine yardımcı olmalıdır. Kamuoyunda paralel yapı olarak bilinen cemaat, ‘Bu dinlemelerle bizim uzaktan yakından hiçbir ilgimiz yok’ açıklamaları yaptı. Bu soruşturmayla ilgili eylemler yapanlara baktığınızda, adliyeyi basanlara baktı ğınızda, adliyenin önünde ve çevresinde oturanlara baktığınızda, gazetelerde televizyonlarda bu hadiseye yaklaşımlara baktığınızda bu söylediklerinin büyük bir yalan olduğunu kendi eylemleriyle ortaya koymuşlardır. Soruşturma her türlü dışarıdan etkilere rağmen kendi mecrasında yürüyecektir” dedi. Siyasi coğrafya değişti Cumhuriyet gazetesinin çalışanları da, okurları da tutsak mektuplarına yabancı değildir. Hapishanelerde özellikle biz devrimci tutsaklar üzerindeki baskılar, işkenceler ve zulüm politikaları bitmek bilmediği için yazmak zorunda kalıyoruz. Yazmak ve az da olsa sizlerin vaktinizi almak istememin nedeni, biz tutsaklara karşı uygulanan zulmü daha iyi görmeniz ve bu zulme karşı tepkilerinizi dışarıya vurmanızı istememden kaynaklıdır. Anadolu’nun temiz coğrafyasını emperyalistler ve işbirlikçileri teknolojinin çöplüğü haline getirdikleri için hepimiz her an hastalığa yakalanma riski altında yaşıyoruz. Tecrit altında tuttukları biz tutsaklarda bu risk daha da yüksek. Çünkü tecrit hücrelerinin insan sağlığına zararlı olduğu kanıtlanmış bir gerçektir. Tecrit hücrelerinde tutulan bizler tecridin de etkisiyle zaman zaman değişik hastalıklara yakalanıyoruz. Bu koşullarda hastalanma normal olmasa da genelde “olabilir”, “insanlık hali” vb. denilir. Bu bir yerde normaldir ama hasta tutsakların tedavilerini engellemek normal ve meşru olmadığı gibi insanlık dışı bir uygulamadır. Ben bu aralar bu insanlık dışı uygulamaya maruz kalan tutsaklardan birisiyim. İşin ilginç yanı tedavimi engelleyen kişinin kimliğidir. Bu kişi sağlığımızdan ve tedavimizden sorumlu olan, daha doğrusu olması gereken hapishane doktoru Öner Aydın’dır. Dr. Öner Aydın, ilkte rahatsızlığıma “cilt mantarı” teşhisi koydu ve onun ilaçlarını Tutsakları katletme politikası uygulanıyor verdi. O ilaçları 11.5 ay düzenli kullanıp hiçbir iyileşme belirtisi olmaması üzerine doktora çıkıp durumu anlattım. Ama Dr. Öner Aydın, aynı ilaçları kullanmama devam etmemi istedi. Üç ay kullandıktan sonra iyileşme olmadığı gibi daha da kötüleşme ve yaygınlaşma olduğu için yeniden gittim kendisine, bu defa hastaneye sevk etti. Hastalığıma yanlış teşhis koymasını eleştirmiyorum. Zira doktorlar da zaman zaman bu tür hatalar yapabilir. Ama üzerinden haftalar geçmesine rağmen hiçbir olumlu etki göstermeyen ilacı ısrarla sürdürmeye devam etmesi hatayla veya iyi niyetle açıklanacak bir şey değildir. Kocaeli Tıp Fakültesi’nde rahatsızlığıma “mikozis funpoides” hastalığı teşhisi konuldu. Bunun için ilaç yazıldı ve tedavi sürecinin başlatılmasını istedi hastanedeki doktorlar. Yazılan kremin hastalıklı bölgelere 12 saatte bir yani günde iki kere sürülmesi istendi. Hastalık vücuduma yayıldığı için sırt bölgemde de var ve oralara da sürmek gerekiyor. Ama beni tek kişilik hücrelerde tutuyorlar ve günde 45 saat havalandırmada iki arkadaşımla bir arada oluyorum. Bu zaman diliminde arkadaşlarım ancak sırtıma bir kere krem sürebilir. Benim sırt bölgemdeki hastalıklı yerleri görme ve oralara krem sürme koşulum olmadığı için kurum doktoru Öner Aydın’a çıkıp durumu anlattım ve yardımcı olmasını istedim. Ama o sağlıkçıların sürmesini istemedi. “Benim yapacağım bir şey yok, arkadaşların günde bir kere sürsün yeter” dedi. Bu 30 gün süren ilk seansta sağlıkçılara krem sürdürtmediği için tedaviyi fakültedeki doktorların istediği şekilde yapamadık. Temmuz ayı başlarında kontrol için fakülteye yeniden gittiğim zaman aynı ilaç tedavisine bir ay daha devam edileceği söylendi. Muayene eden ve ilaç yazan doktora tekli hücrelerde kaldığımı ve sırtıma süremediğimi, geçen dönemde kurum doktorunun sağlıkçılara sürdürtmediği ve “bir kere sürseniz yeter” dediği için sırtıma günde bir kere arkadaşlarımın sürdüğünü, yine aynı durumla karşılaşabileceğimizi anlattım. Doktor bunun üzerine ben yazıyorum buraya, 12 saatte bir sürülecek, ha pishanede yaparlar, dedi. 10 Temmuz günü yeniden Dr. Öner Aydın’a durumu anlatıp nasıl yapacağımızı sordum. Yine “kendin sür”, “arkadaşların günde bir kere sürsün yeter” türü sözler söyleyince, “Bir kere sürmek yetmiyormuş, günde iki kere sürüleceği dosyada yazıyor” dedim. Bunun üzerine “Ben sana sağlıkçılara krem sürdürtmem. O doktor çok istiyorsa hastaneye yatırsın orada kendileri sürsün kremi” dedi. Bu tavrıyla tedavimi engelleyeceğini açıktan beyan etti. Tedaviyi engellemek ne tıbbi etikle ne de insani değerlerle bağdaşır. Hukuksal olarak da suç kapsamına girer. Ama Dr. Öner Aydın tıbbi etiği de, insani değerleri de ayaklar altında çiğniyor ve başka hiçbir yerde tedavi şansı olmayan biz tutsakların tedavimizi bu şekilde engelledi ve engelleyebiliyor. Bu engellemeler bizlerin sağlığını iyice bozacağı gibi bazen de ölüm gibi sonuçlara da yol açacaktır. Tedavi engelleme tutsakları katletme politikalarıdır. Dr. Öner Aydın’ın bu katliam politikasını gönüllü olarak yürütmeye soyunmasına ülkemizin duyarlı insanlarının söyleyecek sözleri olmalıdır mutlaka. Çünkü o yalnız kendi ismini kirletmiyor, sessiz kalırsak insanlığı ve hekimliği de kirletmiş olacaktır. Gereken duyarlılığı göstereceğiniz inancıyla hepinize sevgiler, selamlar gönderiyorum. Ali Teke 2 Nolu F Tipi Hapishane A 1314 (Kocaeli)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle