03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 TEMMUZ 2014 SALI 4 HABERLER Cumhurbaşkanı adayı İhsanoğlu: Halkta değişim isteği var Cumhuriyet Okuru Yirmi beş yıldan fazla, otuz yıldan az oluyor, yakın bir dostumun kızı evleniyordu, damat adayının ailesini sordum: Ne iş yapıyorlar nasıl insanlar? Nasıl anlatsam ki, dedi dostum, kısacası Cumhuriyet okurları, anla işte! Kuşkusuz dostum, Cumhuriyet okurlarının başkalarından daha akıllı, daha ilkeli, daha erdemli, daha ileri, daha yurtsever olduğu gibi yanlış bir şey söylemek istemiyordu. Anlatmak istediği, ilkelerine önem veren, günlük kaygıların ötesindeki kimi konuları da dert edinen aydın insanlar olduklarıydı. Bu bir düşünce olmanın ötesinde, gözlemdi. Çünkü Cumhuriyet okuru, aynı zamanda gazetesine bağlı olmakla birlikte, orada yazılanları bir dogma gibi gözü kapalı kabul etmez, itiraz eder, tartışır, kendi kişisel görüşünü mutlaka oluşturur ve savunur. Bu gazetede kırk yıl önce yazmaya başlamış biri olarak olduğu kadar, aynı zamanda altmış yıllık okuru olarak da Cumhuriyet okuru hakkında birkaç söz edebilecek bilgi ve deneyime sahip olduğumu düşünüyorum. HHH Bu hasletlerin oluşmasında, Cumhuriyet’te yazmak veya Cumhuriyet’i okumak tercihlerinin her ikisinin de bedelinin ödenmiş olmasının rolü vardır. Bu gazetede yazmak netameli bir iştir, hapse düşmek bir şey değil, ucu ölüme kadar varan tehlikelere açık bir maceradır bu. Ama yalnızca gazetenin çalışanına, muhabirine yazarına çizerine değil, aynı zamanda okuruna yönelik olarak da vardır aynı risk. Türkiye’de Cumhuriyet okurlarının salt o yüzden sürüldükleri, işten atıldıkları, fiziki saldırıya uğradıkları dönemleri, benden daha genç olanlar bile hatırlarlar. Üstelik de birçok okur, bunca tehdide ve yıldırma teşebbüsüne karşın, gazetelerini, gizlenmeden göstere göstere okumuşlar, taşımışlardır. Kısacası, okuruyla yazarının yalnız aynı ilkeleri değil, aynı zamanda aynı yazgıyı paylaştıkları büyük bir ailedir Cumhuriyet. Bütün bu badireleri birlikte yaşamanın getirdiği özellik de Cumhuriyet okurunun kendisini haklı olarak gazetenin yalnızca müşterisi değil, aynı zamanda sahibi olarak görmesine yol açar. Cumhuriyet okurunun zaten bilinen bu hasletlerini durup dururken neden bugün konu ettiğime gelince: Bunun nedeni dünkü “Okur Temsilcisi” köşesinde yayımlanan bir ileti. HHH Okurumuz Tuncer Örüklü dün yayımlanan iletisinde, şu “sitemini” dile getiriyor: “...Cumhuriyet yazarlarının okurlardan gelen e postalara cevap vermemek gibi bir âdetleri var galiba. Kâmil Masaracı hariç hiçbirinden (Ali Sirmen, Işıl Özgentürk, Nilgün Cerrahoğlu, Bedri Baykam) bir geri dönüş olmadı. Yani insan birkaç kelime ile en azından okuduğunu belirten bir nötr cevap veremez mi? Saygılarımla.” Burada diğer arkadaşlarım adına görüş ileri sürmek münasebetsizliğini yapacak değilim. (Ama Nilgün Cerrahoğlu’nun okur mektuplarına ayrılmış bir yazısı, daha bugünlerde yayımlandı.) Kendi adıma söylemek gerekirse, ben okur mektuplarına, çok sıkışık durumlar, (ki çok istisnai) veya teknik zorluklar (benim teknoloji özürlülüğümden kaynaklanıyor) hariç, her zaman teker teker cevap veriyorum. Bunu bir görev olarak bildiğim için yapıyorum. Ve burada nasıl ki, ben başkalarını eleştiriyorsam, başkalarının da beni eleştirme haklarının olduğunu bilerek, eleştirilere de saygı sınırları içinde yaklaşıyorum. Konu kimilerine belki önemsiz ikincil gelebilir ama, ben önem verdiğim için belirtiyorum ve özellikle Tuncer Örüklü’ye gönderdiği iletilerin mutlaka okunduğunu, bundan sonra da gönderirse, okunup yanıtlanacağını belirtmek isterim. Ama Sayın Örüklü’nün bir kez bile yanıtsız kalmış olması daha özenli davranmam gerektiğini kanıtlıyor. O özeni de göstereceğim. Büyük sürprizi ‘ halk yapacak Hucurat suresini okusunlar olması lazım. Hem şahıslar birbirine saygılı olsun, hem de o makama saygılı olsunlar.” Ben bu çizgiyi tutturmaya gayret ediyorum, tutturduğumu da zannediyorum. Onun için, bu yapmış olduğum bir iki jest de bu nezaketin bir ifadesidir ki sembolik şeyler bunlar. Fırsat buldukça da bunu yapmak lazım, bu tartışmayı bir çizginin altına düşürmemek lazım. Çünkü çok ayıp, artık bu vahşi, densiz ifadelerin siyasi literatürden kaybolması lazım. Ama bütün rakipleriniz aynı üslubu benimsemiyor, Başbakan size “monşer” diyor, iktidara yakın medyadan size ağır yüklenmeler var... “Kara propaganda yapılıyor” diye isyan ettiniz... Tabii kara propaganda var, ben birkaç tane söyleyeyim. Ben Çankaya’ya gelince Kuran’ı yasaklayacakmışım, başörtüsünü yasaklayacakmışım. Yani ben bu iki önemli konuda, birisi mukaddes kitabımızla ilgili hayatını vakfetmiş, hizmet etmiş, eser yazmış bir insana, gençleri yetiştirmiş bir insana böyle bir iftira olabilir mi? Hangi çağda yaşıyoruz? Bunu kullanan insanlar nasıl öyle bir şeye tevessül edebilirler. Kızlarımız için kaç defa söyledim, “Başörtüsü bir haktır, dini vecibedir, gelenektir” dedim, kızlarımız için ben üniversitede verdiğim mücadeleyi anlattım, haklarını savundum. 28 Şubat döneminde çektiğimiz sıkıntıları anlattım. Bütün bunları yaptıktan sonra birileri çıkıyor, hâlâ bunları yapmamışım, söylememişim gibi, insanların gözlerinin içine baka baka yalan söylüyor... AYŞE SAYIN Aktif siyasete çok hızlı bir giriş yaptınız... Cumhurbaşkanı seçilmeseniz de bundan sonra sizi aktif siyasetin içinde görebilir miyiz? (Gülerek) Seçilince göreceksiniz... “Şimdiye kadar nerelerdeydiniz?” diyorlar. Sizi diğer adaylardan farklı kılan özelliğiniz ne? Neden sizi tercih edecekler? Başlangıçta sandığa gitmeyeceğini söyleyen seçmen, sizi tanıdıkça sevdi mi? Antalya’da Şarampol Caddesi’nde, nur yüzlü, beyaz sakallı, orta yaşlı bir bey bana geldi, sarıldı ve dedi ki, “Ben Müslümanım, dindarım, ama Atatürkçüyüm. Benim oyum size. Memlekette bu değerlere inanan çok insan var.” Belli ki orta halli bir esnaf, bir aile reisi, inanmış bir insan, bu millet bu değerler arasında bir çelişki olmadığını görüyor. Bu değerleri bir arada yaşatabilecek insan arıyorlar. Beni şaşırtan şeylerden bir tanesi, bunu İstanbul sokaklarında Salı Pazarı’nda dinlediğim gibi, Gazi Sultan’da da dinledim, Ege’de, Karadeniz’de, Trakya’da, Orta Anadolu’da da dinlemek oldu. Halkın ortak söylediği, “Siz nerelerdeydiniz şimdiye kadar. Bu tertip, bu üslupta insanları özlemişiz” oldu. Sandığa gitmeme konusu, ilk günlerdeki reflekslerdir, çünkü “tanımıyoruz, nereden çıktı bu adam” diyorlardı. Tanımayanlar tanıdıkça, sandığa herkesten daha çok çıkacaklarını söylüyorlar. Çünkü onlar değişimi talep eden insanlardır... Siz siyasetin çok “sert” söylemle yapıldığı Türkiye’nin alışık olmadığı “jestler” dönemini başlattınız. Nasıl yankı buldu bu tavrınız? Tabii benim seçim maratonuna başlarken ilk yaptığım açıklama; “Biz Türkiye’nin en yüce makamına yarışına giriyoruz, bu göreve, yüce makama layık bir yarış çıkarmamız lazım. Bu yarışın da medeni ölçüler içerisinde çelebice olması, centilmence Mesela Akit gazetesi yakın zamana kadar benimle ilgili bütün haberleri faaliyetleri neşrederdi, genel sekreter olarak. Hatta en son verdiğim uzunca bir röportajı neşrettiler. Birdenbire böyle Akit gazetesinin söylediklerimi tahrif etmesi, alay etmesi, yakıştıramıyorum. Akit gibi dini hassasiyeti olan bir gazete yalan söyler mi, iftira atar mı? Ben onlara Hucurat suresini hatırlatayım, okusunlar diyorum... ANKARA CHP ve MHP’nin çatı aday olarak gösterdiği ve parlamento dışından da 10 dolayında partinin destek açıkladığı Ekmeleddin İhsanoğlu, İKÖ Genel Sekreterliği döneminde alışkın olduğu “yoğun tempo”ya yeniden dönmekten memnun. Ancak halkla iç içe, “sıcak siyaset”in kendisi için yeni ve önemli bir deneyim olduğunu anlatan İhsanoğlu, “Bu kadar değişim talebi olduğun bilmiyordum, yani ben nazik ifadeler kullanıyorum tabii. Meğer millet gerçekten değişim istiyormuş. O nedenle halkın büyük sürpriz yapacağına inanıyorum” diyor. İhsanoğlu, siyasetteki “sert, ayrıştırıcı, öfkeli” üslubun artık siyasi literatürden çıkması gerektiğini belirtiyor. Özellikle iktidara yakın medyadan başta Akit gazetesi olmak üzere iktidar kanadından kendisine dönük gelen “kara propaganda” karşısında şaşırdığını belirten İhsanoğlu, “İnsanların birbirleriyle alay etmemelerini, kusurunu araştırmamalarını” öğütleyen Kuran’daki “Hucurat” suresini bir kez daha okumalarını önermekle yetiniyor. Kadınların ilgisi müthiş Rakiplerine bayram tebriki İstanbul Haber Servisi Cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu, Şeker Bayramı dolayısıyla seçimdeki rakipleri Tayyip Erdoğan ve Selahattin Demirtaş’ı telefonla arayarak bayramlarını kutladı. Başbakan Erdoğan’la yaptığı telefon görüşmesinde bayram tebrikini ileten İhsanoğlu, “Çocuklarınız ve torunlarınızla, hayırlı bir bayram geçirmenizi dilerim” dedi. Erdoğan da İhsanoğlu’na aynı dileklerle mukabele etti. Erdoğan’ın ardından Demirtaş’ı arayan İhsanoğlu, geçen cuma günü yaptığı Diyarbakır mitingini konuştu. Demirtaş, İhsanoğlu’na “İyi bir miting gerçekleştirmişsiniz” derken, İhsanoğlu da, “Keşke siz de orada olsaydınız. Görüşme imkânı bulurduk” yanıtını verdi. İhsanoğlu, dünkü temasları sırasında bir yurttaşın “Ekmeleddin Bey, Gazze hakkında, İsrail’in politikalarına karşı ciddi bir kınama istiyoruz. Gerçekten oturaklı bir konuşma istiyoruz” demesi üzerine tarihinde ilk defa İsrail’i kınayan, savaş suçu işlediğine ve yasaklanmış silahlar kullandığına dair ilk raporu kendisinin çıkarttığını vurgulayarak bu raporun Güney Afrikalı Musevi asıllı yüksek dereceli bir hâkim tarafından imzalanmış olan “Goldstone Raporu” adıyla bilindiğini ifade etti. İhsanoğlu, “Ben bunu son iki hafta içinde belki 15 defa söylediğim halde, herkes bildiği halde bana karşı çıkıyorlar. Yalan söylüyorlar. Siz yalanları dinliyorsunuz” dedi. Allah’ın bildiğini Fotoğraf: NECATİ SAVAŞ kuldan saklamayız Ortadoğu’da akan kan durmuyor, sizin mesajınız nedir? Bu dönem biz daha iyi bir netice alabiliriz. Çünkü Filistin artık tanınmış bir devlet, BM’de gözlemci devlet haline geldi. Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne gitme hakları doğmuştur. Bunların kullanılması lazım, Türkiye olarak bizim de bunlara destek vermemiz lazım. Uzun vadede sürdürülebilir bir ateşkesin sağlanması için ciddi arabuluculuk çalışmalarına ihtiyaç vardır. CHP Adana Milletvekili Ümit Özgümüş, sizi Anadolu Aleviliği ile Suriye’deki Nusayriliğin farklı olduğu yönündeki açıklamanız nedeniyle “ırkçılık ve mezhepçilikle” suçladı... Bizim vatanımızdaki Alevi kardeşlerimiz Orta Asya’dan gelen bir geleneğin devamı. Horasan erenlerinin getirdiği, Hacı Bektaşların, Pir Sultan Abdal’ın, Hacı Bayram Veli’nin, Mevlana Celalettin Rumi’nin, Yunus Emre’nin değerleriyle hal hamur olmuş, Türk toplumun realitesi. Suriye’dekiler ise Nusayri inancında olan insanlar. Ben onların inancına bir şey söylemedim. Ben onların inancına saygılıyım. Mesela Suriye’de Dürziler, Ermeniler, Ortodokslar, Arap, Müslüman Başbakan Erdoğan’ın kampanyada gelen bağış miktarını açıklamamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Biz Allah’ın bildiğini kuldan saklamayız. Allah’a şükür varımı yoğumu kimseden gizleyecek halim yok. İşte şeffaflık diyorsak, sorumluluk diyorsak biz bunu yapmaya gayret ediyoruz. Takdir ve mukayese hakkı millete aittir. sünniler var. Çok farklı dini gruplar var. Aynı şekilde Irak’ta da nasturiler, kildaniler gibi değişik mezhep ve inançlara sahip gruplar var. Şimdi benim söylediklerimin ırkçılıkla, mezhepçilikle ne alakası var anlayamıyorum. Zannetmiyorum milletvekili arkadaşlarım benim ifadelerimi yanlış veya eksik anlamış olabilir veya öyle yansıtılmış olabilir. Çünkü ben bir mukayese yapmıyorum, bu hakkı da kendimde görmüyorum. Ben birisinin lehine veya aleyhine konuşmadım ki. Türkiye’deki Alevi kardeşlerimiz de çoğunluğu zaten bizimle beraber olduğunu zaten baştan ifade etmişti. Farklı düşünenler, tanımayanlar da onlarla yaptığımız temaslar sonunda aleyhteki iftiraların temelsiz olduğunu gördüler. Allaha şükür ne Alevi kardeşlerimizle, Kürt kardeşlerimizle bir prolemimiz yok. Hem niye olsun ki, biz mevcut problemi çözmek için varız. Biz bu kültürü 21. yüzyılda daha mükemmel hale getireceğiz. Daha çok demokrasi, daha çok hürriyet sınırlarının genişletilmesi ve insan haklarının daha iyi şekilde uygulanması. Yani mesajımız bu, daha çok demokrasi, daha çok hürriyetler, daha çok insan hakları ve bunların hukukun üstünlüğü çerçevesinde uygulanması... Kısıtlı bir kampanya süreci var, bir de seçim yarışının çok eşit koşullarda olmadığı dikkate alınırsa sonuca ulaşmak zor olmayacak mı? Çok adaletsiz bir seçim, fakat Türkiye ilk defa böyle adaletsiz seçim görmüyor ki, bu halk neler gördü. Halkın büyük sürpriz yapacağına inanıyorum, samimi kanaatim bu. Bilhassa kadınların ilgisi müthiş. Biz elimizden gelen her şeyi yapıyoruz, takdir milletindir, söz milletindir. Önümüzde yüzde 60 oy diye bir ifademiz var. Biz iki partiyle başladık, 12 partiyi buldu destek olanlar. Bunların bir kısmı yüzde 10 barajını aşamadılar ama halk arasında büyük oy potansiyeli var. Bunları göz önünde bulundurduğumuz zaman, AKP’den gelecek oyları da hesaba kattığımızda, başarılı olacağına inanıyorum. Bir de her şeyden farklı olarak bu seçimin bir parti, milletvekili seçimi yarışı olmaması. 3 aday var ve o 3 aday arasında bence millet rasyonel bir tercih yapacak. Yani bu makama kim daha uygun gelir, kim daha iyi hizmet eder, kim devletin bekasını, milletin bütünlüğünü muhafaza eder o noktada tercih olacaktır. Ve bu tercihin bizim lehimize olacağını düşünüyorum. Rakiplerinizden Selahattin Demirtaş’la aranızda sıcak bir diyalog oldu. Bu eğer yarış ikinci tura kalırsa, bir seçim dayanışmasına dönüşür mü? Ben herşeyden önce birinci turda kazanacağımdan eminim, size halkımız büyük sürpriz yapacak dedim. Ben Diyarbakır’a giderken herhangi bir siyasi pazarlık için gitmedim. Ben oradaki insanlara, kanaat önderlerine, bu konularda ne düşünüyorum anlatmak, onlar ne düşünüyor dinlemek için gittim. Sanıyorum yarım saat ben konuştum, 3 saat boyunca onları dinledim. Kendi ifadelerine göre, Diyarbakır’ın tarihinde böyle bir şey olmamıştır. Yani cumhurbaşkanı adayı olan birinin, halkın temsilcilerini bu şekilde huzur, sabır, saygı içinde, sözlerini kesmeden ve sinirlenmeden dinlemesi. Ben onların sorularını, bir kısmı yanlış bilgiye dayalı kanaatlerini, sorularını tek tek cevaplandırdım. “Biz sizi yanlış tanıyorduk şimdi doğru tanıdık, doğru kararı vereceğiz” diyorlar. Başbakan Erdoğan, “Teamüllerin değil, anayasanın çizdiği cumhurbaşkanı” olacağını söyledi. Siz bu yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz, sizin tavrınız nasıl olacak? Teamüller ve anayasa, cumhurbaşkanının sorumsuz bir insan olarak sorumlu mevkilere etki yapmasını kabul etmez. Cumhurbaşkanının Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmesi, silahlı kuvvetlere başkumandanlık etmesinin nedenleri, şartları anayasada bellidir. Anayasa, “TBMM adına başkumandır” der, yani kendi keyfine göre değil, Meclis adına eder. Çünkü egemenlik Meclis’indir. İkincisi Türkiye’de kaç defa cumhurbaşkanları, kaç defa Bakanlar Kurulu’na müdahale etmiştir. Bu kriz anında olur. Hükümeti yalnız bırakmamak için cumhurbaşkanının orada bulunması ancak kriz zamanlarında olur. O zaman güvenoyunu kim alıyor, siyasi sorumluluk kimde, bütçeden kim sorumlu. Bakanlar Kurulu ve başbakan. Hal böyle olunca, sorumsuz bir insanın gidip de bunlara başkanlık etmesi talimat vermesi, sadece teamüllere değil, anayasanın hem lafzına, hem ruhuna, 104. maddesine de aykırıdır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle