05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 TEMMUZ 2014 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Cumhuriyet 1.5 Lira Olurken… u Tüm bu olumsuzluklara karşın, sadece haber veren, okuru bilgilendiren, taleplerine yanıt veren, köşe yazarlarının derinlik içeren yorumları ile yapılan gazeteler her zaman yaşayacak, her zaman okurun ilgisini çekecektir. Yeter ki adam gibi iyi gazete yapılsın. Bu tür gazeteler her daim karşılığını bulacaktır. Şükrü KARAMAN Gazeteci Cumhuriyet beş yılı aşkın bir aranın ardından ederini 50 kuruş artışla 1 liradan 1.5 liraya çıkardı. Zam gerekçesinde de açıklandığı gibi; gücünü sermaye grubundan almayan, yayın yaşamını salt satış ve reklam gelirine dayanarak sürdüren Cumhuriyet gibi özgürlükçü gazetelerin ayakta durması zor. 90 yıldan bu yana Atatürk ilkeleri doğrultusunda yaşamını sürdüren Cumhuriyet gazetesi, okurunun desteği ile zorluğa ve baskılara direniyor, yıkılmadan ayakta duruyor. Kuşkusuz bundan böyle de yine okurunun desteği ile ayakta kalacak, Atatürk ilke ve devrimlerinin yılmaz savunucusu olmaya devam edecek. Geçen günlerde çalışanların ve okurun özverisi ile yaşamaya çalışan, bağımsız, özgürlükçü çizgisinden sapmayan birçok gazete, bu zorluk karşısında “pes’’ diyerek kepengi indirdi. Önce Karşı, ardından SoL ve Radikal gazeteleri yayınına son verdi. Vatan gazetesinin de yayınına nokta koyacağı ya da Milliyet gazetesinin günlük eki olarak yaşamını sürdüreceği sosyal medyada dolanıp duruyor. Her yeni doğan, yayın yaşamına başlayan gazete ne denli sevindirici ise, gazetelerin kapanması, yüzlerce basın emekçisinin işini yitirmesi de o denli üzücü. Çok iddialı olarak bu yılın başında Türk basınına “merhaba” diyen Karşı gazetesi, sahibinin ekonomik gerekçeleri öne sürerek yaklaşık üç aylık yayın yaşamında kepenkleri indirdi. Aslında Karşı, büyük savlarla yayımlanmaya başlamıştı. Ama ömrü çok kısa oldu. Hemen ardından sol kitleye, üniversite gençliğine hitap eden “SoL” gazetesi, kendi döndürebilecek tiraja ulaşamamanın getirdiği ekonomik sorunlardan ötürü “eyvallah” diyerek basın sektöründen çekildi. Bu üzücü haberlerin ardından Hürriyet, KanalD, Posta, Fanatik, DHA (Doğan Haber Ajansı) gibi Türk medyasının dev kuruluşlarını bünyesinde barındıran Doğan Holding’in Radikal gazetesinin yazılı basımına son vermesi kararı geldi. Günlük gazete olarak yayımlanmayan Radikal, yayın yaşamını dijital ortamda sürdürüyor. Doğan Grubu tarafından büyük savlarla yayımlanmaya başlanan, çarpıcı ve ses getiren haberleriyle bir ara 50 binli tirajları yakalayan Radikal gazetesi, önce boyunu küçülttü, sonra da yazılı yayımlanmayı sonlandırdı. Şimdi de Milliyet ile birlikte Doğan Grubu’ndan Demirören Grubu’na geçen Vatan gazetesinin kapanacağı belirtiliyor. Vatan gazetesinin Ankara bürosu bir süre önce kapatılarak küçülmeye gidilmiş, birçok meslektaşımız da işsiz kalmıştı. Yeni yayımlanmaya başlayan gazetelerin hem meslektaşlarımızın iş sahibi olması, hem de Türk basınına yeni bir soluk getirmesi, basın özgürlüğünün gelişmesine sağlayacağı katkıdan ötürü seviniyor, kapandığında da üzülüyoruz. Kapanan gazeteler, ana akımda yer bulamayan veya kıyıya, köşeye sıkışmış haberleri manşet yapıyor, sahadaki muhabirlerinin ilkeli habercilikleriyle öne çıkıyor, dikkatleri çekiyordu. Günümüzde yazılı basının en büyük sorunu tiraj. Yani istenilen rakamlarda satılmaması, halkımızın gazetelere olan duyarsızlığı, gazete okumamaları. Satmayan gazetelerin ekonomik kaynakları tükeniyor, gider geliri karşılamıyor. Gazetelerin kapanmasında bir diğer etmen de okurun taleplerine yanıt verememeleri. Basın özgürlüğünde 154. sırada bulunan ülkemiz adına bu gazetelerin kapanması büyük kayıp. Nüfusumuz 77 milyona ulaştı, ama bölgesel gazetelerin dışında 40’a yakın yaygın gazetenin günlük satışı 45 milyon arasında gidip geliyor. Türkiye’de gazete satışlarının artan nüfus ve günlük yayımlanan gazetelerin çokluğuna karşın yükselmediği, hatta zaman zaman düştüğü acı bir gerçek. Gazetelerin en çok eklerin bol olduğu cumartesi ve pazar günleri satıldığı dikkate alınırsa, hafta içi düşen satışlar istikrarlı bir okuyucunun olmadığını ortaya koyuyor. Gazete satışlarında ara ara dönemsel çıkışlar olsa da bunların kalıcı olmadığı tiraj raporlarında açıkça görülüyor. Türkiye’nin bırakın kitabı, günlük bir gazete almayan, okumayı sevmeyen toplum olması gerçekten üzücü, üzücü olduğu kadar irdelenmesi gereken bir sorun. Toplum olarak neden okumuyoruz, gazeteler neden kapanıyor? Sosyal medyanın yaygınlaşması, okuma tembeli çoğu kişinin haberleri kolaycılığa kaçarak dijital dünyadan, TV’den ücretsiz takip etmesi olumsuzluğu en başta geleni. Gelişen teknolojiye koşut, akıllı cep telefonları, tablet bilgisayarlar ve iPad yaşamın her alanında olduğu gibi, habercilikte de boy gösteriyor. Okur buraya yöneliyor. Tüm bu olumsuzluklara karşın, sadece haber veren, okuru bilgilendiren, taleplerine yanıt veren, köşe yazarlarının derinlik içeren yorumları ile yapılan gazeteler her zaman yaşayacak, her zaman okurun ilgisini çekecektir. Yeter ki adam gibi iyi gazete yapılsın. Bu tür gazeteler her daim karşılığını bulacaktır. Eline aldığınızda, mürekkep kokusunu hissettiren, sayfalarını çevirirken hışırtı sesi çıkaran gazetelerin yerini, ne internet haberciliği, ne akıllı telefonlar alabilir. Vizyon: Şaka mı? Başbakan’ın açıkladığı “Vizyon” ne anlama geliyor? Yaptıklarına bakınca, söyledikleri şaka gibi! HHH 1) Demokratik siyaset: Gezi ve benzeri olaylarda sakat bırakılan, öldürülen gençler; demokratik gösterilere “Terör örgütü üyeliği” kapsamında dava açılması, hapiste yatanlar... Seçimlerde yüzde on barajı... Seçmen listelerinin Nüfus Genel Müdürlüğü’nce hazırlanması; sonuçların Adalet Bakanlığı sitesinde yayımlanması; SEÇSİS denilen güvenilmez ve dış müdahalelere açık sistem; parmak boyası olmaması; sandık güvenliğinin yok edilmesi... Düşmanlaştırma ve cepheleşme siyaseti; yeni bir düşman cephenin daha yaratılması ve ilan edilen cadı avı. 2) Açık toplum: Medyanın büyük bir bölümüne el konması; el konamayan medyaya ağır cezalar kesilmesi; televizyonların alt yazılarına kadar müdahale; pek çok gazetecinin işine son verdirilmesi... Üniversitelerin susturulması; vakıf üniversitelerinin mütevelli heyetlerine de müdahale... Sosyal (dijital) medyanın tam kontrol altına alınması, Twitter ve Facebook’un kapatılması... Basın toplantılarına ve seyahatlere sadece yandaşların çağrılması... Yandaş olanlar dışındaki meslek örgütleri, sendikalar ve öteki sivil toplum kuruluşlarının yok sayılması ve azarlaması... MİT yasasıyla her iletişim etkinliğinin denetlenmesi; devlet sırrı yasasıyla işine gelmeyen bilgilerin 50 yıl sansürlenmesi. 3) Hukuk devleti: Orduya, rektörlere, gazetecilere kumpaslar kurulması... Yargının, yüksek mahkemeler de dahil, iktidarın emrine verilmesi; yüzlerce savcı ve yargıcın sürülmesi... İktidar mensupları hakkındaki rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarının “darbe” diye nitelenerek, bunları yapan savcıların ve polislerin cezalandırılması; soruşturma dosyalarının yeni atanan yetkililer tarafından elden geçirilerek suç niteliklerinin değiştirilmesi, gözaltına alınan yandaşların serbest bırakılması... Danıştay kararlarının tanınmaması... Hukuksuz dinlemeler. 4) Refah: Dış borçların katbekat artması... Bütün devlet yatırımlarının satılması; pek çok fabrikanın kapatılması, arsalarının yandaşların inşaatlarına tahsis edilmesi... İhale yasasında yüzden fazla değişiklik yapılması, ihalelerin yandaşlara verilmesi; meşruiyeti tartışmalı yollardan sermaye transferleri yapılarak yeni yandaş zenginler yaratılması... İşçi, köylü, memur ve esnafın, reel olarak gelir kaybına uğratılması... Gelir adaletinin iyice bozulması, yoksulun daha yoksul, zenginin daha zengin yapılması. HHH Açıklanan “vizyon”(!) gerçekten şaka gibi değil mi? Toplum okumayı sevmiyor En büyük sorun tiraj Radikalin durumu Tıpta Sezgiler mi Yoksa Kurallar mı? Prof. Dr. COŞKUN TECİMER Zaman zaman hekimlerden, özellikle eski hocalarımızdan duyduğumuz tıbbi deneyimle ilgili bir söz var: “Muayenehaneme gelen hastalarımdan biliyorum ki toplumda falan hastalık arttı” ya da “Gördüğüm hastalardan anlıyorum ki filan ilaç diğerlerine göre daha etkili.” Hastalıkların izlem ve tedavisinde deneyimlerimize bu denli güvenmeli miyiz? Bana göre hayır. Sanırım tıbbi uygulamalarda deneyimleri biraz fazla abartıyoruz. Bu aşırı güven bana 19. yüzyılın ünlü filozof ve bilim adamı Freud’un başına gelenleri anımsattı. Freud, o tarihte izole edilen kokain ile anksiyete ve nevrastenili hastaları tedavi edeceğine inanmıştı. Zaman içinde kokain kullanımının olumsuz sonuçları ortaya çıkmaya başladı. Biri çok yakın arkadaşı olan iki hastasını kokain nedeniyle kaybetti. Bundan dolayı suçlandı, büyük vicdan azabı çekti. Freud gibi tüm zamanların en ünlü nöropsikiyatrlarından birinin bile başına böylesine acı olaylar gelebiliyorsa hastayla karşı karşıya gelen insanların ne denli dikkatli olması gerektiği çok açıktır. Gerçi eski yüzyıllarda hekimlerin ve bilim adamlarının çalışmaları bugünkü kadar sistemli değildi. Daha çok insanların merak ve gayretlerine dayanıyordu. Bireysel ve daha gözüpekti. O tarihte bile hata olarak kabul edilen maceracı tıbbi yaklaşımların bugün kullanılması ise hiç bağışlanamaz. Bilgi kaynaklarının ve iletişimin çok arttığı günümüzde kişisel deneyimlerin doğru tedaviyi bulmada yetersiz kalabileceğini, hatta kimi zaman yanlış yönlendirmelere neden olabileceğini düşünüyorum. Bir kere bir hekimin temasta olduğu hasta sayısı sınırlıdır. Ayrıca hekime yönelen hastaların toplumdaki olguları yansıtmama ihtimali oldukça yüksektir. Örneğin bir psikiyatra giden hastaları göz önüne alalım. Bu hekime giden kişilerden önemli bir kısmı boşanma nedeniyle psikolojik sorunlar yaşayan hastalar olsun. Bu sonuca bakarak psikiyatrın “Toplumda boşanmalar artmıştır” demesi doğru olur mu? Tabii ki hayır. İstatistikte çok iyi bilindiği gibi bu “seçimde yapılan önyargı hatası”dır. Bir psikiyatrın muayenehanesine, evlenip de mutlu olan insanlar gitmeyeceğine göre hekimin boşanmaların oransal olarak fazla olduğunu söylemesi bilimsel değildir. Tıpta bilgiye ulaşmak çok kolaylaşmıştır. Bugün kardiyoloji, onkoloji, hematoloji gibi birçok uzmanlık dalında hastalıklar için tedavi rehberleri geliştirilmiştir. Bunlar dünyaca tanınan konunun uzmanları tarafından karşılaştırmalı ve kontrollü çalışmalar sonucunda oluşturulmaktadır. Bu rehberlerde hastalıkların tanısından tedavisine değin algoritmalar yer almakta ve gözden kaçabilecek ayrıntılar sergilenmektedir. Bu sistemli bilgi birikimi yanında bizim deneyim ve sezgilerimizin kusura bakılmasın ama esamisi bile okunmaz. Bunu söylerken ben de üzülmüyor değilim. Yanlış anlaşılmasın bilgisiz olduğumuzu kastetmiyorum. Üzüntümün nedeni yaratıcılığımı istediğim gibi kullanamamak, tedavide özgür ve cesur olamamak. Ancak hastaların doğru tedavi edilebilmesi için kişisel deneyimlerimizin sınırlı, sezgi ve yaratıcılığımızın uygulanabilirlik alanının dar olduğunu kabul etmemiz gerekir. Üstelik bu, yetenekle de ilgili değil, tüm ülke hekimleri için geçerli. O nedenle hastalarımın tedavisinde literatürdeki kontrollü araştırmaları, birçok araştırmanın ortak verilerini sağlayan metaanalizleri ve çalışmaların sonucunda oluşturulan algoritmaları izlemeyi daha güvenli buluyor, standart tedaviden yana tavır alıyorum. Deneyimlerimi ancak bu çizgi üzerinde yürürken ayrıntı gerektiren uygulamalarda kullanıyorum. Meraklı ve yaratıcı olmak, sezgilerimizin izinden gitmek belki zevkli ve heyecan verici olabilir, bu süreçte zaman zaman başarılı sonuçlar bile alınabilir ama bu hoş insani duyguların yaşanacağı yerler bazen ayrıntıların bile önemli olabildiği tedavi alanları olamaz, olmamalıdır. Maddeler ve ilaçlar hastalar üzerinde cesurca uygulayabileceğimiz ürünler değildir. Yaratıcılığımızı ortaya koyacağımız, merakımızı gidereceğimiz yerler ya klinik öncesi araştırmalar ya da hastaların onayını aldıktan sonra yapılacak kontrollü ve etik kurallara uygun karşılaştırmalı çalışmalar olmalıdır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle