27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 HAZİRAN 2014 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Sağlık Alanındaki Dayıbaşı Kimdir? Maden şehitlerimizin yaşadıklarıyla asla mukayese kabul etmemekle birlikte, bu şehitlerimizin esasta uğradıkları ve kayıplarıyla gün yüzüne çıkan bu “şiddetperformans” esaslı zulüm dünyası, ülkemizde pek çok sektörde ve iş hayatında zaten var. En hazin örneklerden birisi de sağlık dünyasıdır... S Dr. SÜLEYMAN KAYNAK oma’da yaşamını kaybeden maden şehitleri, ölümleri ile toplumumuza sadece madencilik alanında değil, daha pek çok alanda müthiş bir uyarı mirası bırakarak bu dünyadan ayrıldılar. Onların sayesinde, ülkemizde madenlerin nasıl içler acısı bir “işyeri” olduğunun, sadece insan emeği üzerinden değil, varlık olarak da doğrudan insanın satılarak bir kâr kaynağı haline getirildiğinin daha bir farkında olduk. Yaşam odalarının olmadığını, çalışanların üzerine kilitli kapıların kapatıldığını, çalışmayan ve yetersiz gaz maskelerinin dağıtıldığını, ölçüm teknolojisinin kullanılmadığını, önceden haber verilen ısı artışının hiç önemsenmediğini ve daha pek çok insanlık dışı uygulamalar ile bu acımasız sömürü düzeniyle, kömür maliyetinin nerdeyse 5 kattan fazla düşürüldüğünü öğrendik. İnsanların topraklarından koparılıp, bir varlık olarak toplanıp, taşeron firmalarca işverene kiralandıklarını ve maaşlarının bir kısmına bu yolla el konulduğunu öğrendik. Sevgili maden şehitlerimizin yaşadıklarıyla asla mukayese kabul etmemekle birlikte, bu şehitlerimizin esasta uğradıkları ve kayıplarıyla gün yüzüne çıkan bu “şiddetperformans” esaslı zulüm dünyası, ülkemizde pek çok sektörde ve iş hayatında zaten var. En hazin örneklerden birisi de sağlık dünyasıdır... Sağlık alanı, taşeronluğun en yüksek oranda ve yaygın kullanıldığı alandır. Sadece özel sağlık kuruluşları değil, kamu üniversiteleri ve kamu hastaneleri de bu sistemi kullanmaya mecbur bırakılmışlardır. İşin daha da ötesi vardır... Türkiye’de yılda 750 milyon dolayında hasta bakılmaktadır. Bunu yaklaşık 140 bin hekim yapmaktadır. Ülkemizde sağlık sisteminde sağlamhasta kişi ayrımı kalkmış, nerdeyse herkes hasta sınıfına sokulmuştur. Zira istatistik olarak her bir vatandaşımız, yılda ortalama 10 kez sağlık sistemi ile temas etmektedir ve resmi tatilleri saymazsak, bu yaklaşık ayda bir sağlık sistemine girmek demektir. Hekime ulaşmak kolaylaştırılmış ve buradan oy devşirilebileceği görülmüştür. Ama aslında gerçek tedavi ve tedavi kalitesi kaybedilmiştir. Bu politik bir kararın tıbbi bir sonucudur. Her vatandaşımızın ortalama ayda bir defa AVM’ye gittiğini varsayarsak, sağlık sistemimizin de AVM’leşmiş olduğunu söyleyebiliriz. Kamu kurumlarının çoğunda hastahekim karşılaşma süresi (chairtime ) 3 dakikaya inmiştir. Hekimlerimiz AVM kasiyerleri gibi üç dakikada bir hasta görüp reçete veya tetkik kâğıdı yazıp bir yeni hastaya geçmektedirler. Ancak, artık hastalarımızın çoğu da AVM kasası önündeki kuyrukta beklediğinden daha az beklemek istemektedirler. Buna bağlı olarak günlük olarak pek çok hekim günde ortalama 100 dolayında hasta ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu hekimin “performansıdır” ve hekim bu şekilde çalışmazsa hem idari hem de doğrudan vatandaş kaynaklı şiddetle karşılaşmaktadır. Sağlık alanında da “şiddet performans ilişkisi” çok dramatik olarak bu noktada görünür. Ülkemizde acil servislerde yılda 90 milyon gibi akıl almaz yoğunlukta hasta bakılır. Bunun yüzde 70’i aslında acil hasta değildir ama hekim hiç kimseye acil değilsin diyememektedir. Hem “performansı” düşer ve hemen o anda fiili “şiddet” görebilir, hem de hemen akabinde hastaları ve yakınlarını muhbirleştirme hattı olan 184 üzerinden idari şiddet görür. Gerçekten Sağlık Bakanlığı kayıtlarında (beyaz kod birimi listesinde) 1.5 yıllık dönemde 14.130 sözlü ve fiili saldırı olmuştur. Kayıtsızları bilmiyoruz ama yayınlarda sağlık çalışanlarının yüzde 50.8 74’ünün mutlaka şiddete uğradığı bildirilmektedir. Bunların bir kısmı silahlıdır ve yaralanma ve ölümle sonuçlananlar vardır. Sağlık personeline yönelik şiddet de diğer alanlarda olduğu gibi hızla artmaktadır. Toplumun “şiddet söylemli ve şiddet öncelikli” rol modelleri ve örnekleri, yaşamın her alanında şiddeti bir insani ilişki modeli olarak sunmuş, bu yaklaşım kanıksanmış, normalize edilmiş ve toplumumuz bir şiddet toplumuna dönüştürülmüştür. Bu rol modellerinden hareketle, toplumun kafasında, hukuk tanımazlık ya da “çözüm kaba kuvvettedir” şeklindeki bir derin anlayış giderek yaygınlaşmaktadır. Bu arada şiddetin kolay hedefleri olan “korunmasızların” yani ne çocukların ne kadınların ne de hekimlerin ve sağlık personelinin yaşam odaları olmadığını kaydetmek gerekir. Ülkemizde koruyucu hekimlik ağırlığını yitirmiş, tedavi edici tıbba öncelik tanınmıştır. Bu alanda zavallı vatandaşlarımız, hekime kolay ulaşınca tedavisinin de çok kolay olacağını sanmaktadır. Gerçek yaşamda hekime ulaşmak başka bir şeydir, gerçek tedaviye ulaşmak başka bir şüreçtir. Oysaki, insanımız AVM’lere alıştırıldığı gibi sağlık sistemine de sadece “gitmeye” alıştırıldı. Tıpkı AVM’lerde olduğu gibi ya vitrini seyredip dönmektedir ya da elindeki parayı AVM’leşmiş özel ya da kamu sağlık sistemine verip evine dönmektedir. Yani gerçek amaç olan tedaviye, birçok baş ka nedenin yanı sıra kalabalık ve yoğunluktan ulaşamamakta ve ayrıca sağlık sisteminin resmi elini cebinin taa derinlerinde hissederek dönmektedir. Böylece resmi kayıtta 70 milyar TL’yi geçmiş olan ve bizzat yetkililer tarafından “karadelik” diye vasıflandırılan sağlık sisteminin finansmanı, artık vatandaşın cebine yönelmiştir ve bu yönelim bundan böyle de artarak devam edecektir. Sonuçta, “şiddetperformans” sarmalına mahkum edilmeye çalışılan mutsuz hekim ve sağlık personeli ile AVM’leşmiş sağlık sistemine her istediği zaman gidebilen ama bir türlü gerçek amacı olan tedaviye ulaşamayan, kendini hep “acil” sayan, çevresindeki diğer hastaları hiç görmeyen, aynı zamanda verdiği paranın nereye gittiğini de bir türlü anlayamayan mutsuz ve şikâyetçi hasta figürü, karşı karşıya kalmıştır. Çözüm için atılacak ilk adımlar sağlık sisteminde performans sistemi ve 184 hattının kaldırılmasıdır ama asıl çözüm, madencilik sektöründe kaldırılacağını duyduğumuz dayıbaşı sisteminin ya da benzerlerinin hem sağlık alanında hem de yaşamın tüm alanlarından kaldırılmasıdır. Sıra geldi bilmecelere: Sahi, sağlık alanında “şiddet performans” ve “karadelikAVM’leşme” ilişkilerini kuran “dayıbaşı” kimdir?.. Ya da sağlık hizmeti ile bedava kömür arasındaki beş benzerliği bulmaya çalışalım... Kendilerinden çok önemli hayat dersleri öğrendiğimiz tüm maden şehitlerimizin anısı önünde saygı ile eğiliriz. TÜSAK: Rengim Gökmen’den Yapıcı Uyarılar Rengim Gökmen şu anda Opera ve Bale Genel Müdürü de olan ünlü orkestra şefimizdir. Hayatımda tanıdığım, en efendi, en terbiyeli, en nazik, en insansever kişilerin başında gelir... Üstün sanat yeteneğini, gerçekten başarılı bir bürokrasi yönetimine aktarabilmiş, Türkiye’de, tiyatro, opera, bale ve senfonik müzik alanlarında devrimsel değişikliklerin altına imza atmış ender kişilerden biridir. HHH 2 Haziran Pazartesi gecesi 5. İstanbul Opera Festivali’nin tanıtım yemeğinde, Kültür Bakanlığı’nın yeni sanat kurumları tasarısı TÜSAK hakkındaki görüşlerini dinleme fırsatı buldum ve bir kez daha hayran oldum: Eleştiriler, uyarılar, ancak bu kadar yapıcı, bu kadar bilimsel, bu kadar efendice ve bu kadar net olarak ortaya konabilirdi. HHH 5. İstanbul Opera Festivali’nin sanat yönetmeni, aynen Gökmen gibi, sanatsal başarısını yönetime de aktarabilmiş olan bir başka övünç kaynağımız Yekta Kara... Bu ikilinin Türkiye’de sanata yaptığı büyük hizmetler tarihe geçmiştir, asla unutulmayacaktır. Festivalin beşinci kez sponsorluğunu yüklenen Denizbank’ın genel müdürü Hakan Ateş ise bir başka fenomen: Uluslararası camianın hayranlıkla izlediği bankacılıktaki başarılarını, kültür ve sanat alanlarına da aynı etkinlikle taşıyan, gerçek bir “mesen”! HHH TÜSAK konusuna ilerde yeniden döneceğim; şimdilik sadece Rengim Gökmen’in uyarılarını özet olarak kaydetmekle yetiniyorum: Üç maddede toplanan eleştiriler her ortamda, her platformda resmen dile getirilmiştir; bütün camia mensupları küçük ayrıntılar dışında bunlar üzerinde hemfikirdir. 1) Sanatta taşeronlaşma, son günlerde başka bir alanda güvenlik açığı olarak ortaya çıkan zaafı, sanat alanına, kaliteden fedakârlık olarak taşıyacaktır. 2) Taşeronlaşma, bir insan hakkı olarak gördüğümüz, herkesin sanata erişim hakkını, özellikle sanat etkinliklerini 35 lira gibi fiyatlarla izleyen Anadolu’daki kentlerimiz ve kasabalarımız açısından zedeleyecektir; ticarileşme, sanat etkinliklerinin İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlerimizde merkezileşmesine yol açacaktır. 3) Taşeronlaşma, sanatın akademik eğitimini ve profesyonel olarak yetişmiş sanatçılar tarafından icrasını da zedeleyecek, sanatın bir meslek olarak algılanmasını ve uygulanmasını engelleyecektir. HHH Konu, günün siyasal itiş kakışları arasında gözden kaçabilir... Oysa geleceğimizi kültürel açıdan olumsuz etkileyecek çok çok önemli bir yanlış yapılmaktadır! Soma’nın Düşündürdükleri... Y Dilber Demiralp aşadığımız Soma faciası ve sonrasındaki olayları TV ekranlarından gözyaşı ile izledim günlerce... Gazete manşetleri, düşünürlerin yazıları, çizerlerin (karikatüristlerin) eserleri içimdeki isyanı kaleme alma gücü verdi. Gazetemiz Cumhuriyet’in birçok yazısını, fotoğrafını sakladım. O karikatürler memleketin aynası, sözsüz yazılar... (Yıllardır bunlardan kesip dosya oluşturdum, torunlarım için.) İhmaller, umursamazlıklar ve hırslar “Memleketin hali ne olacak” sorusunu akla getiriyor. 19 Mayıs 1919 gibi bir tarih yaşanır mı? Yitirdiğimiz 301 can Türkiye Cumhuriyeti’nin onurlu emekçileridir. Onların bu ülke için emeklerinden, canlarından başka bir şeyleri yoktu. Geride kalanlar ise gözü yaşlı eşleri, çocukları, ana babaları ve akrabaları; bir de borçları... Bu kömür karanlığı ile yasa bürünen günlerin aydınlığa kavuşmasını bekliyoruz. Türkiye’de yapılan işlerin titizlikle, hakça kontrol edilmesi, çalışma ahlakının ilkeleri olsun istiyoruz. Duyarlı insanlar bir an önce hükümetten yanıt bekliyor. Yetkililerin sözlerine inanamaz olduk. Her gün bu kara tabloya bir yenisi eklendi. Önce “trafo patladı” dediler. (Kedileri tutmuştuk ama!.) Ne olduysa olanlar oldu. Giden canlara yazık oldu. ustukça yazmak, haykırmak geliyor içimden... Gezdiğim ilçelerde inşaat yarışlarını, en çok da cami inşaatlarını görüyorum. İstanbul’dakiler de ayrı konu! Bu işlere ayrılan bütçelerle memlekette neler yapılmaz? İş alanları çoğaltılıp işsiz gençler kurtarılamaz mı örneğin? Ağır işyerlerinin (madenlerin) donanımı yenilenerek sağlıklı üretim yapılamaz mı? Camilerin elektriği, suyu, doğalgazı parasız. Okullarınki velilerin cebinden ödenmekte. Memlekette eğitim kurumlarının önemi ikinci planda mı olmalı? Başkaları gelip ülkemizde lüks oteller açıyor, para kazanıyor; biz de en büyük camiyi nereye yapalım diye düşünüyoruz. Bu nasıl modernleşme! Yapılan inkılapların yarısı gitti. Bilim ve fen topallıyor geriden. Geçen yıllarda Ankara’daki Atatürk Orman Çiftliği’nin halini görünce “yazıklar olsun!” demeden edemedim. Yalova’daki yürüyen Köşk de terk edilmiş kaderine! Okulların durumu ayrı bir konu 4+4+4’lerin fen dersi laboratuvarları kilitli; müzik, resim dersleri artık yok gibi. Din dersinde günahlar ve cinler konu ediliyor... Milli bayramlarımız kutlanmamaya çalışılıyor. Bahane hazır: “Veliler öyle istiyor” deniyor. Mustafa Kemal’in, Kurtuluş Savaşı kahramanlarımızın emekleri yok sayılıyor. Bu nasıl inkârdır? Sesini çıkarmayan, yanlışı görmeyen, hakkını aramayan bir toplum isteniyor. Yurtdışında ayakta alkışlanan değerlerimize sorgu açılıyor, cezalar hak görülüyor, ne acı! Ben yetmiş bir yaşında bir anayım. Yukarıda saydıklarımın sesi olanlara saygı ve selamlarım var olacaktır, yaşadığım sürece! S www.vaillant.com.tr [email protected] 444 2 888 facebook.com/VaillantTR twitter.com/VaillantTR youtube.com/VaillantTR
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle